Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Gündem

Tate koleksiyonunu “queerleştirmeye” çağırıyor

Şubat ayı boyunca dünyanın dört bir yanından sanatçılar, aktivistler ve kolektifler Tate koleksiyonunda yer alan eserlerin queer okumalarını yapacak.

Hampstead Heath with a Rainbow, John Constable, 1836, Tate Koleksiyonu. İçine yerleştirdiğimiz kendi fotoğrafımız: Green Knight a Dragaptation, İstanbul Queer Art Collective, Fotoğraf: Eda Sancakdar, 2018.

Britanya, ABD, Kanada ve Avustralya gibi pek çok ülkede 2013’ten bu yana kutlanan LGBTIQA+ Tarihi Ayı kapsamında Tate Müzesi dünyanın dört bir yanından sanatçıları, aktivistleri ve kolektifleri koleksiyonunda yer alan eserlerin queer okumalarını yapmaya davet etti. 1-28 Şubat tarihleri boyunca düzenlenecek “Queer and Now” (Queer ve Şimdi) festivali queer sanat ve kültürünün günümüz toplumundaki güçlü yerini kutlamak üzere yola çıkıyor. Festivaldeki etkinlikler, dijital kürasyon yöntemini yeni bir LGBTİ+ kültürel aktivizmine dönüştürecek. Sansürsüz, canlı ve uluslararası bir topluluk olarak günümüz queer kültüründe sanatın, müzelerin ve yaratıcılığın yerini tartışmak, keşfetmek ve kutlamak için bir fırsat olarak görülen etkinliklere dünyanın her yerinden katılmak mümkün.

Katılımcılar Tate’in koleksiyonundan, kendi yerel queer deneyimlerine hitap eden sanat eserlerini seçerek topluluklarının queer perspektifiyle  geleneksel yorumları yeniden yazacaklar. Queer okuması yapılan sanat eserlerini dijital olarak da paylaşarak sınırları aşmak ve tüm dünyadan LGBTİ+ toplulukları arasında daha güçlü bağlar kurmak ise festivalin bir diğer hedefi.

Queer topluluklara, Instagram’dan “Queerate Tate” (Tate’i queerleştir) diyerek festivalin bir parçası olmaları için çağrı yapıldı. Şubat ayının sonunda başvurular derlenecek ve ardından toplumsal cinsiyet ve cinsellikle ilgili kültürel okumaları geniş bir yelpazede keşfedebileceğimiz online bir queer serginin parçası olacak bir seçki oluşturulacak.

İstanbul Queer Art Collective’in queer okumaları

Tate Müzesi koleksiyonundaki eserleri “queerleştirme” çağrısını öncelikle dünyanın farklı yerlerinden kolektiflere iletti. Küratör E-J Scott’un (Museum of Transology) seçtiği kolektifler arasında Pekin’den Q Space Beijing, Rusya’dan Center Stage, Arjantin’den Archiva de la Memoria Trans ile beraber İstanbul-Londra merkezli  İstanbul Queer Art Collective de yer alıyordu. Kolektifin kurucuları Tuna Erdem ve Seda Ergül müze koleksiyonundan seçtikleri eserler üzerine yaptıkları queer okumalarını Queer Art Projects Instagram sayfasından paylaştı, ardından Tate Müzesi de Instagram hesabında bu okumalara yer verdi. Mart ayında gerçekleşecek dijital sergi seçkisinde diğer kolektiflerle beraber İstanbul Queer Art Collective seçkisi ve açık çağrıya karşılık veren sanatçı ve aktivistlerin işlerinden bazıları da yer alacak. Tuna Erdem ve Seda Ergül’ün izniyle Tate koleksiyonundan queer okumalarını yaptıkları eserleri aşağıda paylaşıyoruz.

Walter Richard Sickert, Two Women on a Sofa – Le Tose, 1903, Tate Koleksiyonu.

Eğer Teresa de Lauretis’in dediği gibi “lezbiyen olmak için bir değil iki kadına ihtiyaç var”sa, Walter Sickert’in Kanepede İki Kadın (Two Women on a Sofa) tablosu biraz hayalgücü yardımıyla lezbiyen okuma imkânları sunuyor. Bu tabloda ‘queer’in ilk anlamını hatırlatan tuhaf bir şeyler var. Görünmezlik göze sokulmuş, kimliklerin silindiğinin altı çizilmiş böylelikle yüz hatlarının yokluğu bir sırrı işaret etmenin ötesinde lezbiyenlik tarihinin görünmezliğini simgeler hale gelmiş. Geleneğin aksine, çıplaklıkla ya da fetişleştirilmiş kıyafetlerle karşılaşmıyoruz. Birbirine yaslanmış bu bedenler hem birbirlerinin hem de rahatlıkla, kolaylıkla içiçe geçmeye alışmış, oturmuş, yer etmiş yakınlıkların taşıyıcısı. Sanki bir örnek kıyafetlere ve saçlara değil de lezbiyenlere yakıştırılan “hemhal olma dürtü”süyle bir olmuş bir yığına bakıyor gibiyiz.

