Eleştiri

Bodrum’da kolektif ruh ve incelikli bir sanatsal üretim

Üç bağımsız sanatçının bir araya gelerek gerçekleştirdiği “Merhaba!” sergisi, Bodrumlu sanatçıların ilham kaynaklarına doğru bir merak gezisi de aynı zamanda.

Halikarnas Balıkçısı’nın “merhaba”sı nam salmıştır. “Balıkçı” olarak anılan Cevat Şakir Kabaağaçlı’ya göre “merhaba”nın her şeyden önce “erkekçe” bir söylenişi vardır… Üstelik anlamı da güzeldir: “Rahat edin. Benden size kötülük gelmez,demektir. Sonra, aklımızı işimizden ayırmamalıyız. ‘Sabah şerifleri’ mi diyeceğiz, ‘Akşam şerifleri’ mi diyeceğiz, ‘Allahaısmarladık’ mı diyeceğiz? Düşünmeye, aklımızı meşgul etmeye gerek yoktur. Bunların yerine basarım merhabayı, olur biter… Bir şey daha var. Merhaba sözcüğü, eski harflerle yazıldığı zaman yelkene benzer. Belki bunun da etkisi vardır merhabayı sevmemde…” diye açıklar Balıkçı, kendisiyle özdeşleşen “merhaba”sını.

Girizgâhı bu şekilde yapsam da, Bodrum’da yaşayan üç bağımsız sanatçı kadının bir araya gelerek, birbirlerinden güç alarak gerçekleştirdikleri sergilerin ikincisi olan “Merhaba!” üzerine bir yazı kaleme alırken, “erkek gibi, adam gibi erkekçe” gibi cinsiyetçi ifadelerden uzak bir kavrayışın peşindeyim. Küratörlüğünü her üçü de sanatçı olan Züleyha Altıntaş, Gökçe Çelikel ve Elvan Erdin’in yaptığı “Merhaba!” sergisi, izlenimlerimi kaleme dökmek istediğim Bodrum’daki ilk sergi.

Bodrum deyince oldukça geniş bir alandan bahsediyoruz. Bölgenin arkeolojik hikâyesi çok eski tarihlere dayansa da turistik hikâyesi, serginin ilhamını aldığı Cevat Şakir’in Bodrum’a sürgün edilmesiyle başlıyor. İlerleyen zamanlarda turistik turlar vererek Bodrum’u tanıtan ve Halikarnas Balıkçısı lakabını alan Cevat Şakir Kabaağaçlı, hâlâ Bodrum’un en öne çıkan simgesi. Benim için de son yedi yıldır Bodrum, Adabükü demek. Esasen Milas’a bağlı, Bodrum havalimanına yakın sayılabilecek bu koyda pandemiden itibaren yaz aylarını geçirmeye başladım. Aylarca kalınca da, yaz sezonunda takip ettiğim konserler, festivaller dışında, görsel sanatlara dair etkinlikleri de merak etmeye ve gezmeye başladım.

Bodrum’da sergi izlenebilecek mekânlar üçe ayrılır: Birincisi; en yaygın ve kamusal olanı Bodrum Belediyesi’ne ait salonlar, ikincisi özel müzeler ve galeriler, üçüncüsü (ve pek kamusal olmayanı) ise otellerde yapılan sergiler ve açılan galeriler. Merkezi genellikle İstanbul’da olan galeriler, otellere de konuşlandıkları için bu kategorilerin zaman zaman birbirinin içine geçtiği görülür. Yaz turizminin öne çıktığı Bodrum’da sanatın estetik ve görsel yanlarına odaklanıldığı eğlencelik yapıtların -uzun lafın kısası: dekoratif, küratoryal bir söylem barındırmayan sergilerde bir araya geldiğini görmem uzun sürmedi.

