Söyleşi

’80 öncesi kuşağına sanatçılarıyla bakmak

Yeni Bir Dünya Doğuyor belgeseli 1968-1980 yılları arasında üretmiş sanatçılarla yapılan görüşmelere yer veriyor. 41. İstanbul Film Festivali kapsamında gösterilecek filmi yönetmeni Serhat Yüksekbağ’la konuştuk.

Görsel Sanatçılar Derneği Mayıs Yürüyüşü, Taksim, 1978. Kaynak SALT Araştırma arşivi.

Bu söyleşi yayınlandıktan bir gün sonra İstanbul Film Festivali tarafından “Yeni Bir Dünya Doğuyor” filminin yönetmeninin geçmiş yıllarda bir şiddet faili olduğu duyurusu yapılarak film programdan ve yarışmadan kaldırıldı. İstanbul Film Festivalinin açıklamasının tamamına bağlantıdan erişebilirsiniz.

“İstanbul Film Festivali Ulusal Belgesel Yarışması’na seçilen ‘Yeni Bir Dünya Doğuyor’ filminin yönetmeninin geçtiğimiz yıllarda yaşanan bir şiddet olayının faili olduğunu öğrendik.

İKSV ve İstanbul Film Festivali olarak, hayatın her alanında kadına yönelik şiddetin ve failin karşısında, maruz kalanın yanında olduğumuzu bir kez daha hatırlatarak, filmi Ulusal Belgesel Yarışması’ndan ve programımızdan çıkardığımızı bildirmek isteriz.”

Güncellenme tarihi: 14 Nisan 2022


Görsel Sanatçılar Derneği 1975’te İstanbul’da, Orhan Taylan, Cihat Aral ve İsa Çelik gibi sanatçılar tarafından kuruldu ve ‘80 Darbesi’ne kadar faaliyetlerine devam etti. Derneğe üye sanatçılar o dönem solun temsil ettiği her ne ise ona yönelik çalışmalar ürettikleri gibi kendi işlerini üretmek için de özgün bir alan yarattılar. İlham verdikleri insanlarda zihinsel bir kırılma yaratarak sanatçıların da örgütlenebileceğini ve üretimlerini böyle de sürdürebileceklerini gösterdiler.

Derneğin ömrü kısa sürse de dernek bünyesinde yapılan işler iyiden iyiye görünür oldu. Derneğin kuruluşundan bir yıl sonra sanatçılar, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) davetiyle Haziran 1976’da 13. Uluslararası Antalya Film ve Sanat Festivali’ne katıldı. Burada ürettikleri duvar resimleri ve heykeller halkın hayli ilgisini çekti. Ancak bir sabah uyandıklarında duvar resimlerinin saldırıya uğradığını ve üzerlerine boya atıldığını gördüler. 1 Mayıs 1977’de AKM’nin önüne asılan dev işçi pankartını tasarladılar. 1980’de Kuşadası Kültür ve Sanat Şenliği’nde yer aldılar. Sanatçılar örgütlü bir şekilde ürettiler, ürettikleri için cezalandırıldılar, tutuklandılar.

Yeni Bir Dünya Doğuyor belgeseli, işte tam da bu dönemi ve sanatçıların mücadelesini anlatıyor. 1968-1980 yılları arasında üretimlerine devam eden sanatçılarla yapılan görüşmelere yer verilen belgesel, 41. İstanbul Film Festivali kapsamında 17 Nisan Pazar günü 11.00’da Beyoğlu Sineması’nda, 18 Nisan Pazartesi günü 16.00’da ise Sinematek-Kadıköy’de izleyicilerle buluşacak. (GÜNCELLEME: Yukarıdaki açıklamada görüldüğü gibi seanslar iptal edildi.)

Serhat Yüksekbağ’ın yönetmenliğini üstlendiği belgeselde aktarımlarına yer verilen isimler arasında Orhan Taylan, Zehra Aral, Cihat Aral, Feyyaz Yaman, Arslan Eroğlu, Nedret Sekban, Yusuf Taktak, Figen Aydıntaşbaş ve Aydın Ayan var. Belgesele dair merak ettiklerimizi yönetmen Serhat Yüksekbağ’dan dinliyoruz.

Serhat Yüksekbağ

Yeni Bir Dünya Doğuyor, belgeselin tanıklık ettiği dönemi tanımlamak için dört başı mahmur bir slogan ama özellikle bu dönemdeki görsel işlere odaklanmanızdaki temel motivasyon neydi? Neydi yani sizi solun görsel tarihine çeken?

