Eleştiri

‘‘Görünürlüğün ötesinde kuir ihtimaller’’

Küratörün kendini bilerek otorite olarak konumlandırdığı bir düzlemde, sanatçıların isyancı olarak yer aldığı, iktidar ile hedef gösterilen azınlık arasındaki gerilimin mikro bir örneğini görüyoruz.

Soldan sağa: Cansu Yıldıran, Mugâlata serisinden fotoğraf, 2021. Sağda: Dorian Sarı, İsimsiz (sen, ben, içerisi, dışarısı), 2020. Fotoğraf: Zeynep Fırat

Göze Parmak stratejik olarak gökkuşağı renklerinden arınmış bir görsel anlatı sunuyor. Sergi iktidarın kamuoyunda geniş çapta LGBTİ+’ları temsil eden sembolik anlatılara sistematik olarak uyguladığı tahakküm ve sansür mekanizmasından bir kaçış alanı arıyor, bunu yaparken iktidarın dilini değil ancak baskı yöntemini tekrar sahiplenip dönüştürüp geri kazanıyor.

Alper Turan küratörlüğünde Protocinema’nın Yükselen Küratör Serisi 2021 kapsamında, poşe işbirliğiyle 25 Şubat – 27 Mart 2021 tarihlerinde gerçekleşen Göze Parmak, Baha Görkem Yalım, Cansu Yıldıran, Dorian Sarı ve Istanbul Queer Art Collective’in işlerini bir araya getiriyor.

İktidarın sansür fitreleri dışında kalan bir strateji fikri Turan’ın sanatçılara verdiği iki yönergeyle sağlanıyor: renk ve figür yok. İktidarın yöntemlerini temellük eden bu kısıtlayıcı durum bedenlerin soyutlandığı, bilerek görünmez olma yaklaşımıyla kuiri tanımlayan, hedefe dönüşmüş görselliğin dışında kalma amacını taşıyor. Bu yöntem aynı zamanda genel anlamda kuir görsel anlatıları ele geçiren ve tanımlayan estetik seçimlerin ötesindeki ihtimallere de göz kırpıyor. Ancak otoriter olarak baskılanan renksiz düzlem, Turan’ın da metninde tartıştığı gibi gri skalanın ardındaki farklı sorunları akla getiriyor. Siyah-beyazın ikiliği, modernist ciddiliğiyle, küratörün kendini bilerek otorite olarak konumlandırdığı bir düzlemde sanatçıların isyancı olarak yer aldığı, iktidar ile hedef gösterilen azınlık arasında gerilimin mikro bir örneğini sunuyor. Sanatçılar bu kısıtlamaları aşacak ama otorite tarafından başlarını belaya sokmayacak soyutlama arayışlarına giriyorlar. Sergide yer alan sanatçılardan Dorian Sarı ve Baha Görkem Yalım çalışmalarında serginin üzerine düşündüğü figürün olmadığı soyutlamalar üzerine çalışıyor, bu yaklaşımın tam karşında Cansu Yıldıran’ın kimliklerin görünürlüğü üzerine süren araştırması, Istanbul Queer Art Collective’in “agresif bir görünürlük”[1] hedefiyle yaptıkları performanslar yer alıyor. Küratörün sınırladığı yapı, sanatçılara karşı bir meydan okuma oluyor, kimlik soyutlamasının potansiyelleri üzerine düşündüren süreç başlıyor. Göze Parmak önceden planlanmış olsa da, Protocinema’nın aciliyetlere yanıt veren yaklaşımını devam ettirerek Turan’ın ve sanatçıların hak ihlalleri anlamında güncel koşulları tekrar gözden geçirerek ânın yansımalarını taşımayı başarıyor. Bunu sergiye eşlik eden zine’de, Turan’ın hem Türkiye’de LGBTİ+’lara karşı yükselerek devam eden dışlayıcı retorikleri aktaran hem de sergiyi kavramsallaştıran metninde de görmek mümkün.

