Eleştiri

Kaç parçaya ayrıldık?

Ankara Ka Atölye sezonu 31 Ekim’e kadar görülebilecek Yer Parça sergisiyle açtı. Metehan Törer, Umut Kambak ve Funda Susamoğlu’nun çalışmalarının yer aldığı sergi izleyicisiyle yer, yerleş(eme)me, yersizlik gibi kavramlar üzerinden iletişim kuruyor.

Doğduğumuzdan bu yana kaç parçaya ayrıldık? Duygularımız, düşüncelerimiz, inançlarımız, yaşamlarımız, anlarımız kaç parçaya ayrıldı ve dahası, aklımızı bir güç imgesine dönüştürürken etrafımızı kaç parçaya ayırdık…

Ankara’nın düzayak yegane sergileme mekânı olan Ka, 2011 yılında fotoğrafçılığa adanmış bir yer olarak kuruldu. Haziran ayında taşındığı yeni mekânında ise fotoğrafa özel bir odaklanmanın yanı sıra atölyeler, söyleşiler, sunumlar, sanatçı konuşmaları ve sergilerin düzenlendiği yaşayan bir mekâna dönüştü. Yerel ve uluslararası çağdaş sanat uygulamalarını keşfetmeleri için izleyicisine açık bir kapı sunuyor.

Ka, sezonu 21 Eylül’de Yer Parça sergisiyle açtı. Metehan Törer, Umut Kambak ve Funda Susamoğlu’nun çalışmalarının yer aldığı sergi, izleyicisi ile yer, yerleş(eme)me, yersizlik gibi kavramlar üzerinden iletişim kurmak istiyor. Bunu, seramik, beton, demir gibi malzemeleri kullanarak yapmaya çalışıyor. Tüm bu kavram ve malzemelerin bir araya gelişi, kapısı sokağa açılan sergi mekânının kent ile kurduğu doğrudan teması kuvvetlendiriyor. Kentin içindeki konumu, mekânın mimari yapısı ve serginin formu bizi hem içeriye hem de dışarıya davet ediyor. Bu, pandemi koşullarının bizi ittiği yeni bir sergileme biçimi mi, mekânın alternatif doğasının bizi içine aldığı bütüncül yapının bir parçası mı yoksa Yer Parça’nın bize bir lütfu mu bilinmez. Ama gerçek şu ki Ankara’nın sergi mekânları içerisinde belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz şeyi bize veren bir alternatif duruma ve konuma işaret ettiği kesin.

Ka Atölye Yer Parça sergi görünümü.

Sergi gezip çıkılacak bir konumdan öte hemen yanında bulunan bankaya giderken, üst katındaki iş merkezinde doktorlardan birine muayene olup çıkarken ya da karşı kaldırımdaki otelde sabah kahvaltısını yapıp Kuğulu Park’a doğru yürürken içinden geçilebilen bir formda. Kaldırımda dururken vitrinden izlenebilen sergi, yapıtların yer ile kurduğu ilişkiyi bir biçimde izleyiciye deneyimletiyor. Peki, yersizliği, dünyasızlığı ve zeminsizliği yeniden hayal eden bir karşılaşma mı bu? Gerçek ile bağını koparmak üzere olan formlar yeniden yerleşmeyi, yeni bir dünyayı önermeye yeter mi? Belki de bu formlar, insanın tutunacak bir gerçeği olmadığında, arafta kalma halini yansıtıyordur, kim bilir. Düşmeden hemen önce, ama ayağı da yerden kesilmiş halde… 

Metehan Törer, Uyumlanamayan, 2021.

Umut’un “Kançık Anastasia” isimli video yerleştirmesindeki inşaat demirinin duvardaki konumunu, Funda’nın kitapların arasına yerleştirdiği elle şekillendirilmiş çamuru ile “Yaban Düşünce”sini ve Metehan’ın “Uyumlanamayan” isimli, masanın üzerine düşen figürlerinin amorf yapısını içine alan yerleştirmesini mekânın camından izlerken yeniden mi yerleşiyoruz yoksa onlara tam da Funda’nın vitrindeki “Dört Ayak” isimli yerleştirmesi gibi yeşil bir perdenin arkasındaki sahnenin izleyicisi olarak mı bakıyoruz? Kaldırım taşlarını ayağımızın altında hissederken içeriden ve dışarıdan izlenebilen, dinamik bir forma bürünmüş, parçalanmış durumda olan, ismiyle müsemma bu serginin bir parçası mıyız? Bana kalırsa bu serginin bir parçası olamayacak kadar “gerçeğiz”. 

Serginin yer(leşme) ile kurduğu diyaloğa kulak verdiğimizde, sanatçıların eserlerinde kullandığı malzemelerin ham hali (çamur), formların detaysız ve amorf yapısı aracılığıyla toprak ile kent arasındaki konumumuzu sorgulamaya başlıyoruz. Toprağın dönüştürücü ve onarıcı gücünü nasıl sabote ettiğimizi, doğayı nasıl parçalara ayırdığımızı…

Ka Atölye Yer Parça sergi görünümü.

Tarihöncesinden bugüne kadar yerleşmekle ilgili bir güdümüz hep vardı. Önceleri çok yürüdük. Yürüdük, yürüdük, göçtük ve sonra durduk, ayağımızın yer ile olan ilişkisinde zeminin sağlamlığını deneyimledik. Zemin sağlam, yerçekimi kuvvetli idi. Yaşamlar kurduk, yerleştik. Hayatta kalma dürtüsü ve üretmek için yerleştik. İlk başta dengeli bir durumdu bu. Yerleşik hayatta toprak bize hemen her şeyi verdi, yemeğimizi, evimizi, yemek yediğimiz kabı, yaşamın kendisini… Aldıklarını dönüştürücü gücü de muazzamdı. İlkçağlarda çöplerimizi toprağa gömerdik, daha doğrusu gömebilirdik. Çünkü toprak onları dönüştürebilirdi. Zemin bir sınır değildi. Bütünün parçaları gibi, topraktan insana insandan toprağa, yer değiştiren ve dönüşen parçalardık. Sonra, sonrası tam bir kaosa sürüklendi. Toprağın ötesinde bir şeyler aradık, aradığımızın belki de ne olduğunu bilmeden. Doğayı parçalarına ayırdık ve toprağın dönüştürücü ve onarıcı gücünü yok etmeye başladık. Şimdi de yeni bir yerleşme, yeniden yerleşmenin olasılığını kovalıyoruz. Kaldırım taşlarının altındaki kumsalı bulabilecek miyiz, kim bilir.

Çok yönlü bir izleme ve okuma sunan sergi, 31 Ekim’e kadar, Ka’da görülebilir.

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Raziye Kubat’la dağ köyüne dönüşünü, romantik imgelerden uzak bir perspektifle, doğanın sertliği ve direnişiyle şekillenen yaratım sürecini konuştuk.

Kütüphane

Sanat Dünyamız dergisinin "Sanat Tarihi Nasıl Yazılır?" temalı Eylül/Ekim 2024 tarihli sayısında yayımlanan Sezin Romi'nin yazısı Argonotlar Kütüphanesinde.

Söyleşi

Civan Özkanoğlu ile .artSümer'de gerçekleşen ilk kişisel sergisi "Hepimiz Biliyoruz"u konuştuk.

Duyurular

Argonotlar Almanak 2024'ün basılı olarak yayımlanması için başlattığımız destek kampanyasının detayları bağlantıda!

© 2020

Exit mobile version