Benim için birçok sebebi var tabii. Hem lise hem de üniversite eğitimimi Güzel Sanatlar Resim Bölümü’nde aldım. Sinema üzerine ilgim de o yıllardan itibaren yoğundu ve tabii toplumsal hareketler, buna dair sanatsal üretimler de ilgi alanıma giriyordu. Aklımda sinemaya dair bir şeyler üretme fikri hep vardı; ama bu üretimlere dair farklı bakış açısını Yılmaz Güney filmlerini izleyince edindim. Sonrasında birçok güzel sanatlar öğrencisi gibi para kazanmak için sinema sektöründe, dizi ve filmlerde dekor yapmaya başladım.

1960-1980 arası dönem özellikle resim, müzik ve sinema alanındaki üretimlerle hep ilgimi çekti. ‘68 ve ‘78 kuşağına dair filmler, belgeseller ve anı kitaplarını da elimden geldiğince araştırdım, takip ettim. Fakat bu yıllara ilişkin çalışmalara baktığımda şunu fark ettim, bu çalışmaların çok büyük bir kısmı, neredeyse tamamı salt bu yıllardaki “siyasi” faaliyetlerle ilgiliydi. Herkesin bildiği büyük sembol isimler ve olaylar vardı, bir üst başlık olarak “devrimciler” vardı. Ama devrimci kimliğinin yanı sıra başka kimlikleri olan insanlar da vardı. Hem solun içinde yer almış hem de sanatın her alanında farklı tarzlarda oldukça zengin bir çerçevede üretim yapan çok fazla sanatçı var. Ama benim bildiğim kadarıyla bu yılları tekil olarak ele alan çalışmalar dışında çok fazla bir çalışma da yok. Bu anlamda üretimlere baktığımızda, 1960-1980 arası dönemde görsel sanatlar alanına ilişkin birkaç akademik tez dışında, İletişim Yayınları tarafından yayımlanan Afişe Çıkmak kitabı var, dönemi afişler üzerinden ele alan değerli bir çalışma. 2002 yılında Karşı Sanat Çalışmaları’nın, 1970’li yıllarda görsel sanatlar alanında üretim yapmış birçok sanatçıyı bir araya getirdiği “Pankart” sergisi var. Bir de 2013’te, SALT Beyoğlu’nda Ahmet Öktem arşivinden yola çıkılarak düzenlenen “Duvar Resimlerinden Korkuyorlar” isimli 1976-1980 yılına ilişkin bir dokümantasyon sergisi.

Yeni Bir Dünya Doğuyor film afişi.

1980 sonrası ve günümüze kadar uzanan bir hatta ise eleştiri alanında 1970’li yıllardaki sanatsal üretimler hakkında olumsuz anlamda çok sert eleştiriler yapıldı. Örneğin; Birikim Dergisi’nde 1977 yılında Murat Belge’nin yazmış olduğu “Bir Afiş Dolayısıyla Devrimci Resim Üstüne” yazısı bu yıllarda resim alanındaki üretimleri estetik olarak eleştiriyordu.

Birçok insan bu dönemi özellikle 1980 sonrası yazılan anı kitapları, romanlar ve filmlerden biliyordu. Hatta sinema alanında günümüze kadar da gelen işkence temalı filmlerde ve bu dönemde siyasal faaliyet yürüten özneleri oldukça sığ ele alan karikatürleştiren birçok televizyon dizisi ve sinema filmi genel bir prototip oluşturdu.

1980 darbesi oldukça ağır bir travma yarattı. Haliyle tüm bu üretim ve tartışmalara bütünlüklü ve sağlıklı bir cevap verilemedi, tartışma ortamı yaratılamadı. Bunları göz önünde bulundurduğumuzda 1960-1980 arası siyasal dönemde oldukça zengin bir sanatsal üretim ve kültür sanat ortamı olmasına rağmen sinema alanında bir çalışma da yoktu. 1970’li yılların sanatsal üretimlerine baktığımızda hemen herkesin bildiği, aşina olduğu müzik ve sinema alanından birçok isim olmasına karşın görsel sanatlar alanında, özellikle ressamların çok kıyıda köşede kaldığını görüyoruz. Görsel sanatlar alanında o yıllardaki üretimlerin bugün yeniden tartışılması ve sanatçıların kendi ağızlarından konunun direkt muhatabı olmaları açısından bunu kayıt altına almak istedik. Yeni Bir Dünya Doğuyor filminin fikri de bu tartışmalardan çıktı.