Soldan sağa: Baha Görkem Yalım, Bulunmamışlara Anıt, 2021. Cansu Yıldıran, Mugâlata, 2021. Dorian Sarı, İsimsiz (sen, ben, içerisi, dışarısı), 2020. Fotoğraf: Zeynep Fırat

COVID-19 pandemisi başından bu yana LGBTİ+lara karşı artarak devam eden, hedef gösterici, dışlayıcı nefret söylemleri ve şiddet durumlarının LGBTİ+ görünürlüğüne karşı geliştirilen, temsili formları engelleyen, kuir imgelerinin (ve kişilerin) yok sayıldığı stratejilerle sağlanmasına karşı bir tepki sergide seçilen yöntemin kaynağını oluşturuyor. Bu süreçte 2020 Aralık ayında Ticaret Bakanlığı tarafınca LGBTİ+ sembolleri ve gökkuşağı içeren ürünlerin 18 yaş ve üzerine satışının yapılması konusundaki düzenleme, Türkiye devletinin LGBTİ+lara ait görünürlüğe karşı saldırıların görsel nitelikte artışını resmi düzleme taşıdı. Boğaziçi eylemlerinde okuldaki bağımsız bir sanat kolektifi BOUN tarafından organize edilen ve açık çağrı ile toplanan işlerden oluşan sergide yer alan, anonim olarak gönderilen Kâbe üzerine Şahmeran’ı [2] ekleyen ve dört köşesine de farklı LGBTİ+ bayraklarını taşıyan eser, halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettiği iddiasıyla hedef alındı. Bu eser çerçevesinde suçlanan yedi öğrenciden ikisi ev hapsi aldı, ikisi tutuklu olarak yargılandı. Bunun sonucunda dalga dalga yayılan eylemlilik halinin karşısında iktidarın da baskılarını artırdığı bir süreç başladı. BÜLGBTİ+ kulübü gece yarısı çıkan hızlı bir kararla kapatıldı, kulüp odasında bulunan gökkuşağı bayrağı bir suç unsuru olarak kayıtlara geçti. LGBTİ+’ların üye olunacak bir örgüt olarak tanımlandığı, terörist olarak, sapkın olarak ve yok sayılarak anıldığı ve iktidar tarafından sürekli hedef olarak gösterildiği, yalnızlaştırıldığı, kriminalize edildiği bu süreçte, dini ve toplumsal hassasiyetler üzerinden kurulan nefret söylemi yayılarak, LGBTİ+ların görünürlük sembolleri suç nesnelerine dönüştü.

Serginin son hazırlık aşamasının bu sürece denk gelmesiyle, soyutlayarak yapılan direniş fikri, LGBTİ+ bayraklarına karşı yapılan saldırıların karşısında baskıcının göremeyeceği bir yöntemin peşinden koşuyor. Kuirlikle eşleştirilmiş varsayımların dışında bir düşünsel ve görsel uzam arayışı ve bunun ardındaki ihtimalleri yeniden sorgulama yöntemiyle renklerinden arınmış bir kuir anlatı serginin yaklaşımını kısaca anlatıyor. Renkli olmayan bir düzlem ihtiyacı serginin iktidarın baskıcı yöntemlerinden kaçan/otosansürü sahiplenen (nereden baktığınıza bağlı olarak buradaki güç dengesi çok değişken bir noktada) yaklaşımı, başlığı gibi göze parmak bir yöntem olabilir mi diye düşündürüyor. Yoksa bu keskin kararlılığın açtığı muğlaklık heteronormatif kültür ve iktidarların bizi içine soktuğu çıkmazlardan bir kaçış yolu önerisi olabilir mi? Kuir varoluş halinin ebediyen alternatif olmasıyla, kuirin kendi görsel sınırlarını aşması doğasında mıdır? Ancak bunu planlı olarak anlaşılmayarak, saklanarak çoğalarak yapmak kuirliği epistemolojik ve ontolojik biçimlere kafa tuttuğu kadar ahlaki ve siyasi normlara kafa tutan halinden uzaklaştırır mı?[3] Görünür olmayan bir direniş ne anlama gelir?

