Söyleşi

Nefes almakla nefes nefese kalmak arasında*

Yunus Emre Erdoğan’la kavramsal ve bilimsel arayışlarla kurgulanmış manevi bir birikimi de gözler önüne seren “Nefes Almak” sergisi üzerine.

Yunus Emre Erdoğan, Nefes Almak, Yerleştirme Fotoğrafı, sanatçı ve SANATORIUM’un izniyle (Fotoğraf: Zeynep Fırat)

Yunus Emre Erdoğan’ın SANATORIUM’da 22 Aralık 2023 – 10 Şubat 2024 tarihleri arasında izlenen “Nefes Almak” adlı sergisi kavramsal, bilimsel arayışlarla kurgulanmış manevi bir birikimi de gözler önüne seriyordu. Disiplinlerarası bir üretimle kurgulanan sergi, kâğıt üzerine kuru malzeme (füzen, grafit, pastel) resimler, camdan üretilmiş bir obje (mütteka) ve buluntu nesnelerle birlikte kapalı bir şekilde sergilenen defterlerin bütünlüğü içinde sergilendi. İlim ve maneviyatın yoğun ilişkiselliğinden gelen bu birikimlerin neticesi olarak hazırlanan sergi, konu ve içerik açısından izleyiciyi de kişisel değerlerini düşündürecek bir anlatı oluşturuyordu.

Yunus sizinle konuşacağımız “Nefes Almak” adlı serginiz sanat üretiminizdeki kavramsal yaklaşım ve tasavvuf ilginizi bir araya getiriyor. Bu açıdan sergiye geçmeden önce genel olarak üretimlerinizin temelindeki yaklaşımları, konuları açabilir miyiz?

Çalışmalarımın temelinde sadık kalmaya çalıştığım ana gündemlerimle birlikte bu gündemleri besleyecek ilgi alanlarım var. Bir ana arter yol ve onu besleyen patikalar gibi düşünebiliriz bunları. Sanat izleyicisi olmamın dışında, sanat yapan biri olarak da elimden çıkan işlerden dünyayı ve dünyamı kavrayışıma ne kattığıyla yakından ilgilenmeye çalışıyorum, bazı hisleri yaşarken bir yandan bunları rasyonel bir takibe alıyorum. Bu, çalışmamın süreci ve bittikten sonrasına dair yaşadığım deneyim ve gözlem anlarını bir bütün olarak tekrar değerlendirmeye yarıyor. Duygu ve fikirler arasında farklı mantık ve yaklaşımlarla yapılan düşünme fiiline, bu çoklu düşünmeye Türkçede tefekkür diyoruz. Sohbetimiz ilerleyince değineceğimiz “Nefes Almak” sergisinin merkezini meşgul eden konu da bu. Bu tefekkür yolculuğunun ana arterinde bakmak, görmek ve kavramak var diyebiliriz. Patikaları ise eşya, mekân, boşluk, ışık, gölge gibi çoğaltabileceğimiz hem resmin (sanatın) hem düşünmenin (felsefenin) ortak nesneleri olan bazı kavramlara işaret ediyor. Uzunca bir süre bunları indirgemeci, sadelik içinde, minimalleşen bir çizgide çalıştım. Tüm bu yorumlama çabası, benim varlık olarak bunların neresinde durduğuma dair bir konum, bir pozisyon arayışını da yansıtıyor. Bazen karşılaştığım, bazen ise karşıma aldığım şeyler ile ilişkimden doğan yorumlar genel anlamda çalışmalarımın ifade biçimlerini belirliyor. Bu sürecin plastik kısmında ise atölyemde, bir çocuk gibi, simyacıları taklit ettiğimi söyleyebilirim. Çalışmalarımı ürettiğim medyumlarla “bunlar bazen kâğıt ve kömür, bazen cam veya fotoğraf-video” her ne olursa, onun sınırlarını görmek, onun imkânlarını tanımak adına bir ilişki kuruyorum. Bu anlamda bir tanışıklık kurma isteğim malzemeye kadar yansıyor. Gri bir skalada, tek kalemde çalıştığım natürmortlarımın yanında katman katman malzemenin kendince doygunluğa ulaştığı soyutlamalarım malzemenin sınırlarına dair arayışlarıma örnekler olabilir. Bu ilişki biçimini uzunca süre gündelik hayatımda deneyimlediğim eşya ve mekânlarla da sürdürdüm. Kompozisyon anlamında özellikle resim biçiminde ürettiğim bu çalışmalara son zamanlarda deneyimim dışında kalan eşya ve mekânlar eşlik etmeye başladı. Bunlar tarihsel-kültürel objeler ve mekânlar; bazen tanıdığımız bazen de ismi, kaydı bilinmeyen (anonim) verilerden oluşuyor. Bu konularda yaşadığım görme deneyimi fiziksel görüşümüzün dışında hayali, kurmaca bir görüşe daha yakın. Son zamanlardaki uğraşım ise tecrübe etmediğim olgu, mekân ve nesnelerin hayalimde nasıl belirdiğine dair imgeler ve onları bugününe çağırmak üzerine.

