Kentsel mekânı bir süreliğine de olsa yeniden tanımlayan bienaller etkinlikleri ve sergilediği işler bağlamıyla çevreyle kurduğu ilişkiyi kurgusal bir katılımla kendine eklemlemekle yükümlü. Öyle ki yerel yönetimlerin sanata olan yaklaşımı içinde, kendini ifade fırsatı olarak da gördüğü bu sanatsal platformlar; merkezin uzağında genele sesini duyurmaya çabalayan kentler için uluslararası arenada da bu coğrafyanın belli odakları olmayı hedefleyebiliyor. Fakat burada asıl mesele “Kentle özdeşleşen her güncel sanat organizasyonuna bienal mi demeliyiz?” sorusunda yatıyor. Türkiye’de gittikçe sayısı artan bienaller çoğunlukla mahalli yönetimlerin kültür sanat politikaları içinde hızlandırılmış panoramik bir görsel imajlar dizisi gibi duruyor. Bu durum kenti küratoryal/kurgusal süreçlerle dinamize etme ve bulundukları çevreye belirli bir hareketlilik getirme amacı gütme açısından bakılacak olursa nitelik, zenginlik açısından yerel yönetimler ve bienalleri düzenleyen sanat organizasyonları arasındaki bağlantıyı yeniden sorgulatıyor.
Öncelikle organizasyonun kentle kurduğu ilişkiye bakarak taşıdığı iddia ve mesajı ne kadar yansıtabildiği sorusu sanırım bienallerde oluşan temel beklenti. Bir bienalin yüklendiği başlıkla sergilenen işler üzerinden izleyicisine yeni bir şey söylemesi, kentte yaşayanların bienalle kurduğu ilişki, içerikle mesajın örtüşmesi ve katılımcılarına kapsamlı bir program sunması hemen her bienal sonrası sanat dünyasının tartıştığı konu başlıklarından. Türkiye’deki bienalleri kıstas alacak olursak dünyadaki örneklerine benzer bir şekilde hem kentin atmosferi hem tarihi unsurlarıyla bütünleşik bir programa sahip olmaları temel bir arzu. Özellikle kapalı mekânlara sıkışan sanat izleyicisi için eserlerin kentin ruhuna uygun olarak farklı dış mekânlarda, kamusal alanlarda sergilenmesi güncel sanat ile yerel halk arasındaki bariyerin kaldırılmasına olanak tanımasının yanı sıra o kenti kısa süreliğine bir karnaval havasına bürüyebilir. Türkiye’nin farklı coğrafyalarına serpilen Çanakkale, Mardin ve Sinop gibi artık bir bienal geleneğinden söz edebileceğimiz kentlerin yanına kendi içinde yeni oluşumlar yaratan Adıyaman, Mersin gibi yeni kentleri de ekleyince artık memlekette bir bienal bolluğu olduğunu söyleyebiliriz. Fakat söz konusu sanat etkinliklerinin bir “bienal” hüviyeti kazanması için bienallere özgü temel kriterleri edinme gerekliliği bu noktada kaçınılmaz gibi görünüyor. Güncel sanatı İstanbul sultasının dışına çıkaran her oluşuma sempatiyle bakılması, merkezin dışında yeni sesler ve olanaklar yaratmak için bir iyi niyet temennisinin ötesine geçerek genel organizasyon şemasının niteliğine yönelik de profesyonel bir yaklaşım gerektiriyor.
23 Ocak – 11 Mart 2024 tarihleri arasında İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından K2 Güncel Sanat Merkezi işbirliğiyle bu yıl ilk kez düzenlenen İzmir Akdeniz Bienali’ne de bu sorular çerçevesinde bakmak gerek. Barındırdığı içerik açısından da bakılırsa bu etkinliğe bienal demek yerine bir konuk sanatçı programından ürünlerin sergilendiği uluslararası bir sergi demek daha doğru olabilir. İzmir’in sanatsal geleneğiyle beraber gelişen konuk sanatçı programının sağladığı ortam, bu organizasyon için üretilmiş işlerin gösterimine dönüşerek ortaya bir sunum çıkarmış. 31 Mart yerel seçimleri henüz gerçekleştirilmemişken bir önceki İzmir Büyükşehir Belediyesi yönetiminin çizdiği çerçeve doğrultusunda düzenlenen organizasyon “Aynı Suya Bakmak” temasıyla gerçekleşti.
İlk önce başka bir küratörün direktörlüğünde uygulanacağı duyurulan organizasyon; daha sonra küratörün ajandasına uymadığı gerekçesiyle görevinden ayrılmasıyla neticelenmişti. Bu gelişme, ardından organizasyonun iptal edileceği söylentileri doğururken yeni bir küratörle çalışmanın mantıklı olmadığı fikrinden hareketle organizasyon bir sanatsal direktör eşliğinde hayata geçirildi. Ayşegül Kurtel’in sanat direktörlüğünde düzenlenen organizasyon, Kültürpark Atlas Pavyonu’nunda Akdeniz’e kıyısı olan 17 ülkeden 32 sanatçıyı buluşturdu. İzmir Akdeniz Bienali’nde resim, fotoğraf, video, multimedya yerleştirme, seramik, üç boyutlu görsel-işitsel yerleştirme gibi birçok farklı disiplinde üretilmiş eserler yer aldı.
