Eleştiri

Keşfetmenin ve yok etmenin yolları

Somut bir tarihsel gerçeklik ve önemli bir miras olarak Bizans’ın nasıl algılandığını, bu mirasın yıllar içinde ideolojik olarak nasıl ötelendiğini okuyabileceğiniz bir sergi.

Eski eserleri inceleyen meraklı İstanbullular, 1900'ler. Büke Uras Koleksiyonu.

Sondan başlayalım. Pera Müzesi’nde devam eden İstanbul’dan Bizans’a: Yeniden Keşfin Yolları, 1800-1955 sergisine dair, serginin kapsadığı yakın tarih 1955’ten bugüne doğru ilerleyelim.

Bu tarih, Türkiye’nin 1924’ten bu yana düzenlenen Bizans Çalışmaları Kongresi’ne ilk ve son kez katıldığı tarih. İkincisinin 1955’ten tam 66 yıl sonra, Ağustos 2021’de İstanbul’da yapılması planlanmış, kamuoyuna 2020’de açıklanmıştı. Ancak kongre pandemi nedeniyle önce ertelendi ve nihayetinde iptal edilerek Venedik’e taşındı. İstanbul’dan Bizans’a: Yeniden Keşfin Yolları, 1800-1955 sergisinin de eşlik edeceği 24. Uluslararası Bizans Çalışmaları Kongresi’nin İstanbul ev sahipliğinde gerçekleşememesinde, 1934’te müzeye dönüştürülen Ayasofya’nın 2020’de camiye çevrilerek ibadete açılmasının da payı vardı. Bir başka faktör de Uluslararası Bizans Çalışmaları Komitesi Başkanı John Haldon’ın açıklamasında yer aldı: “Türk Tarih Kurumu’nun Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yetki alanında olmasından dolayı, Bizans/Doğu Roma İncelemeleri Türkiye Milli Komitesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan ve Cumhurbaşkanlığı’ndan kongreye ev sahipliği yapılması konusunda onay arayışında oldu. Ancak bu otoritelerin ikisinden de ne olumlu ne de olumsuz herhangi yanıt alınabildi.”[1]

Serginin kapsadığı ve kongrenin İstanbul’da yapıldığı 1955 tarihi bir başka vahim olaya daha tekabül ediyor. 15-21 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilen kongreden sayılı gün önce yaşanan 6-7 Eylül pogromu.[2] Bizans sevgimizi kimse sorgulamasın!

Bugüne yaklaştıkça vehametin derecesi giderek artıyor. Türkiye’de ilk Bizans Sanatı kürsüsü 1963’te İstanbul Üniversitesi’nde Prof. Dr. Semavi Eyice tarafından kuruluyor. Bizans Sanatı Kürsüsü, 1982’de Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’ne bağlı bir anabilim dalına dönüştürülüyor. (Eyice bir röportajında, 12 Eylül sonrasında YÖK’ün kurulmasıyla birlikte Bizans sanatı derslerinin sadece bazı üniversitelerde, haftada iki saatlik bir konuya indirildiğini söylüyor.)

Theodora ile Ioustinianos Nika İsyanı sırasında,
Alexandre Raymond, erken 20. yüzyıl, suluboya, Ömer Koç Koleksiyonu.

1955 yılında İstanbul’da yapılan Bizans Kongresi’nden 44 yıl sonra ilk kez 7-10 Nisan 1999 tarihleri arasında Boğaziçi Üniversitesi’nde uluslarası bir Bizans-İstanbul Sempozyumu düzenleniyor. 2001’de ise Türkiye’yi Bizans çalışmalarında uluslararası düzeyde resmî olarak temsil eden Türkiye Bizans İncelemeleri Milli Komitesi kuruluyor ve 2007’den itibaren her üç yılda bir Bizans Sempozyumları düzenleniyor.

Bizans İmparatorluğu’na 11 yüzyıl boyunca başkentlik yapmış İstanbul’da ancak 2015 yılında Koç ve Boğaziçi üniversitelerinde Bizans araştırmaları merkezi kurulabiliyor. Bugünden bakınca bu iki üniversitenin çabalarıyla açılan birimler, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nün Bizans Araştırmaları Bölümü ve Semavi Eyice Kitaplığı, çeşitli yayınlar ve sergiler önemli kazanımlar ancak Bizans kültür mirasının resmi ve ideolojik olarak kabul görmediğini, bu alandaki çalışmaların toplumda karşılığını yeterince bulamadığını da gösteriyor.