Dorian Sarı, İsimsiz (sen, ben, içerisi, dışarısı), 2020. Fotoğraf: Zeynep Fırat

Görselliğe karşı yapılan saldırıları aşmakla ilgilenen sergiye yayılıp döngüde devam eden LOOK sesi, Dorian Sarı’nın Göze Parmak’la aynı tarihlerde Cenevre’deki Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Müzesi’ndeki gösterdiği videonun yankısı oluyor. Orada sessiz gösterilen video, İstanbul’da videosuz bir ses parçasına dönüşüyor. Aynı ilkelerle yola çıkmış bu kurumların kapsayıcılıkları arasındaki karşıtlıklar üzerine düşünüyor ve Türkiye Kızılay Derneği Başkanı’nın onur günü attığı nefret söylemi dalgası yaratan tweetini hatırlatarak bu iki mekân arasında bir köprü kuruyor. ‘‘Bak!’’ nidasıyla sanatçı neyi işaret eder, kuir bedenler nasıl işaret edilir, görselliğinden tamamen ayrılmış hayalete dönüşmüş bir beden ses olarak direnişini nasıl devam eder gibi sorular soruyor. Kuir öznelliği yeniden düşünerek tahakküm edilemeyen bir tanımsızlığa taşıyarak parmakla işaret edilse de görülemeyen bir yayılmaya ulaşınca, bedenin sınırları genişleyip bütün uzay boşluğunu doldurursa nişan tahtasının nerede olduğunu kim bilir?[4] Bedene referans verildiğinde ancak beden görüntülenmediğinde ne olur?[5] Dorian Sarı’nın havada asılı kemerleri görünmeyen bir bedeni sararak bedenin varlığını hatırlatır. Kemer, düdük, iktidarla eşleşecek sembolleri ve onların ikili anlamlarındaki potansiyellerini belirsizleştirir.

Cansu Yıldıran’ın fotoğraf yerleştirmesinde, Şubat ayının başında Boğaziçi direnişinin devamında Kadıköy’de gerçekleşen eylemden bir an yer alıyor. Mekânın, zamanın ve kimliklerin silindiği güçlü bir görsellik sunan bu fotoğraf, Yıldıran’ın uzun zamandır sürdürdüğü kişisel belgelemelerinin bir yansıması niteliğinde. Flaş ışığının patlamasıyla parlayarak silinen kimliklerin tanımları da siliniyor. Burada serginin beden soyutlaması amacının bir süreç olduğu görünüyor. Bütün silikliğin ve belirsizliğin içinde kuir göndermeler hâlâ seçiliyor. Cansu’nun içeriden bir gözle yaptığı kimlik belgelemeleri, çeşitliliği ve hassasiyetiyle kuir bedenlerin fotoğraf aracılığıyla nasıl tekrar tekrar tanımlandığını ve iktidarlar tarafından hedef haline getirilen görsel kodları oluşturan (kuir sanat üretimi deyince de ilk sıralarda kuir bedenler üzerinden yapılan belgesel fotoğrafçılık gelir) bir araç olarak fotoğrafı sorguluyor bir yandan. Bu noktada belgesel fotoğrafçılığının ötekiyle olan problemli ilişkisi üzerine düşündürüyor. Belgesel fotoğraf kuir varoluşun temellük edildiği, kuir olmayan kişilerce belgelemelerinin parçası hatta merkezi olduğu üretimler sürekli olarak karşımıza çıkar. Kuir fotoğraf özelinde konuşmadan önce fotoğrafçılık tarihinin sömürgecilik ile birlikte çalışan yapısı üzerine düşünmek gerek. Belgesel fotoğrafçılık gayri-insanileştiren [dehumanizing] temsilleriyle sınıflandıran ve sömürgeciliği onaylayan bir alandır. Mark Sealy fotoğrafı şu an okumanın kolonyal bakış açısına dair mekân ve zaman arasında bağlantı kurmamızı sağladığından söz eder, ırkçı tutumların kültürel onayının nasıl yaratıldığını gözlemler ve günümüzde güç sahibi taraflarca üretilmiş ırkçı görsel kodların nasıl devam ettiği konusunun açar.[6] Fotoğrafın kökeninde yer alan bu yöntem farklı belgesel araştırmalarda da kendini öteki üzerinden görsel kod üretimi anlamında gösterir. Kuir mücadelesi, kuirlikle ilgili belgelenmesi en değerli olan konulardan biri olur (bir taraftan kuirlerin karikatürize edildiği temsiliyetler medyada kuirlerin görünür olduğu nadir anlardandır). Bu nedenle Türkiye gibi coğrafyalarda yaşayan ve çeşitli baskılar sonucu örgütlenerek yaşamlarını sürdüren kuirlerle Batılı fotoğrafçıların (ve bu ülkedeki kuir olmayan fotoğrafçıların) çalışmalarının yegâne öznesi olabilirler. Bu çekimler aracılığıyla çoğunlukla azınlık olan topluluklara görünürlük kazandırıldığı savunulur ancak buradan yayılacak bir yanlış temsiliyet durumu olasıdır. Cansu’nun 8 Mart Feminist Gece Yürüşü’nde[7] fotoğrafladığı Willie Ray’in tuttuğu döviz gibi: ‘‘Öznesi değilsen sus bilmiyorsun’’[8], öznelerin kendi anlatılarını aktarabildiği noktada ‘gerçek’ temsiliyet oluşur ve bu temsiliyet soyutlamayla da kendini aktarabilir.  

