Söyleşi

Futbol, güncel sanatın sahasına çıkarsa

Güncel sanatın konu edindiği başlıklarda pek görmediğimiz futbol olgusunu son sergisine taşıyan sanatçı Ferhat Özgür’le futbolun temas ettiği mahremiyet alanlarını ve sanatla ilişkisini konuştuk.

"Futbol Hayat mıdır?" sergisinden görünüm, Fotoğraf: Osman Ürper

Yeni açılan sergileri mümkün olduğunca takip eden biri olarak kimi zaman aklımdan “Neden hiç futbol temalı bir sergi yapılmıyor?” diye geçirmişimdir. Bu kadar hayatın içinde olan ve hemen her gün gündeme etki eden bir konunun güncel sanata ilham ya da malzeme vermemesi yalnız bana mı şaşırtıcı geliyor?

Dışarıdan bakıldığında bir topun, birkaç kuralın olduğu ve hemen herkesin üzerine yorum yapabileceği lümpen bir oyun olarak görülse de içinde zafer, yenilgi, hüsran, mücadele, kolektivizm, bireycilik gibi insana dair birçok duygu durumunun bulunduğu bu spora karşı sanatın ilgisiz kalması bir göz ardı etme ya da yok sayma olarak yorumlanabilir. Futbol izleyicisinin nobran ya da bilinçsiz bulunması, 90’lı yıllarda futbol içerikli şiddetin çok yaygın olması ve üzerindeki endüstriyel ilişki ağlarının sonucunun karanlık yapılara çıkması belki bu kesimi futboldan soğutsa da daha sonraları entelektüel kültür sanat yazarlarının futbol yorumculuğuna soyunması ve üzerine analizler geliştirmesi son yıllarda bu sporu farklı platformlara taşıdı.

Görsel anlamda göze estetik gelen ve aynı zamanda da bir şov alanı sunan futbol sahaları sadece bir müsabakaya ev sahipliği yapmaktan çıkıp tarih boyunca kimi zaman siyasi protestolara, kitlesel gösterilere de dönüşebiliyor. Tribünlerdeki kitle ruhu zaman zaman iktidar karşıtlığı özelinde bir refleks verse de militarizm, ırkçılık ve cinsiyetçilik de yine aynı kitle ruhunun sıklıkla gösterdiği reaksiyonlardan. Umberto Eco’ya göre reddedilenlerin afyonu, sol bir yaklaşımla ise işçilerin balesi olarak nitelendirilebilecek bu oyunun materyallerini aşıp zihinde başka bir etki yarattığı ve her zaman tartışmalara konu olacağı aşikâr.

Sanatçı Ferhat Özgür, buna benzer soruların ilhamıyla güncel sanatla futbolu sentezleyen bir sergi çıkardı ortaya. 4-30 Nisan tarihleri arasında Merdiven Art Space’te yer alan, “Futbol Hayat mıdır?” sorusunu başlığına taşıyan sergi; futbolun zaman zaman ayrıştırıcı zaman zaman birleştirici etkisine yönelik bakış açılarını eleştirel ve ironik bir dille sorguluyor. Futbol sahasına yatağı yerleştirip mahremiyet alanlarını irdeleyen, Havva’nın Âdem’e yasak meyve olarak futbol topunu vermesiyle haz olguları arasında bağlantılar sunan sanatçı Ferhat Özgür’le konuştuk ve yarattığı “oyun içinde oyun”un detaylarına indik.

Serginizi görene kadar neden hiç futbol temalı sergi yok diye düşünüyordum. Bu kadar hayatın ve gündemin ortasında olan bir konu nasıl güncel sanatın malzemesi olamaz diye. Sizi futbol temalı bir sergi yapmaya iten ne oldu?

