Aziz Nesin, tanıdığı, bildiği, birlikte çalıştığı edebiyatçılar hakkındaki anı ve görüşlerini kaleme aldığı ama ne yazık ki tamamlayamadığı, ölümünden sonra yayınlanan Birlikte Yaşadıklarım, Birlikte Öldüklerim başlıklı çalışmasında şair, romancı ve edebiyat tarihçisi Cevdet Kudret’ten bahsederken “Bir profesyonel yazarın hangi türde ve hangi yazın dalında yazacağını, yazarın kendisi değil, yazın pazarı belirler,” diyor. Nesin’in bu cümlesini sevdiğim tüm yazarlar hakkında çalışırken hatırlar ve bu yazarlar acaba hangi eserlerini para için yazmışlardır; madden, manen özgür olsalar ne yazmak ister, hangi türde, hangi eserleri kaleme alırlardı diye düşünmeden edemem.
Reşad Ekrem Koçu’yu her şeyden önce tarihi tefrikalarıyla tanıyoruz. Doğan Kitap, 2015’ten beri yazarın eserlerini yeniden basıyor. Şimdiye kadar 28 kitap yayınlanmış ve bu kitaplardan sadece biri bir biyografi; geri kalanlar Osmanlı İmparatorluğu döneminde geçen roman, uzun öykü ve etütlerden oluşuyor.
Koçu, İstanbul Üniversitesinde tarih okumuş. 1929’da, daha mezun olmadan dönemin en popüler hocası ve tarihi tefrika yazarı Ahmet Refik Altınay’a asistan olmuş. Fakat ne yazık ki çok geçmeden 1933’te hocasıyla birlikte akademiden ayrılmış yahut ayrılmak zorunda bırakılmış. Sonrasında, emekli olacağı 1961 yılına kadar Kuleli Askeri, Pertevniyal ve Vefa Liselerinde tarih öğretmenliği yapmış.
Ahmet Refik, tarihi tefrikalarıyla gazete ve dergilerin peşinde koştuğu bir yazar. Etütleri ve ‘hikâyeleştirilmiş tarih’ metinleriyle hem tarihe meraklı hem de edebi, estetik haz peşindeki okuru yakalıyor. Böylece bu yeni tanışılan türün ilk önemli, star ismi haline geliyor.
İşte Reşad Ekrem Koçu daha sonra hakkında biyografik bir çalışma da yapacağı hocası Altınay’dan el almış. Otuzlu yılların başında Ahmet Refik’le birlikte tarihi roman ya da hikâyeleştirilmiş tarih türünün önde gelen, rağbet gören yazarları olan Turhan Tan, Ziya Şakir Soku, İskender Fahrettin Sertelli ve Enver Behnan Şapolyo’nun arasına katılmış. Yani doğduğu ev, asistanı olduğu Refik Ahmet onun kaderi olmuş bir anlamda.
Bu tarihten sonra tefrikalar arka arkaya gelmiş: Kızlarağasının Piçi, Hatice Sultan ve Ressam Melling, Eski İstanbul’da Meyhaneler ve Meyhane Köçekleri, Tarihimizde Garip Vakalar, Osmanlı Padişahları, Erkek Kızlar, Dağ Padişahları, Esircibaşı, Forsa Halil, Yeniçeriler, Osmanlı Tarihinin Panoraması, Fatih Sultan Mehmed, Patrona Halil, Kabakçı Mustafa, Kösem Sultan, Aşk Yolunda İstanbul’da Neler Olmuş, Tarihte İstanbul Esnafı, Binbirdirek Batakhanesi Cevahirli Hanım Sultan…
Bunlar dışında Osmanlı öncesine, Selçuklu, Bizans, Moğol imparatorluklarına, hatta Sümer uygarlığına dair incelemeleri de var: Atilla ve Hunlar, Selçuk İmparatorluğu: Alparslan ve Bizanslılar, Kılıç Aslan ve Haçlılar, Sümer Türkleri: Eski Zaman Medeniyetlerinin İlk Ocağını Kuran Türk Ustalar, Timur ve Oğulları, Bizans Tarihi (Şarkî Roma İmparatorluğu) 395-1453, Cengiz ve Türk Moğol İmparatorluğu.
Gazete ve dergilerin okur nezdinde rağbet gören bu türe doymak bilmez bir iştahla saldırması, her yayın organında tarihi tefrikaların neredeyse biri bitmeden bir diğerinin başlaması yukarıda andığım isimlerin Türk edebiyatının en üretken kalemleri haline gelmelerine yol açmış. Her birinin -ve bir süre sonra bunlara eklenecek Yakup Özdemir, Kadircan Kaflı gibi yazarların- onlarca, hatta Ziya Şakir, İskender Fahrettin gibi enerjisine ve hızına akıl sır ermez tefrika makinelerinin yüzün üzerinde eseri olduğunu biliyoruz.
