Söyleşi

“Kaba saba, hırpani ve çiğ bir deneyim”

Kairos Galeri’nin ikinci sergisi Murat Balcı, efsanelerden, sömürgeciliğe, kurumsal aşklara ve değerli madenlere kadar uygarlığı geliştirdiği düşünülen gelişmelere yönelik kısmi sabotajlar gerçekleştiriyordu.

Murat Balcı, Hacılar Ahşap, Bakır, Metal, Plastik, Kumaş, 42x15 cm, 2022.

Murat Balcı, Kairos Galeri’de 20 Kasım’a kadar süren “başlangıçta her şey hiç kimseye aitti” adlı kişisel sergisinde sahip olma arzusunu ve böylece bizi sarıp sarmalayan mülkiyet ilişkilerini kesintiye uğratabilecek estetik ve politik bir dil geliştiriyor. Efsanelerden, sömürgeciliğe, kurumsal aşklara ve değerli madenlere ulaşmaya kadar uygarlığı geliştirdiği düşünülen kötücül örgütlenmeler ağına yönelik kısmi sabotajlar gerçekleştiriyor. Sahip olma dürtüsünün kusuru sanatçının kara mizah anlayışına sızmaktan kendini kurtaramıyor. Balcı, yedi benzemezin bir araya gelerek, kaba saba, hırpani ve çiğ bir deneyim yaşatmaya çalıştığını ileri sürdüğü sergide ihtimal odur ki; bu eserlerde birileri “Bir korsan gemisi! girmiş körfeze.”* diye bağırıyordur. Başka bir işte ise birileri otonom bir yapı içerisinde uygarlık ateşinin karşısında kendi ateşlerini yakıyordur.  

Murat Balcı, J.W. Paylaşımda!, Yerleştirme, Tuval Üz. Yağlıboya, 45×35 cm, Elde dikilmiş korsan bayrağı, 50×70 cm, 2019.

Kurtuluş Rum İlköğretim Okulu’nda gerçekleşen 2018 tarihli ilk kişisel serginiz “Evcil Sesler / Diğer Tarafta” notalar ve okul şarkıları üzerinden kara mizahı da içinde barındıran bir iktidar okuması yaparken bu sergide ise mülkiyet ilişkilerinin akıl almaz boyutlarını ele alıyorsunuz. Bu anlamda her iki sergi arasında kavramsal, estetik ve politik anlamda güçlü bir bağ olduğu söylenebilir mi?

Elbette birçok açıdan bağ kurulabilir. Ama serginin sadece “Mülkiyet” kavramı üzerine söz aldığını söyleseydik yetersiz olurdu. İlk sergi “Evcil Sesler” ve “Diğer Taraf” diye iki bölüme ayrılıyordu. “Evcil Sesler” medeniyetin diğer bir “nimeti” olan eğitim sistemi ve onun üzerimizdeki etkisine değiniyordu. Yeni sergideki “Mülkiyet” kavramı “Evcil Sesler”in işlevini görüyor. Yani medeniyetin içinde inşa edilmiş sistemlerle olan ilişkimiz. “Diğer Taraf” ise doğrudan bireye bakış. Onun zihinsel, duygusal dünyasına bir yolculuk. İşte yeni sergide “Diğer Taraf”ın temsili olan kavram sahip olma arzusu. Bireyi içten dışa sarmalayan bir fikir, bir istek.

Yer altında birbirine bağlı birçok tünel kazıyorsunuz. Yüzeydeki iktidar pratiklerine ve mülkiyet ilişkilerine yönelik bir kazıdan ve o işleyişi kesintiye uğratacak bir çabadan bahsedebiliriz. Bu kazıların işleyiş dinamiği nasıl gerçekleşiyor?

Ben de çoğu gibi iktidarla aramdaki fikirsel mesafeyi baz alarak bir takım eleştiriler üretip kısmi sabotajlar gerçekleştirmeye çalışıyorum tabii. Ama bu sergide amacım ürettiğim işlerin izleyicilerini kendi zihinlerinde tüneller kazmaya teşvik etmesi. “Sahip olmayı istemenin nesi yanlış?” gibi bir soru kulağa oldukça melodik ve haklı geliyor. Hâlbuki tarihten günümüze her türlü yağma, kolonizasyon, köleleştirme ve asimilasyonun arka planında bu tatlı, popüler melodi çalmakta.

