İstanbul sınırları içinde yaşayan farklı bölgelerden insanlara “Şehir nerede?” diye sorsak ne gibi cevaplar alırız? Tarihi Yarımada diyen kaç kişi çıkar? Ya da şehrin merkezi halen Beyoğlu mu? Yoksa şehrin merkezi evimize en yakın AVM’nin olduğu bölge mi?
Güncel sanat dünyası için cevap tabii ki Beyoğlu ve Karaköy bölgesi. Ancak hem kamu kurumlarının hem de kişilerin ve özel kurumların girişimleriyle şehrin bu durumu yavaş yavaş değişiyor. Sultanbeyli’de açılan YUNT da bu özel girişimlerden biri. Muratcan Sabuncu’nun kurduğu; sanatçı Sergen Şehitoğlu’nun danışmanlığını, Prof. Dr. Eva Şarlak’ın da akademik danışmanlığını üstlendiği YUNT; ilk sergisi “Şehir Nerede” ile 4 Kasım’da açıldı. İsminden mütevellit şehrin dönüşümünü sorgulayan serginin küratörlüğünü Emre Zeytinoğlu üstlendi.
Sabuncu ve Şehitoğlu ile YUNT’un kuruluş düşüncesini ve “çeper”de sanat yapmanın olanaklarını konuştuk.
Muratcan, seninle başlayalım istiyorum. Bu mekânın kişisel bir hikâyesi var sende. Çocukluğunun buradaki ailenize ait at çiftliğinde geçtiğini belirtmiştin. Senin için bu mekânın anlamını ve dönüşüm sürecini anlatır mısın?
Muratcan Sabuncu: Sultanbeyli, küçüklüğümden beri hayatımda olan bir yer. Bu dedemin biniciliğe olan merakından ileri geliyor. Kendisinin ağabeyiyle 1967’de aldıkları çiftlik, uzun zaman at yetiştirdikleri ve hafta sonları ata bindikleri bir mekân olmuş. Benim için de özellikle pazar günleri anneannemin kurduğu unutulmaz sofraların etrafında ailemle bir araya geldiğim bir yerdi. Çiftlik, İstanbul gibi bir metropolde şehrin karmaşasından uzak; hayvanlar ve tabiatla iç içe bir gün geçirebilme imkânı sunuyordu. Şehrin sınırlarının genişlemesi zamanla Sultanbeyli’deki çiftlik hayatının sürdürülmesini olanaksız kılmaya başladı. Şimdi o günlerin bende bıraktıkları YUNT’un adında ve Sergen Şehitoğlu’nun tasarladığı heykelde yaşıyor.
Seni hukukçu kimliğinle biliyoruz ancak sanat dünyasında pek tanımıyoruz. Sanatla nasıl bir ilişkin vardı şu ana kadar? YUNT’u açmaya nasıl karar verdin?
M.S.: Saint Joseph Lisesinden mezun olduktan sonra Sorbonne’da hukuk eğitimi aldım, şimdi de Sorbonne ve Basel Üniversitelerinde uluslararası hukuk doktorası yapıyorum. Formasyonum hukuk üzerine olsa da sanat küçüklüğümden beri hayatımın bir parçası. Bunda şüphesiz kitapsever bir anne ile arkeoloji eğitimi almış bir babanın oğlu olmamın payı vardır, benim küçük yaşlardan itibaren entelektüel düşünce ve sanatla iç içe bir ortamda yetişmeme olanak sağladılar. Paris, Hamburg ve Moskova gibi kentlerde yaşamış olmamın da sanat izleyicisi olarak bana katkı sağladığı düşüncesindeyim.
YUNT’u kurma fikri Adorno’nun kültür endüstrisi yazılarını okurken gelişti, annemin uzun zamandır zihnimi meşgul eden sanat projelerini Sultanbeyli’de hayata geçirmemi teşvikiyle somut bir hal almaya başladı. Annemin teşviki, hayallerimi gerçekleştirebilmem için büyük bir fırsata kapı araladı. Ben de bu fikri önce ailem ve yakın arkadaşlarımla, sonra da Türkiye’deki önemli kültür-sanat kurumlarının yöneticileriyle, akademisyenlerle ve sanatçılarla paylaştım. Bunun sonucunda Sergen Şehitoğlu ile bu yola birlikte çıkmaya karar verdik. Yoğun bir okuma ve tartışma sürecinin neticesinde YUNT’un hedefleri ve işleyiş biçimini belirledik.
