1981 yılında İtalyan sanatçı, mimar ve endüstriyel tasarımcı Luigi Serafani (d. 1949); hayali bir dünyanın bütüncül ansiklopedisini Codex Seraphinianus adıyla bilinmeyen/şifreli/kurmaca (ya da bütünüyle anlamsız) bir dille yayımlar. Baskısına bağlı olmakla birlikte yaklaşık 400 sayfa olan bu kitabın içinde flora, fauna, temel anatomi, moda, muhtemelen etnografi ve dahası teknoloji incelemeleri, mimarlık ve kent tasarımları ve bunların açıklamaları bulunur. Serafani, bu harikulade çalışmasıyla zamanın bütün bilgisini toplama iddiasını taşıyan 18. yüzyıl Fransız ansiklopedistlerini anımsatır: Onlar gibi bilimin ve seküler düşüncenin ilerlemesine inanan, Aydınlanma’nın hoşgörüsünü, akılcılığını ve açık fikirliliğini destekleyen bir pozisyonda durur. Ne var ki o, okurunu büyülerken aynı zamanda alaya alır; zira kitabı daha ziyade bu pozisyonun sirk aynasındaki yansımasıdır. Aslında kitap, bir çeşit resimli tematik ansiklopedi olarak aklın sınırlarını aştığı; dahası malzemesini bütünüyle anlaşılamaz kıldığı için amaç olarak tümel bilginin imkânsızlığını vurgulayan bir değillemedir. Bu yanıyla, yayınlandığı tarihi de göz önüne aldığımızda sadece aydınlanmanın ve ardılı Endüstri Çağı’nın değil; onlarla koşut bir zihnin ürünü olan Bilişim Çağı dünyasının da bir yergisi vardır önümüzde. Nitekim Where the Wild Books Are: A Field Guide to Ecofiction [Vahşi Kitaplar Ülkesinde: Ekokurmaca için bir Alan Kılavuzu] kitabında Jim Dwyer (1949-2015), bu konuya dikkat çeker ve Codex Seraphinianus’un “sürrealist bir illüstrasyon ve düzyazı pastişi” olarak “kendi dünyamızın üstü örtülü bir versiyonu” olduğundan mütevellit “Bilişim Çağı’nın erken bir eleştirisi” olduğunu dile getirir.[1] Sahiden kitap, bilişim teknolojilerindeki üç büyük sıçramanın ardından bütünüyle değişen dünyanın arifesinde yayımlanmıştır.[2] Her koşulda Codex Seraphinianus, ister Aydınlanma ve Endüstri Çağı’na isterse Bilişim Çağı’na olsun; iyimser bir yergidir. Daha açık bir ifadeyle az önce açıkladığımız gibi kitap örtülü bir yergidir ama bu yergi, okurundan talep ettiği hayret ile dile getirilemez/gelmez olanın idrakine de inanır. Bu yanıyla dünyaya ilişkin inançlı bir iyimserliktir karşımızdaki.
Bu çeşit bir iyimserliği ters yüz edersek temkinli bir kötümserliğe ulaşırız. Borusan Contemporary’de gerçekleşen Mat Collishaw’un “Aritmi” sergisi, bu bedbin tema üzerine konuşmak için aslında ideal. Sonuçta Collishaw’un sanat ve bilim arasında bir köprü kurarak bu iki dünyanın birbirine dokunmalarını sağladığı, dahası sanatçının işbu teması kurmak için Albrecht Dürer ve Ernst Haeckel’dan yola çıktığı sergi basın bülteninin hemen başında ifade ediliyor. Ayrıca Collishaw için bültende “Hem Dürer’in Rönesansı’nın felsefesi ve metodolojileri hem de Haeckel’ın on dokuzuncu yüzyıl fikirleriyle bugünün yapay zekâ ve yeni teknolojilerinin kapasitelerini birleştiriyor.” denmekte. Burada sanatçının “iklim krizi koşullarında doğaya dair yeni okumalar ve anlayışlar” ürettiğine de ayrıca dikkat çekiliyor.