Kara mizah sizde mülkiyetçilikle olan bağımızın utanç verici olduğu üzerine kurulu bir zeminde mi işliyor? 

Evet. Ve bu soruyu BİZ diyerek sorduğun için teşekkür ederim. Çünkü sahip olma arzusunun cazibesinden hiçbirimiz kaçamıyoruz.

Başlangıçlara dair söylemlerin kendisinden sonra gelen üzerinde bir hiyerarşi kurduğunu düşünüyorum. Ondan Deleuze’ün ‘ortadan başlamak’ fikrini yardıma çağırıyorum. Başlangıçlara ve sonlara yapılan hiyerarşik vurgu, ortadan başlanarak geçersiz ilan edilebilir. Nitekim geleneksel ağaç biçimli düşünceye karşılık köksaplar birbiriyle örgütlülük içinde bir akışa sahip. Başlangıçta her şey herkese aittir diyerek farklı bir söylem üretiyorsunuz. Bunun da ortadan başlamakla alakası olduğunu düşünüyor musunuz?

Aslında “başlangıçta her şey herkese aitti” sözünü Proudhon söylemiş. Ben o iyeliği de kaldırıp “başlangıçta her şey hiç kimseye aitti” demek istedim. “Herkes” kelimesi insanları tanımlayan bir kelime hâlbuki dünya üzerinde birçok türle beraber yaşıyoruz. Sorunun cevabına gelince ben galiba farklı bir metot denedim. Sahip olma arzusunun kısır evrimine bakınca geçmiş ve gelecek arasında önemli bir fark görmediğim için bu iki ucu birleştirip bir çembere dönüştürmeyi düşündüm. Bu yüzden evet, sergi bir tarih çizgisini takip ediyor. Ama bu çizginin bir başında şafak diğerinde ise asile var. Birbirini takip eden bu iki vakit, zaman çizgisini bükerek bir çembere dönüştürüyor ve bizler üç milyon yıldır bu iki vaktin arasında aynı fikirle dönüp duruyoruz.

Murat Balcı, Arzu Tapınağı, 2020, Ahşap, Pirinç, Aydınlatma, Metal Anahtarlar, Ayna, Kumaş, 51 x 197 cm.

Bu sergi için kilit bir rol oynayan bir metafor var: kilit. Bu kilitler açıldıkça bir gizemden ziyade aynî olan durumlarla karşılaşıyoruz. Biraz kendimize, çevremize az da olsa tarihe baktığımızda mülkiyet ilişkileriyle sarmalandığımızı fark edebiliriz. Üretim sürecinde her bir kilidi açtığınızda nelerle karşılaştınız?

Kilit, anahtar, kapı ve türlü eşyalar. Dediğin gibi sergide asla gizem diye bir şey yok. Hatta barizliğinin yanında serginin parçaları ve yerleştirmesi size estetik bütünlüklü, büyülü, ahenkli, göz okşayan bir deneyim yerine yedi benzemezin bir araya geldiği, kaba saba, hırpani ve çiğ bir deneyim yaşatmaya çalışıyor. Bu yedi benzemezin her biri mekânda kendi sergisini kuruyor ya da sergiye bir katalog metniyle destek veren Ahmet Ergenç’in deyişiyle “Freak Circus”a dönen sergide her bir yapıt izleyicisine kendine has tedirgin edici bir şov sunuyor. Dolayısıyla bahsettiğin kilitler açıldığında ortaya çıkanlar, sergide gördüğümüz yapıtların ta kendileri oldu.

Thomas Bernhard “Ungenach” adlı romanında bir ailenin iki oğluna kalan devasa büyüklükteki Ungenach’ı bir oğlu bütün vasilere bölüştürerek( ki bu yer iki çocuğa da iflah olmaz yaralar açmıştır) o yeri mahvetmek gibi bir düşünceyi gerçekleştiriyor. Çoğu şeyin düzelmesini sağlayacak bir alt üst oluş olarak görebiliriz. Ama çoğu şey de düzelmeyecek kadar berbat bir durumdadır. Burada olduğu gibi ileriye doğru değil de, geriye doğru büyük bir atlamaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyor musunuz?