Reşad Ekrem de bu furyanın içine doğmuş dediğim gibi. Eğitimi de bu alanda nihayetinde; kendini madden ve manen var etmek için yazmış durmuş. Gazete ve dergi sayfalarında kalmış sayısız makalesi, onlarca tefrikası var hâlen. Hakkında kapsamlı bir kaynakça şimdilik hazırlanmadı.
Reşad Ekrem’in İstanbul Ansiklopedisi
Ancak Reşad Ekrem’in aslında ne yazmak, ne yapmak istediğini düşündüğümde aklıma ilk olarak İstanbul Ansiklopedisi geliyor. Reşad Ekrem’in opus magnum’u… Büyük eseri.
1944 yılında, bir kereste tüccarını sponsor olmaya ikna edişiyle başlıyor Reşad Ekrem’in ansiklopedisinin serüveni. 1944-51 yılları arasında fasiküller halinde çıkıyor dört ciltlik bir kısmı. Ancak daha B harfinin başında, sponsorun çekilmesiyle ansiklopedinin yayını duruyor. Nasıl bir ansiklopedi bu diye soracak olursanız… İstanbul’un saray, cami ve yalıları kadar dilenci, berduş ve delilerinin de kendisine yer bulabildiği, insanlar kadar eşyaların tarihçesini de okuyabileceğiniz bir ansiklopedi. İçinde yok yok. Dahası geç dönem Osmanlı ve erken dönem Cumhuriyet’in, handiyse çağının tanığı bir abide eser.
Reşad Ekrem’in İstanbul Ansiklopedisi kolektif bir çalışmanın ürünü. Kendisine bir rüya takımı kurmuş Koçu. Dönemin ünlü tarihçileri, yazar ve çizerleri ansiklopedinin maddelerini yazmış, resimlemiş. Son derece orijinal, eşi benzeri bulunmaz bir bütün. Bütün diyorum ama… İstanbul Ansiklopedisi ne yazık ki bütünlenememiş. Reşad Ekrem, 1958 yılında yeni bir sponsorla, tüm fasikülleri baştan ele alarak bu sefer G’ye kadar on bir cilt çıkarmışsa da maddi imkânsızlıklardan dolayı bu muazzam eserini tamamlayamadan ölmüş.
Fakat İstanbul Ansiklopedisi’nin G’den Z’ye kadarki maddelerine dair tüm metin ve çizimler, kimi taslak halde de olsa bulundu. Koliler dolusu materyal tasnif edildi, tarandı ve şu günlerde Salt Galata’da “Başka Kayda Rastlanmadı: Reşad Ekrem Koçu ve İstanbul Ansiklopedisi Arşivi” başlıklı bir sergiye kaynaklık ediyor. Yakın bir gelecekte de bir internet sitesi üzerinden okuyucularla paylaşılacak hepsi.
“Başka Kayda Rastlanmadı” sergisi sayesinde Koçu’nun araştırma sürecine şahit oluyor, İstanbul Ansiklopedisi’nin deyim yerindeyse mutfağına giriyoruz. Gazete ve dergilerden kesilmiş, kenarlarına notlar alınmış kupürler… Daktilo edilmiş metinler… Reşad Ekrem bir ömür biriktirmiş. Hayal ettiği, görmek, kurmak, yarına bırakmak istediği İstanbul’u ağır ağır inşa etmiş.
İstanbul Ansiklopedisi’nde bazı semtler, bazı temalar ya da nesneler öne çıkıyor. Çünkü kolektif bir çalışmanın ürünü olsa da Reşad Ekrem’in maestroluğunu yaptığı bir eser bu. Ona dair pek çok şey söylüyor bize. Neyi neden merak ettiğini, neyi neden yazdığını, dünyasına kattığını anlamamız açısından büyük önem taşıyor. Zaten sergi de bu temalara göre bölümlenmiş. Tasnif edilen materyal, binanın farklı katlarında değişik renklerle sunuluyor ziyaretçilere.
“Haliç Kenarında Bir Yalı Boyu: Galata ve Eminönü” Altın Boynuz’un iki yakasındaki iki semte odaklanıyor. Evsizlerin, berduşların, bekâr odalarının bulunduğu bu semtler Reşad Ekrem’in odağında olmuş. “Güllü Çorap Hediye Etmek Aşırı Alaka ve Muhabbet Eseri Bilinirdi” bölümünde şehrin adetleri, merasimleri anlatılıyor. Mekânlar kadar nesnelerin, eşyanın da öne çıktığı bir bölüm bu. “Bu Şehrin Kütüğünde Elbet ki Anılacak İnsanlar”, Vakanın Adli Safhası Tespit Edilemedi”, “Ancak İstanbul’da Evlenenlerdir ki İstanbul’un Kendi Halkından Sayılmıştır” bölümleri adlarıyla da içeriklerini, Reşad Ekrem’in ilgi alanlarını anlatıyor.