Şimdiye kadar yaz aylarında Bodrum’da gezdiğim onlarca sergiden hayalkırıklığıyla çıktığımı itiraf etmeliyim. Bu sergileri İstanbul’dan arta kalanların gelişigüzel bir şekilde depolandığı bir arka bahçe olarak tarif edebilirim. Sezon fazlası hissini uyandıran, “yapılmak için yapılmış” sergiler silsilesinin, Bodrum’un güncel sanat ortamına herhangi bir katkıda bulunmaktan çok uzak olduğu düşüncesindeydim. Merkezi İstanbul’da olan kimi galerilerin, üzerine bolca kavram serpiştirerek derinleşmeden, Bodrum’da hiçbir ilişki kurmadan açtıkları yüzeysel sergilerin basın bültenleri email kutuma mütemadiyen düşüyor. Sahici bir tarafı olmayan, tüketim alışkanlıklarına merkeze alan bu tür sergilerin iddia ettiği kavramsallıkla ya da yerel bağlamlarla yakından uzaktan bir ilgisi yok. Üretimini merakla takip ettiğim kimi sanatçıların da mekân doldurmak için yapılmış retinal sergilere katıldıklarına şahit olmak da şaşırdığım bir başka husus.

Serginin küratörleri Elvan Erdin, Züleyha Altıntaş ve Gökçe Çelikel

Ancak bu yazının merkezinde söz konusu “yama” sergiler değil, içimi umutla dolduran dayanışma ruhu var. Nihayet içeriden, kolektif bir ruhla gerçekleştirilmiş ve niceliğe değil niteliğe önem verilmiş “Merhaba!” sergisini yalnızca bir sergi olarak değil, bağımsız bir tavır, sahici bir dayanışma olarak görüyorum. “Merhaba!” üç küratörün bir araya gelip inisiyatif alarak gerçekleştirdikleri ikinci sergi. Birlikte sergi yapma fikri Bodrum’da yaşayan sanatçıların birbirlerinin atölyelerine yaptıkları düzenli, sanat odaklı ziyaretlerin yarattığı üretim heyecanıyla doğmuş. Birlikte ilk sergileri olan “Ayşe Teyze” sergisi, Dağbelen köyünde 83 no’lu evde, 27 Nisan-11 Mayıs 2023 tarihleri arasında izleyiciyle buluşmuştu. Sergiye ismini veren Ayşe Teyze, yörük evinde hayatının son yıllarını geçirmiş ve bu yörük evi Dağbelen köyü için bir hafıza mekânına dönüşmüş. Sanatçı Tevfik Karagözoğlu artık kimsenin yaşamadığı Ayşe Teyze’nin evinde kısa süreliğine işlerini gösterirken evin çağrışımları küratörlerin kendi “Ayşe Teyze” imgelerini sergilemeleri hayaline dönüşmüş. Böylece farklı disiplinlerden 22 Bodrumlu sanatçının küçük işlerinden oluşan sergi doğmuş.

Ayşe Teyze sergisini ne yazık ki göremedim ancak “Merhaba!” sergisine adım attığımda her yönüyle farklı bir Bodrum sergisinde olduğumu hissettim. Serginin yer aldığı yapının kendisinden ânında etkilendim. Bodrum’un kendine özgü kent mimarisini ve yaşam tarzını yansıtan, gelecekte kent müzesi olması planlanan tarihi “sakız tipi ev”, mimari bir eser sayılabilecek niteliklere sahip. Küratörler, aslına uygun olarak restore edilmiş olan evin her bir odasını, Bodrum’un farklı özelliklerini vurgulayan, Bodrum’a dair yeni keşiflere olanak tanıyan merak odalarına dönüştürmüş. 

Kaleme aldıkları sergi metninde sergiye katılan her sanatçının “yaşam enerjisini Bodrum’dan aldıklarını” vurgulamışlar: “Bodrum üzerine birlikte düşünebilmek ve Bodrum’u yaratıcı ve görsel dile tercüme edebilmek için Bodrum’a ait kendi görsel alfabelerini sergileyecekler. İlham kaynaklarındaki ortaklıkların da keşfedilebileceği, yeni bir sanatsal Bodrum ekosistemi ve Bodrum panoraması gözler önüne serilecek.”