Geri ve ileriden kastın zaman ise biz zaten geleceğe attığımız her adımla geçmişimize yaklaşıyoruz. Sergideki şafak-asile çemberinin amacı bu tekrarı göstermek. Ama yaklaştığımız şey geçmişte ve şimdideki  köhnemiş fikirlerimiz. Eğer fikirlerin deneyimleri deneyimlerin de fikirleri doğurduğuna inanıyorsak bir gün ikisinden birinde oluşacak bir fark topyekûn çemberin rengini değiştirecektir.

Murat Balcı, Kurumsal Aşk, Antika Tartı (Demir ve Pirinç), Polyester, Pirinç, Akrilik, 40×46 cm, 2022.

Kapitalizmle beraber artık her yerin kadastro haline geldiğini uygarlık okuması üzerinden yapıyorsunuz. Uygarlığı en sert biçimde eleştirdiğiniz yönünü merak ediyorum.

Uygarlık bireyi vicdanla hayatta kalmak arasında durmadan karar vermeye zorlayan bir mekanizma. Ama bu makinayı biz icat ettik. Benim en büyük eleştirim uygarlığı vicdansızlığın silahına dönüştüren insanadır yine.

Charles Baudelaire’in bir fotoğrafı var. Şairin tiksinir şekildeki bakışı, 19. yüzyıla ve özellikle Paris’e bakışını hatırlatıyor bana. Pasajların açıldığı, meta fetişizmin alıp başını gittiği, yeni bir dünya fantazmagorisinin yerini aldığı bir döneme öfkeyle bakmıştı. Böyle bir bakışa şimdi daha fazla ihtiyacımız olduğunu düşünüyor musunuz?

Hayır düşünmüyorum. Çünkü zaman hem güzel sürprizler hem felaketler getiren bir yapı. Örneğin günümüzde yeniliklerle gelen her sığlaşma ve tuhaflaşmanın yanında olumlayabileceğimiz ve hatta kaçınılmaz olarak gerekli olan birçok şeye de henüz kavuşmuş durumdayız. Yine de vicdani ve gerekli  olan değişimlerin büyük bir kısmı teknolojinin bir getirisi olmaktan çok açık fikirli olmanın bir ürünü.

Bütün bu mülkiyet ve el değiştirme sürecine tarihsel bir açıdan yaklaştığınız ileri sürülebilir. Öyle olunca da aklıma tarihsel materyalizm geliyor. Benjamin’in baktığı yerden baktığımda kültürü bir barbarlık ürünü olarak değerlendirebileceğim gibi kültürel ürünlerin yağma edilip bir zafer alayı gibi üzerinden geçilmesinin tarihin her döneminde kendine yer bulması var. Günümüzde de bunun korkunç bir şekilde devam ettiğine tanık oluyoruz. Sergide içten içe bu durumu dillendirdiğiniz söylenebilir mi?

Sömürüden kültürün muaf kalabileceğini söylemek safdillik olurdu. Zira sömürgecilik de bazı açılardan kültürel bir gelenekti. Sömürgecilik bir coğrafyanın kaynağını kurutur, insanını köleleştirir, kültürünü iğdiş eder değil mi? Bir zamanlar çoğu krallığın ve hâlâ bazı devletlerin işlediği bir suç. Uygarlığın sözcülüğüne soyunan birçok ülkenin hâlâ yüzyıllar önce çaldığı sömürge ganimetlerine bilet kestiğini müze gişelerinde görmek bizi şaşırtmaz.  Sergideki “Hacılar” bu durumlara bir gönderme yapıyor denebilir.

Murat Balcı, Ayaklanma, Mantar Pano, Toplu İğne, Kağıt Üzerine Mürekkep ve Suluboya, 103×123 cm, 2022.

Bir eserde, bir korsan bayrağında kör gözün dışında gören gözden bir tabloya bakıyoruz. Aslında burada kimin korsan kimin yasal olduğunu da bulanıklaştıran bir müdahale var. Korsanlığı mülkiyet ilişkileri içinde nasıl okuyorsunuz?

