Eleştiri

Ak-sayanlar: Dil ve imge arasında karşılaşmalar

Hem yazı dizisi hem sergi olarak Ak-sayanlar tek başına özgüne ulaşan yaratıcı enerjinin, ikili deneyim alanında nasıl dönüştüğünü görmek açısından önemliydi.

Pınar Öğrenci, Fırat Demir iş birliği ile Yüksek Ceza, video yerleştirme, dikilmiş kağıt mendiller, metal askı, ip, şiir, 2021. Tüm sergi görselleri x-ist ve Unlimited Publications izniyle.

Bundan dört yıl önce Art Unlimited dergisi, “Ak-sayanlar” ismiyle yeni bir yazı dizisine başlamıştı. Merve Akar Akgün ve Çınar Eslek tarafından oluşturulan seride; sanatçı, şair, yönetmen ve yazarlar ikili gruplarda yan yana geliyor ve ortaya çıkan diyaloglar kayıt altına alınarak dergide yayımlanıyordu. Yaratıcı alandan iki ismin hem üretimleri hakkında konuştukları hem de birbirleriyle temas ederken bireysel hafızalardan kolektif hafızaya süzülen yazı dizisi, zaman zaman Çınar Eslek’in soruları eşliğinde genişliyordu. “Ak-sayanlar” serisi gelecek sayılarda da devam edecek. Tüm diyalogları, derginin internet sitesinden takip etmek mümkün.

“Ak-sayanlar” serisini ben de ilgiyle izliyordum. Zira yazar ve küratör olarak temas etmeyi ve birlikte konuşmayı zaman zaman üretimime davet ettiğim için bu karşılaşmaların ortaya serdiği farklı bakış açısını çok önemsiyorum.

Birbirini takip eden, birbirinin içinden çıkan düşünceler ve üretimler her zaman yeni olanaklar sunar ve yeni tartışmaların kapılarını aralar. Söz konusu sanatçılar ve kültür, sanat alanından farklı disiplinlerden bireyler olunca izleyici/okuyucu da çok katmanlı bir yapıyla temas eder, onlarla birlikte hatırlar.

Yazı serisi devam ederken, Merve Akar Akgün ve Çınar Eslek diyalogları dergi sayfalarından kopararak galeri ortamına taşınmasına karar verir. Böylece “Ak-sayanlar” serisi, yan yana gelişin çoğalttığı sorulara ve açtığı pencerelere daha yakından bakmak üzere bir sergiye dönüşür. 8 sanatçı, 4 yazar, 2 yönetmen ve 1 şairin, 2017’de başlayan buluşmalarının, imgelere dönüşen son halini 11 Mart – 17 Nisan 2021 tarihleri arasında x-ist’te sergi olarak izledik.

“Ak-sayanlar” sergisinde birbirlerine eşlik ederek üretime geçen sanatçı, şair, yönetmen ve yazarlar; yeni anlamlar çoğalttıkları temas alanlarında dilden/yazıdan imgeye, imgeden söze dönüşü türlü yollarla, önce kendilerine sonra bize aktarıyorlardı. Dergi sayfalarından galeriye geçiş; etkileşimin sürdürülebilir yönünü deneyimledikleri bir süreci anlatıyordu. Ak-sayanlar hem yazı dizisi hem de sergi olarak tek başına özgüne ulaşan yaratıcı enerjinin, ikili deneyim alanında nasıl dönüştüğünü ve hangi sonuca ulaştığını görmemiz açısından son derece önemliydi. Sergi nefesini dört yıldır devam eden bir yazı dizisinden alıyor ve bu gerçeklik beraberinde birkaç soruyu akla getiriyordu:

Kendi alanlarında yıllardır tek başına üreten bu kişiler, malzemeleri, renkleri, mecraları değiştiğinde ne yapmışlardı? Kim kime uyum sağlamış, kim kimden kopmuş, düşünce ‘şey’e dönüştüğünde ikili oluş nasıl kesişmiş ya da ayrılmıştı? Birbirlerine mi bakıyorlar, birbirleri içinden mi geçiyorlar yahut birbirlerinin rahmine tutunup yeni bir doğumun tohumuna mı dönüşüyorlardı? Bir araya gelmek ikili bir oluşa olanak verirken; yeni yapıt bu ikiyi izleyiciye nasıl aktarıyordu?