Soldan sağa, oturanlar: Orhan Taylan, Seniye Fenmen, Susanne Mahlmeister, Necla İbrahim Habib, Avni Memedoğlu; ayakta: Zehra Aral. Kaynak: SALT Araştırma arşivi.

Belgeselde yer alan isimlere ulaştığınızda sizi nasıl karşıladılar, bu fikre nasıl baktılar?

Belgeselde yer verdiğimiz dokuz sanatçı var: Arslan Eroğlu, Aydın Ayan, Cihat Aral, Feyyaz Yaman, Figen Aydıntaşbaş, Nedret Sekban, Orhan Taylan, Yusuf Taktak ve Zehra Aral. Sanatçılarla görüştüğümüzde böyle bir çalışmaya oldukça sıcak baktılar ve desteklediler. Çekimlere pandemiden kısa bir süre önce başlamıştık. O döneme dek yedi sanatçı ile çekim yapma fırsatımız olmuştu. Ardından Figen Aydıntaşbaş ve Nedret Sekban da pandemi koşullarına rağmen teklifimizi kabul ettiler. İlk etapta sayıca çok daha fazla sanatçı vardı görüşmek istediğimiz, fakat çalışmaya çok olumlu bakmalarına karşın pandemi koşullarından dolayı (sanatçıların özel durumları, kronik rahatsızlıkları vs.) birçoğu ile çekim yapamadık.

Arşiv çalışmasını nasıl sürdürdünüz, biliyoruz ki ‘80 darbesinde bu sanatçıların çoğunun işleri yok edildi. Siz nerelerden, nelere ulaştınız?

Cihat Aral, Zehra Aral, Yusuf Taktak ve Orhan Taylan oldukça iyi bir arşive sahiplerdi. Bu arşivlerin büyük bir kısmını zaten SALT Araştırma arşivine vermişlerdi. SALT da bu arşivi internet sitesinde herkese açık bir şekilde paylaşmıştı. Bu çalışmalar sonucunda hem sanatçıların kendi arşivlerine hem de geçmişte birlikte faaliyet yürüttükleri Görsel Sanatçılar Derneği’nin arşivine ulaştım. Bunun yanı sıra Aydın Ayan, Arslan Eroğlu, Feyyaz Yaman, Figen Aydıntaşbaş ve Nedret Sekban da kişisel arşivlerini, çok fazla sayıda fotoğraf ve o yıllarda yapmış oldukları üretimlerinin görsellerini bizimle paylaştılar.

O yıllara ait video görüntü bulmakta ise çokça zorlandık. Sizin de belirttiğiniz gibi 12 Eylül’de bu arşivlerin çoğu kaybolmuştu; fakat DİSK ve TÜSTAV da elinde olan kısıtlı arşivleri bizimle paylaştı. Yine 32. Gün 12 Eylül Belgeseli’nin yönetmeni Mustafa Ünlü de elindeki arşivi kullanmamız konusunda yardımcı oldu. Özellikle Feyyaz Yaman üzerinden Karşı Sanat Çalışmaları, Canol Kocagöz üzerinden Karikatürcüler Derneği; Özcan Yaman, Özcan Yurdalan ve Kemal Cengizkan üzerinden AFSAD gibi birçok kişi ve kurumun oldukça desteği oldu. Ayrıca şunu da belirtmem gerekir ki biz belgeseli dönemin ressamları üzerinden yaptığımız için bu yıllarda üretilmiş resimlerin orjinalleri zaten büyük oranda bugün de sanatçıların arşivlerinde yer alıyor. Sadece o dönemde yapılmış duvar resimleri, duvar yazıları ile birlikte yok edilmişti. Onlara da özellikle Antalya Duvar Resimleri ve Heykel Sempozyumu’nda yer alan ve bunları belgeleyen fotoğrafçı İsa Çelik’in arşivi sayesinde ulaşmış olduk.

Zehra Aral.

Sizi en çok etkileyen aktarım hangisi oldu? Tüm uğraş bittikten sonra, aklımda dönüp duran şuydu, dediğiniz bir şey var mı? Örneğin beni Zehra Aral’ın anlatımları derinden etkiledi.