Üretimlerinizde odaklandığınız, son yıllarda yakın radarınızdaki konuları açtınız, SANATORIUM’da yılın ilk aylarında izleme imkânı bulduğumuz “Nefes Almak” adlı serginiz yoğun ve katmanlı ifadeler sunuyor. Serginizin kavramsal ve formal yönlerinden konuşalım isterim.

Kavramsal olarak sergiyi bir tefekkür imgesi arayışı olarak özetleyebiliriz. Şeyh Galip Efendi’den Orhan Veli’ye kadar oradan da bizim bugünümüze kadarki süreçte düşünme, hayal ve üslup arayışlarına odaklanıyor. Bu anlamda Edebiyat, Sanat ve Tasavvuf tarihinin etrafında gezinen bir sergi. Hem insan olarak hem de bir sanatçı olarak (var)oluş süreçlerini içine alan bir hayal dünyası kurmaya çalıştım. Buna tarihi ve kültürel bir obje olan derviş bastonu (mütteka/muin) eşlik etti sergide. Ana fikri ayakta tutmaya çalışan fakat kırılan bir değnek. Study II isimli çalışmanın üzerindeki sinopsiste yer aldığı gibi, uyuya kalmış bir dervişin hikâyesi. Teknik olarak değinmem gerekirse sergide kâğıt üzerine kuru malzeme (füzen, grafit, pastel) resimler, camdan üretilmiş bir obje (mütteka) ve buluntu nesneler ile birlikte kapalı bir şekilde sergilenen defterler yer alıyor. Hikâye ise Study serisinin ikinci parçası olan Study II isimli çalışmayla başlıyor ve serginin kavramsal olarak ana aksını oluşturuyor. Bir de bu çalışmadan neşet eden İki Hece var.

Sözünü ettiğiniz yaklaşımın altını çizmek isterim. Sergide geçmiş ve bugün arasında bir tefekkür imgesi ya da sizin deyiminiz ile hayal sezisini biçimsel ve kognitif bir yaklaşımla sunuyorsunuz. Burada yapıtların anlatısı nasıl boyutlanıyor, katmanlaşarak sanat aktarımında bir yön kazanıyor?

Bir bilme biçimi olarak hayal ve etkilendiğim sanatçıların, edebiyatçıların, düşünürlerin hayalleri benim hayallerimle iç içe geçerek var oldular bu sergide. Sergideki çalışmalar benim kişisel arayışlarım ve soru işaretlerimin ifadeleri açısından otobiyografikler. Hâlihazırda bu işleri okuma-yorumlama çabası açısından bir katman oluşturuyor. Diğer katmanlar ise sanat tarihi, edebiyat tarihi, inanç ve düşünce tarihi özelinde bir anlamlandırma çabasını içeriyor. Bu gelenekler içindeki anlam arayışlarından da izler taşıyor çalışmalar. Bir diğer ele alabileceğimiz kısım ise sergi genelindeki bütün hikâyelerin imgelerini gündelik hayattan yola çıkarak biçimlendirmiş olmam. Yani ele aldığım tarihsel referanslar içerisinde bazı imge ve motiflerin tekrarlarıyla değil, daha çok onların gündelik hayatımda nerede ve nasıl açığa çıktığıyla ilgilenmeye çalıştım.

Yunus Emre Erdoğan, Susmuşlar, 2019

Otomatik-soyut serileriniz kâğıdın yüzeyini grafit kalemlerle doldurarak ve füzenle doldurduğunuz yüzeyleri boşaltarak (kazıyarak) ürettiğiniz iki gruptan oluşuyor. Rastlantısal sayılabilecek şekilde yüzeyi dolduran jestler ve kasıtlı biçimde boşaltılan yüzeyler sezgisel bir şekilde soyut bir dünyanın da kapılarını aralıyor. Bu eylemsellik içinde şekillenen eserlerinizde boşluk ve doluluk ilişkisi size ne ifade ediyor?

