Kütüphane

Polifonik bir bahçe

16 Ekim – 31 Ekim 2024 tarihleri arasında Tokatlıyan Han’da seyirciyle buluşacak olan “Polifonik Bir Bahçe” sergisinin küratör metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Tokatlıyan Han, sergi mekânı, Fotoğraf: Bilal İmren

Beyoğlu’nun orta noktasında, eski bir mimari mekânın, tarihi bir hanın içindeyiz. Bir tiyatro binasının yangını üzerine kurulan, sosyal hayatta tanınır kişilerin buluşma noktası olan bir otel. Ardından ticaretin hareketli evrenine ev sahipliği eden, farklı kültürel kimliklerin üretim mekânı olan bir iş hanı. Geçmişin bahçesinden bugüne taşınan hayali suyun gücüyle Tokatlıyan Han, sanatçılar için kolektif bir kazı alanına dönüşür. Mekânın ruhu, zamanın derinliklerinde oluşan bir sızıntıdan atmosfere yayılmış ve toz zerreleri etrafa dağılmıştır. Atmosfere yerleşen bellek, bir kalıntıya yuva yapma eyleminin, bir mekânı mesken etme girişiminin kaynağı olur.

Zaman içinde izlerin ve işaretlerin mıhlandığı bir atmosferin taşıyıcısı kalıntılardır. Kalıntılar, sadece bir moloz yığını ya da miadı dolmuş bir viranelik değildir. Geçmişte bedenleri varoluşlarıyla kucaklayan bir yaşamın soyutlamasıdır. Ezilmiş, yırtılmış ya da çiğnenmiş değil, ansızın terk edilmiş olandır. Bütün bu kalıntılar, yaşantıların yurdu olmuş bir mirası hatırlama ve unutma kuvvetlerinin yol açtığı girdaptan kaçamayarak harabiyete uzanır. Harabe, yaşamın çekip gittiği bir yaşam yeridir. Hayat nehrine kapılanların kıyıya vursalar bile su kabardığında yeniden akıntıya kapılabildikleri yerdir harabe ve bir zamanlar burada yaşamın ikamet etmiş olması dolayımsızca bir varlık duygusu oluşturur.[1]

Serkan Aka, Buralarda Bir Yerde, 2024, atık porselen eşya, elektronik aksam,
Fotoğraf: Emirkan Cörüt

Harabiyetin mekânı bugün hayal kurmanın menzili olabilen bir metrukluk taşır. Keşfetme arzusunu ve merakı tetikler. Pis, pas ve tozun yanıltıcı göz kamaştırıcılığını içinde taşır. Bu mekânı çitleyen zamandır. “Zaman sadece iz bırakır. Mekânın içinde, onu dolduran ve en kısa sürede kurtulunan döküntülerin altında gizlenir […] Doğada, zaman mekânın içinde, mekânın kalbinde ve bağrında kavranır: Günün saatleri, mevsim, güneşin ufukta yükselişi, ayın ve yıldızların gökyüzündeki yeri, soğuk ve sıcak, her doğal varlığın yaşı. Doğa azgelişmişlik içine yerleştirilmeden önce, her yer, bir ağacın gövdesi gibi, onu yaratmış olan ağacın yaşını ve izini taşır.”[2] Artık metruk mekân yabanıl doğa gibi davranır. 

Kalıntı mekânda yuva yapmak oraya yerleşmek değil, içinde yer tutmaktır. Aynı mekâna geçmişte yuva yapanların bıraktıkları tortulara dikkat kesilmek, renkleri çözümlemek, tuhaflıkları sezmek ve zamanın ihtişamını duyumsamaktır. Eprimiş kumaşlar, bir dama tahtasını andıran eksilmiş ve yerlerinden fırlamış marley karolar. Duvarlarda kimlerle doldurulduğu asla bilinmeyecek olan çerçevelerin izleri. Taşıdıkları manalardan sıyrılmış nesneler. Bir olayın izdüşümü. Duvarda açılmış derin bir yarık.  Bir sesin yüzeydeki kaydı. Basınçla sıçramış bir sıvı. Hepsi zamanın akışının semptomları olarak mekâna kazınmıştır. Bugünün mekanına hayatları geri çağırmak ise bir mesafeyi küçültme çabasıdır. Zamanın duraklarını birbirine yaklaştırmaktır. Ormanın alacakaranlığında kaybolmadan, zamanı kestirmeden yürüterek hafızayı kıvraklaştırmaktır. Mekânda hayat kurarak yer etmek, yere varoluşlarla ve duyumsayan bedenlerle yayılmak demektir. Duvardaki kelimeleri, penceredeki tozu, kuytu köşeyi işaretlemek ve çerçevelerden taşırmaktır. Okudukça sayfaları çoğalan bir kitap gibidir mekân. Şifrelerini çözmek, havasını solumak, geçmişe karşı kusur işlememek için ona dokunmanın ve müdahale etmenin narinliğini hissetmektir. Hanın hayatından geçip giden özneleri fısıltıyla aramaktır. Bu arayış esnasında mekânın ruhuna ilişen sanatçılar, hanın sakinleri, hayaletler ve bitkiler polifonik bir bahçenin üyelerine dönüşür. Mekândaki materyal öğelere yönelerek geçmişe gömülü olana ve hatırlan(a)mayana bakışlarını doğrulturlar.