Sanatçıların, sergiyi Balıkçı’ya ithaf etmeleri, bir klişeyi sürdürmekten ziyade onu katmanlı ve içeriden bir alana taşımak anlamına geliyor. Bodrum’a yerleşen ve “Merhaba!” sergisinin küratörlüğünü üstlenen sanatçı kadınlardan biri olan Züleyha, sergi sonrası sohbetimizde sergilerin ortaya çıkma sürecini “Gökten bir küratör inmeyeceğine göre, kendimiz inisiyatif almaya karar verdik” diye şakayla karışık ifade ediyor.

Merhaba! sergisinden görünüm.

Züleyha Altıntaş, Marmara’da heykel eğitimi almış, üçboyutlu düşünen ve üreten, etkileyici sergiler açmış bir sanatçı. (Heykeli traşlamayı çoktan bıraktığı için kendisine heykeltraş demekten kaçınıyorum.) ORTEArch itekturnetzwerk Niederösterreich bursuyla Air-Krems’e davet edilen Altıntaş, Kassel, Weimar, Siegen, Torino gibi kentlerde uluslararası karma sergilere katılır, atölye çalışmaları gerçekleştirir. Sanat tarihinin kült eserlerini bugünün değerleriyle yeniden üreterek “temellük” kavramı çerçevesinde işler gerçekleştiren Zülayha’yı Pasaj’da “Müze Müzesi” ve İMÇ 5533’te “Bilbao Etkisi” başlıklı kişisel sergilerinden de tanıyoruz. Uzun yıllar sanatta yeterliğini de aldığı Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Sanat ve Tasarım bölümünde öğretim üyesi olarak çalıştıktan sonra istifa edip 2018’in yazında Bodrum’a yerleşiyor ve kendi habitatını kurmaya girişiyor.

Serginin eş küratörlerinden Gökçe Çelikel ise MSGSÜ Resim Bölümü’nde Özer Kabaş atölyesinde eğitim görür. 2002’den itibaren Münih, New York, Helsinki, İstanbul gibi şehirlerdeki grup sergilerine katılan sanatçı altı kişisel sergi açar. Yüksek öğretimini Paris’te École nationale supérieure des beaux-arts’ta alan, 20 yıl Paris’te yaşayan Gökçe 2021’de Bodrum’a yerleşir. Satirin ön planda olduğu resimlerine Konacık’taki atölyesinde devam ederken, Fransa’daki küratörlük ve dernek deneyimlerini Bodrum’da devam ettirmeyi düşünürken yolu Züleyha ve Elvan ile kesişir.

Serginin diğer eş küratörü Elvan Erdin ise Croydon College’da resim bölümünden 1985 yılında mezun olduktan sonra uzun yıllar Londra’da yaşamını sürdüren bir sanatçı. Avrupa, Britanya ve Türkiye’de birçok sergi ve fuarlara katılır, üç kişisel sergi açar. 2008 yılında Royal Akademi Summer Show finalisti olan Erdin, 2018’te Bodrum’a yerleşir ve çalışmalarını Bodrum’da sürdürür.

Sular, dalgalar, otlar ve getirdikleri

Küratörler sergiyi odalar şeklinde bölümlere ayırmış: “Nadireler Kabinesi”, “Deniz ve Güneş”, “Bodrum Işıltıları”, “Bodrum Florası” adlı odalar, sergiye katılan sanatçıların yaklaşımlarına göre düzenlenmiş. “Bodrum Işıltıları” odasının en etkileyici çalışmalarından biri Züleyha’nın üretim sürecine, zihinsel hazırlığına şahit olduğum ve çok güçlü bulduğum New Touch adlı küçük 3D heykeli. Züleyha, bu çalışmasıyla heykel tarihinden modernist bir hikâyeyi gündeme getiriyor. Brancusi’nin Öpücük (The Kiss) heykelinin, Rodin’in ünlü Öpücük’üne cevap olarak verilmesinden hareket ediyor. Brancusi taşı yontarak yaptığı Öpücük ile sadece Rodin’in zamanının natüralizmini değil, aynı zamanda bunu sağlayan “modelleme” yöntemini de sorgular. Züleyha “şimdinin ruhu ne?” Sorusundan hareketle, günümüzde heykellerin çabucak, zahmetsizce, yapılabildiği, heykeltıraşın elini bile sürmediği, heykellerin, sonsuz sayıda, tıpkı basım, farklı boylarda çoğaltılabildiği “modelleme” çağında olduğumuza gönderme yapıyor. Spor ayakkabılı, genç çiftin öpücüğü Züleyha’nın “elinde” sanat tarihine çoktan mal olmuş satirik bir anlatıya dönüşüyor.