Beni bu süreçte etkileyen çok fazla şey oldu tabii. Çalışmanın fikri temelini 2017 yılında kurmuştum. Ama sinema alanında üretim yapmanın kendi içinde, özellikle de bütçe ve ekipman gibi, birtakım sorunları var. Çekimlere ancak 2019 sonu başlayabildik. Çekimlerin başlamasına ilk destek verenlerden biriy filmin görüntü yönetmeni Seçkin Savaş oldu. Çekimlere başlamadan belgeselde yer almasını istediğimiz iki sanatçı Biles Öcal ve Sabahattin Tuncer hayatını kaybetmişti. Son yaptığımız çekimden kısa bir süre sonra ise pandemi başladı. Yapmak istediğimiz her şeyi bir yıl ertelemek zorunda kaldık. Özellikle bu yıllarda yaşamış kadın sanatçılarla da çekim yapmak istiyorduk; fakat pandemiden ötürü çekimleri istediğimiz şekilde tamamlayamadık. Nevhiz Tanyeli, Neş’e Erdok, Gülsün Karamustafa gibi birçok sanatçı konuya sıcak baksalar da bir araya gelme imkânı yaratamadık maalesef. Hâlâ aklımda dönüp duran şeylerden biri bu. Çünkü onlar olmadan bir anlamda da eksik kalmış bir çalışma bu. Pandemi kısıtlamalarından sonra ise çekimlere devam etmek gittikçe zorlaştı. Bunun en büyük sebebi hiçbir şekilde belgesele maddi destek bulamamış olmamızdı. Çok kısıtlı bir bütçeyle belgeselin yapımcılığını üstlenmek zorunda kaldım. Post-prodüksiyon sürecinde yine maddi bir tıkanma sürecine girdik. Bu sırada Ali İsmail Korkmaz Vakfı’nın düzenlemiş olduğu Genç Sanatçı Fonu’na başvurduk. Aldığımız tek maddi destek de bu oldu. Ama bunun dışında birçok kişi ve kurumun desteği, dayanışması ile çalışmamızı bitirmiş olduk.

Zehra Aral, 1 Mayıs Afişi, 67x102cm, T.Ü.Y.B., 1976.

Dediğiniz gibi Zehra Aral’ın anlatımları beni de derinden etkiledi. Tanışmadan önce de sevdiğim bir sanatçı olduğu için, niyeyse aklımda hep eski hâli ile kalmıştı. Biz görüşmeye gittiğimizde hastalığı epey ilerlemişti; ama hâlâ coşku doluydu. Sadece yıllardır resim yapamadığı ve üretimden uzak kaldığı için çok üzüldüğünü belirtti. Bu durum beni oldukça etkiledi. Ama genel olarak bu sanatçıların bizlere özel alanlarını, evlerini, atölyelerini açmaları tarihe tanıklık etmek açısından çok kıymetli bir süreçti. Bir de önemli bulduğum ve belgeselde yer veremediğimiz iki isim var. Biri, 19 yaşındayken devletin o dönemki paramiliter gücü olan ülkücüler tarafından katledilen Karikatürcüler Derneği üyesi İbrahim Güngör, diğeri ise 60’lı yıllarda ressamlar tarafından kurulmuş Yeni Dal grubu üyesi olan ve sonrasında 1998’de kimsenin, sanatçıların bile sahip çıkmadığı bir ortamda sefalet içinde ölmüş Avni Memedoğlu.

13. Antalya Uluslararası Film ve Sanat Festivali, 1976
Arşiv: Cihat Aral.

Belgeselde mural çalışmaları da görüyoruz ve etraflıca düşündüğümüzde esasen bu işlere dair bir hafızamız yok. Belki izleyicilerin çoğu ilk kez görecek hatta. Murallere yer vermek sizin tercihiniz miydi?

Özellikle bugün yeni olarak görülen birçok üretim ve tartışmanın hem dünya sanat tarihinde hem de Türkiye’de izleri mevcut. Bugünlerde birçok belediye tarafından desteklenen bir şey mural. Hatta günümüzde grafiti sanatçılarıyla özdeşleşmiş. Fakat bunun Türkiye’de belki de ilk örnekleri 1970’li yıllarda yapılmış devrimci duvar resimleri. Daha da öncesinde Meksika duvar resimleri var. 1970’li yıllarda yapılan bu çalışmalarda sanatçılar Meksika Duvar resimlerinden oldukça etkilenmiş zaten.

Görsel Sanatçılar Derneği (GSD) üyeleri “Kuşadası Kültür ve Sanat Şenliği” (Kuşadası, Aydın, 1980) sırasında ellerindeki pankart ile Aydın Valiliği’ni protesto ederken.