Buradaki boşluk ve doluluk ilişkisi ilk olarak benim için teknik açıdan resmin temel meselelerini ifade ediyor, yani kompozisyon bilgisi ve arayışlarını. İkinci olarak da içerik açısından neyi görünür neyi görünmez kıldığı ile ilişkili. Bu çalışmalarda düşünme fiilinin askıya alındığı bir kendinden geçiş anını görünür kılmaya çalışıyorum. Boşluk ve doluluğun rastgele örgütlendiği bu yüzeylerde bir vecd hali mevcut.

Eserleriniz performatif bir anlatıyı da sunuyor. Sergimetninin yazarı Hüseyin Gökçe, metinde nefes almakla nefes nefese kalmak arasındaki ince sınırlardan söz ediyor. Bu ki eylem sergide bize neyi işaret ediyor, hangi bağlamda yer alıyorlar?

Hüseyin’in sergi metninde bahsettiği nefes almak ve nefes nefese kalmak ilişkisi benim için en temelde nitelik ve niceliği (keyfiyet ve kemiyet) ifade ediyor, yani birlik ve çokluk. Nefes almak tek bir ana, nefes nefese kalmak ise arka arkaya dizilmiş birçok ana, sürece işaret ediyor. Sergi özelinde bahsettiğiniz performatif anlatı büyük oranda otomatik-soyut seriye ait çalışmalardan oluşuyor. Bunlar özellikle üretim süreci göz önüne alındığında performatif işler gerçekten. Hem çalışacağım yüzeyin hazırlığı hem de ebatlar düşünüldüğünde tüm bedenimi kullandığım bir kas gücüyle ortaya çıkıyorlar. Bu ritüel gibi gerçekleşen eylemin sonucu olarak çoğunlukla meditatif diyebileceğim soyut imgelere ulaşıyorum. Nefesi tutmaktan kasıtla işret edilen çalışmalar da biraz daha anlatımcı, figüratif kompozisyonlardan oluşuyor. Bunlar ise bir sürece ya da çoğaltılan anlara değil, iğneyle bir yüzeyi deler gibi odaklı bir şekilde derinleşen ya da genişleyen tek bir ana işaret ediyor.

Yunus Emre Erdoğan, Study II, 2023

Az önce söz ettiğiniz yaklaşım sanatsal üretimde performans dediğimiz bir boyutu temelde sağlıyor. Lakin sergideki eserlerinizde sezgisellik ve bilimsellik arasında bir dervişe has sabır, sükût boyutunda bir yaklaşımınız var. Bu noktada eserlerde sekr ve sahv (vecd ve agâh) kelimeleri ile bir bakış katmanı daha yaratıldığında, eserlerin eylemsel ve içeriksel yönü nasıl ortaya çıkıyor?

Basitleştirmek gerekirse uyku (sarhoşluk) ve uyanıklık arasındaki farklardan doğan bir yöneliş bu. Sekr ya da vecd bu anlamda soyut çalışmalarda uyku haline, ya da rasyonel bilincin eşlik etmediği bir hale denk düşüyor. Sahv ya da agâh dediğiniz uyanıklık hali ise tüm sergi arka planında var olan temsil ilişkileri arasında bir yere işaret ediyor. Bu anlamda soyut çalışmalar özelinde herhangi bir temsil ilişkisinden uzakta olduğumu da söylemeliyim. Çalışmaların biçim ve içerikleri bu ikilik içerisinde salınıyor sergide, temsil ve temsilden kaçış arasında bir yerde de diyebiliriz. Hatırlama (uyanıklık) bir temsil meselesini gündeme getirirken, unutma (uyku) bu meseleden bizi uzaklaştırıyor. Sergideki çalışmalar eylem ve içerik açısından bu şekilde iki yönde ilerliyor.

Nefes almak ve nefes tutmak, boşluk ve doluluk, hayal ve tefekkür, somut ve soyut gibi birçok ikilik bu sergide görünür hale geliyor. Geçmişin yolculuklarından “Nefes Almak” serginize doğru bakıldığında bu dualiteler birbiri içinde nasıl kontrastlıklar ve birliktelikler sunar hale geldi?

