Sanat yarışmalarında gördüğümüz işler, belki de uzun zamandır bu yılkiler kadar özgün olmamıştı. Geçmiş yıllarda bildik söylem ve biçemlere tutunan, özellikle politik sanat üreten daha deneyimli sanatçılara açıkça öykünen işlerle daha sık karşılaşırdık. 2021’de ise BASE, Mamut Art Project ve Akbank Günümüz Sanatçıları Sergisi, gençliğin güncel kaygılarını tüm samimiyetiyle gözler önüne serdi. Dilerseniz bu sergilerde öne çıkan ve insanlığın ortak deneyimine dair çok şey söyleyen bazı kavram öbeklerine daha yakından bakalım.
Pandemik inziva, ev kavramı ve nesneler
Pandemi kaynaklı eve kapanma ve yeni normal kavramları, sergilerdeki önemli temaların başında geliyor. Bu zorunlu inziva, genç kuşaklarda ev kavramını ve içindeki nesnelerle kurdukları ilişkileri sorgulamaya yönelik birtakım süreçleri tetiklemiş olsa gerek. Bu da kaçınılmaz olarak bir dizi yüzleşmeyi beraberinde getiriyor. Sanatçıların büyük bölümü, yapıtlarında iç ses ve zihin-beden ilişkisi gibi kavramlar üzerinden pandeminin yarattığı tedirginlik, yalnızlık ve yabancılaşma duygularıyla boğuşuyor. Bu arada konu ev ve içindekiler olunca, bellek kavramı da söylemlerin odağındaki yerini alıyor. Yapıtlarda hatırlama-unutma süreçleri ve rüyalar önemli bir yer tutuyor; ancak bunlara genellikle kültürel ya da sosyopolitik değil, psikanalitik bir düzlemden yaklaşılıyor. Bir yanda ev-beden; diğer yanda kamusal alan-dış dünya. Belli ki pandemi, en çok bu ikisi arasındaki sınırlar üzerine yeniden düşünmeye davet etmiş bizleri. Genç sanatçılar da bu çağrıya kulak vermiş gibi görünüyor.
Bireyin bilinçdışıyla ve mekânla olan etkileşimlerinin yanı sıra, nesnelerin belgelenme süreçleri de gençleri yakından ilgilendiriyor. Özellikle dijital nesne kavramını çokça irdelediğimiz şu günlerde veri toplama, sınıflandırma ve yorumlama ile ilgili deneysel pratikler, gündemdeki hatırı sayılır yerini halen koruyor. Ancak genç sanatçılar algoritmayı çalıştıran sayısal veriden çok, nesnenin görsel imgeye dönüşme süreçleriyle ilgileniyor. Kimi evindeki nesnelerin envanterini çıkarıyor; kimi de gündelik yaşamını çevreleyen hazır nesneleri kategorik bilgiye dönüştürmenin yollarını arıyor. Bu noktada aklımda ister istemez şu soru beliriyor: Bu itkinin kaynağı, bilgi üretme pratiklerimizin nesneler evreninden giderek uzaklaştığı bir dünyada yaşamanın yarattığı tekinsizlik hissi mi; yoksa çağımızın sırtını emojilere dayayan, metni terk edip yüzünü hiyerogliflere dönen iletişim biçimleri mi? Fotoğrafların uzaktan bakıldığında bir metnin mizanpajını andırdığı enstalasyonlar, beni ikinci yanıtı benimsemeye biraz daha çok yaklaştırıyor.
Nesnelerle kurduğumuz ilişkilere dair sorgulamaların sık sık güncel tüketim alışkanlıklarımıza yönelen eleştirel bir bakışa dönüşmesi de tesadüf değil. Yapıtlarında sürdürülebilirlik, geri dönüşüm ve yenilenebilir enerji gibi konulara değinen sanatçılar, kapitalizmin kutsadığı nesnelere dayalı değer sistemlerine ve doğal kaynakları yok eden tüketim çılgınlığına karşı tepkili ve mevcut sistemin artık işlemediğinin bilincinde. Gençler, artık büsbütün farklı şekilde tasarlanmış bir dünyada yaşamak istiyor. Bu da bizi, yarışmalarda öne çıkan bir diğer önemli kavram öbeğine getiriyor.