Sergen’le çalışma fikri nasıl oluştu peki?
M.S.: Sergen Şehitoğlu’nun sanatıyla tanışmam Saint-Joseph Lisesinde Aslı Seven küratörlüğünde düzenlenen “Saint-Joseph: Fevkalade bir Makinenin Kalbi. Biçimler, Sahneler ve Öykülerle 150 yıllık Bir Pedagoji Hikâyesi” sergisiyle oldu. Sergide Sergen Şehitoğlu’nun mekâna özgü bir yerleştirmesi de sergileniyordu. Yerleştirme ve yerleştirmenin etkinleştirdiği referanslar ağı, Moskova Devlet Üniversitesinde ders verdiğim dönemde zihnimi meşgul eden pedagoji, insan öğrenmesi ve zihinsel özgürleşme gibi meseleleri yeni bir perspektifle ele almamı sağlamıştı. Ben de ondan sonra kendisini takip etmeye başladım. Contemporary Istanbul’un 2022 edisyonunda sergilediği küpleri acaba Sultanbeyli’de sergilenebilir mi diye düşünüp kendisine yazdım, bunun üzerine Sultanbeyli’de buluşup tanışmaya karar verdik. O buluşma bana küplerin ötesinde bir iş birliğini ve dostluğu armağan etti.
Sergen, seninle devam edelim istersen. Bu mekânı gördüğünde ne düşündün? Daha önce Sultanbeyli’ye gelmiş miydin?
Sergen Şehitoğlu: Daha önce Sultanbeyli’ye geldiğimi hatırlamıyorum, Muratcan Sabuncu’dan burada bir sanat alanı oluşturma fikri geldiğinde, herhangi bir ön yargım olmadan bu alana yaklaştım. Zaten şu anki sergileme alanı da yoktu, buranın yerinin seçiminden, mimari unsurlarına (eşim Mimar Tuba Şehitoğlu ile birlikte) kadar tüm kararları en başından aldık. Benim için öncelik bizim mutlu olacağımız, yapmak istediklerimize uygun, çok potansiyelli bir mekân olmasıydı. Sanırım bunu da oluşturuyoruz.
Alanın girişi için YUNT isimli heykeli yaptın. Bu heykel bazı işlerine yakın duruyor. Ancak şu ana kadar yaptığın işlerden de farklı gibi. Bu heykelin düşüncesi nasıl oluştu?
S.Ş.: Aslında heykel ve mekân birbirlerinden ayrı iki konu, daha sonra birleştiler. Muratcan Bey benim cubes S_S1 adlı, yine küplerden oluşan ve 2022 yılında fuarda sergilenen işimle ilgilenmişti. Ama ben kendisini tanıyınca, biraz hikâyesini dinleyince başka bir heykel üretmek istedim. Ortaya 12 adet küpten oluşan bir at heykeli çıktı ve mekâna yakın bir konuma yerleştirdik. Ben de daha önceki işlerime yakın mı uzak mı tam emin değilim, sanırım bundan sonraki üretimlerim bu bağlantıyı belli edecek. Ama her gün insanların önünden geçtiği kamusal bir alanda ve mekâna özgü bir yerleştirme olarak bu heykeli üretmiş olmak, beni bir sanatçı olarak çok mutlu ediyor. Aynı zamanda çok yakınında yer alan YUNT Sanat ve Etkileşim Alanı’yla da sürekli bir diyalog halinde gibiler. Umarım uzun yıllar ikisinin de varlığı ve diyaloğu devam eder.
İlk serginiz “Şehir Nerede?” Emre Zeytinoğlu küratörlüğünde açıldı. Serginin başlığını mekânın Sultanbeyli’de olması ve şehir merkezi ve şehrin çeperleri tartışmaları bakımından da anlamlı buldum. İlk sergiye nasıl karar verdiniz?
