Her yıl 1 Aralık Dünya AIDS Günü, hastalıktan hayatını kaybedenler anısına, salgının bitmediğini hatırlatmak amacıyla tüm dünyada çeşitli etkinlikler yapılıyor. Toplumlar, damgalanmayı ortadan kaldırmak ve hala savaşanlara bakım sağlamak için sürekli bir çaba içinde, yürüyüşler, gece nöbetleri, eğitim programları ve bağış toplama etkinlikleri düzenlemek için bir araya gelmeye devam ediyor. Bugün, bilimsel gelişmeler sayesinde HIV pozitif olmak ölümcül bir hastalık olarak görülmüyor. Buna rağmen 1980’lerden itibaren topluma yerleşmiş olan damgalama kültürü, HIV’le yaşayanlar için günümüzde en büyük sorunlardan biri olmaya devam ediyor.
1980’ler Amerikası’nda doğum kontrol haplarının ortaya çıkışı, antibiyotikler, kürtajın gündeme gelmesi gibi gelişmelere bağlı olarak cinsel devrimin önemli adımları atılmaktaydı. Fakat bu uygulamalara karşı ortaya çıkan muhafazakâr yaklaşım, “aykırı” cinsel davranışlara karşı korku yaratma politikası güdüyordu. Bu korkuyu yayma politikalarının ise iki ana vurgusu vardı; cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar ve istenmeyen gebelik korkusu. İşte AIDS, tam da bu kutuplaşma döneminde patlak verdi ve bastırılmış ahlakçılığın yükselmesine sebep oldu. Bu yıllarda yayılan AIDS, diğer tüm salgınlar gibi ölüm, keder, korku ve önyargıyı beraberinde getirdi. Medya, adalet sistemi, muhafazakar politikacılar ve yandaş uzmanlar aracılığıyla halka empoze edilen korku ve ahlakçılık anlayışı, giderek yanlış bilgilerin yayılmasına ve daha çok kutuplaşmaya sebep oldu. Çağdaş kültüre derinden iz bırakan LGBTİ+ nefreti veya homofobi, salgından daha hızlı yayıldı ve nefret giderek büyüdü. LGBTİ+ topluluğu için HIV/AIDS aktivizmi sadece önyargıya karşı mücadele değil, ölüme karşı yaşam çığlığıydı.
HIV’in tarihi halk sağlığı için verilen herhangi bir mücadeleden daha fazlasına işaret eder. Verilen mücadele temelinde bir insan hakları savaşıdır. 1981 yılının Temmuz ayında New York Times, “Hızla ölümcül kanser türü” başlığıyla yeni bir hastalığı detaylandıran ve hastalıkla New York City’deki eşcinsel topluluğu arasında açıkça bağlantı kuran bir makale yayınladı. Devlet kurumları ve tıp endüstrisi salgını kasten görmezden gelirken erken dönem AIDS hastaları bağnazlık ve ayrımcılığa maruz kaldı. Bir yıl içinde, oyun yazarı ve aktivist Larry Kramer’in Fifth Avenue’deki evinde gayri resmi bir toplantının ardından Gay Erkek Sağlığı Krizi (GMHC) kuruldu. Örgüt, gey topluluğu içinde hastalıktan etkilenenler için tabandan kriz danışmanlığı, bağış toplama ve yasal yardım sağlamaya çalıştı. 1987’de 13. Cadde’deki LGBT Toplum Merkezi’nde kurulan The AIDS Coalition to Unleash Power (ACT UP), doğrudan siyasi eyleme odaklandı. Amaçları, farkındalığı artırmak ve hükümete ve tıp endüstrisine araştırma girişimlerini artırmaları ve ilaç teşvikleri için baskı yapmaktı.
Kimliği ne olursa olsun herkesin HIV/AIDS’e duyarlı olduğu fikri, 1987’de Washington DC’deki National Mall’a ilk kez atılan NAMES Project AIDS Memorial Quilt’in (AIDS anısına battaniye) yaratıcıları da dahil olmak üzere aktivistler tarafından vurgulandı. Bugün bu devasa battaniye, çeşitli demografik yapılardan AIDS’le ilgili nedenlerle hayatını kaybeden 94.000’den fazla kişiyi anmak için tasarlandı. 80’lerin başında pandeminin ilk yükselişi, sanatçıları korkularını, üzüntülerini ve öfkelerini aktivist çalışmalara kanalize ederek eşitsizlik ve ayrımcılık konularını halka açık bir şekilde ele almaya yöneltti ve bu da nihayetinde yasama düzeyinde değişikliği yürürlüğe koydu ve yeni nesil aktivist sanatçıların yolunu açtı. Sanatın mesaj vererek toplumu değiştirebileceği inancını doğurdu. Günümüzde hala HIV/AIDS aktivistleri mücadeleyi güçlendirmek için sanatı bir araç olarak kullanmaya devam ediyorlar.
AIDS aktivizmine yön vermiş ve arkalarında kuir sanatın başyapıtları arasına girmiş eserler bırakmış üç sanatçıya yakından bakıyoruz.
Félix González-Torres
Hayatını ABD’de geçiren Kübalı sanatçı Félix González-Torres kariyeri boyunca cinsel kimliğiyle ilgili ve HIV/AIDS’le yaşamaya dair kavramsal çalışmalar yaptı. 1991 yılında, uzun süredir partneri olan Ross Laycock, AIDS’e bağlı komplikasyonlardan yaşamını yitirdi ve bu da González-Torres’in en unutulmaz eserlerinden bazılarını yaratmasına yol açtı.