Yine “Bodrum Işıltıları” odasında yer alan, Gökçe Çelikel, DISCOTHEQUE adlı resminde günümüzün hızlı tüketim alışkanlıklarını, her ânı birer imaja dönüştürme ve paylaşma refleksini, uzun soluklu ve el becerisine dayanan otoportre geleneği üzerinden düşünüyor. Öznel her ânın sıradanlaştığı imajlar çağında zanaata dayalı görsel bir günlük, ironik ve resimsel bir okuma sağlıyor. Sanat tarihsel otoportrelerde gençlik ve yaşlılık arasındaki uzun zamanın, anlatım zenginliğinin karşısına günümüzün kısa ömürlü özçekimlerini, yani şipşak imaj üretme arzusunu koyuyor. Otoportre, sanatsal bir eylem haliyle resimleşiyor. Geçmişin resimlerdeki ağırbaşlı ve ciddi otoportrelerini cafcaflı bir yaşam kutlamasıyla hicvediyor.

“Nadireler Kabinesi” odasında Tez mahlaslı İngiliz sanatçının Titrek Köpek adlı, buluntu malzemelerle yaptığı heykeli de serginin öne çıkan işlerinden. 1972 yılında İngiltere’de Manchester’da başladığı Antika ve eski eser restorasyonu çalışmalarına 1977-1981 yılları arasında Paris’te devam eden sanatçı, aynı zamanda ahşap oymacılığıyla da ilgilenir. Ardından Londra’ya dönen Tez, 1985 yılında Croydon College, Faculty of Fine Art, Heykel Bölümü’den derecesini alır. 2009 yılında Türkiye’ye yerleşen Tez, köpekleri eşliğinde önce İstanbul’da, 2018’den itibaren ise Bodrum’da dolaşa dolaşa, kendi deyimiyle “atılmış ıvır zıvırları toplayarak onları keyfekeder, tuhaf heykellere dönüştüren bir gezgin olarak yaşamını sürdürüyor. Titrek Köpek’in kuyruğuyla oynayıp onu titretirken, dünyanın çöpünü sanata dönüştüren sanatçılara meyyal olduğumu bir kez daha hatırlıyorum.

“Bodrum Florası” odasında bulunan Melis Birder ve Selva Bayyurt’un ortak video çalışmasının da üzerinde durmak isterim. Bodrum’un Otları adlı mini belgeselde, Birder ve Bayyurt Bodrum’un değerlerini, sorunlarını, güzelliklerini ve Bodrum’un yerel hikâyelerini otlar üzerinden anlatıyor. Otlarının lezzeti, zenginliği ve şifasıyla bilinen Bodrum’da artan yapılaşmanın, otların doğal alanlarını istila etmesini konu edinen sanatçılar, doğal hayatın günden güne yok oluşuna dikkat çekiyor. Hızla betonlaşan Bodrum’da otların çeşitliliğinin ve bolluğunun her yıl biraz daha azalması nedeniyle, yiyeceğini yarımadanın dışından temin etmek zorunda kalan Bodrumluların endişesini dile getiriyorlar. Artık aktif olmayan Youtube kanalları “Bodrum Lokal”, Bodrum yaşamına ilişkin bir direniş arşivi gibi. Sanatla hayatın iç içe geçtiği, etkileyici bir katkı.

Merhaba! sergisinden görünüm.