M.S.: YUNT’un kuruluş aşamasında, yazılarını ve kitaplarını uzun zamandan beri takip ettiğim Emre Zeytinoğlu ile tanışma ve fikir alışverişinde bulunma şansım oldu. Kendisine ilk serginin küratörü olmasını teklif ettim, o da kabul etti. Emre Zeytinoğlu’na bize tanıdığı bu ayrıcalıktan dolayı minnettarım.
Emre Zeytinoğlu sergiyi tasarlarken İstanbul’a nostaljik yaklaşımların ya da geleceğe ait iyileştirici düşüncelerin dışında, şehrin bugünkü gerçeği üzerinden hareket etti. Bu gerçek, İstanbul’un fiziksel ve toplumsal çevresinin geçirdiği değişim sebebiyle tarihi İstanbul imgesinden farklı bir görünüme sahip. Söz konusu farkı Sultanbeyli’de kolaylıkla gözlemlemek mümkün, çünkü burası İstanbul’un eski kent çekirdeği olarak tanımlayabileceğimiz ve tarihi İstanbul imgesi için birincil öneme sahip tarihi yarımadaya ve denize uzak bir konumda, yeni yolların açılmasıyla meydana gelen kapsamlı dönüşümlerin ve kentsel yayılmanın boyutlarını gözle görünür kılan bir yer. Sergide yer alan sanatçılar, eserleriyle şehrin bilinen simgeleri yerine günümüzün çok merkezli metropolünün yeni manzaralarını gözler önüne seriyor.
S.Ş.: Benim için mekan Sultanbeyli’de olduğu için anlamlı. Bizim tavrımız ve hayalimiz, sanatla gündelik hayat içindeki teması arttırabilmek. Ben şehrin önemli eksikliklerinden birinin, sanata dair sürpriz eksikliği olduğunu düşünüyorum. Burada da bol camlarla, vitrin alanlarıyla ve mekânın konumuyla yapmak istediğimiz, insanların gündelik hayatlarında sanat ile temaslarını arttırabilmek, içeri girmelerine bile gerek yok. Sergideki eserleri camdan bakarak bile görebilirler.
İlk sergi için de şehirle ilgili keskin fikirlerimiz olmadığını, farklı bölgelerde yaşayan insanların keskin sınırlarla ayrıldığını düşünmediğimizi ve bu mekânı ukala bir tavırla değil, samimi bir düşünceyle, bizim bilgimiz ve isteğimiz doğrultusunda burada yaşayan insanların gündelik hayatlarındaki sanatsal etkinliklerle karşılaşma olanaklarını arttırmayı hedefleyerek oluşturduğumuzu Emre Hoca’ya anlattık. Sanırım kendisi de bu yaklaşımı yakın buldu ve bunun üzerine “Şehir Nerede?” sergisini kurguladı. Sergi konuşmasında da kendisinin anlattığı gibi şehirle ilişkili fikirlerimiz çok yakın. Siyah beyaz ayrımlar yok, grilerden oluşan bir şehir. Serginin de hem küratoryal olarak hem de sanatçıların işleriyle açılış fikrimizi çok iyi şekilde gösterdiğini düşünüyorum.
Bu konudan devam edelim istiyorum. İstanbul’un her noktası gibi Sultanbeyli de dönüşüyor. Sizin de düşündüğünüz gibi buraya her zamanki sanat ve sergi ziyaretçileri gelmeyecek. Siz buradaki insanlarla nasıl bir bağ kuracaksınız? Sizce burada yaşayanlar arasında bir alışkanlık yaratabilecek misiniz?
M.S.: İstanbul, bugün sınırları sürekli genişleyen çok merkezli bir metropol olarak karşımıza çıkıyor. Sanat alanlarının şehirdeki dağılımı ise bu alanların belirli merkezlerde yoğunlaştığını gözler önüne seriyor. YUNT’un Sultanbeyli’de kurulmasının şehrin sanat haritasını genişletmek yönünde önemli bir adım olduğu kanaatindeyim. Sanat haritasının genişlemesinin toplumun sanatla karşılaşma olanaklarını artıracağına inanıyorum. Sanatla temas da herkese dünya ile yeni duyusal ilişkiler kurma imkânı tanıyacaktır.