AIDS tanısı konulduğu gün doktoru Ross’a 79 kg olan ideal kilosunu koruması gerektiğini söyledi. Bu acıyla González-Torres kariyerinin en etkileyici çalışmalarından birine imzasını attı. Sergi alanına yığılan ve toplam ağırlığı 79 kg olan binlerce şekerden oluşan enstalasyon, izleyiciye şekerlerden dilediği kadar alma özgürlüğü tanıyordu. İzleyici şekerleri aldıkça, aynı Ross’un AIDS’e yakalandıktan sonra günbegün kaybettiği vücut ağırlığı gibi, yığın azalıyor ve yokoluşa doğru eriyordu.
Aynı yıl, sanatçı sevilen birini AIDS nedeniyle kaybetmenin deneyimini derinden anlatan başka eserler de yarattı. 1991 yılında New York’un muhtelif sokaklarındaki reklam panolarında sergilenmiş bir afiş çalışması olan “Untitled”, iki kişilik, boş, dağınık öylesine bir yatağı gözler önüne seriyor. Fotoğrafa dikkatle bakınca eser size bir hikaye anlatmaya başlıyor. Üzerinde baş izlerinin durduğu yastıkların bitişik duruşu, birbirine kenetlenmiş bir çifte ait olduğunu anlatıyor. Eser, Ross öldükten sonraki yatağın boşluğunu ve yokluk hissini çarpıcı bir şekilde sunuyor. AIDS’in hala stigma olduğu dönemde kamusal alanda sergilenen bu eser, AIDS ölümlerinin gerçekliğini ve geride bıraktıklarını ileten güçlü bir mesaj yarattı.
Sanatçı 1996 yılında AIDS’ten kaynaklanan komplikasyonlar nedeniyle vefat etti.
Keith Haring
Kariyerine New York’taki metro istasyonlarına tebeşirle yaptığı çizimlerle başlayan Haring, 31 yaşında hayatını kaybedene kadar sanat aracılığıyla ırkçılık, uyuşturucu bağımlılığı ve AIDS konularına dikkat çekti. Stilize, grafiti benzeri duvar resimleriyle tanınan sanatçı, üretimini sosyopolitik temalarla yüzleşmenin yanı sıra eşcinsellik ve AIDS hakkındaki tartışmaları susturmak için kullandı.
1988’de AIDS teşhisi konduktan sonra Haring’in çalışmaları, güvenli seks ve hastalık hakkında farkındalık yaratma konuları üzerine yoğunlaştı. Aynı yıl, ACT UP taban hareketine dahil olan bir grup sanatçıyla beraber bir AIDS aktivizmi kolektifi olan Gran Fury’yi kurdu. Haring’in 1989’daki ünlü afişi Cehalet = Korku, Sessizlik = Ölüm, ACT UP’ın mesajını desteklemek için kullanılmıştı.
Keith Haring 1990’da AIDS’ten kaynaklanan komplikasyonlardan yaşamını kaybettiğinde, arkasında muazzam bir etki bırakan tanınmış bir sanatçıydı. Ölümünden bir yıl önce, AIDS farkındalığını artırma amaçlı hayır kurumlarına ve çocuk programlarına fon sağlayan Keith Haring Vakfı‘nı kurdu. Vakıf hâlâ çalışmalarını sürdürüyor.
David Robilliard
Kendi kendini yetiştirmiş bir şair ve ressam olan David Robilliard (1952-1988), 1980’lerin Londra’sındaki yeraltı sahnesinin gözde sanatçılarındandı. Görüntüleri yazılı metinlerle birleştirmesiyle tanınan bir otodidakt olan Robilliard, 1980’lerde şiir kitapları da yayımladı.
Robilliard’ın eserlerinde çocuksu bir naiflikle boyanmış boş tuvaller üzerinde karışmamış ana renkler, kaba el yazısı, karalama benzeri figürler kullandı. Tablonun üzerine eklediği zeki (ve genellikle alaycı) yazılar ise sanatçının şair kimliğiyle bağdaşıyordu. Sanatçının eserlerinin tümü tarihlendirilmiş ve imzalanmış şekilde günümüze ulaşmıştır.
Robilliard eserlerinin çoğu, cinsel, alaycı veya tuhaf karşılanan imalar ile kuir temsilini yansıtır. Eşcinselliğin suç olmaktan yakın zamanda çıkarıldığı dönemde sunduğu örtülü temsil, kuir kimliğini ve davranışlarını gizleme ihtiyacıyla ilişkilendirilir.
1983’ten itibaren sanatçı Andrew Heard’le olan ilişkisinde, her iki sanatçıya da 1980’lerin sonlarında HIV pozitif teşhisi kondu. Keskin ve kara mizahıyla tanınan Robilliard, teşhisini aldıktan sonra kendisine ‘David Robilli-AIDS’ adını vermeye başladı. Londra’da AIDS salgınının pik yaptığı dönemde Robilliard 1988’de 36 yaşındayken hayatını kaybetti. Hastalık ufukta belirirken şiirleri gelişti ve hastalığı doğrultusunda evrildi. Ölümünden sonra Robilliard, kimliğinden dolayı özür dilemeyen ve kasvetiyle akıllardan çıkmayan bir miras bıraktı.