Sergide bir bölüm de “Reşad Ekrem Koçu ve İstanbul Ansiklopedisi” başlığını taşıyor. Bu bölümde Reşad Ekrem’den başlayarak ansiklopediye emek verenler tanıtılıyor. Hatta ansiklopedinin baş çizeri diyebileceğimiz Sabiha Bozcalı’nın çizimlerini kopyalayabiliyor, sergiye dair hatıra materyallerini kendi ellerinizle üretebiliyorsunuz.
Cinsel ötekine dair araştıran, biriktiren bir araştırmacı olarak ‘Erkek Aynur’u İstanbul Ansiklopedisi sayesinde öğrenmiştim. Burhanettin Olker’in kaleme aldığı, bugünün kabulleriyle son derece transfobik bu maddeden yola çıkarak kapsamlı bir çalışma yapmıştım. Salt Galata’daki sergide de Funda Liza ve Alev Tamara gibi altmışların sonunda, yetmişlerin başında popüler olmuş, sahnelerde boy göstermiş trans kadınlara dair haberlere rastlamam da büyük bir sürpriz oluyor.
Reşad Ekrem külliyatında çocuklar
Ancak sadece cinsel değil, neredeyse her tür öteki Reşad Ekrem’in ilgisini çekmiş. İstanbul’un tüm ötekileri, unutulup gidecekken bu ansiklopedi sayesinde yarına kalma fırsatı bulmuş kendilerine. Dilenciler, berduşlar, serseriler, cüceler, çocuklar…
Evet, Reşad Ekrem’in İstanbul Ansiklopedisi’nde büyükler kadar çocuklar da yer alıyor. Bir diğer ötekisi toplumun…
Düşünsenize, tarih kimin tarihidir? İktidarda olanın. Kadın-erkek ikiliğinden bakarsak erkeklerin, hetero-homo ayrımından bakarsak heteroseksüellerin, reşit-çocuk ikiliğinden bakarsak da reşit olanların, yani büyüklerin. Alternatif tarih, gölgede bırakılan, yok sayılanın tarihi ya da anlı-şanlı tarih karşısında gündeliğin mütevazı tarihini araştırmak, kaleme almak belki otuz kırk senedir güçlenen yaklaşım. Reşad Ekrem’se kırkların ortasında yapmış bunu.
Cinsel ötekini, şehrin tu kaka edilen, burun kıvrılan semtlerini, cüceleri, delileri, çocukları yazmış, yazdırmış ve onlarla göz göze bile gelmemizi sağlayan resimlerini çizdirmiş. Sergideki “Nereye Gidiyor Bu Çocuklar, Küçük Delikanlılar, Kızlar ve Genç Kadınlar?” bölümü Reşad Ekrem’in kayıp çocuklar hakkında bir detektif gibi topladığı gazete kupürlerini ve aldığı notları içeriyor.
Dahası çocuklar yazarlık kariyerinin başından beri Reşad Ekrem’in gündeminde olmuş. 1936 yılında Zaman gazetesinde başladığı “Memleket Çocukları” serisinde görüp tanıdığı çocuklardan bahsediyor. Gazetenin kapanmasıyla yarım kalan bu seri Çocuklar: Hatıralar ve Hikâyeler adıyla kitaplaşıyor. (Kitapta “Tazı” ve “Çocuk Hırsızı” adlı iki bölüm daha var. Bu bölümlerde de Ali ve Ahmet adlı iki çocuğun sergüzeştleri anlatılıyor.) Erkek Kızlar kitabında öyküleri anlatılan kahramanlar da ekseri çocuk yaştadır yahut hayatları çocukluk yıllarından itibaren ele alınır. Yusuf’un Borcu ve Kanuni Sultan Süleyman’ın Beş Fedaisi kitaplarındaki tüm kahramanlar da çocuklardır. Bu kitaplarda çocuklarla tarihi bir araya getirmiştir Reşad Ekrem.