Bilal İmren, video art, 2024, timelapse, 04’00”

Harabiyetin içinde hareket edenler arasında bitkiler de vardır. Hatta handa sanatçılarla başlayan yeni yaşamın erken eşlikçisi “bir botanik bahçesi” olur. Yer yer yeşeren, yer yer kuruyup çürüyen ve kendini yenileyen hanın boşluğuna yerleşen bir bahçe. Mimariyi ele geçiren bir güç değil, aksine kalıntıya nefes üfleyen bir yeşillik. Çürümenin ve yeşermenin uyum içinde olduğu bir bütünlük. Mikro yaşamların da yuvası olan bir bitkiler topluluğu. Gökyüzünün göründüğü cam tavandan ışığın süzüldüğü, yağmur yağdığında şıpırtılarla çınlayan teras katına doğru nem ve toprak kokusunun yükseldiği bir sera. Terasa doğru kokular gibi sesler de yükselir. Gündelik hayatın akışına katılan kimi hoş kimi nahoş sesler. Ayarsız musluktan sürekli damlayan suyun sesi gittikçe büyür ya da rüzgârdan çarpan kapının patlama sesi bütün binaya yayılır. Çalar saate dönüşen kilisenin çan sesi mekânda gezinir. Kapı kilitlerinin tıkırtısı gidiş gelişlerin habercisi olur. Tüm sesler mimarlık ve yaşam arasına gerilmiş bir ipin titreşimleridir. Derken gece olur. Herkes mekânı terk eder ve sessizlik mekânı ele geçirir. “Mimarlık eninde sonunda taşlaşmış sessizliğin sanatıdır […] Mimarlık yapıtının sessizliği uyumlu, anımsayan bir sessizliktir.”[3] Örneğin mekânın akustiğinde hanın mimarı Alexandre Vallaury’nin sesini duymak zor olmaz. Ve dokunma duyusu algıyı derinleştirir. Mekâna dokunmadan içinde yaşayamayız. Tenin sıcaklığıyla dönüşen nesneler, ayak tabanının ağırlığıyla oluşan aşınmalar, ihtiyaçlarla şekil değiştiren yüzeyler mekân ile bedenin temas noktalarıdır. Bu dokunuşların bütünü, mekâna kazınmış zamanın kayıtlarıdır. “Kapı kolu binanın tokalaşmasıdır. Dokunma duyusu bizi zaman ve gelenekle bağlantıya geçirir, dokunma izlenimleri aracılığıyla sayısız kuşağın elini sıkarız. Dalgaların parlattığı bir çakıl taşı, yalnızca teskin edici şekli dolayısıyla değil, yavaş oluşum sürecini ifade ettiği için de ele haz verir; avuç içindeki mükemmel bir çakıl taşı zamanın geçişinin maddeye dönüşmüş halidir, şekle dönüşmüş zamandır.”[4]

Çok duyulu bu deneyimin alanını polifonik bir bahçe olarak düşünmek, enerjisini dalgaların sürekli gelgitlerinden alan canlı bir makine tasarlayan Critchley’in tersten bahçesini akla getirir. “Düşen her şeyi içeren bir Cennet. Dünya tarihinin bütün unsurları bu bahçeyle birleşip yapay ama canlı bir organizma oluşturacaktı. Çok net görebiliyordum. Doğa yaratmak için tarihi kullanacak bir makine.”[5] Bu canlı bahçe, yaşamın ve zamanın doğasına yakınlaşan sergide hanın yaratılmış habitatının içinde güçlü ve açık bir duyusal alanın yuvası olur.

Tokatlıyan Han, sergiye ilham veren bahçe, Fotoğraf: Bilal İmren

Tokatlıyan Hakkında

Tokatlıyan Oteli yapılmadan önce Beyoğlu Üç Horan Ermeni Kilisesi Vakfı’na ait arazide 1884 yılında Mimar Hovsep Aznavour tarafından bir tiyatro binası inşa edilir. Bu tiyatro binasının gösterişli bir mermer girişi olduğu, fuayesinin mermer ve bronz heykellerle süslendiği yazılır.[6] Sekiz yıllık ömrü yangınla noktalanan binanın yerine Mimar Alexandre Vallaury tarafından bir otel inşa edilir. 1897 yılında hizmete giren Tokatlıyan Oteli’nin sahibi Mıgırdiç Tokatlıyan’dır.[7] Otel, Orient Express yolcularının konaklama ihtiyacını karşılamak için açılır. Pera Palas’la birlikte modern otelciliğin sembolü olan mekanlardan biri olur.[8]