***

“Sarah dedi ki keşke lezbiyenlerin de Hampstead Heath gibi bir koli parkı olsa-  ki orada da, muhafazakâr bir milletvekili iş üstünde basıldığından beri, in cin top oynuyor.” Derek Jarman’ın günlüğünden, 11 Mart 1992.

Bu tabloya (Ana görselde görülen) queer gözle bakıp da, ‘Constable’ın manzara resimlerinden biri işte’ diye geçip gitmek ne mümkün: Koli kesmeye gidilen bir park, hem de gökkuşağıyla resmedilmiş! Londra’daki Hampstead Heath parkı, erkek eşcinsellerin koli bulmaya gittikleri ve ünlü yönetmen Derek Jarman’ın hayatının sonuna kadar sık sık takıldığı bir mekân. Maalesef lezbiyenler için hâlâ bir benzeri yaratılmış değilse de, sadece kadınlara mahsus gölüyle lezbiyenlere hiç değilse röntgenci bir haz sağlamayı vadeden bir köşesi var bu parkın.

Altta: Hi Red Center, Dropping Event, Ikenobo Hall, Tokyo, 10 Ekim 1964, Fotoğraf: Minoru Hirata, Tate Koleksiyonu. Üstte: Street Cleaning Event, İstanbul Queer Art Collective, 2012,  Fotoğraf: Burak Karacan.

İstanbul Queer Art Collective’in ilk performansı, Hi Red Center’ın “Sokak Temizleme Performansı”nın uyarlanmasıydı. Bu aynı zamanda, fluxus performans score’larını ‘queer’leştirmeyi hedefleyen “Fluxus Tekrarları” serimizin ilk performansıydı. Hi Red Center, 1964 Tokyo Olimpiyatları vesilesiyle dünyaya temiz bir imaj sunmaya çalışan Japon devletini eleştirmeyi amaçlamıştı. Biz ise, ağırlıklı olarak eşcinselerin yaşadığı ve kentsel dönüşüm projelerine bir ön hazırlık olarak belediyenin temizlemeyi bıraktığı bir mahallede gerçekleştirdik performansı.

Solda: Postcard Sculpture, George and Gilbert, Summer 1974, Tate Koleksiyonu. Sağda: Just in Bookcase, İstanbul Queer Art Collective, Bilgelik Evi Nottingham sergisindeki yerleştirmesinin fotoğrafı, 2018. Fotoğraf: Mike Kane.

Gilbert ve George da queer, biz de queer’iz! Onlar sanatçı bir ikiliyse biz de öyleyiz! Onlar performans yapıyorsa biz de yapıyoruz! Onlar sanatlarında kartpostal kullanıyorsa biz de kullanıyoruz! Başka söze gerek var mı? Hatta onların bu eserinde 55 kart kullanılmış bizim Just in Bookcase işimizde 2000 kart kullanıldı. Yani biz kazandık! Peki tamam kabul onların “kart heykelleri” serisinde daha bir sürü eser var ama yine de! Bizim işin hikâyesi şöyle:

Türkiye’den göçmeye karar verirsek, kitaplarımız ne olacak diye dertleniyorduk. Allah başka dert vermesin tabii de işte kitaplığımız en değerli mal varlığımız, evin en çok yer kaplayan mobilyasıydı. Kitaplar da malum pek ağır oluyorlar, alelacele bilinmeyen bir geleceğe göçerken taşınamayacak kadar ağır. Biz de kitaplarımızın her biri için bir kart hazırladık ve eskiciden aldığımız bir bavula doldurduk, böylece kitaplığımızın anılarını 20 kiloyu aşmayacak ağırlığa indirdik. 20 kilonun 1964 yılında Türkiye’den yollanan Rum’lara tanınan maksimum ağırlık olduğunu akılda tutmak da, ne kadar şanslı olduğumuzu hatırlattı, vedalaşmak kolaylaştı. Sonunda ortaya, olur da ülkeden göçersek kitaplığımızın anılarını, kitaplar hakkındaki duygu ve düşüncelerimizi hatırlamamızı sağlayacak bir “fluxkit” çıktı, adını “Neme Lazım Kitaplığı” koyduk. Neme lazım, hemen lazım oldu; daha iş ilk kez seyirci karşısına çıkmadan, tüm kitaplarımızı dağıtıp İngiltere’ye taşındık.