Hikâyenin temeli aslında 2002’ye kadar uzanıyor. Değerli dostum Ayşegül Sönmez, Türkiye’nin ilk kez katıldığı Güney Kore’deki Dünya Kupası vesilesiyle İstanbul’da düzenleyeceği bir grup sergisine beni de davet etmişti. Bu sergide yer alan Futbol Hayattır adlı fotoğraf ile giriş katını kaplayan Yeni Evliler İçin adlı yerleştirme o tarihlerde tasarlanmıştı. Sonra bu sergi yapılamadı. Ancak bana futbolu sosyopolitik yönden irdeleyeceğim, metaforik anlamlarla sorgulayacağım bir alan açmış oldu. 2007’den itibaren de futboldan hareket eden desen ve sulu boyalar yapmaya karar verdim. Küresel kapitalizmle birlikte bir endüstri haline gelen, holiganlık, fanatizm ve şiddet arasında salınan bu sporun aslında Gezi olaylarında gördüğümüz gibi birleştirici etkilerini de fark etmiştim. Ortak bağlama yaslanan bu işlerden bir seçkiyi mekânın verilerine göre adapte edebileceğim bir ortam ancak doğmuş oldu. Beni bu sergiyi yapmaya iten temel nedenlerin başında futbolun sonsuz çözümlemelere olanak veren toplumsal bir parlamentoya benziyor oluşu geliyor.

Ferhat Özgür, Yeni Evliler İçin, 2002-2023. Fotoğraf: Osman Ürper

90’lı yıllara kadar futbol üzerine algılayış biçimleri hep lümpenliğe dair bir değerlendirmeyle yapıldı. Daha sonra medyanın da işleviyle üzerine hem sosyolojik hem psikolojik açıdan çokça konuşulup yazılmaya başlandı. Entelektüellerin futbola burun kıvırmasını ve sonrasındaki ilgisini nasıl yorumluyorsunuz?

1990’lı yıllarda Ankara’da 19 Mayıs Stadyumu’nun bitişiğindeki toprak sahada oynanan amatör küme maçlarına tellerin arkasından bakardım. Yağmurlu havada bu saha çamura bulanırdı. Balçıkla sıvanmış kramponlarıyla top koşturan bu oyuncuları gerçek çim zeminden oluşan 19 Mayıs Stadyumu’nda birinci ligdeki oyuncularla kıyaslayınca futbolda sınıf farkının, oynanan zeminin yapısını bile nasıl belirlediğini görüp üzülür, deyim yerindeyse amatör sporculara acırdım. TRT’nin tek kanal olduğu zamanlarda futbolcularla yapılan söyleşilerde pek çok futbolcunun aksanlı konuştuğunu, doğru düzgün cümle kuramadığını hatırlıyorum. Bu anlamda ben de futbolu kaba saba insanlara özgü bir spor zannettim uzunca bir süre. Basketbolcu ve voleybolcuların daha eğitimli ve okullu oldukları belirginlik kazanıyordu. Futbol en popüler oyundu ama sizin deyiminizle lümpen değerlendirmelere maruz kalıyordu. Ancak küresel süreçte futbol en baskın spor dallarından biri olarak birçok medya kanalında sadece oynanan oyun bağlamında değil, sporcuların çok yönlü değerlendirildiği bir düşünce platformuna evrildi. Eskiden bir sporcunun başarı grafiği gazetelerde attığı gollerle zikredilirdi. Şimdi istatistik bilimi futbolu da içeriyor. Attığınız pas, savunma, top çalma, sahada kaç km. koştuğunuz, kaç faul yaptığınız, kaç köşe vuruşunuzdan kaç adet kafa topu aldığınıza kadar, âdeta tüm bedeninizin tıpta MR’a tabii tutulması gibi, oyuncunun da sahada MR’ı çekiliyor. Oyuncu tüm kapasitesiyle değerlendiriliyor. Bunda spor bilimlerindeki yeniliklerin katkısı büyük olmalı. Sporcuların kapsamlı grafiklerle analiz edilmesi yirmi birinci yüzyılda yaratıcı endüstriler denen alanın bir uzantısı. Futbolcular arasında da entelektüeller var. Birkaç örnek, Brezilyalı Socrates’in tıpta doktorası var; Bayern Münich’li Paul Brietner Mao Zedong’un komünist kitaplarını okuyan biri olarak biliniyor. Liverpool’dan Glen Johnson’un matematik diploması var.