Temelinde sanatı kamusallaştırmak, sanatı halka ulaştırmak gibi bir şeyi de içinde barındırıyor. Çünkü Türkiye’de 1970’li yıllarda duvar resimleri dışında grev alanlarında, fabrika duvarlarına da resim yapılıyor. Aynı zamanda yoksul mahallerde, gecekondularda ve sanayi bölgelerinde sokaklarda, çadırlarda; resim, fotoğraf ve karikatür sergileri açılıyor. Bunlar sanatı ulaşabilir kılmak, sanatı toplumsallaştırmak adına çok önemli örnekler. Üstelik tüm bunlar sanatçıların kendi inisiyatifleri ile tamamen gönüllü oldukları ve aşağıdan örgütlenen toplumsal bir hareketle oluyor. Bir diğer önemi de 1970’li yıllarda yapılan sanatsal üretimler sanatçıların bugünkü anlamda network örmek, CV oluşturmak, kariyer yapmak ya da bugün için yine çok yaygın olan sivil toplumcu anlamda bir duyarlılık oluşturmak değil. Dünyayı değiştirmek istiyorlar, bunun için hem mücadele ediyorlar hem de sanatsal üretimde bulunuyorlar. Çünkü yine bugünden farklı olarak sanatçıların sürekli kamusal alanda yani sokaklarda, mitinglerde, grevlerde olduğunu görüyoruz. Bu sadece ressamlar için geçerli değil; tiyatrocular, sinemacılar ve müzisyenler için de geçerli. Filmde özellikle bu süreçlere yer verdik. Bugün için benzer üretimlerde bulunan sanatçı ve sanatçı gruplarını karşılaştırmak anlamında oldukça önemli deneyimler bunlar.

İbrahim Örs, İsimsiz, 13. Antalya Uluslararası Film ve Sanat Festivali, Resim ve Heykel Sempozyumu. Kaynak: SALT Araştırma arşivi.

‘68 görkemli bir dönemdi ve yapılan işler orada mı kaldı? Bu sanatçılar şimdi ne yapıyor örneğin, sizin gözlemleriniz neydi?

Belgeselde ‘68 ve ‘78 kuşağını, dönemin siyasal ortamını ressamlar üzerinden anlatmaya çalıştık. Evet, ‘68 başta Türkiye olmak üzere tüm dünya için görkemli bir dönemdi. Fakat bunun yanı sıra ‘78 de oldukça görkemliydi. Hatta bu yıllar iç savaş dönemi olarak da anılır. Çünkü bildiğimiz üzere binlerce kayıp verilmiş ama aynı zamanda kendi sanatçılarını ve onların sanatın her alanında yürütülen üretimlerini ortaya çıkarmıştır. Yine bu sanatçıların oluşturdukları birçok sanatçı hareketi var. Tüm kuşaklar, koşulları dahilinde kendi değerlerini ve görkemini yaratıyor. Darbeden sonraki 1987-88 kuşağı da böyle, 1990 ve 2000’li yıllar da böyle. Hatta Gezi de bunun bir uzantısı ve parçası. Belgeselde yer verdiğimiz 1960-1980 arası dönemde üretmiş sanatçılar üretimlerine ve çalışmalarına devam ediyor. Örneğin geçmişte Atölye Benek ve Atelye Alaturka gibi sanatçı oluşumlarının içinde yer almış Feyyaz Yaman kurmuş olduğu Karşı Sanat Çalışmaları içinde sanat, siyaset ve estetik tartışmalarına, üretimlerine, sanatçı sergilerine ev sahipliği yapıyor. Arslan Eroğlu, Aydın Ayan, Cihat Aral, Nedret Sekban, Orhan Taylan, Yusuf Taktak, Neş’e Erdok, Nevhiz Tanyeli, Ahmet Umur Deniz ve Mustafa Özel gibi adını sayamayacağım birçok ressam ve sanatçı hem toplumsal duyarlılıklarını koruyor hem de bu anlamda üretimlerine devam ediyor. Yani mücadele sürüyor, hem sanatta hem hayatta.

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Civan Özkanoğlu ile .artSümer'de gerçekleşen ilk kişisel sergisi "Hepimiz Biliyoruz"u konuştuk.

Duyurular

Argonotlar Almanak 2024'ün basılı olarak yayımlanması için başlattığımız destek kampanyasının detayları bağlantıda!

Söyleşi

Uluslararası Sinop Bienali’nin yaratıcı sürecinin merkezinde yer alan Hal kolektif’le, şehirle kurduğu bağlar ve katılımcı bir yaklaşımla gerçekleştirdiği projeler üzerine konuştuk.

Söyleşi

Diclekent’teki yeni mekânları vesilesiyle Merkezkaç Sanat Kolektifi’nden Uğur Orhan’la konuştuk.

© 2020

Exit mobile version