Bu yanıyla “Aritmi” sergisinde Bilişim Çağı’na atılmış erken bir nazardan çoktan çıkmış bulunuyoruz, daha ziyade yavaş yavaş bu çağın içinde deviniyoruz artık ve bu devinim içinde dünyaya yine onun sağladığı imkânlarla bakıyoruz. Bu bakış, bir yerde kötümser olmak zorunda. Zira işer dünya için iyi gitmiyor. Bilişim teknolojilerindeki aşırı hıza refakat eden fragmantasyon süreçleri zihinleri tutarlı anlatılar geliştirmekten alıkoyarken Endüstri Çağı’nın mirası olup yığılarak biriken çevresel sorunlar burnumuzun dibinde koca bir yumak haline geliyor. Bunu yalnızca kitleler düzeyinde iklim değişikliğinin tahrip kapasitesini deneyimlemek zorunda kalmaya başladığımız için söylemiyorum; aynı zamanda “iklim krizi, bir kriz olarak tarif edildiğinden beri; acilci politikalar ancak kendi enerji politikalarını değiştirme gayreti içindeki Batı hattının, bu sektördeki dış-bağımlılığını azaltma gayretinden ve hasımlarına dönük riyakâr ayıplamalarından öteye geçemediği” için de söylüyorum. Üstelik “Fosil yakıt ithalatı ile bütünleşik verimsiz ve çevre düşmanı üretim bantları üzerinde niteliksiz iş gücü üzerine bina edilmiş Batı-dışı ekonomilerin ise kendilerini değiştirmek için ne niyetleri ne de kapasiteleri var. Göz göre göre bir felaket yaklaşıyor ve sera etkisinin tüm yaşamı mı yoksa yalnızca türümüzü mü etkileyeceği bu konudaki iyimser bakışın sınırlarını belirliyor, durum işte bu kadar vahim.”[3]
Doğrusu sanat eleştirisinin zor taraflarından biri tekrara düşmekten kaçınmak. Sonuçta yazar olarak sanatçıları, eserleri ama daha çok da onların etraflarında dolandıkları temaları tartışmak istiyorsunuz: Eleştiri, toplumsal beğeniyi örgütleme girişimi olarak tarihe siyasal/estetik müdahale arzusunu karşılıyor. Bu angaje pozisyon içinde özgünlüğü korumak –eğer özgünlük sahiplenilecek bir değer kabul edilecekse– yazarlar için zorlayıcı olabiliyor. Yukarıdaki uzun alıntının mazereti olan bu paragrafı ayrıca şu duruma dikkat çekmek için yazdım: Bu yazı benim iklim krizi ile güncel sanat ilişkisi üzerine yazdığım üçüncü yazı. İlki Antroposenin temsili mi, kapitalosenin teşhiri mi? başlığı ile Argonotlar’da 8 Aralık 2021 tarihinde yayımlanmış; ikincisi Mekanlar Üzerinden 17. İstanbul Bienali yazı dizimin ilk makalesi olarak Gazhane, Boğatepe ve Bir Umut Olarak İnisiyatif başlığı altında Art50 sitesi için kaleme alınmıştı. İlkinde terminolojik tercihlerin önemini, ikincisinde inisiyatiflerin toplumsal dönüşümlerde üstenebilecekleri rolleri tartışmaya açmıştım. Mat Collishaw’un “Aritmi” sergisinde ise süblime edilmiş[4] bir felaket ve insansızlaştırılmış bir darıdünyanın nostaljisi var. Oysa ben, konuya paldır küldür bir müdahaleden Batı-merkezci riyakarlığı aşan ama aynı zamanda Doğu’nun otokratik ikbal dağıtım mekanizmalarını ve nepotizmle çürümüş kurumlarını yıkıp atacak küresel-Güney’in toplumsal demokrasiyi gözeten kitlesel kalkışmasından yanayım. Bu iki pozisyon ilk bakışta uzlaşmaz görülüyor. Yine de şansımızı deneyelim…