Sergi de başlığını “Futbol Hayat mıdır?” sorusundan alıyor. Futbol hayatımızın hangi alanlarını kaplıyor? Özellikle mahremiyet alanlarını da düşününce…

Birçok alanı kapsıyor. Siyaseten belirleyici. Seçim yaklaşırken tribünlerden iktidara karşı yükselen muhalif seslerden, açılan pankartlara ve atılan sloganlara kadar olumlu olumsuz yönleriyle bir tür özgür ifade kürsüsü. Futbol bizimle mahremiyet alanlarımıza, yatak odamıza kadar sızmış durumda, daha doğrusu biz onu mahremiyetimizin bir parçası haline getirmişiz.

İlk bölümde yer alan yatak odası temalı yerleştirme de bu mahremiyet alanlarını gözler önüne seriyor. Futboldaki sonuç odaklı olan gol atma duygusunun ereksiyonla çok yakın olduğunu düşünmüşümdür. Futbolun zevk veren unsurları zihnin hangi noktalarına temas ediyor sizce?

Yeni Evliler İçin (2002-2023) adını taşıyan ve iki kişilik yatağı birleştiren karşılıklı yerleştirilmiş futbol kaleleri yukarıdaki mahremiyet alanına işaret ediyor. Bir arkadaşımın yatak odasında, duvara yerleştirilmiş devasa TV ekranını görünce kendisi “yataktan futbol izlemenin tadı başka oluyor” demişti. Futboldaki gol sonrası sevinci ereksiyon sonrası hazla eşleştiren bir metafor düşünmedim değil. Gol atma ile boşalma arasında bir analoji kurmak mümkün. Ağları olmayan bir kaleye atılan gol, izleyicide aynı hazzı uyandırır mıydı acaba? Topun ağlara gitmesi birleşmenin en tepe noktasına karşılık geliyor. Tanıl Bora Radikal’deki bir yazısında futbolda “beşikten geçirme” olgusuna değinmişti. Gerek gol pozisyonunda gerekse çalım atarken rakip oyuncunun iki bacağı arasından topu geçirirseniz “beşikten geçirmiş” oluyordunuz. Beşikten geçirmenin fallik bir çağrışımı var yani. Çocukken mahalle maçlarımızda bu şekilde atılan gol iki gol yerine geçerdi. Bu enstalasyon biraz da bu tür alt okumalara olanak veren bir öneri. Her şeyi bir cümle ile açıklayıp kabuğuna çekilen görsel önermelerden biraz kaçınıyorum. İstiyorum ki alt anlamlara da türetilsin.

Ferhat Özgür, Futbol Hayattır, 2000. Fotoğraf: Osman Ürper

Topu fallik bir obje, kaleyi ise erotojenik bölge olarak okumak mümkün mü mesela?

Bir önceki soruda söylediklerim bağlamında top ve kale arasındaki ilişkiyi dediğiniz şekilde kurabiliriz tabii ki. Top ve kalenin fetişist anlamları da var ve futbolla birlikte açığa çıktığını var saydığımız, haz ve elem denklemi, iktisat teorisinde üretim ve tüketim dengesine fayda sağlıyor. Futboldan duyulan haz ve elem (galibiyet ve yenilgi) insanları daha çok tüketime yöneltiyor. İktisadın bu faydacılık özelliğine futbol önemli bir zemin hazırlıyor. Umberto Eco’nun futbolun bastırılmış tutkuların psikopatolojisi ya da bilinçaltının hüküm sürdüğü bir alan olduğuna yönelik hipotezleri bile var.

Sergideki bir fotoğraf dikkat çekici: Havva’nın Âdem’e yasak meyve yerine futbol topu vermesi. Günümüzün “plasebo”su hem göz ardı edilen hem gizliden gizliye sevilen bu oyun mu? 