Ana kapısı Solakzade Sokağı’na açılır. Ana salon bölümünde salon, balo, kokteyl, nişan ve ziyafet gibi toplantıların yapıldığı alan, caddeye bakan bölümde ise yemek ve kahve salonları ile lobi bulunur.[9] İstanbul hayatında seçkin bir yeri olan otelin kafe restoran kısmı özellikle günlük yemekler için tercih edilir. Sanat-edebiyat ve bürokrasi dünyası misafir edilir.[10]

160 odalı Tokatlıyan Batı Avrupa’dan ithal aksesuarları, tesisatları, mobilyaları ve dekorasyonuyla o yıllarda İstanbul’daki en prestijli otellerden biridir. Restoran ve pastanesi kadar asansörüyle de ünlüdür. 1919’da oteli Sırp damadı Nikola Medovitch devralır. Bir Tokatlıyan şubesini de Tarabya’ya açar.[11] Varlık vergisinden kaynaklı ekonomik sıkıntılar nedeniyle 1944 yılında İbrahim Gültan’a devredilir ve otel Konak adını alır.[12] Otelin el değiştirmesi, kiracılar ve kilise vakfı arasında yaşanan problemler nedeniyle otelin bazı eşyaları satılığa çıkarılır. 1958 yılında Üç Horan Kilisesi Vakfı Beyoğlu’ndaki oteli bir iş hanına çevirir.[13] Binanın üstüne iki kat daha çıkılarak çatıda bulunan kubbe kaldırılır. Tokatlıyan bugün hala bir iş hanı olarak varlığını koruyor.  


Bu metin 16 Ekim – 31 Ekim 2024 tarihleri arasında Tokatlıyan Han’ın teras katında (5. kat) seyirciyle buluşacak olan “Polifonik Bir Bahçe” sergisinin küratör metnidir. Sergiye katılacak sanarçılar: A. Serkan Aka, Özge Akdeniz, Orçun Beslen, Kirkor Dabanyan, Ari Hergel, Bilal İmren, Mine Kemertaş, Şafak Kocaoğlu, LÜTFÜ, İlhan Sayın, Funda Susamoğlu


[1] Simmel, G. (2020). Harabe, Kapı ve Köprü, Kulp, Çev. Alp Tümertekin, Nihat Ülner, Janus Yayıncılık, İstanbul. s.34-35

[2] Lefebvre, H. (2014). Mekânın Üretimi, Çev. Işık Ergüden, Sel Yayıncılık, İstanbul. s.120

[3] Pallasmaa, J., Holl, S., & Kılıç, A. U. (2011). Tenin Gözleri: Mimarlık ve Duyular. Yem Yayınları. s.62

[4] A.g.e. s.68

[5] Critchley S. (2015). Bellek Tiyatrosu, Metis Yayınları, İstanbul. s.70

[6] Akıncı, T. Beyoğlu Tokatlıyan Oteli.

[7] Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi. (1993). Tarih Vakfı Yayınları. C, 7, s. 272

[8] Turan, Ç., Özdemir Güzel, S., & Baş, M. (2016). Beyoğlu’nun Yitirilen Değeri Üzerine Kurum Tarihi Çalışması: Tokatlıyan Oteli. Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi4(34), 400-418.

[9] Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi. (1993). Tarih Vakfı Yayınları. C, 7, s. 272

[10] Pelvanoğlu, B. (2022) Bir Üretim Mekânı Olarak: Beyoğlu Düşerse. Sel Yayıncılık, İstanbul. s.78

[11] Freely, J., & Freely, B. (2014). Galata, Pera, Beyoğlu: Bir Biyografi. Yapı Kredi Yayınları. s.218

[12] https://vahahubs.org/library/perapedia

[13] Gülersoy, Ç. (1999). Beyoğlu’nun Yitip Gitmiş 3 Oteli, Çelik Gülersoy Vakfı Yayınları, İstanbul.

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Raziye Kubat’la dağ köyüne dönüşünü, romantik imgelerden uzak bir perspektifle, doğanın sertliği ve direnişiyle şekillenen yaratım sürecini konuştuk.

Kütüphane

Sanat Dünyamız dergisinin "Sanat Tarihi Nasıl Yazılır?" temalı Eylül/Ekim 2024 tarihli sayısında yayımlanan Sezin Romi'nin yazısı Argonotlar Kütüphanesinde.

Söyleşi

Civan Özkanoğlu ile .artSümer'de gerçekleşen ilk kişisel sergisi "Hepimiz Biliyoruz"u konuştuk.

Duyurular

Argonotlar Almanak 2024'ün basılı olarak yayımlanması için başlattığımız destek kampanyasının detayları bağlantıda!

© 2020

Exit mobile version