“Deniz ve Güneş” odasında karşımıza çıkan Elvan Erdin’in Tuzlu Rüzgâr adlı serisi, güncel bir manzara yerleştirmesi. Elvan, tekrar ve devamlılık hissi veren resimlerin altına Bargilya’dan getirilmiş kum gibi minicik deniz minareleriyle bir yerleştirme gerçekleştirmiş. “Balıkların peşine takılıp, gümüş gümüş; içi boş deniz kabuklarındaki hayali batıkları keşfe gidiyoruz. Oynaşan suyun altındaki kırık mermerler, yol yol güneş hüzmeleriyle ışıldıyor. Etrafa saçılan amforalar, ağır…sessiz… ” diyor Elvan. Temsil-gerçek, hayal-hakikat, doğal-yapay ikilikleri aşan çalışma, zihnimde bir dalga oluştururken deniz minarelerinden biraz alıp cebime atıyorum. Sergi bittiğinde ait oldukları yere, denize götürüldüklerini öğreniyorum.

Evin balkonuna yerleştirilen, “Göbekli Eşek” heykeli, izleyiciye sarkastik bir sesleniş ya da serzeniş içinde gibi. Çocukluğunda rüyalarında gördüğü varlıkları heykellere dönüştüren Cuma Altuntaş’ın “heykel tarlasından” konağa taşınan Göbekli Eşek, yaşamı, sanatın ironik dili aracılığıyla alaya alarak dünyanın sert köşelerini yumuşatıyor.

Merhaba! sergisinden görünüm.

Berna Gülbey’in büyük boyutlu yağlıboya resmi Startification, Banu Birecikligil’in küçük seramik Deniz Kızı, Özgür Savaş Kılıç’ın merdivenin üzerindeki duvardaki yerleştirmesi Lodosun Hikâyesi, Müfit Karzek’in Yüzü Olan Zeytin adlı çizimi Betül Akzambaklar’ın Buluşma adlı yağlıboya çalışması, Şahnaz Ağayeva’nın Biz-Bodrum serisinden suluboyası aklımda yer alan işlerden oldu.

Sergiyi beraber gezdiğimiz müzeolog Canan Cürgen’in serginin ziyaretçi defterine yazdığı gibi, her biri farklı bir uzmanlık olan sergileme tasarımı, kürasyon, grafik tasarım, koordinasyon gibi pek çok iş son derece profesyonel bir şekilde gerçekleştirilmiş. Küratörler, tarihi evde tek bir çivi bile çakılamayacağı için sergileme üniteleri tasarlamaya ihtiyaç duyduklarında, sergide işi de yer alan Ebru Nakamura tasarımı üstlenmiş. Sergi yerleştirmesi için mekânın her bir odasının ölçekli maketlerini yaparak son derece şık sergileme üniteleri ortaya koymuş.

“Merhaba!” Sergisinin bağımsız bir şekilde bu kadar başarılı bir şekilde kotarılmış olması Bodrum’daki güncel sanatın geleceğine dair umut veriyor. Balıkçı’nın “merhaba”sı, üç küratör-sanatçının elinde Bodrum’da nitelikli, süreçsel/zamana yayılmış, içeriden bir sanata merhaba derken, kurmayı planladıkları inisiyatifin bundan sonraki çalışmalarını merak ettiriyor. 

Bu yazı bir Avrupa Birliği projesi olan CultureCIVIC: Kültür Sanat Destek Programı’nın desteklediği “Sanat Haberciliğini ve Eleştirisini Yerelden Geliştirmek” projesi kapsamında Argonotlar tarafından komisyon edilmiştir. 

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Raziye Kubat’la dağ köyüne dönüşünü, romantik imgelerden uzak bir perspektifle, doğanın sertliği ve direnişiyle şekillenen yaratım sürecini konuştuk.

Kütüphane

Sanat Dünyamız dergisinin "Sanat Tarihi Nasıl Yazılır?" temalı Eylül/Ekim 2024 tarihli sayısında yayımlanan Sezin Romi'nin yazısı Argonotlar Kütüphanesinde.

Söyleşi

Civan Özkanoğlu ile .artSümer'de gerçekleşen ilk kişisel sergisi "Hepimiz Biliyoruz"u konuştuk.

Duyurular

Argonotlar Almanak 2024'ün basılı olarak yayımlanması için başlattığımız destek kampanyasının detayları bağlantıda!

© 2020

Exit mobile version