Neticede Kara Murat filmlerinden tanınan bir Bizans, ötekileştirilmiş, tabulaştırılmış bir Bizans söz konusu. Ya da resmi tarih eğitiminde Bizans’ı hatırlayalım. Sonuçta Bizans hem iç hem de dış düşman. Ve “içerdeki düşman” hâlâ ayakta kalmaya direnen bir miras.

Başa ve serginin kurgulandığı 19. yüzyıl dünyasına dönecek olursak dönemin politik ve kültürel dönüşümlerine paralel olarak Bizans araştırmalarının akademik bir disiplin olarak hangi koşullarda, nasıl oluştuğuna dair bir çıkış noktası sunuyor 1800’lerin sonları.

Brigitte Pitarakis’in küratörlüğünde altı bölüm olarak kurgulanan sergi, merkeze İstanbul’u koyarak kentin Bizans mirasına dair o dönemde oluşmaya başlayan uluslarası ve yerel ilginin arka planına bakıyor ilk bölümde.

Gelişen deniz ve demir yolları her türlü iletişimi hızlandırırken, matbaacılık teknolojisi gelişir bilgi sistematize edilirken, müzeler kurulur kitlesel turizm başlarken İstanbul’un Batı için bir çekim merkezine dönüştüğü yıllar…

Kadeh, 9. yüzyıl. Bakır alaşım, altın kaplama, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Buluntu yeri: Vrap Köyü, İşkodra, Dürres Arnavutluk. Vrap Hazinesi olarak tanınan eser grubundan, 1902.

1839’da Tanzimat Fermanı’yla başlayan geç dönem Osmanlı Devleti’nin kendini yenileme çabalarının da etkisiyle Sultan Abdülmecid’in Fossati kardeşlere Ayasofya’yı restore ettirmesiyle vücut bulan (1837-1858/59) Bizans mirası hamiliği, kenti Batılı bilim insanlarına ve teknolojik yeniliklere açması, Avrupa’yı ilk ziyaret eden Osmanlı hükümdarı Sultan Abdülaziz’in Paris Dünya Fuarı’ndaki Osmanlı bölümünde İstanbul’daki Bizans anıtlarının rekonstrüksiyon çizimlerine de yer vermesi gibi çeşitli unsurlar, Batı’nın kimlik arayışında antik Yunan’ın devamı olan Roma İmparatorluğu’nun mirasına yönelmesi gibi dinamikler İstanbul’u “Doğu’nun başkenti” yapıyor yeniden.

Kültürel miras kavramının, modern arkeoloji ve modern müzeciliğin ortaya çıktığı 19. yüzyılda, İstanbul’da başlayan bu hareketliliğin izini ikinci bölümde kentte yapılan ilk Bizans kazıları ve araştırmaları etrafında inceliyor sergi.

Gaspare Fossati tarafından, Ayasofya’nın onarımını himaye eden Sultan Abdülmecid’e sunulan nadir kitap. Londra: P. & D. Colnaghi, 14 Ağustos 1852. İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi.

Serginin başyapıtlarından biri Fossati kardeşlerin Sultan Abdülmecid’e hediye ettiği ve dünyadaki tek kopya olan el yapımı albüm, Bağdat-Berlin demiryolunu gösteren haritalar, Orient Express’in İstanbul afişi, Alman İmparatoru II. Wilhelm tarafından hediye edilen Bizans üslubundaki Alman Çeşmesi’nin açılışından görüntüler, İstanbul’un işgal yıllarında garnizonlarını Sarayburnu’nda kuran Fransız subayların Bizans eserleriyle fotoğraflarına İstanbul’un çeşitli bölgelerindeki kazılarda bulunan arkeolojik buluntulardan örnekler eşlik ediyor.

Sergide kronolojik olarak ilerledikçe artan kazılarla birlikte ortaya çıkan buluntuları korumak ve sergilemek için yeni binaların yapıldığını, kurumsallaşma sürecinin hız kazandığını görüyoruz.

Serginin üçüncü bölümünde 1869’da kurulan ve Aya İrini’de yer alan Müze-i Hümayun’daki eserlerin 1880’de Çinili Köşk’e, ardından da Osman Hamdi Bey müdürlüğünde bugünkü mekânı İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne taşındığı sürece tanık oluyoruz laboratuvarı, kütüphanesi, yayınlarıyla kendini büyüten müzeye hediye edilen, o dönemki kazılarda ortaya çıkarılarak müze koleksiyonuna katılan eserler, müze yayınları, kataloglar aracılığıyla.

Geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemini kapsayan dördüncü bölümde, kentteki deprem ve yangınların ortaya çıkardığı, bu afetlerin kente zarar verirken bir taraftan da arkeolojiye katkı sağlayan yanına tanık oluyoruz. Öte yandan kentte 30’lardan sonra başlayan şehircilik faaliyetleriyle, kentsel dönüşümle Theodosios ve Ceneviz surları gibi yıkılan tarihi mirasların izlerini görüyoruz belge ve fotoğraflarda. 1930’lar aynı zamanda İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin de kendi kazılarını başlattığı yıllar, tüm bu hareketin içinde kültürel miras tartışmaları, surların yıkılıp yıkılmamasına dair tartışmalar kamuoyunda yankı buluyor.

Beşinci bölümde Bizans kalıntılarını, yapı ve topografyasını kayıt altına almak üzere mimar, fotoğrafçı, kartograf, ressam gibi farklı disiplinlerden profesyonellerin hazırladıkları ayrıntılı haritalar, albümler yer alıyor.

Serginin 1955’le kapanan son bölümünde ise 40’larda Ayasofya ve Kariye Müzesi’ndeki onarımlar, mozaiklerin ortaya çıkarılması ve müzeleşme süreçlerinin dünyada uyandırdığı yankıyı aktaran fotoğraflar, belgeler ve bu ilginin modern sanata yansıyan örnekleri var. 1955’te İstanbul’da yapılan kongre hazırlıklarına dair fotoğraflar, kongre için bastırılmış pullarla sona eren sergi, somut bir tarihsel gerçeklik ve önemli bir miras olarak Bizans’ın bir dönem nasıl algılandığını, bu mirasın yıllar içinde ideolojik olarak nasıl ötelendiğini okumak için de iyi bir vesile. Kazılar, restorasyonlar, koleksiyonlar ve bilimsel girişimlerle ifade bulan ve tarihsel meşruiyet kazanan, kamuoyuyla paylaşılan, sosyokültürel hayata etki eden bu kültürel mirasa siyasetin ve ideolojinin etkisinde inişli çıkışlı bir yaklaşım olduğunu görüyoruz. Türkiye tarihinde faşizan bir karanlığın yaşandığı ve ardından ilk ve son kongrenin İstanbul’da yapıldığı 1955 tarihi ise keskin bir viraj. Sonrası, yazının başındaki gibi, ötekine yönelik meraktan ötekini yok sayma, yok etmeye uzanan bir kısır döngü…

***

İstanbul’dan Bizans’a: Yeniden Keşfin Yolları, 1800-1955 sergisiyle eşzamanlı açılan İstanbul’da Bu Ne Bizantinizm?”: Popüler Kültürde Bizans sergisi ise edebiyattan video oyunlarına, çizgi romandan müziğe, sinemadan modaya, farklı alanlarda Bizans algısına ait ortak temaları bir araya getiriyor; 19. yüzyıldan 20. yüzyılın başına uzanan süreçte yeniden keşfedilen Bizans’ın, sanatsal ifade alanlarındaki yansımalarını son 70 yılda üretilen popüler kültür örnekleri üzerinden sunuyor.


[1]https://www.gazeteduvar.com.tr/kultur-sanat/2020/07/28/bizans-kongresinde-ayasofya-depremi-acik-ve-seffaf-olun

[2]https://www.gazeteduvar.com.tr/galeri/2020/08/01/istanbuldaki-son-bizans-kongresinde-neler-olmustu

İlginizi Çekebilir

Gündem

Argonotlar ekibi olarak yıl boyunca yayınladığımız yazılardan bir seçkiyle karşınızdayız.

Kütüphane

Esra Özdoğan'ın Galeri Nev İstanbul'da gerçekleşen "Makinedeki Hayalet" sergisinin metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Söyleşi

Raziye Kubat’la dağ köyüne dönüşünü, romantik imgelerden uzak bir perspektifle, doğanın sertliği ve direnişiyle şekillenen yaratım sürecini konuştuk.

Kütüphane

Sanat Dünyamız dergisinin "Sanat Tarihi Nasıl Yazılır?" temalı Eylül/Ekim 2024 tarihli sayısında yayımlanan Sezin Romi'nin yazısı Argonotlar Kütüphanesinde.

© 2020

Exit mobile version