Çalışmalarında sıkça disiplinlerarası diyalogdan beslenen Bilge Alkor, üretimlerinde başta edebiyat olmak üzere sinema, tiyatro ve müzik gibi çeşitli sanat dallarından yararlanan özel bir isimdir. Üretimlerinde kimi zaman tarihi bir hadiseden, kimi zamansa bir roman, öykü, beste veya şiirden yola çıkan Alkor, kurduğu bu sanatçılar-arası diyalog ve alt metinlerle kendisine ait, özel bir sanat dünyası/dili inşa eder.
Birkaç yıl evvel “Aliye Berger, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi sanatçıların üretim yaptığı Narmanlı Han’ın kültürel mirasını devam ettirmek” için Nişantaşı’ndaki tarihî Narmanlı Apartmanı’nda açılan Bilge Alkor Koleksiyon Evi, sahip olduğu değerli koleksiyon ile ön plana çıkar. Her bir odası sanatçı ve koleksiyoner Bilge Alkor’un sanat hayatı boyunca üzerinde durduğu farklı bir kavram/imge etrafunda kurgulanan bu evin sahip olduğu obje, tablo ve eserlerle kendisine özgü bir ruhu olduğunu söylemek mümkün.
Bir ressam ve koleksiyoner olarak Bilge Alkor, gerek kişisel ilgisi gerekse üretimlerindeki etkisi dolayısıyla edebiyat ile her zaman yakın bir ilişki içerisinde olmuştur. Öyle ki bu durumun izlerini onun hayatında ve sanatsal üretimlerinde görmek mümkündür. Başta E.T.A. Hoffmann, William Shakespeare, Dante Alighieri, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Ahmet Hamdi Tanpınar olmak üzere birçok yazar ve şairin kendisinde uyandırdığı izlenimleri/imgeleri tablolarında işleyen sanatçı 1979’da Teramo, İtalya’da gerçekleşen “7 Premio Mazzacurati: Çağdaş İtalyan Şiirini Resimlendirme Sergisi”nden bugüne bu ilişkiyi çeşitlendirerek sürdürmüştür. Narmanlı Apartmanı’ndaki koleksiyon-evini de bu tür bir düşünce etrafında kurgulayan Alkor, evin her bir odasında farklı bir yazara, farklı bir imge ve mitik hadiseye yer vermiştir. Alkor’un kimi resimlerinde bir tanrıçanın doğuşu, kimilerinde ise sözgelimi bir destan/oyun/roman kahramanının yok oluşu kendisine yer bulur. Burada önemli olan ve Alkor bağlamında dikkat çeken asıl konu, söz konusu bu metinsel anlatının görsel bir forma dönüşürken aldığı biçim, hikâyenin Alkor’un zihninde taşıdığı anlam ve imgedir. Bütün bir sanat pratiğini görsel hafıza üzerine kuran Alkor, tuval üzerine işlediği bu üretimlerinde kendi tarzını oluşturmayı başarmıştır.
Bilge Alkor’un sanat anlayışı ve imge dünyasının oluşumunda önemli bir yeri olan, koleksiyon-ev’deki duvarlarda yer alan işlerde de sıkça atıf yapılan iki önemli edebiyatçı, yazar ve şair vardır: E.T.A. Hoffmann (1776-1822) ve W. Shakespeare (1564-1616). Bu isimlerden ilki olan Hoffmann, romantik Alman edebiyatının en önemli temsilcilerinden biri olmakla beraber müzik eleştirmeni, besteci, karikatürist ve çizer kimlikleriyle de dikkat çeker. Çok yönlü bir kişilik olarak Hoffmann’ın yaratıcılığını birçok farklı sahada değerlendirdiği söylenebilir. Alkor için büyük bir önem taşıyan bir diğer isim olan Shakespeare ise (şüphesiz) şair, oyun yazarı ve oyuncu kimlikleriyle dünya tiyatro tarihinin en önemli figürlerinden birisidir. Şiirlerinde romantik, tiyatrolarında ise dramatik bir tavır takınan Shakespeare, gerek ele aldığı mitleri bir parçası olduğu çağa/döneme göre yeniden yorumlaması, gerekse kaleme aldığı dramatik metinlere devrin ruhunu katmasıyla kendisine özgü bir tiyatro dili geliştirmiştir. Bilge Alkor’un işlerinde sıkça yararlandığı söz konusu bu iki yazar, gerek birçok farklı alanda üretim yapmaları, gerek kendi edebî kimliklerini oluşturmaları, gerekse farklı türlerden beslenmeleri ile edebiyat tarihlerinde kendilerine özgün bir yer edinmeyi başarmış iki başat figür olarak değerlendirilebilir.