Soldan sağa: Baha Görkem Yalım, Bulunmamışlara Anıt, 2021. Cansu Yıldıran, Mugâlata, 2021. Dorian Sarı, İsimsiz (sen, ben, içerisi, dışarısı), 2020. Fotoğraf: Zeynep Fırat

Kuir sanat çatısında birleşen üretimlerdeki bakış [gaze] kuir olmanın ne olduğunu tanımlayan bir yapıyı servis eder. Kuirin eklenerek genişleyen akışkan yapısının tam karşısında durabilecek katı ve tanımlayıcı portreler aracılığıyla bir kültür yapısı kurulur. Örneğin bu görsel üretimler non-binary’nin ne olduğunu tanımlamıştır, kimliği taşıyan kişiler görsel düzlemde bu tanımlamaların yüküyle karşılaşır. Kuir temsiliyet sanatçının kimliğini şeffaf olarak ortaya koymasını bekler. Kuir soyutlama kendilerini şeffaf olarak temsil etmelerine dair taleplere karşı direnmek isteyen marjlarda bulunan herkes için bir kaynak oluşturur.[9] Baha Görkem Yalım’ın sergideki işleri marjinalleşen bedeni soyutlayıp bir anıta dönüştürür, ikili dünyadaki dil sorunlarını aşan bir soyutlamayla şiirin el hareketleriyle aktarıldığı bir iletişim şekli önerir. Görünürlüğün reddi, soyutlama diliyle yapılan bir deneydir ve bu bağlamda politikleşmiştir. Serginin mentörlerinden biri olan David J. Getsy kuir soyutlama üzerine yaptığı araştırmalarda gözetime ve denetlemeye karşı bir mücadele modeli; okunabilir formların indirgemeci görsel tüketiciliğine karşı bir direniş [10] olarak ela alır. Yalım küratörün baskıcı taleplerine karşı çıkarak işini renklerden soyutlamaz, görselliği gri skalaya çekmez ve farklı bir mücadele biçimi önerir. Jan Asselijn’in Tehdit Altındaki Kuğu resmindeki kuğuyu kuir özne olarak düşünür ve onun varlığını resimden çıkarır. Resim, el koreografisi ile kurduğu şiirin arka planı olur bu yeniden düzenleme, tehdit altındaki öznenin değil onun etrafını saran saldırgan ve mekânsal ögelerin önünde aşırı bir soyutlamayla jestleri kullanır. Bedenin cinsiyet kodlarından ayrılan el, direnişini anlaşılmaz bir işaret diliyle sürdürür. Bulunmamışlara Anıt işlevlerinden ayrılmış farklı destek mekanizmalarının çarpışmasıyla bir tuhaflıklar anıtına dönüşür. Uçan yere değmeyen, taşıyıcı görevinden ayrılmış, şimdi bebek arabasıyla taşınan bir sütun, iki tripodun yere basan ayaklarıyla şahlanır, ortaya bir anıta bırakılmış gibi duran bir demet çiçek iliştirilir, yapı kuirler arası dayanışmanın bir soyutlamasına ulaşır. Bağlamın dışındaki bütün nesneler kuirleşir, belki de çiçek kuir görsellik içerisinde sürekli karşımıza çıkan saklı bir sembol olarak kendini hatırlatır. Sappho’nun şiirlerinde karşılaşılan çiçeğe dair saklanmış anlatılar ve menekşeler (mor rengin muhtemelen kuirlikle eşleşmelerinden ilki de onun şiirlerinde karşımıza çıkar), Oscar Wilde’ın yakaya takılan yeşil karanfil ile kuirlerin birbirilerini tanımaları için bir yöntem önerir.[11] Yalım otoriter beklentilere karşı çıksa da, serginin kavramsal stratejisinin ve kuir soyutlama üzerine düşünen kısmının bu işlerle güçlü bir görselleştirmesini sunar.