Doğaya dört elle sarılmak
Genç sanatçılar, doğanın farklı unsurlarına yer yer bilimsel ve analitik, yer yer neredeyse şamanik bile sayılabilecek şefkatli bir duyarlılıkla yaklaşıyor. Ağaç, böcek, arı, mantar gibi türlerin izini süren ve bunların barındırdığı gizli güzellikleri keşfederken ekolojik dengedeki hayati konumlarının altını çizen yapıtlar, insanın diğer canlılarla olan ilişkilerini yeniden kurgulaması gerektiğini bas bas bağırıyor. Kentsel dönüşüme ve çürümeye, kentin kıskacındaki bireyin bunalımına da sıkça değinen gençler, belli ki yüzlerini doğaya dönmek istiyor. Tartışmaya açılan ev kavramı, yerini yavaş yavaş “evimiz-doğa” algısına bırakıyor.
Kökler, melezlik ve akışkan kimlikler
Genç sanatçılar arasında kültürel mirasa artan bir ilgi olduğu açık. Burada bellek kavramı yeniden ve farklı bir şekilde devreye giriyor; seçkilerin en politik işlerinden bazıları, kültürel mirasın bilinçli ya da bilinçsiz tahribatı sonucu yok edilen, ya da yok edildiği zannedilen geçmişin çevresinde biçimleniyor. Resmi tarihlerin dışında bırakılan anlatıların simgeleşmiş tanıkları olan şehir surları ve antik kentler, bir sonraki kavram öbeğinin işaret ettiği melez kimliklerimizin de en değerli (k)anıtları. Gündelik ölçekte “vintage” nesnelere yönelik ilgi, hatta hayranlık ise geçmişe duyulan özlemden çok şimdinin yarattığı derin hayalkırıklığından besleniyor olmalı. Şimdiye yabancılaşan ve geleceğe kaygıyla bakan gençler, “köklerini” o uzak, belki de hiç yaşanmamış kusursuz geçmişin hayalinde arıyor.
Kimliklerden söz etmişken kuir, yine genç sanatçıların önemli ilgi alanlarından biri. Burada baskın kavramlar ise ne yazık ki güç ilişkileri ve şiddet. Özellikle kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddeti yeren yapıtlar oldukça fazla. Gençler, artık melez ve akışkan yapılar olarak algıladıkları kimliklerini an be an meşrulaştırmak zorunda kalmak istemiyor.
Doku(n)manın cazibesi
2021’de gerçekleştirilen yarışma sergilerinin mesajını almak için, genç sanatçıların yapıtlarında öne çıkan kavramların yanı sıra varlığı giderek güçlenen teknik yönelimlere de değinmekte yarar var. Özellikle dikiş, tekstil ve dokumanın ön planda olduğunu görmek, bende gençlerin bedenselliklerini kısıtlayan dijital teknolojilerden bitap düştüğü hissini uyandırıyor. Tekstil, sanatçının dokunsallık ihtiyacına cevap veren bir malzeme olarak sergilerde karşımıza dikiş, nakış, örgü, halı gibi birçok türüyle çıkıyor. Burada tekstilin kültürel referanslarını da es geçmemek gerekir. Bu yükselen ilgi, özellikle minyatür ve ebru gibi geleneksel sanatlara özgü tekniklerin kullanıldığı yapıtlarla yan yana düşünüldüğünde, bir önceki bölümde değinilen kök arayışını kaçınılmaz şekilde akla getiriyor. Dikiş ve dokumanın tekerrüre dayalı, ritmik ve meditatif üretim pratiklerinin de kendi içinde bir tür zihinsel, hatta tinsel arınma gereksinimine işaret ettiğini düşünmeden edemiyorum. Biyolojik yapıları içine doğdukları çağın teknolojik gelişmelerinin hızına yetişemeyen gençler, tıpkı köklerinin onlara ısrarla söylediği gibi, doku(n)mak istiyor.
Genç sanatçıların şimdi ve burada olana verdiği yanıtlar, içinden geçtiğimiz çağın öncelikli meselelerini daha iyi anlamamızı ve insanlığın ortak bilincini tam anlamıyla hissetmemizi sağlıyor. Bu açıdan bakıldığında sözü edilen etkinliklerinin devamlılığının ne denli önemli olduğu, yadsınamaz bir gerçek.