“Aritmi” sergisi; kendisi, manzarası ve içindekileriyle hafta içi Borusan Holding, hafta sonuysa Borusan Contemporary elbisesini giyen ve Yusuf Ziya Paşa Yalısı[5] gibi yapan Hakan Kıran (d. 1962) yapısı içinde 2. ve 4. katta yer alıyor. Yapının uzun yıllar metruk kalması İstanbullular arasında Perili Köşk olarak nam salmasına yol açmıştı. Kendi sesinin yankısını hesap ve talep eden sosyal medya dönemi, bu namı etkileşim düzlemi olarak kurumsal düzeye çıkardı. Aslında sadece hafta sonları ziyaret edilebilen yapının –kısmen cephesi dışında– özgün mimari programıyla herhangi bir ilgisi bulunmuyor. Şu sıra Borusan Contemporary içinde “Aritmi”ye eşlik eden diğer sergi, iyi tasarlanmış bu ofislerde vakıf koleksiyonunda yer alan eserlerden Necmi Sönmez küratörlüğünde bir seçki sunan “Dijital Mitolojiler”. Perili Köşk’ü doğal sirkülasyonda gezmeye “Aritmi”nin 6 eserini görerek başlıyorsunuz. Serginin son eseri için üst katlara çıkmanız gerektiğinde merdiven sahanlığında sizi “Dijital Mitolojiler”sergisinden bir eser karşılıyor: Ürkek bir şekilde ziyaretçiye bakan, kimi zaman ona sırtını dönen bir güvercin; özel tasarım ışık kutusu içinde simüle edilmiş duruyor. John Gerrard’ın 2010 tarihli Türünün Son Örneği (Martha) başlıklı bu çalışması “Aritmi”ye içeriden bir itiraz gibi yerleşmiş. “Ruh halimin güvercin tedirginliği”ni bana anımsatan bu eserin esas işlevi izleyiciye tam da orada bulunduğunu, varolduğunu anımsatmak. Bu inkâr edilemez var oluşu kulağımıza küpe ederek Mat Collishaw’un sergisini baştan gezelim.
Sergide bizi ilk olarak Albrecht Dürer ve Ernst Haeckel’dan yapay zekâ aracılığıyla üretilmiş/birleştirilmiş bir görüntü dizisi karşılıyor. Bu diziye Pandora isimli büyük ölçekli kara kalem bir çizim eşlik ediyor. Tüm bu imajlarda Ernst Haeckel’ın mikroskobik deniz organizmalarını resmettiği botanik çizimleriyle Albrecht Dürer’in ahşap baskıları (örneğin ünlü Mahşerin Dört Atlısı’sı, 1498) yapay zekâ aracılığıyla hayli soyutlanarak harmanlanmış durumda. Ne yazık ki bu imajlar oluşturulurken hangi yapay zekâ modellerinin ve iş dizilerinin kullanıldığını, eser üretim sürecinde özelleşmiş kodların bulunup bulunmadığı öğrenemiyoruz. Bu bilgi hem bu eser özelinde hem de diğer eserler bağlamında sergiyle ilgili söyleşilerde, sergi metninde ya da herhangi başka bir düzlemde mevzubahis edilmiş değil. Bu durumda eskatolojik inanışları güncel tasalarla buluşturan “Aritmi”nin mistifikasyon aracılığıyla teknolojiyi dışsallaştırdığını tespit etmemiz gerekiyor. Eğer iklim krizine ya da herhangi gerçek bir soruna karşı gelmek istiyorsak bu dışsallık politik olarak reddedilmeli, demistifikasyon bir mücadele aracı olarak her daim işletilmeli.[6]
Albrecht Dürer’in Büyük Çimen Öbeği (1503) tablosuna ahşap çerçeve, bordür, LCD ekran içinde Collishaw’un hareket kazandırılması, yine dijitalize edilmiş öznesiz bir aşkınlık talebi olarak mümkün. Bu yaklaşım başka bir eserde kendini tekrar ediyor. Bu kattaki dikkat çekici diğer bir çalışma ise Çınlayan Sirenler (2023) başlığını taşıyan ve mekâna özgü olarak inşa edilen hareketli bir heykel. Bu heykel, durağan resimleri/objeleri deviniyormuş gibi gösteren bir aygıt olan zoetrop (Yun. Canlı-Dönüş) mantığıyla çalışıyor. Merkezdeki ahtapotun etrafında “dönen” denizanaları parlak ve yanıp sönen ışıklarla görsel paternler (desenler) oluşturuyor.
