Gündelik yaşam standartlarını belirleyen tüm yargı ve değerlendirme yaklaşımlarının hangi ölçüte göre şekillendiği dünyanın en tartışmalı ve muğlak konulardan. Kimi zaman konjonktüre kimi zaman muktedire göre sürekli değişen bu adı konulmamış yasalar tarih boyunca davranışlardan tutumlara insanı dizayn etmenin rol modellerini sunmaya devam ediyor. Otoritenin elinde bir kontrol mekanizmasına dönüşebilecek ya da bireylerin kendini otosansüre tâbi tutması için kullanılabilecek bu aracın sınırları temel insani hak ve özgürlükler penceresinden bakıldığında her dönem yeni yorumlara gebe oldu. Son dönemde pandemiyle birlikte kulaklara çalınan “yeni normal” ifadesi ve çoğu toplumsal olayın ardından resmi ağızlardan bir temenni olarak zikredilen “normalleşme’” tanımı, hangi “norm”a göre bir “iyileştirme” vadettiği üzerine sosyolojik soruları beraberinde getiriyor.
2011’in Ocak ayından itibaren Boğaziçi Üniverisitesinden yükselen itiraz sesleri, yeni dönemin normallerine karşı, gençlerin elinde videolardan resimlere, fotoğraflardan afişlere dönüştü. Rektörlük makamına kayyum atanmasından beri gündemde olan Boğaziçi Üniversitesi’ndeki toplumsal muhalefet hareketleri Boğaziçili öğrencilerin girişimiyle bir sergiye ilham verdi. Boğaziçi Üniversitesi mezunları, akademisyenleri, öğrencileri, Karşı Sanat ekibi, Depo İstanbul ve Lamarts’ın birlikteliğinden ortaya çıkan ”Normalleş(me)!” adlı sergi atölyelerde üretilen eserleri kolektif bir dayanışma örneğiyle izleyicilerle buluşturuyor.
Özellikle Covid-19 pandemisiyle yaygınlaşan “normalleşme” sözcüğüne atıfla “normal”in ne olduğuna dair sorular soran ve evrensel bir normal tanımının sınırlarının düşünce özgürlüğü çerçevesinde sorgulandığı sergi çok renkliliğe ve insanlar üzerine yüklenen etiketlere vurgu yapıyor. Sergilenen üretimler; eğitim sistemine, aile kurumuna, doğa ile kurulan ilişkiye, bedene ve davranışlara biçim veren normlara yeni bir yorum getiriyor.
BÜFOK (Boğaziçi Üniversitesi Fotoğrafçılar Kulübü)’nün danışmanı Fikret Ataman’ın daveti üzerine kavramsal çalışması Arzu Yayıntaş tarafından oluşturulan sergide Asya Evcil, Belgin Kılınç, Can Candan, Ekin Sibel Ceren Özdemir, Güneş Terkol, Hamza Aksoy, h. ışık, Hüma Gedemenli, İdil Kocabozdoğan, Meryem Aydın, Nancy Atakan, Nazım Dikbaş, Neriman Polat, Özlem Salt, Sena Başöz ve Seyyid Ahmet Ünalan’ın eserleri yer aldı. Proje kapsamında Arzu Yayıntaş ve Neriman Polat ile Fotoğraf Atölyesi, Güneş Terkol ile Dikiş/Bayrak Atölyesi ve Sena Başöz ile Performans Atölyesi’nin çalışmalarıyla oluşturulan sergi 2-28 Haziran tarihleri arasında Karşı Sanat’ta görülebilir.
”Normalleş(me)!” sergisi için kapısını çaldığımız Karşı Sanat küratörü Ezgi Bakçay, sergiyle ilgili “Karşı Sanat’ın alternatif söylemlere ve düşünce özgürlüğüne yer açma çabamızla Boğaziçi Üniversitesi’nde gelişen hareket arasında önemli bir bağlantı var” diyor ve serginin işlevi hakkında şunları sözlerine ekliyor; “Biz Karşı Sanat olarak böyle bir sergiyi yapabilmek için var olan bir kurumuz. Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrencilere yönelik saldırılarla, Beyoğlu’nda kent mekânında sürmekte olan soylulaştırma ve ticarileştirme faaliyetleri arasındaki bağlantıyı görünür kılmaya çalışıyor bu sergi.”
Normalleşme; erkin diline uymanın adı
Projenin koordinatörü Arzu Yayıntaş ise Boğaziçi’nin kültüründe kulüplerin çok aktif bir rolü olduğunu vurgulayarak fiziksel olarak mekânı olan yerler kapatıldıktan sonra öğrenciler ve sanatçılarla ortak bir şey yapmak istediklerini belirtiyor ve öğrencilere motivasyon sağlamak amacıyla yola çıktıklarını çünkü şu an kıstırılmış durumda olduklarını söylüyor.
Arzu Yayıntaş serginin içerdiği temanın tamamen yaşanılan absürt süreçle ilgili olduğunu vurguluyor; “Kontrollü normalleşme sürecinden geçtiğimiz bir dönemdi sergi süreci. Çevresel faktörler açısından bakınca da normal bir hayat yaşamıyoruz. Evrensel norm diye bir şey yok. Norm dediğiniz şey gücün kimin elinde olduğuna bağlı. Normalleşme her zaman gücün ve erkin diline uyma anlamına geliyor. Onun işine ne geliyorsa kontrol mekanizması olarak kullanıyor. Eğitim kurumu da bizi normalleştirici bir şey sonuçta. Onun için “normal” tamamen kontrol mekanizması gibi bir şey. Öğrenciler akademisyenlere karşı eleştirel, akademisyenler de öğrencilerin eylemselliğine karşı eleştirel, ortada ise bir tane kayyum var. Mikro ölçekte Boğaziçi’ne baktığınızda orada bile normalin görünmediğinin fark edersiniz.”