Sorular, sanatçı ve yapıtının birbirini giydiği yerde, yeni bir tenin temasını mümkün kılan bu sergi vesilesiyle çoğalıp durur. “Ak-sayanlar”da karşımıza çıkan birliktelik, Türkiye’de sanat ve edebiyat tarihinde türlü vesilelerle ve farklı biçimlerle karşımıza çıkar: “Tanzimatla başlayan şiir resimleme geleneği 1960 sonrasında güçlenerek varlığını sürdürür. Burhan Uygur, Behçet Necatigil’in şiirlerini okurken şiirin kendisinde yarattığı imgenin desenini şiirde boş kalan yerlere yapar.”[1

Eflâtun Cem Güney‘in 1953 yılında Yeditepe Yayınevi tarafından yayımlanan Halk Türküleri adlı kitabında Bedri Rahmi’nin çizimleri vardır. Fikret Muallâ, İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun Yeni Adam Dergisi‘nin yazılarını resimler. Ayrıca Nâzım Hikmet’in Varan 3 adlı şiir kitabını ve Benerci Kendini Nasıl Öldürdü? adlı oyununu resimleyen yine Muallâ’dır.1950-1984 yılları arasında Hüsamettin Bozok yönetiminde yayımlanmış edebiyat dergisi Yeditepe de hemen hemen tüm sayılarında kapak sayfasında bir resim, fotoğraf ya da karikatüre yer verir. Aynı isimli yayınevinin şiir kitaplarının kapakları da Abidin Dino, Avni Arbaş ve Fikret Otyam gibi farklı sanatçılar tarafından tasarlanır. Sait Faik’in hikâyelerini Agop Arad çizer. Biraz daha yakına gelirsek; Turan Erol, 1987’de Cahit Külebi’nin Almanya’da yayımlanan Türk Mavisi (Türkis) adını taşıyan şiir kitabı için desenler çizer.

İbrahim Balaban’ın Nâzım Hikmet’in aşağıdaki dizeleri yazdığı resmi Mapushane Kapısı.
“Altı kadın vardı demir kapının önünde
Ve demir kapının ardında beş yüz erkek vardı efendim
Altı kadından biri sen değildin ama
Beş yüz erkekten biri bendim”

Nâzım Hikmet Balaban’ın resimlerine şiirler yazar: Bahar, Mapushane Kapısı ve Harman Balaban’ın renklerinden Nâzım’ın dizelerine yol alır. İlhan Berk’in resimleri şiirlerini giyinir, şair kendi kendinin rengi, dizesi yeryüzünün tercümanı olur… Buluşma, karşılaşma, yakınlaşma örneklerini sonsuzca çoğaltabiliriz. Son olarak bir de sergi örneği vermek isterim. Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği AICA, 2011 yılında Proje 4L / Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi’nde “Canım, Lütfen Yapma” isimli bir sergi gerçekleştirir. Serginin küratörleri, Seda Yörüker ve Selen Sarıoğlu AICA sanat eleştirmenlerinden imge, sanatçılardan da yazı ister. Eleştirinin merkezindeki yapıt bu kez eleştirmenin imgesine dönüşür. Bu yapıtlara eşlik eden sanatçı yazıları da yapıt üretmekten değil yapıttan bahseder.

Seda Yörüker ve Selen Sarıoğlu küratörlüğündeki “Canım, Lütfen Yapma” sergisinden görseller. Sırasıyla: Derya Yücel, Şef Küratörün Sandalyesi | Elif Dastarlı, Hakiki Sanat Standartları Enstitüsü | Evrim Altuğ, Cizimsiz | Osman Erden, O Kadar Yalnızım ki | Selen Sarıoğlu, Kafes Rüyası | Su Başbuğu, Çağdaş Bir Sanat Eseri Nasıl Yapılır? | Seda Yoruker, Bazı Çiçekler ve Çizgiler.

“Ak-sayanlar” sergisi yıllar içinde bu türden karşılaşmalar arasında gösterilecek bir sergi olmasıyla önem taşıyor. Bu sergide gördüğümüz gibi; bir arada düşünmek ve üretmek, bir yandan beslenme alanlarını çoğaltır diğer yandan da disiplinlerarası var oluşun sınırlarını genişletir. Dahası, edebiyat, sinema ve sanat alanlarından isimlerin oluşturduğu kolektif ruh bu serginin ayırıcı özelliğidir. Yazının bu bölümünde bir araya gelen isimlerin çalışmalarından oluşan üretimlere dair bir iki cümle kurmak isterim:

Sanatçı Orhan Cem Çetin, yazı dizisinde bir konuşma arkadaşı varken sergiye kendi eşliğinde katılır. Sergi metninde yer aldığı gibi söylersek; “edebiyatçı partnerini kendi içinde üretir.” Bu ikili sergi için; Ne cüret ne de takat isimli üç bölümlü bir yerleştirme hazırlar: Video, ilk yardım dolabında yer alan objeler ve sanatçının otobiyografik metni birbirine eşlik eder. Videoda sanatçının belleğinin arkeolojik bir kazı alanına dönüşünü/dönüşmesini izleriz. Kameranın hareketiyle bellek ve şimdi birbiri içinden geçer. Az ötede bir duvarda videoda gördüklerimiz eski bir dolapta karşımıza çıkar. Nadide olanla nadir olan arasına sıkışmış geçmiş, Orhan Cem Çetin’in kendine yazdığı yazıda dile gelir.