Londra Ulusal Galerisi’nin bitkiler tarafından ele geçirildiği büyük ölçekli (4 kanallı video projeksiyonu olan) Melez Gücü (2023) videosunda ise yine insansız bir geleceğin estetize edilmesini görüyoruz. Mat Collishaw, kendisiyle gerçekleştirilen bir söyleşide bunu şu şekilde ifade etmiş: “Bu filmde doğanın zafer kazandığı bir ortam yaratmak ve belki de bunun tek yolunun insanlığın ortadan kaybolması olduğunu düşündürmek istedim.” Collishaw açıklamasına yağlı boya resimler ile melez çiçeklerin tarih içindeki fiyat farkı değişimini karşılaştırdığını söyleyerek devam ediyor ve vardığı noktada bu serginin pozisyonunu da bütünüyle açık ediyor: “‘Melez Gücü’ bu iki güzellik fikri arasında bir tür çözümsüzlüğe işaret ediyor: İnsan yapımı yağlı boya tablolar ve doğanın tarih öncesi güzelliği. (…) Bu eser bir bakıma bir Vanitas portresi; insanoğlunun kibrinin, muhteşem yağlı boya tablolar biçiminde zarif kültürel simgeler yaratma arzusunun ve gezegeni yöneten doğal güçleri ihmal edişinin bir tasviri.”[7]
Borusan Contemporary Müdürü Kumru Eren, kurum sitesinde bu pozisyonu “İklim kaybedilmek üzere ve giderek yabancılaşıyor; dünya ise içinden çıkamayacağı bir yas döngüsüne hazırlık yapıyora benziyor.” Şeklinde yorumlamış.[8] Üst kattaki 2 kanallı video projeksiyonu Sonsuza Dek (2023), belki de sahiden bu yasın görsel ve işitsel ifadesi olarak alımlanabilir. Bu videoda Samuel Barber’ın hüzün dolu Yaylı Çalgılar için Adagio’su eşliğinde tabiatın yok oluşuna ve videonun sürgit tekrarını/devinimi düşündüğümüzde (belki de kontrollü bir şekilde) dirilişine tanık oluyoruz.
Özetlersek insan, teknik ve doğa arasındaki etkileşim biçimleri tarihimizi oluşturuyor. Bunun karşısında Mat Collishaw’un Aritmi sergisi insansızlığa bir övgü olmasıyla aslında öz kıyım arzusunun sublime edilmesi olarak işlev görüyor. Bu işlev teknik maharete yaslanan kontrollü, hesaplı, haliyle temkinli, üstelik estetize edilmiş ürünlerle yerine getiriliyor. Ne var ki tam da burada içsel bir çelişki bulunuyor çünkü insanın olmadığı yerde bu denli mahirce estetize edilmiş bir akışın ne imkânı ne de anlamı bulunuyor. Unutmayalım ki insanı denklemden çıkardığınızda ne tarih kalıyor ortada ne de güzel babında herhangi bir şey. Bu çelişki sergide üzerine düşünülsün ya da düşünülmesin, süreçler ve çıktılar arasındaki mesafe açılıp anlatı mistifike edilerek aşılmaya çalışılıyor.
Günümüzde ihtiyacımız olan şeyin bunların tam zıddı olduğuna inanıyorum: İnsansızlığa değil, yeni bir insanlık anlatısına ve onun kurucu değerler sistemine ihtiyacımız var. Güzel kılınmış temkine ve onun yıkıcı kötümserliğine değil; fevriliğe, endazesiz iyimserliğe, bir büyük “Hurra!” nidasına ihtiyacımız var. Mistifike edilmiş duygulara değil; retorikten arınmış, Ömer Hayyam’ın rubaisindeki gibi “Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok.” sadeliğinde arı bir kabule, mümküne inanan ve onun için mücadele eden köktenci bir harekete ihtiyacımız var.