O fotoğrafta yasak meyve mitini futbol topu aracılığıyla yeniden hatırlatmak ve farklı yorumları gündeme getirmek istedim. Yasak meyve Troya Savaşı’nın nedenlerinden de biri. Betül Beyza Gültekin bir yazısında özetliyordu durumu. Olimpos’un Tanrıçası Hera’nın, Savaş ve Bilgelik Tanrıçası Athena’nın ve Aşk ve Güzellik Tanrıçası Afrodit’in kalabalığın arasına atılan elma üzerinde hak iddia ettiklerinden bahsediyor. Böylece 10 yıllık savaşın da fitili ateşlenmiş oluyor. En güzelin kendileri olduğuna inanan bu tanrıçalar altın elmanın sahibi olmak istiyorlar. En güçlü ve en güzel üç tanrıçanın korkusuyla kimse tartışmaya müdahale etmiyor. Tarihin ilk güzellik yarışmasının sonuçlanması için Olimpos’un Tanrısına gidiyorlar. Olympos Tanrısı Hermes de bu üç tanrıçayı ölümlü prens Paris’e yönlendiriyor. Paris kimi seçerse kazanan o olacak. Paris, Aşk ve Güzellik Tanrıçası Hera’nın sunduğu ölümlü Helen’i seçince de Troya Savaşı başlıyor. Günümüzde takım tutmak ve fanatik taraftar olmak ile bu mitoloji arasında bağ kurulabilir. Taraftarlar arasındaki çekişmede bu mitolojiden izler buluyoruz sanki. Aşk, ihtiras, hırs ve tutkunun faili olarak elma yerine futbol topu. Günümüz holiganları arasındaki taraftar savaşlarını tetikleyen o zehirli yuvarlak. Futbol gizliden gizliye değil açıktan ve büyük bir aşkla sevilen öyle bir oyun olagelmiş ki, iktidarların kitleler üzerindeki etkilerini pekiştirmiş. İspanya Kralı Franco’nun insanları yönettiği 3F formülünden biri futbol, diğer ikisi en popüler müzik türü olarak Fado ile şenlik ve eğlencenin karşılığı olan Fiesta. Portekiz Kralı Salazar, “Futbol olmasaydı ben Portekiz’i bu kadar uzun yönetemezdim” diyor. 12 Eylül darbecisi Kenan Evren, hiç hak etmediği halde Ankaragücü’nü tek bir emirle birinci lige çıkarmış ve yeni rejimi futbol aracılığıyla meşrulaştırmıştı.

Farklı bir açıdan bakılınca eleştirel birçok yön olmasına rağmen futbol içinde kolektivizm, bireysellik, zafer, hüsran gibi birçok insani duygu barındırıyor. Bu duygular görsel sanatlarla sembolize edilip ortaya yeni sunumlar çıkarılabilir mi zaman içinde? Futbol ve güncel sanat ilişkisi nasıl olgunlaşabilir?

İnanın açılış günü bazı arkadaşlarla bu konuyu konuşuyorduk. Keşke sizin söylediğiniz bağlamlar kapsamlı bir sergide ele alınsa. Bu temada çalışmaları olan diğer arkadaşları düşündüm sonra. Nazan Azeri, Selim Birsel, Ali Kazma, Cengiz Tekin, Ahmet Öğüt ve Burak Delier’in futbol ile ilgili işleri var mesela. Bağlam ve liste genişletilerek yeni bir sergi neden gündeme gelmesin ki.

Serginizin ikinci bölümünde ise futbolun siyasal boyutu ele alınarak bir protesto alanı yaratılmış. Kitle ruhu düşünüldüğünde stadyumları bir gösteri alanı olarak görebiliriz. Bunun ne tür sosyolojik sonuçları var sizce? Kitleselleşen her şey olumlu ya da olumsuz nasıl bir protesto diline evriliyor?