Sağ Üst: White Field, Gunther Uecker, 1964, Tate Koleksiyonu. Sol Üst: 50000 (detay),  İstanbul Queer Art Collective, 2014, Fotoğraf: Derin Cankaya. Alt: 50000, İstanbul Queer Art Collective, 2014. Performansın Burak Serin tarafından çekilen videosundan.

Yukarıdaki iki fotoğrafa bakınca herhalde bunlar 50.000 işini Uecker’in işine nazire olsun diye yaptılar demek geçebilir içinizden ama işin aslı bu değil. Aslında biz Tomas Schmit’in 250 çivi çakmamızı söyleyen fluxus score’unu uyarlamıştık ve aklımızda 12 saatte 50.000 çivi çakmanın süreci vardı sadece, sonuçta ortaya ne çıkacağını hayal bile etmemiştik. 50.000 performansımızın ardındaki hikâye şöyle:

Her sene katılımın bir önceki seneye göre katlanarak arttığı Onur Yürüyüşü’ne 2013 yılında, Gezi Parkı Direnişi’nin de etkisiyle 50.000 kişi katıldı. Ne yaşandığına dair fikir vermeyen istatistiksel bir temsiliyet aracı olduğunu düşündüğümüz bu rakamı bedenimizde deneyimlemek istedik ve Onur Yürüyüşü’ne gider gibi giyinmiş 10 kişi olarak, yıllardır Onur Yürüyüşleri’nde taşınan dev gökkuşağı bayrağının önüne oturup, kesintisiz 12 saat çivi çaktık. 50.000, açık bir eşcinsel olarak bu ülkede kalıcı bir yer edinebilmenin gerektirdiği, kimi zaman yorucu, kimi zaman anlamını yitiren ama buna rağmen ısrarla sürdürülen sürecin temsili olarak düşünülebilir.

2015 yılında polis İstanbul LGBTİ+ Onur Yürüyüşü’ne müdahale etti ve o zamandan beri İstanbul Onur Yürüyüşü yasak. #istanbulpride @istanbulpride

Tate’in çağrısı Şubat sonuna kadar devam ediyor

Mart ayında dijital bir sergiye de dönüşecek çağrı dünyanın her yerinden sanatçı, aktivist ve kolektiflere açık. Siz de Tate Müzesi Koleksiyonu’ndan seçeceğiniz eserleri queer bir perspektifle okuyarak çağrının parçası olmak isterseniz yapmanız gerekenler basit. Müzenin koleksiyon arama sayfasına gidip anahtar kelimeleri yazarak veya aramanızı geliştirin (refine your search) seçeneğini kullanarak Tate Koleksiyonu’nda arama yapın. Dilerseniz Queer Lives and Art sayfasını da inceleyerek ilham alabilirsiniz. Kendinize hitap eden bir sanat eseri seçtikten sonra çalışma hakkındaki yorumunuzu yazın. Örnekler için Queer Walk Through British Art sayfasına göz atabilirsiniz. Yorumunuzu, sanatçının ismi ve çalışmanın adıyla birlikte #queerandnow etiketini kullanarak Instagram’da paylaşın.Ayrıca başvurunuzu publicprogrammes@tate.org.uk mail adresine de gönderebilirsiniz.

Haber çevirisi: Doğa Kacar
Tuna Erdem ve Seda Ergül’e işlerini ve metinlerini bizimle cömertçe paylaştıkları için teşekkürler.

İlginizi Çekebilir

Kütüphane

İMALAT-HANE'de 6 Ocak - 6 Nisan 2024 tarihleri ​​arasında yer alan TUNCA'nın "Muhatabı Olmayan Mutfak" sergisinin katalog metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Söyleşi

İrem Tok ile “Karanlıkla Buluşmak” üzerinden yakın dönem işlerini, insansız hikâyelerini, kültür-doğa-insan üçgenini ve SAHA Studio’daki çalışmalarını konuştuk.

Eleştiri

Merve Ünsal'ın "İçli Dışlı" sergisi aracılığıyla imgeler, metinler ve sesler arasındaki dolanık ilişkileri taşıyan çok kanallı izdüşümler hakkında Fırat Yusuf Yılmaz yazdı.

Gündem

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kültür alanındaki beş yıllık politika, strateji ve çalışmalarını, açılan müzeler ve düzenlenen etkinlikler aracılığıyla Emre Erbirer kapsamlı olarak ele aldı.