Hoffmann ve Shakespeare isimleri üzerinden Bilge Alkor’un sanatsal üretimlerine bakıldığında dikkat çeken ilk mesele, sanatçının kendisine çoğunlukla “dramatizmi” yüksek konu ve hikâyeleri seçmesidir. Hoffmann’ın roman ve hikâyelerinde, Shakespeare’in ise şiir ve oyunlarında dram, hikâyeye yön veren en önemli unsurdur. Bu dram Hoffmann metinlerinde çoğunlukla içerisinde bir korku unsuru barındırırken Shakespeare’de hızla trajediye doğru evrilir. Ancak her iki yazarda/şairde de ortak olan husus, dramatik olanın ana örgüye yön vermesidir. İnsan, doğumundan itibaren dramatik ve çoğu zaman kendi trajedisini içerisinde barındıran bir varlıktır. Ölümü ve yokluğu bilmesine rağmen yaşama dört elle tutunmaya çalışır, ancak bu mücadele her zaman kesin bir son ile nihayetlenir. Ölüm, her şeyi soğutur. Hoffmann’ın fantezi ve korku dolu hikâyelerinde de bu böyledir, Shakespeare’nin yüce anlatılarında da. Dolayısıyla Bilge Alkor’un resimlerinde dikkat çeken en önemli meselelerden biri olan bu “seçilmiş dramatik anlar”ın kökenini bu iki sanatçıda/yazarda ve onların metinlerinde aramak, izleyicilere farklı bir derinlik ve metinlerarasılık/disiplinlerarasılık sunar.
Hoffmann da Shakespeare de çok üretmiş, yaratıcılıklarını birçok farklı metin, tür ve sanat dalında ortaya koymuş isimlerdir. Ele aldıkları konuyu dünyaya baktıkları yerden/noktadan gören, değerlendiren, yorumlayan ve biçimlendiren bu sanatçılar, tek bir iş veya eser ile anılmaktan ziyade bir bütünlük içerisinde sanatları ile var olurlar (Hoffmann’ın Kedi Murr’un Hayat Görüşleri ve Şeytanın İksirleri gibi iki kült metni Türkçeye çevrilse de kendisinin özellikle romantik dönem Alman edebiyatını etkileyen birçok farklı hikâye ve romanından söz edilebilir. Buna karşılık bütün eserleri birçok farklı çevirmen/şair/yazar tarafından defalarca kez Türkçeye çevrilen Shakespeare ise Macbeth, Hamlet ve Otello’ya paralel bir şekilde diğer oyun ve soneleriyle de sıkça konuşulan bir isimdir.). Bu yönleriyle her iki ismin de bütünlüklü kişiler olduğu, her bir metinlerinin üzerlerine ayrı ayrı konuşulabileceği, bunların edebiyat tarihlerinde sıkça tartışılan eserler olduğu söylenebilir. Tam da bu noktada Hoffmann ve Shakespeare’in üretkenlikleri ve ürettikleri disiplinlerarası çalışmalar, Bilge Alkor ismi için de ayrıca ilham verici olur. Şiirler, besteler, eleştiri yazıları kaleme alan bu isimler, farklı disiplinleri iç içe geçirerek her bir üretimlerinde başka sanatsal tür ve formlardan faydalanır. Alkor’un da tablolarında sıkça müzik, edebiyat ve tiyatro gibi çeşitli sanat dallarından faydalandığı düşünüldüğünde bu ilişki daha da anlamlı olur; Hoffmann ve Shakespeare isimlerinin Alkor’a etkisinin altı çizilir. Dolayısıyla bu iki ismin hem üretkenlikleri hem de ürettikleri eserlerle Alkor’da kendilerine derin bir karşılık bulduğu söylenebilir.