YUNT’u bir etkileşim alanı olarak tanımlamamızdaki temel neden, hepimizin günümüzde karşı karşıya olduğu yalıtılmışlık riskini yeni deneyim, karşılaşma ve düşüncelerle aşabileceğimize inanmamız. Bu etkileşimi öncelikle sergilerimizle sağlamayı planlıyoruz. Hem sergi alanımız hem de vitrinlerimiz, dışarıdan geçenlerin bile sanatla temasını mümkün kılacak şekilde tasarlandı.
İzleyici ile etkileşimi derinleştirmek için sergilere paralel konuşma programları, çocuk atölyeleri ve geziler düzenliyoruz. İlk sergimiz kapsamında Prof. Dr. Eva Şarlak ile farklı konuşmacıları ağırladığımız “Şehrin Sınırlarını Yeniden Düşünmek” isimli bir konuşma programı düzenliyoruz. Kasım ayındaki ara tatilde çocuklara yönelik “Şehrin Süper Kahramanları İş Başında!” başlıklı öğrenme programımız başladı. Açılışımızdan bugüne bir ay geçmesine rağmen gözlemlediğimiz yoğun ilgi ve aldığımız olumlu geri dönüşler, geleceğe dönük ümitvar olmamız için güçlü sinyaller veriyor.
Son olarak eklemek istediğiniz var mı?
S.Ş.: Muratcan Sabuncu ile burada yaptığımızın, bir anlamda bir prototip olduğunu düşünüyorum. Kurgularken de her detayında buna dikkat ettik, ayrıca işini iyi yapan insanlardan kurulu çok güçlü ve git gide büyüyen de bir ekibimiz var. Seminer ve konuşmalar için bize danışmanlık sağlayan Prof. Dr. Eva Şarlak, mekanla ve etkinliklerle ilgilenen Hilal Dökmen, grafik tasarımlarımızı gerçekleştiren Dilara Sezgin bunların başında geliyor. Bunun dışında tüm profesyonel konularda destek aldığımız insanlar var. Burada gerçekleşen söyleşilerden, Instagram’a konan postlara kadar her konu çok yönlü şekilde tartışılıp onun neticesinde hayata geçiriliyor, aynı şey mekan kurgusunda da geçerli. Hayalim YUNT’un uzun süre varlığını sürdürmesi ve bu oluşum sürecinin başka mekanlara kaynak olabilmesi.
Şehir nerede?
Bu sergi, İstanbul’a nostaljik yaklaşımların ya da geleceğe ait iyileştirici düşüncelerin dışında, şehrin bugünkü gerçeği üzerinden hareket ediyor. “Merkez-çevre” gibi klişe bir ayrımın artık saptanamadığı bu şehirde, ne “ideal bir İstanbullu”dan, ne oraya sonradan gelen ve o “kültüre yabancı olan” arasındaki ayrımdan, ne de “eski İstanbul görüntüleri”nin gerçekliğinden söz edilebilir. Sergide yer alan sanatçılar, ortaya koydukları yapıtları ile bize böyle bir “İstanbul masalı”nın geçersizliğini anlatıyorlar. O yapıtlarda, artık işlevlerini yitirmiş ve birer turistik vitrine dönüşmüş şehir simgeleri yerine, günümüz sisteminde işlev kazanmış yapıların, meydanların, mahallelerin ve şehirli grupların görüntüleri ile karşılaşıyoruz. Bu sanatçılar belli ki İstanbul’da var olmayan, zamanını doldurmuş bir kültürel yapıya boş bir özlem duymak yerine, bugünün var olan kültürünü ortaya koymakta, şehrin mevcut gerçeğini onaylamakta ve izleyicilere bunu anlatmaya çalışmaktadırlar.
Sonuçta, bu galeri mekânı da tam bu durumları içeren bir “yer”de bulunmaktadır ki bu yüzden, açılış olarak böyle bir sergiyle başlanması, hem “o yer”in izleyicisiyle bir yakınlık kuracak, merkez-çevre ayrımını ortadan kaldıracak, hem de mevcut metropol mantığı üzerine farklı düşünceler yansıtacaktır.
Emre Zeytinoğlu’nun kaleme aldığı küratör metninden alıntı.