Istanbul Queer Art Collective, Direktiflere Uymak Zorunda Değilsiniz, 2021. Fotoğraf: Zeynep Fırat.

İstanbul Queer Art Collective’in koridorda bulunan yerleştirmesi izleyicilere direktifler vererek performansın parçası haline getiriyor. Fluxus’tan hareketle bir kısıtlayıcı unsur dahilinde yaptıkları araştırmalar bu defa performanslarının merkezinde yer alan görünürlük fikrinin küratör tarafından engellenmesiyle bedensiz bir performans araştırmasına dönüşüyor. Görmezden gelineni, üstü kapatılanları agresif olarak gösteren, bunu drag maskesiyle tamamlayan performansları, temsiliyeti olmayan beden fikriyle renklerinden sıyrıldıkları performatif bir yerleştirmeyle tamamlanıyor. İşteki agresyon, dokunmaya yönelik direktiflerin izleyiciyi dokunmanın bu denli ürkütücü bir eyleme dönüştüğü dönemde bu eyleme teşvik etmeleriyle başlıyor. ‘‘Direktiflere Uymak Zorunda Değilsiniz!’’ başlığıyla katılımcıları risk alanı içinde kendi kararlarıyla yükümlü bırakıyor. Performatif direktiflerin sonunda COVID-19 pandemisinde toplumca tekrar sahiplenilen limon kolonyasıyla izleyiciler ellerini dezenfekte ediyor, burada kişisel kuir hatıra üzerinden Selin kolonyası ve Müjde Ar’ın oynadığı bir kolonya reklamına göndermeyle obje kuirleşiyor ve bu yolla yeniden kuir tarihi yazımı yapılıyor.

Serginin üzerinde durduğu kuir soyutlama fikri sanatsal ve görsel alanda kuirin tanımsızlığının bu sınırları aşmak adına ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Buna karşın fiziksel olarak serginin önerisini uyarlamak, yöntemin keskinliğiyle ister istemez baskıcılığın yansımasının dönüşebileceği diğer soruları akla getiriyor: Bu iktidarın yaptığı silintiyi kabullenmek anlamına da gelebilir mi? Otoriter küratör kurgusu iktidarın yöntemini temellük ederken sistemli silme hedeflerini güçlendirme potansiyeli olan bu yaklaşımı da fark etmeden sahiplenmiş midir? Yöntemin sonucunda görünmez olursak heteronormatif düzenin içinde özgürlüğümüz sağlanmış olur mu? Bu dolaba bir geri dönüş çağrısı mı? Sergi elbette böyle önerilerde bulunmuyor, aranan belirli görünürlüğün ötesindeki ihtimaller ve kuirin dönüşümü zorunlu olan bükülme anlarından birini yakalamak ve bunu sergi formunda aktarmak belki de. Türkiye LGBTİ+ tarihinde soyutlamayı kullanarak dayanışma ve direniş yöntemleri bulmak hep önemli bir yerde olmuştur[12] ve baskılar devam ettikçe yeni var olma biçimleri otoriter bakıştan daha hızlı oluşacaktır. Yeni formlar kendine bir şekilde alan bulur (görsel düzlemde ve görselliğin ötesinde), çeşitlilik çiçeklenip açar, polen saçar ve yayılır.


Tüm görsellerin kredisi: Göze Parmak sergisi, Protocinema, Poşe işbirliğiyle, Istanbul, 2021, Küratör: Alper Turan, Hollanda İstanbul Başkonsolosluğu ve Swiss Arts Council Pro Helvetia,  FfAI – The Foundation for Arts Initiatives desteğiyle.