Yeni kuşağın yeni normalleri
Boğaziçi eylemlerinin ilk başladığı günden beri tanığı olan öğrenci Meryem Aydın ise serginin kuruluş hikâyesini bize şöyle anlatıyor; “Ateş Alpar’ın Onur Yürüyüşü’nde çektiği fotoğraflardan oluşan bir sergi yapmak istiyorduk. Dekanın onayından geçen bir izin süreci var. Etkinliği yapacağımız gün hâlâ etkinlik iznimiz onaylanmamıştı. Mesai bitimine 10 dakika kala bizi arayıp etkinliğiniz onaylanmadı dendi. Serginin doğuş hikâyesi bunun üzerine çıktı aslında. Reddetme gerekçeleri olarak ‘politik aktivizm’ içermesini belirttiler. Bu etkinlik, okulda iptal edilen ilk kulüp etkinliği oldu. Bunun yanı sıra sinema kulübünün Onur Ayı’nda göstermek istediği filmler iptal edildi ve LGBTİ+ kulüpleri kapatıldı.”
Sergiye nü otoportreler diye tanımladığı fotoğraflarla katılan Aydın, bedenin baskılanmasını irdelediğini çalışmasını ise şöyle tanımlıyor; “Sergilediğim eser, kendi normalleşmemle alakalı. Muhafazakâr bir aile ve toplumda büyümüş olduğum için bedenimi sürekli saklamam gerektiği fikri baskındı. Bunu zihnimden atmak çok zorlu bir süreç oldu. Bunu fotoğrafla tanışıp nü otoportreler çekerek aştım. Sürekli kendimi görerek ve bedenime alışarak. Kendimi çıplak bir şekilde çekmek benim için kişisel bir devrim gibi.”
Üretilen işlerin serginin temasını destekler nitelikte olduğunu söylüyor Aydın, sergiye başlığını veren kavrama ilişkin yorumları ise şu şekilde; “Bizim kuşakta normallik biraz kişisel bir şey. Toplumun dayattığı normal bizden önceki kuşaklarda var. Kendini başka bir gruptan ayırmak için bir normal belirliyorsun kendine. Eski kuşaklar kadar körü körüne bağlı değiliz normallerimize.”
Normal olmak mı normal, olmamak mı?
Sergiye katılan bir diğer öğrenci Ekin Sibel Ceren Özdemir ise ”Normalleş(me)!” sergisini şu sözlerle tanımlıyor; “Korona dönemi ile birlikte hep birlikte geçmiş olana dönmeyi bekledik. Bizim içinse bu süreçte bir normalleştirme politikası dikte edilmeye çalışıldı. Biz “normal nedir?”i sorguladık. Normal olmak mı normal, normal olmamak mı? “Normalleşme” kelimesinin olumsuzluk ekiyle tüm dünyaya bir sorgulama şansı verildiğini gördük. Aslında bizler evimizde durduğumuz, “ev”imiz diyorum çünkü ev kavramının özünü tekrar vurgulamalıyız, bu dönemde bizim için ev olan okulumuzun nasıl dönüştürülmeye çalışıldığını görerek, çekirdek evinde değil de, okulumuz olan evimize yapılanlarla yola çıktık. Çünkü bu bireysel olanın da bir yansımasıydı. Tüm evlere ve insanlara yapılmaya çalışılanı yansıtmaya çalışmaktı amacımız.”
İnsanların görmek istediklerini değil yaşamak istediklerini vurgulamak
Boğaziçi eylemleri başladığı günden bu yana bendeki normal ve anormal tanımı neredeyse her gün değişiyor diyen bir başka öğrenci Belgin Kılınç ise hissettiklerini şu şekilde dile getiriyor; “Normalin nasıl bir anda anormalleştirildiğini görmek; normal ve anormal kavramlarının var olmadıklarını, bunların temelinde “istenilen” ve “istenilmeyen” davranışlar, bireyler, görüşler olduğunu düşünmeme neden oldu. Aynı zamanda Boğaziçi’ndeki eylem hareketlerinin, normallik ve anormallik durumlarının belirleyicilerinin çoğunluk üstünlüğü olduğu gerçeğini de pekiştirdiğine inanıyorum. Demek istediğim; Boğaziçi kültürünün kucaklayıcı ve hoşgörülü yapısıyla din, dil, ırk, cinsel yönelim, ideoloji vb. farklılıklar sadece kimlik farklılıklarıdır. Ne anormali ne de normali ifade edecek özellikler değiller. Yani en azından benim gördüğüm bu. Eserimi, Boğaziçi’nde yükselen muhalefetle birlikte gerek kimliklerimize gerekse hayat tarzlarımıza yapılan normalleşme dayatmalarına karşı kararlı, cesur, denilenleri umursamayan ve insanların görmek istediklerini değil, kendi yaşamak istediklerini yaşayan tüm normalleşmeyen bireylerle ilişkilendirdim.”
Boğaziçili öğrencilerin kendi dünyalarından süzülen eserlerini bir araya getirdikleri sergi Türkiye’nin gençlerinin geleceğe dair nasıl bir istem içerdiğine ilham vermesi açısından küçük bir platform. Yeni döneme ve yeni dönemin normallerine gençlerin kendince getirdiği bir yorum ve çözüm keşifleri aramanın görsel yansıması olan sergi, her türlü fikrin bir kıstasa uğramadağı zaman yeni jenerasyonun neler yapabileceğini görmek adına izlenimler sunuyor.