İstanbul Ansiklopedisi’nin “Çocuk” maddesi de Reşad Ekrem’in bu konudaki yoğun ilgisini ortaya koyar. Bu maddenin alt başlıkların bazılarını sıralıyorum:
“Ailesiz, kimsesiz çocuklar”, “Azgın anaların kurbanı çocuklar”, “Babaların kötü, kalender terbiyesi kurbanı çocuklar”, “Bayram rozetçisi çocuklar”, “Evinden kaçan çocuklar”, “İstanbul çocuğu”, “İstanbul çocuklarının ilk tahsili”, “Sokaklarda yalın ayaklı çocuklar”, “Üniformalı çocuklar”, “Üvey anaların kurbanı çocuklar”, “Yurdun herhangi bir yerinden İstanbul’a kaçan çocuklar”…
Reşad Ekrem şehrin tüm çocukların öyküsünü dinlemiş, bunları kaleme almıştır sanki. Ansiklopedi’nin sadece çocuk maddesinde değil; her yerinde, her cildindedir onlar. Başı boş, kimsesiz, serseri çocuklar özellikle. Reşad Ekrem’in bu ilgisi ressam İzzet Ziya’nın çocuklarını hatırlatıyor bana. Gazete ve dergiler için pek çok illüstrasyon yapmış İzzet Ziya. Genellikle sevgilileri, büyükleri resmetmiş. Ancak kendisi için daha çok kız ve erkek çocuklarını çizmiş. İzzet Ziya ve Reşad Ekrem’in bu ilgilerinin, hatta takıntılarının altında pek çok şey aranabilir ve bulunabilir. Ancak her ne sebeple olursa, olsun onlar çağdaşlarının görmediğini görmeyi ve göstermeyi, anlatmadığını anlatmayı seçmiştir. Onlar sayesinde İstanbul’un çok sayıda çocuğu tarihe kalabilmiş, ölümsüzleşmiştir.
Bana kalırsa Reşad Ekrem Koçu kendisine bir isim ve para kazandıran tüm o tarihi tefrikalarından ziyade İstanbul’u ve çocukları anlatmak isterdi. Balzac’ın İnsanlık Komedyası ile çağının Fransa’sını kendince yeniden yaratması, yaşatması gibi, Reşad Ekrem de gönlüne göre dekore ettiği çocuklarla dolu bir İstanbul’u yazmak, o hayali şehrin sokaklarında çocuklarla dolaşmayı arzu ederdi. Ve şükürler olsun, o bunu bir oranda başarabildi. İstanbul Ansiklopedisi’nin bazı ciltleri son halinde, kalanı taslak olarak bugüne gelebildi.
Yazımı bitirirken, son olarak Reşad Ekrem’in 1965 yılında bastırdığı Acı Su adlı şiir kitabındaki “Üç Ağıt”ı paylaşmak istiyorum. Reşad Ekrem’in ‘çocuklarından’ birinin ardından yaktığı üç ağıt. Şiirin başındaki açıklamada Hüseyin çocuğun hikâyesinden de kısaca bahsediyor.
Üç Ağıt
Hüseyin çocuk Köprü başında oynar oynar balıklar satardı. Sonra isteği üzerine delaletimle bir liman vapurunun büfesinde çırak olmuş ve bir gece bir lodos fırtınasında denize düşerek kaybolmuştur. Garip, bahtsız çocuğa üç ağıttan biri ölüm haberinin tezine yazıldı, ikincisi üç yıl sonra, üçüncüsü de on yıl sonra büyük lodos fırtınalarında gece denizi aşarken ruhunu şâd etmek için yazıldı.
I
Can çocuktur.
Kınalı, boyalı,
Tekir, mercan çocuktur.
Sesi poyraz,
Gözleri aynalı,
Kan kırmızı
Külhan çocuktur.
Koşmaz, uçar.
Ele avuca sığmaz, kaçar,
Havadır, cıvadır.
Cin gibi, şeytan,
Dostuna kalkan,
Şövalye, kahraman çocuktur.
Alnında kâkül,
Gözleri gül gül,
Elinde çaylar, kahveler
Dumanı üstünde gönül.
Ruh gibi serin,
Rüya gibi derin
Hüseyin nerde?
Öldü!
Dudak büküldü,
Kalp söküldü,
Cinnet güldü.
Çözmüyor Allah içimdeki düğümü.
II
Zifiri karanlıkta bir sandal.
Sandalcı dev,
Yedekçi çocuk dal.
Hüseyin!
Yıldızlar, uçurtmaların;
Ve denize akseden ışıklar,
Yalın ayak, pırpırı,
Ömrün boyunca attığın oltaların.
Şaşkın bakıyorum etrafa,
Ruhunu bu gece yavrum,
Denizde geldim tavafa.
III
Nerde çıplak ayaklarının izi?
Son çırpınışın, feryadın aksi nerde?
Nasıl aramalı denizi?
Denizin üstünde bir selvi mehtap,
Gönlüm bülbül dalında,
Perişan, bitap…