E.T.A. Hoffmann, özellikle kaleme aldığı korku ve fantezi hikâyeleriyle tanınır. Onun karanlık dünyasında çok az ışık, çok az aydınlık vardır. Hikâyelerinin bu kadar dramatik olmasının bir diğer sebebi olarak bu durumdan, gündüzden ziyade gecenin söz sahibi olmasından, her şeyin karanlıkta olup bitmesinden söz edilebilir. W. Shakespeare ise antik dönem hikâye ve mitlerini kendi çağına uyarlarken özellikle trajik olanı merkezine alır. Onda da her şey karanlık, sisler içerisindedir ve umut/mut yok denecek kadar azdır. Bu noktadan hareketle Bilge Alkor’un koleksiyon-evindeki resimler ve resim serileri düşünüldüğünde orada da benzer bir durum göze çarpar. Alkor’un resimlerinde ağırlıklı olarak koyu renkler ön plana çıkar. Net bir formdan yoksun kahramanlar, sisler içerisinde belli belirsiz vardırlar. Her şey bir belirsizlik bulutu ile kuşatılmış, sırrını ancak işlenen hikâyeyi bilenlere açan bir yapıya bürünmüştür. Dolayısıyla Alkor’un işleri, kendisini onu bilene açan eserler olarak yorumlanabilir ve arka planında ciddi bir entelektüel birikimi mimler. İzleyiciyi derinden etkileyen ve ona sancılı bir dünya vadeden eserlerdir bunlar. Tam da bu noktada zaten Alkor’un dünyası ile söz konusu bu iki isim arasındaki paralelliğin altı çizilebilir. Alkor tablolarındaki sûretlerde de benzer bir durum vardır. Yüzleri ve bedenleri silik/silikleşen figürler, bir yokluktan gelip bir başka yokluğa karışmak üzeredirler. Tablolarında özellikle dramatik ânları resmeden Alkor için bu durum oldukça anlamlıdır. Karanlık ve sisler içerisindeki bir dünya söz konusuyken tablolardaki figürlerin de bulanık olması, bu işleri birbirlerine yakınlaştıran ve onların dünyasını daha da anlamlı kılan bir unsurdur.
200. ölüm yıl dönümünde bir Hoffmann sergisi: “Hoffmann’ın Masalları & Tango de la Rose”
Bilge Alkor’un sanat pratiğinde kendisine derin/zengin bir karşılık bulan E.T.A Hoffmann’ın 200. ölüm yıl dönümü olması dolayısıyla da 2022 özel bir sene. Bu vesileyle EKAV’da (Eğitim, Kültür ve Araştırma Vakfı) Hoffmann’ın dünyası ile kendi dünyasını kesiştiren “Hoffmann’ın Masalları & Tango de la Rose” başlıklı özel bir sergi açan Bilge Alkor, temel olarak usta yazarın beş masalından ve bu masalların kendisinde uyandırdığı imgelerden hareket eder. Küratörlüğünü Duygu Barlas’ın üstlendiği sergi, Alkor’un “sahneleme” olarak tanımladığı foto-resimlerden meydana gelir. Temelinde aynı isimli bir kitap projesinin yer aldığı sergi, Hoffmann ile Alkor’un dünyasının bir tür kesişim kümesi olarak değerlendirilebilir.
Tıpkı diğer sanatsal üretimlerinde olduğu gibi “Hoffmann’ın Masalları & Tango de la Rose” sergisinde yer alan işlerinde de edebiyat, müzik ve sinemadan sıkça yararlanan Bilge Alkor, işlerinin merkezine tekinsizlik, bilinç, rüya ve dualite gibi çeşitli kavramları koyar. Hoffmann’ın (korku dolu) masallarıyla kendi görsel kimliğini birleştiren Alkor, karanlık ve tekinsiz bir dünya inşa eder.
Bilge Alkor, “Hoffmann’ın Masalları & Tango de la Rose” isimli kişisel sergisinde E.T.A. Hoffmann’ın “Doge ve Dogaressa”, “Altın Çanak”, “Kum Adam”, “Prenses Brambilla” ve “Matmazel Scuderi” masallarından yola çıkar. Sigmund Freud’a atıfla, Hoffmann’ı “edebiyattaki tekinsizliği yaratmanın rakip ustası” olarak tanımlayan ve bu tanımın kökenlerini araştıran sergi, Alkor’un tüm bu masalları birleştirerek ortaya yeni bir dünya çıkarmasıyla asıl yaratıcı kimliğini kazanır. Alkor’un pandemi döneminde ürettiği ve bu sergi ile gün yüzüne çıkan söz konusu bu dijital işler, izleyicilere korku dolu, gizemli, düş ile gerçeği birleştiren karanlık bir dünya vadeder.
Bilge Alkor’un Duygu Barlas’ın küratörlüğünde Ekavart Gallery’de gerçekleşen “Hoffmann’ın Masalları & Tango de la Rose” başlıklı kişisel sergisi 12 Kasım tarihine kadar görülebilir.