Saydığınız bu kontrastlıklar soru sorduğumuzda ortaya çıkıyor, cevaplar bir şeyi bir şeye nispetle tanımlıyor, anlamlandırıyor. Birliktelikleri ise bu cevaplardan doğan tanım ve kimliklerden, anlamlardan, temsillerden uzaklaştıkları bir durum aslında. İç içe geçtiklerinde kıyas edilecek bir şey de kalmıyor. Birlik duygusu parçalı bir temsil ilişkisinden beni daha tanımsız bir yere taşıdı bu süreçte.

Yunus Emre Erdoğan, Nefes Almak sergisinden görünüm. Fotoğraf: Zeynep Fırat

Sergide ilk kez camdan yapılmış kırık bir baston yapıtınızı izliyoruz. Kadife bir kutu içinde İki Hece ismini verdiğiniz bu eserden konuşalım isterim. Bir obje olarak karşımıza çıkan İki Hece nasıl bir hikâye anlatıcılığı ile görme biçimimizi uyandırıyor?

2012-2014 yılları arasında sıklıkla Galata Mevlevihanesi’ni ziyaret ediyordum. Müze kısmını turladıktan sonra bahçesinde vakit geçirmek üzere sık sık uğrardım. Bu sürecin hemen öncesinde belki biraz da eş zamanlı diyebilirim Şeyh Galip Efendi’nin Hüsn-ü Aşk’ını ve İsmail Ankaravî Dede Efendi’nin Sülukun Yüz Mertebesi eserlerini okudum. Bunlar tasavvuf metinleri arasında benim için giriş eserleri olmuştu. Bu süreçte dikkatimi çeken, hoşuma giden iki şeyi üzerinde düşünmek adına uzun süre zihnimde taşıdım. Bunlardan biri müzede karşılaştığım derviş asalarıydı. Bir diğeri ise Hüsn-ü Aşk’ta geçen “Gencinede resm-i nev gözetim, … esrârını Mesnevi’den aldım” mısraları. Derviş asaları ilk karşılaştığımda benim için hem merak uyandırıcı hem de seyretmesi çok keyifli şeylerdi. Bu seyirler esnasında üzerinde daha fazla düşünmeye ve hayal kurmaya da fırsat buldum. Bu asalara mütteka ya da muin deniyor; yoldaş, arkadaş, yardımcı gibi manalara geliyor bunlar da. İşlevleri ise daha çok çilehanelerde çile çıkarırken (erbain) kullanmak üzerine. Bu esnada tefekkür halindeyken uyuya kalmamak, fakat kısa istirahatler gerçekleştirebilmek için kullanılan dayanaklar aslında. Bir düşünme, tefekkür faaliyetinin sekteye uğramaması için sıradan bir asaya kimlik, kişilik ve isim vermek bende sempati ve hakkında daha çok merak uyandırmıştı. Şeyh Galip Efendinin mısralarında ise onun Hüsn-ü Aşk’ı yazarken dert edindiği yeni üslup arayışlarını ve bunun üstesinden nasıl geldiğini ifade ettiğini fark ettim. Yeni bir söz söyleme çabası içerisinde kendi içinde bulunduğu gelenek ve onun temel dayanaklarıyla kurduğu ilişkiden yola çıkan ilişkisel bir yenilik ortaya koyduğunu söylüyordu. Bu minvalde İki Hece’ye gelmeden hemen önce Study II’den de bahsetmem gerekecek. Study serisinde resim yaparkenki düşünsel süreci de plastik olarak aktarmaya çalışıyorum. Sergileme ve sunumdan önce, çalışma esnasında resmin etrafında biriken notlar, eskizler, bant izleri gibi sürece dair şeyler bu serideki çalışmalarda korunuyor ve izleyiciyle paylaşılıyor. Bu anlamda Study serisinin ikinci çalışması için derviş asasını içerik olarak uygun buldum. Bu obje ve Şeyh Galip Efendi’nin mısraları arasında gidip gelirken zihnimde doğan sorular, okumalarımdaki notlar, hisler ve fikirleri kısmen bu çalışmanın üzerine not ettim. İlk etapta internetten edindiğim birkaç müzayede fotoğrafından mütteka örnekleri çalıştım, etüt ettim. Daha sonra kendim bir baston tasarlamaya karar verdim. Minimal ve sadece işlevine odaklanan, sadelik içinde bir baston. Bu tasarıma giden süreçte kültürel, sanatsal ve düşünsel olarak yeninin ve eskinin ne olduğuna