[1] Istanbul Queer Art Collective ve Alper Turan arasında gerçekleşen Instagram’da canlı yayımlanan konuşmadan alıntı [A Finger for an Eye exhibition talks #2: https://www.instagram.com/p/CMXZwKyF0Po/ (Son erişim: 18.03.2021)]

[2]  Şahmeran’ın non-binary ve trans bir figür olarak ele alınma biçimleri ve sembolik önemi Christiane Gruber’in Boğaziçi eylemleri sonrasında yazdığı ‘‘What the mythical figure of Şahmeran in Turkey represents and why activists use it’’ makalesinde okunabilir: https://theconversation.com/what-the-mythical-figure-of-sahmeran-in-turkey-represents-and-why-activists-use-it-155606 (Son erişim: 18.03.2021)

[3] Elizabeth Grosz, “Deneysel Arzu Queer Öznelliği Yeniden Düşünmek”, 1994 (Cogito ,sayı: 65-66, 2011, sf. 9)

[4] Alper Turan, Göze Parmak sergi metni, 2021

[5] David Getsy, Abstraction and Its Capacities, National Gallery of Art, Washington, DC, Ekim 25, 2015.

[6] Mark Sealy, Decolonising the Camera: Photography in Racial Time, 2019, s. 111

[7] İktidarın saldırılarını bir yandan güçlendiren, trans+ dışlayıcı radikal feminist söylemler hem Boğaziçi Eylemleri sürecinde hem de 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü’nde yayılarak çoğaldı. 6 Mart Günü Kadıköy’deki buluşmada gökkuşağı bayrakları ve gökkuşağı renklerindeki bir şemsiye alana alınmazken Trans+ kortejinin dövizlerine el konuldu. Dört trans aktivist eylem sonrası polis tarafından takip edilerek gözaltına alındığı aynı gün Cansu hem bu anları hem eylem öncesini belgeliyordu. Cansu Yıldıran ve Alper Turan arasındaki konuşma bu olayların hemen arkasından Protocinema Instagram hesabı üzerinden canlı yayımlandı, bu süreci şeffaf olarak aktaran bu konuşma önemli belge niteliğinde. A Finger for an Eye exhibition talks #1: https://www.instagram.com/p/CMFXu0HFx9d/ (Son erişim: 18.03.2021)

[8] https://www.instagram.com/p/CMK2vH5APyc/ (Son erişim: 18.03.2021)

[9]  Julia Bryan-Wilson, Harmony Hammond,  Tirza Latimer, ‘‘Queer Abstraction’’ Paneli, California College of the Arts, San Francisco, 31 Ekim 2014.

[10] David Getsy, Ten Queer Theses on Abstraction, Queer Abstraction, 2019: s. 65-75.

[11] Sarah Prager, Four Flowering Plants That Have Been Decidedly Queered, 2020 https://daily.jstor.org/four-flowering-plants-decidedly-queered/ (Son erişim: 18.03.2021)

[12] Dili soyutlaştırıp saklı bir iletişim şekli bulan Lubunca buna önemli bir örnek teşkil ediyor, LGBTİ+ların hedef alındığı toplumlarda gizlenmiş [coded] kuir anlatılar hâlâ önemini sürdürüyor.

İlginizi Çekebilir

Kütüphane

Cansu Yıldıran'ın Hara'da görülebilecek ilk kişisel sergisi "Vargit Çiçekleri"nin sergi metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Eleştiri

Metropolitan Sanat Müzesi'nin “Osmanlı Dünyaları” galerilerinde izleyiciyle buluşan "Diyaloglar: Modern Sanatçılar ve Osmanlı Geçmişi" sergisi, “Osmanlı mirası” vurgusuyla Doğu-Batı ayrımını keskinleştirmekten öteye gitmiyor.

Söyleşi

Protodispatch'in bu sayısında Dika Ofoma'nın Nijerya'da yaşamayı ve hükümetler şiddetin yayılmasına izin verdiğinde ne olduğunu konu alan Sessiz Bir Pazartesi filmi var.

Eleştiri

Leman Sevda Darıcıoğlu, Elif Saydam ve Ndayé Kouagou'yu bir araya getiren “Filizlendiğimiz Bir Çatlak” sergisi mekânlardaki ilişki sistemlerinin sınırlarını ve imkânlarını gözler önüne seriyor.

© 2020

Exit mobile version