Son olarak Ernst Haeckel’ın bilimsel botanik çizimleri ile Luigi Serafani’nin muhayyel çizimlerinin yer yer ziyadesiyle benzeştiğini, Osmanlı kitap resmindeki bilimsel bitki çizimi ile Dürer’in temas ettirebileceğini, iklim krizi üzerine konuşmaya devam ederken ekolojik sorunlarda özne problemini es geçen her yaklaşımın olsa olsa bahçıvanlık olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylemeliyim. Bundan sonra antroposenin temsiline değil, kapitalosenin teşhirine odaklanalım…
[1] Dwyer, Jim (2010). Where The Wild Books Are: A Field Guide to Ecofiction. University of Nevada Press. Reno: US-NV, s. 91.
[2] Konumuzla ilgili olduğundan bunları analım: İlki, 1947’den itibaren yarı-iletken bir elektronik devre elemanı olarak geçirgeçlerin (transistörlerin) kullanımı; ikincisi, 1957’den itibaren ışık yükselteçlerinin (optik amplifikatörlerin) atılımı ve nihayet üçüncü sac ayakta 1 Ocak 1970’ten itibaren UNIX Zamanı’na geçilmesi.
[3] Orhun, Oktay (2023), Yüzüncü Yılında Cumhuriyet Sergileri: Reddi Miras Edenler ve Mirasyediler. Birikim Dergisi (Güncel), 11 Haziran 2023; çevrimiçi yayın.
[4] Süblimasyon ya da yüceltme; bilinç dışı düzlemde toplumsal açıdan kabul edilebilir olmayan, tehdit edici görülen ya da ulaşılabilir durumda bulunmayan dürtü, duygu, düşünce ve arzuların bilinç düzeyinde, toplum tarafından kabul gören etkinlikler yoluyla doyurulması anlamına gelen psikoloji terimi.
[5] Yusuf Ziya Paşa (1849 – 1929); Osmanlı bürokratı, besteci ve diplomat. İyi derecede kanun ve saz çalan Yusuf Ziya Paşa, Meclis-i Ayan üyesi olduğu sırada ülkenin ilk resmi müzik okulunun kurulması ve yönetilmesi için oluşturulan Musiki Encümeni’nin başına getiriliyor. Ziya Paşa’nın önerisi ile Dârülelhan adı verilen bu okula verdiği hizmetler Türkiye’nin müzik tarihine geçiyor. Kendisi de 53 yaşında beste yapmaya başlamış olan Ziya Paşa’nın bilinen 11 eseri bulunuyor. Merkezi olarak Yusuf Ziya Paşa Yalısı’nı kullanan Borusan’nın müzik alanına ayrıca eğilmiş olması güzel bir tesadüf olsa gerek.
[6] Yeri gelmişken basitlik de mistifike edilebilir ki bu da aynı şekilde yanlış bir pozisyondur: Esquire için gerçekleştirdiği söyleşide Mat Collishaw, neredeyse Midjourney ya da Dall-e kullanıyormuş gibi,ama çıktılar üzerine konuşurken nesnelere aşkınlık kazandırıyor. Süreç ile çıktıların mesafesini bilerek açan her pozisyona doğrusu ben de mesafeliyim. Bkz. Büyükçolpan, Ece ve Collishaw, Mat (Ekim 2023). Yapay Rönesans. Esquire (197), s. 132-135.
[7] Collishaw, Mat ve Madra, Bala Gürcan (2023). Mat Collishaw ile Aritmi Üzerine Bir Röportaj. Borusan Contemporary (Blog), 23 Kasım 2023: çevrimiçi yayın.
[8] Eren, Kumru (2023). Melankoliden İlkim Dekadansına: Aritmi. Borusan Contemporary (Blog), 27 Ekim 2023: çevrimiçi yayın.