dair kendimce sorular ve cevaplar icat ettim. Çalışmanın üzerinde Şeyh Galip Efendi, Orhan Veli, Ziya Osman Saba, Wassily Kandinsky, Sezer Tansuğ ve diğer isimlerle hayali bir silsile oluştu. Gelenek ve modernlik arayışları içinde benim kişisel okumalarım ve kişisel tarihim arasında mikro bir tefekkür ve üslup tarihi çizgisi. Ve bu şekilde Study II bir zihin haritasını da andırmaya başladı. Bu haritada bastondan sonra belirginleşen ikinci bir imge söz konusu oldu, o da bir gemi. Şeyh Galip Efendi ve Orhan Veli arasında Üslup arayışlarındaki kaygılarında ortaklıklar fark edip biraz bunun üzerine gitmek istedim. Bu baston Şeyh Galip Efendi dışında, yakın tarihimizde bir işlevi kalmaması sebebiyle, diğer tüm isimlerin tecrübesi dışında kalıyordu. Aynı şekilde benim de tecrübem dışında kalıyordu. Düşünmek ve hayal etmek için bu zarif objeyle bu silsile içinde ilişki kurduğunu varsayabileceğim tek kişi Şeyh Galip Efendi’ydi. Daha sonra bu nesnenin onun gündelik hayatındaki pratik, kullanıma dönük gerçekliğinin dışında (bilinç dışında) neye denk düşebilir diye fikir yürütmeye çalıştım. Şiirlerini yazdığı alfabeyle oynadım, yani Elifba’yla. Elif’in üzerine Be’yi koyduğumda müttekaya benzediğini fark ettim. Düşünmenin ilk adımı diyebileceğimiz harflerin ilk iki tanesi tefekküre işaret etmişti benim için. Bir sefer de Be’yi Elif’in altına yerleştirdiğimde ise bir gemi imgesine benzettim, yelkenli bir gemi. Aynı Orhan Velinin şiirindeki gibi “Elifbamın yapraklarında gemilerim, yelkenli gemilerim…” Orhan Veli burada çocukken derste (daha çok bir kaçış yolu, muhayyile aracı olarak) defterlerinin kenarlarına gemiler çizdiğinden bahsediyor. Bu sayede sistematik düşüncenin bir göstergesi olarak derviş asası ve hayal gücünün bir göstergesi olarak da gemi figürü birlikte belirdiler karşımda. Bunlar arasından bastonu bugüne çağırmak istedim ve bir hikâye kurguladım. Study II’nin üzerinde yer alan sinopsiste olduğu gibi: “Bir gün bir derviş çilehanede uyuya kalır ve bastonu kırılır. Yere yığılıp sızan derviş rüya görmeye başlar. Rüyasında dümensiz bir gemiyle denize açılır. Böylece yolculuk (hikâye) başlar.” Kuş uykusuna benzeyen derviş uykusu, tefekkür ve onun getirdiği özeleştiri mekanizması, ilerleme çabası içerisinde yaşanan tökezlemeler ile tüm bu insan olma macerası içerisinde kırık bir baston gözümün önünden gitmedi. Anlatımcı bir alt yapıyla gelişmiş olsa da çalışmanın biçimlenişinde duygulanım ve soyutlamayı ön planda tutmaya çalıştım. Süsleme ve sembollerden uzak, şeffaf, kırılgan, yalın bir asa. Çalışmaya dair bu arka plan bilinmeden de çalışmayla soyut bir şekilde sezgisel bir alışverişin yaşanabilmesi aradığım şeylerdendi.

*Söyleşinin başlığı Hüseyin Gökçe’nin Yunus Emre Erdoğan’ın “Nefes Almak” başlıklı sergisi için yazdığı kavramsal metinden alıntıdır.

İlginizi Çekebilir

Kütüphane

Herkes Z kuşağını konuşuyor. Peki, Y kuşağı sanat dünyasında nerede?

Söyleşi

Loft Art Project'te gerçekleşen "İçimdeki Şarkılar" vesilesiyle sanatçı Nazan Azeri ve küratör Nergis Abıyeva'yla konuştuk.

Gündem

BASE 2024’ün öne çıkan 10 sanatçısına eğitimlerini, BASE’e katılma sebeplerini, işlerinde hangi konulara, kavramlara odanlandıklarını ve sergideki eserlerini sorduk.

Eleştiri

Yazar Şebnem İşigüzel, Alp İşmen’in Gülden Bostancı Gallery’de gerçekleşen “Aşk İle” sergisini değerlendirdi.

© 2020

Exit mobile version