Neriman Polat ve Sema Kaygusuz, New Horizons isimli işlerinde karatahta üzerinde bu sergi için WhatsApp üzerinde yaptıkları konuşmaları izleyici ile paylaşır. Karatahta geçmişin öğrenme ve öğretme aracı olarak dijital tahtalara ve şimdi de bilgisayar ekranlarına yerini çoktan bıraktı. Lakin bir metafor olarak bu yerleştirmede yazar ve sanatçı ikilisinin geçmişe bakışının manuel kayıt cihazı olarak karşımıza çıkmakta. Öte yandan New Horizon, bundan 15 yıl önce Plüton’a keşif için gönderilen uzay aracının adı. Bilimsel keşif için giden araçtan dokuz yıl sonra geçen görüntüleri yeryüzündeki faniler, dev bir kalbe ve balinaya benzetti. Karatahtada okuduğumuz bu bilgi ve görsel, diğer notlar eşliğinde sanatçı ve yazar ikilisinin dil ve imge arasında tuttuğu günlük gibi yorumlanabilir. New Horizons iletişimin dijital hükümranlığına karşı bir performanstır.

Sanatçı Kirkor Sahakoğlu ve yönetmen Tayfun Pirselimoğlu ütopyadan ve distopyaya doğru resim ve video aracılığıyla diyaloğa girerler. Resim ve video sayesinde bir başka bakışın gördüğüne dahil oluruz. Sahakoğlu’nun resmi Yüzleşme ve Pirselimoğlu’nun Kerr isimli video loop’u “Bir yerde acı varsa o her yere bulaşıyor,” repliğiyle izleyeni sağır bir körlüğe hapseder. Hareketli görüntü ve resim, düşünsel alanda manzarayı renk ve çizginin mahremiyetinden öykünün deşifresine sürükler.

Sanatçı Pınar Öğrenci ve şair Fırat Demir ise manzarayı diyaloglarına ortak ederler. Van’ın gökyüzünün kâğıt peçeteden bir duvara dönüştüğü Yüksek Ceza isimli video yerleştirmede manzaranın belleği Fırat Demir’in mısralarıyla ifşa olur. Keder dolu gökyüzü, ölümün üstünü daha ne kadar örtecektir?

Ferhat Özgür ve Süreyyya Evren, 39 Adaş ve Kavgam Yumurta yerleştirmelerinde serginin adından yola çıkarlar: Şiir ve videodan oluşan yerleştirme aksamaktadır. Eylemin kendisi bir yandan salgın koşullarını işaretlerken diğer yandan aksaklığın dönüştürebilme etkisini vurgular.

Hitler’in Kavgam isimli kitabı bu yerleştirmenin merkezidir. Kitap, Türkiye’de 39 yayınevi tarafından yayımlanmıştır. 39 Adaş şiirinin de mısraları bu yayınevlerinin isimlerinden oluşur. Sergide duvar yerleştirmesi olarak beliren bu isimler ilk bakışta bilmeyen bir göz için, ismi kavgam olan 39 kişiyi mi hatırlatır? Aksayan bir bakışla bu oyuna hemen gelebiliriz. Kavgam Yumurta videosu ise organik olma yönünde aksak da olsa ilerlemeye çalışan mutfak yaşamımızda tavuklar liginde ön sırayı alan serbest gezen tavuklar cümlesinin İngilizcesine odaklanır. Dahası serbest çalışanların salgınla muğlaklaşan çalışma koşullarına ve bu konudaki kavgasına yumurta metaforuyla ironik bir bakış fırlatır. Video, Google Çevirinin mükemmeli bulma çabasının aksaklıkları vasıtasıyla serbest gezen tavuk cümlesinin en doğru İngilizce tercümesini arar. Serbest gezen Kavgam kitabı ve tavuklar sürreal bir bakışla gerçeğin kışkırtıcı varlığını imler.

Sanatçı, şair Ece Eldek ve yönetmen Emin Alper, Kuyruk isimli zemin yerleştirmelerinde tuhaflık kavramını teatral bir üslupla ele alırlar. Alper’in yazdığı metin iki karakterin bir kuyruğun peşindeki mücadelesini dillendirir. Eldek’in kostümü de bu kavganın anıtına dönüşür. Jacques Rancière’e göre sanat, farklı sanatları birleştiren ortak bir kavram değil, onları görünür kılan aygıttır. Resim heykel, sinema, edebiyat vs. bir isim değil, sanatın bir görünürlük formunun adıdır.[2] Yerleştirmede simsiyah kuyruklu bir frak insan oluşu hayvan oluşla kesiştirir. Yeryüzündeki varlığımızın kuyruksuz oluşundan aldığımız güçle, kuyruğa dair dilimize yerleşen türlü metafor galeri duvarında da yazılan soruyu akla getirir: “Kuyruğun suçu ne?” Tüm yerleştirme ses ve heykelle olan biteni görünür kılmaktadır.