Güçlüyü daha güçlü zayıfı daha zayıf kılan değerleri dolaşımdayken aşırıp herkesin paylaşımına açan, korsandır benim için. Bu mantıkla bakınca korsanlık bir mülkiyetsizlik önermesi gibi geliyor kulağa. “Ya herkes sahip olur ya hiç kimse” gibi.

Sergide siyah duvarlar ve perdelere yer vererek izleyiciyi karanlık bir ortamla baş başa bırakıyorsunuz. İnsanı boğan bir yönü var. Ama karanlığa yaklaşıp ondaki kuvvetleri fark ettiğimizde bu boğucu atmosferin tersine çevrilebileceğini sezinliyorum. Neden böyle bir sergileme ihtiyacı hissettiniz?

Işığın şafak ve asilede sıkışıp kalmasını istedim. Ara vakitleri silip bu iki vakti birbirine bağladım. Bu yüzden sergide ışığın işlevi,  doğup yükselmeyen veya tam batacakken asılı kalmış olan güneşin bir temsilidir.

Bu sergi her ne kadar sert eleştiriler sunsa da, farklı bir yaşamın olabileceğine dair bir esere yer vermesiyle de dikkat çekiyor. Otonom yaşama biçiminin başka türlü bir yaşamın olabileceğine yönelik vurgusunu yeterli buluyor musunuz?

Samimi olalım,  ancak felaketler bizi olmamız gereken pozisyonlara sürüklüyor. İyi niyetli, akılcı ve yaratıcı fikirleri için teşekkür ettiğimiz antik düşünürlerin hayalini kâbusa dönüştürmedik mi? Evet, yaşadığımız hayata alternatif bir deneyim olarak otonom bölgeler vardır. Ama tarihi tekerrürden ibaret kılan bizlerin içinde bulunduğu herhangi bir yaşamsal ortamı uzun soluklu ideal bir deneyime dönüştürebileceğinden emin değilim.

*Ece Ayhan’ın “Bakışsız Bir Kedi Kara” adlı şiirinden.


Bu yazıyı beğendiniz mi?

Argonotlar Telif Kumbarası desteğinizi bekliyor!

Çok sesli ve bağımsız güncel sanat yayını Argonotlar, 2023 yılı yazar telifleri için okurlarını desteğe çağırıyor.

Siz de Argonotlar Telif Kumbarası’na tek seferlik 100₺, 250₺, 500₺ ve 1000₺ olmak üzere dört farklı kategoriden kendiniz için en uygun olanını seçerek destek olabilirsiniz.

Argonotlar olarak bu destekle 70 ila 100 arasında yazı yayınlamayı, yazarlarımıza ödediğimiz telif miktarını artırmayı ve daha fazla yazara alan açarak güncel sanat başta olmak üzere kültür sanat alanında çok sesli ve bağımsız bir mecra olmaya devam etmeyi hedefliyoruz. 

Argonotlar olarak gelir modelimizi çeşitlendirmek ve sürdürülebilir bir yayıncılık için arayışlarımız devam edecek. Argonotlar Telif Kumbarası dışında her türlü reklam, destek ve fon öneriniz için bize info@argonotlar.com e-posta adresinden ulaşabilirsiniz.

Görsele tıklayarak detaylı bilgi edinebilirsiniz.

İlginizi Çekebilir

Kütüphane

21 Aralık 2024 tarihine kadar Bozlu Art Project Mongeri Binası’nda görülebilecek olan “İçinde Bir Bağ” sergisinin katalog metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Kütüphane

Sibel Kırık'ın "Akt-Metabol" isimli kişisel sergisi için Emre Zeytinoğlu'nun kaleme aldığı metin Argonotlar Kütüphanesinde.

Kütüphane

Mehmet Çeper'in "Derhal" isimli kişisel sergisinin katalog metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Duyurular

Kreşendo'nun düzenlediği "Bu Festival Bizim," 1-8 Kasım tarihleri arasında gerçekleşen birbirinden renkli konser, atölye ve konuşmalarla şehrin nabzını mutluluğun ritmiyle attırdı.

© 2020

Exit mobile version