İzmir Akdeniz Bienali kapsamında, Türkiye dahil olmak üzere Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerden bienal sanatçılarının üretimlerini eş zamanlı olarak yaptıkları bir “konuk sanatçı programı”nın yanı sıra özel olarak oluşturulan kontenjan dahilinde, 6 Şubat depreminin etkilediği bölgeden dört genç sanatçı ve bir sanat kolektifi de programda bulundu.
On gün boyunca dört grup halinde K2 Urla Nefes Alanı’nda misafir edilen bienal sanatçıları, burada üretim süreçlerine eğilme fırsatı yakalarken İzmir Akdeniz Bienali’nde yer alacak sanat eserlerini de üretmiş oldular. Bienal boyunca sergilenen eserler konuk sanatçı programının ürünü olarak hazırlanırken bienalin Akdeniz’den genç sanatçılar için bir platforma dönüşmesi de hedeflerden biriydi.
Aynı suya bakmanın farklı tezahürleri
İzmir, gerek 2003 yılından beri aktif bir güncel sanat pratiği üstlenen PORTIZMIR projelerinden bu yana bir sanat geleneğinden söz edebileceğimiz bir şehir olması gerek coğrafi olarak bir liman kenti olması sebebiyle bir geçiş noktası olarak kurgulanıyor etkinlik temelinde. 15 Ekim – 30 Kasım 2023 tarihlerinde 6 Şubat depremlerinin etkilediği bölgeler olan Tarsus, Mersin, Adana, Osmaniye, Hatay, Kahramanmaraş, Mut ve Afşin’de bir diğer “Akdeniz Bienali” ismini taşıyan Çukurova Çağdaş Sanat Kültür ve Eğitim Vakfı (Çukurova Çağdaş) tarafından düzenlenen I. Akdeniz Bienali’nden de hatırlanacağı üzere yine benzer bir formatta Akdeniz’i Akdeniz’in sanatçılarıyla beraber ortak bir kardeşlik, barış ve sanat temelinde bölüşüyor organizasyon. Bu yönüyle Akdeniz’de yaşayan sanatçıların perspektiflerine; ortak paydaları ve farklılıklarına ve bölgedeki dinamik sanat dünyasına yeni bir alan açmayı amaçlıyor.
Filistinli sanatçı Mahdi Baraghithi’nin Filistin’de yerinden yurdundan edilen insanların hikâyesinden oluşturduğu her sesin bir müziğe dönüştüğü işinden, Yunan sanatçı Stratis Tavlaridis’in İzmir’e özel tasarladığı iş böylelikle yan yana gelebiliyor ve ortaya kültürlerarası çeşitliliğin İzmir temelinde bir sunumu çıkıyor. Tavlaridis’in Akdeniz’in yüzeyini el yapımı Nepal kâğıdı ile tek tek keserek ürettiği işi, Akdeniz’in yüzeyini çağrıştırması hasebiyle bir nevi “İzmir Akdeniz Bienali”nin sembolü sayılabilecek derecede Akdeniz’in birleştirici gücü olarak duruyor.
Aynı suya bakan farklı toplumlar, Akdenizli olma kimliği üzerinden nesnel bir gerçeklik kurarak ilişki biçimlerini ortak bir alanda ortaya koyma amacına girişiyor. Ortak payda olarak Akdeniz kimliğinin öne çıkması ilham kaynağı olarak da her bir farklı kültürün kendine has yaklaşımının bir tezahürü olarak boy gösteriyor. Özellikle Diyarbakır merkezli Merkezkaç Sanat Kolektifi’nin suda kaybolan kâğıttan kayıklarla ürettiği deneysel işi bu yönüyle en dikkat çekici eser olarak göze çarpıyor. Gelen katılımcıların kâğıttan kayıklara dileklerini yazarak suya bıraktıkları deneyim katılımcılara deneysel bir Akdeniz metaforu yaşatmasının yanı sıra sudaki yansımaları merkezine alarak yeni bir uzam açıyor. Bu düşünceden hareketle İzmir’in sanat ve kent kültüründe önemli yer edinen İzmir merkezli bağımsız kolektiflere de alan açılabilirdi diye düşünüyorum. Özellikle Darağaç gibi alternatif bir mahalle kültürünü yaratan oluşumun İzmir temsiliyeti açısından yeni sanatçılara sanat pratiklerini bu alana taşıma fırsatı sunması organizasyona renk katabilirdi.
Akdeniz kıyısındaki sanatçıların Akdenizli olmaktan kaynaklanan çoğulculuğu, çeşitliliği ve özgürlüğü merkeze alan duyarlılıklarının öne çıkabileceği bir işler bütünü olarak da okunabilir İzmir Akdeniz Bienali. Daha önce dört kez düzenlenen PORTIZMIR Uluslararası Güncel Sanat Trienali’nin 20 yıllık bir güncel sanat geleneği oluşturduğu İzmir’de kentin sanat ve kültür dinamikleri bu yönde nasıl bir potansiyeli açığa çıkarabilir sorusundan yola çıkılarak zaman içinde bienale çeşitli teyellemeler yapılabilir. Bu geleneğin yeni ürünler vereceği ve sanatsal bağları kuvvetlendireceği kaçınılmaz. İzmir Akdeniz Bienali özelinde not düşülmesi gereken şeylerden biri, belki de yerel yönetimlerin sanatsal organizasyonlar için belirledikleri kıstaslar konusunda dayatmalarda bulunmaması gerektiği. Organizasyon yetkilileri ve yerel yöneticiler arasında kurulabilecek ortak bir konsensüsün sadece mevcut yönetimin istekleri doğrultusunda gelişmemesi daha özgür bir alan açabilir ilerleyen yıllarda.