Sanatçı Murat Palta ve yazar Gülfem Pamuk’un işinde eski Türk Edebiyatındaki Divan Şiiri ve Osmanlı Minyatür Sanatı birlikteliğinin modern bir yorumu ile karşılaşırız. Palta ve Pamuk, Osmanlı Devleti’ndeki ilk ve son recm vakasını üretimlerinin merkezine alırlar. Tarihe Vak’a-i Recm olarak geçen olay, Pamuk’un yazdığı Palta’nın resmettiği bir işe dönüşür. Pamuk’un hikâyesinde Müslüman ve evli bir kadın Ayşe ile Yahudi ipek tüccarı Mihail’in zina ederken basılmalarının ardından, Ayşe’nin Sultanahmet Meydanı’nda recm edilmesi, bir meddahın ağzından anlatılır. Palta ise minyatür geleneğinde bu olayı güncel öğeler ekleyerek resmeder. Kadına şiddetin zaman/mekân düzleminde değişmezliği ve kadının her koşulda asıl suçlu oluşunun koşulsuz kabulü bu işin gerçekle olan işbirliğini günümüze teyeller. Bu iş, kadınlara yönelik erkek şiddetinin arttığı ve meşrulaştığı, toplumsal cinsiyet eşitliğinin yok sayıldığı, günümüz Türkiye’sine 1680 tarihli recm vakası ile güçlü bir hatırlatma yapar.

Kemal Özen ve Şebnem İşigüzel sergiye ayrı ayrı ürettikleri işlerle katılırlar. Kemal Özen, Şebnem İşigüzel’in son romanı İyilik’ten hareketle iki resim yapar. Biri İyilik’in ana karakteri “isimsiz kadının” portresi; diğeri ise romanda adı bir defa geçen ama Özen’in kişisel anılarında mühim bir yer tutan bir objenin resmi. Şebnem İşigüzel’in işinde ise ailesinin sanat koleksiyonundan Picasso imzalı el işi bir peçete ve ona eşlik eden babaannesinin 1955 tarihli mektubu vardır. Peçete ve babaannesinin Büyükada’da geçen bir yazı anlattığı arkadaşı Şirin’e yazdığı mektup; bir yandan samimi bir iç döküştür diğer yandan Picasso’nun Büyükada tatilinin sessiz hazinelerini ortaya döker. Özen ve İşigüzel, izleyeni kurgu/gerçek ikiliğinde bir kitap ve bir mektubun içinde dolaştırır. Yazar ve ressamın karakterleri geçmişle şimdi arasında hayalet gibi dolaşır.

“Ak-sayanlar”; imge ve dil arasında bir sergidir. Sergiye katılan sanatçı, şair, yönetmen ve yazarlar ikili üretimlerinde birbirlerinin küratörü gibi çalışırlar. Sergi ve öncesindeki yazı dizisi tümüyle Çınar ve Merve’nin yürütücülüğünde bir performanstır. Yaratıcı enerji bireysel olandan kolektif olana salınımlar yaparak savrulur. Kurgu ve gerçek, dilin ve imgenin gücüyle yeniyi işaretler, sergiyi kaplayan metafor ikili oluşun kesiştiği yerde parlayan yanılsamadır.


[1] İnci Aydın Çolak, İmge ve İmaj: Türkiye’de Resim ve Edebiyatta Ortak Dil, İstanbul, Corpus Yayınları, 2019, s.305.

[2] Ranciére, Jacques. Estetiğin Huzursuzluğu: Estetiğin Politikaları, İletişim Yayınları, s. 27.

İlginizi Çekebilir

Kütüphane

Mehmet Çeper'in "Derhal" isimli kişisel sergisinin katalog metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Duyurular

Kreşendo'nun düzenlediği "Bu Festival Bizim," 1-8 Kasım tarihleri arasında gerçekleşen birbirinden renkli konser, atölye ve konuşmalarla şehrin nabzını mutluluğun ritmiyle attırdı.

Kütüphane

Açık Radyo’nun karasal yayın lisansını iptal etmesinin ardından 2021’den beri ilk kez yayınlanamayan Bağımsızlar, Açık Radyo ile dayanışan Argonotlar aracılığıyla size ulaşıyor.

Kütüphane

Berkay Tuncay'ın SANATORIUM’da gerçekleşen “Clicktrance” isimli sergisinin metni Argonotlar Kütüphanesinde.

© 2020