Büyük kitlelerin tribünlerdeki protestoları iktidarı elbette tedirgin ediyor. Yakın zamanda yaşadığımız depremi takiben Fenerbahçe-Konyaspor maçında AKP aleyhine atılan “Yalan, yalan, yalan. Dolan, dolan, dolan. 20 sene oldu, istifa ulan” seçim öncesi nabzın nasıl attığının sesiydi. Ya da Diyarbakır Amedspor-Bursaspor maçında açılan “Beyaz Toros” ve “Yeşil” yazılı soruşturmalık olan pankartlar, etnisite ve milliyetçilik çatışmalarının geldiği boyutu gösteriyordu. Siyasal ve ekonomik kriz dönemlerinde boykot ve yürüyüş yasağına çarpan kitle, tribünleri bir tür özgür ve eleştirel ifade platformu olarak dönüştürüyor. Tribünler isyanın sesi oluyor.

Irk, cinsiyet ve milliyetçilik gibi zaman zaman ayrıştırıcı reflekslere sahip olsa da kimi zaman iktidar protestosu, savaş karşıtlığı ya da birçok aktivist hareketin de sunum alanına dönüşebiliyor bu platform. Tarih boyunca da bunu gördük. Bir toplanma alanı olarak futbolun işlevini nasıl yorumlarsınız?

Futbol, kitlesel ayinlerin vuku bulduğu ve coşkuların yükseldiği bir alan. Toplumsal cinsiyet ve kadın erkek eşitliği bağlamında olumlu ve yapıcı etkileri var. Örneğin kurulduğu yılların başından beri eril bir spor olagelmiş ama artık kadınlar da bu oyuna ortak. Kadın milli takımları kuruluyor. Kadın-erkek aynı anda yan yana maçlara gidebiliyorlar ve aynı anda bel altı sloganlar atabiliyorlar. Taraftarlar arasındaki şiddeti önlemek için tribünler özel olarak bölümlenirken, aynı tribün içinde bir ailenin farklı takımları tutan fertleri bir arada bulunabiliyor. Kim bilir ileride kadın-erkek oyunculardan oluşan yeni bir takım modeli bile mümkün. Teniste karma çift karşılaşmaları var mesela. Böyle bir model hem agresifliğin dizginlenmesinde hem de toplumsal cinsiyet bağlamında demokratik bir alanın açılmasına vesile olabilir, bir fantezi tabii ki.

Sahaya Çıkmıyoruz başlığından da ilhamla serginiz genel olarak nasıl bir oyun içinde oyun vadediyor izleyiciye?

Sahaya Çıkmıyoruz yazılı pankartlar ve oyuncuları sökülmüş langırt masası birçok şeyi ima ediyor. Her türlü antidemokratik, gayriinsani, ayrımcı, ırkçı ve ayrıştırıcı söylemlere ve yaptırımlara karşı sessiz direnişimizin bir simgesi. Ama aynı zamanda da Homo Ludens (Oyun Oynayan İnsan) ile televizyon çağının ürünü olan Homo Videns (Gören İnsan) arasındaki ilişkinin de yansıması. Sergi, oyun içinde oyun olgusunu biraz da Umberto Eco’nun çok doğru biçimde sorduğu şu soru çerçevesinde yorumlamayı deniyor: “Futbol, gerçek hayat değil de bir oyunsa neden insanlar onun için yaşayıp onun için ölmektedir?”

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Raziye Kubat’la dağ köyüne dönüşünü, romantik imgelerden uzak bir perspektifle, doğanın sertliği ve direnişiyle şekillenen yaratım sürecini konuştuk.

Kütüphane

Sanat Dünyamız dergisinin "Sanat Tarihi Nasıl Yazılır?" temalı Eylül/Ekim 2024 tarihli sayısında yayımlanan Sezin Romi'nin yazısı Argonotlar Kütüphanesinde.

Söyleşi

Civan Özkanoğlu ile .artSümer'de gerçekleşen ilk kişisel sergisi "Hepimiz Biliyoruz"u konuştuk.

Duyurular

Argonotlar Almanak 2024'ün basılı olarak yayımlanması için başlattığımız destek kampanyasının detayları bağlantıda!

© 2020

Exit mobile version