SAHA Yazı Dizisi 2020

Türkiye’de sergi ziyaretçisi: Yalnız ama meraklı

SAHA Yazı Dizisi kapsamında Kültigin Kağan Akbulut, Türkiye’de modern ve güncel sanat sergilerinin ziyaretçi profilleri üzerine yazdı.

Perşembe günleri İstanbul Modern’de yaşanan insan trafiği, bazı hafta sonları Pera Müzesi’nde adım atılacak yer olmaması, SALT Galata’nın dört bir yanına dağılmış gençler… Peki, kimdir bu sergi ziyaretçileri? Türkiye’de modern ve güncel sanata odaklı sanat kurumlarının 20 yıla yaklaşan bir tarihi var. Ancak müze, galeri, sergi ziyaretçisi kimdir sorusuna halen kolay bir cevap veremiyoruz. Bir kişi hangi motivasyonla bir sergiyi gezmeye karar verir?

Türkiye’de edebiyat okurunun, sanat sineması izleyicisinin ya da alternatif tiyatrolara gidenlerin profillerine dair geniş kapsamlı olmasa da araştırmalar var. Bir yandan da bu alanların tarihiyle ülke tarihinin seyri eş güdüm içinde hareket ettiği için bir projeksiyon oluşturmak çok da zor değil. Ancak sergi ziyaret etmek bizim açımızdan yeni bir olgu. Yüz yıla yaklaşan cumhuriyet tarihinin son on beş yılında bu olgunun popülerleştiğini ya da belki daha doğru bir deyimle kitleselleştiğini söyleyebiliriz.

Sadece sergi olarak değil de daha geniş bir açıdan bakarsak, bir müzeye gitmek, müze içinde bir sergi gezmek yakın zamana kadar alaya alınan (gerçi bazı çevrelerde halen böyle), çoğunlukla da yalnızlıkla özdeşleştirilen bir aktiviteydi. 70’li yıllardaki İstanbul’un ruhunu hüzün olarak tanımlayan Orhan Pamuk da İstanbul – Hatıralar ve Şehir kitabının “İlk Aşk” bölümünde dönemin müze algısını yansıtır örneğin.

“Ama ondan sonraki buluşmamızda gene Resim ve Heykel Müzesi’ne gittik. Müzeye, okulundan dolmuşla çok çabuk gidilebilen ve resimlerle dolu bomboş odalarında öpüşülebilen bir yer olarak ayağımız çok alışmıştı. Üstelik bizi şehrin hüznünden ve gittikçe artan soğuğundan da koruyordu.

Ama bir süre sonra boş müzenin ve çoğu kötü resimlerin kendileri de şehirden daha kuvvetli bir hüzün kaynağı olmaya başladı. Üstelik artık bizi tanıyan bekçiler oda oda bizi takip etmeye ve modelimle benim aramda gittikçe artan gerilimler çıkmaya başladığı için orada da öpüşmüyorduk.”

Pamuk aynı zamanda müze bekçileriyle ziyaretçiler arasındaki ilişkiye de değinir. Bir anlamda yazar meselenin sadece ziyaretçilerle ilgili olmadığını, çalışanlarıyla birlikte müze yapısının da bu soruna dahil olduğunu çıtlatır.

“Oysa kısa sürede müzede daha sonraki neşesiz günlerimizde bile vazgeçemeyeceğimiz alışkanlıklar edinmiştik. İstanbul’un sınırlı sayıdaki müzelerinin bütün bekçileri gibi bize ‘niye geldiniz sanki!’ ifadesiyle ekşi ekşi bakan iki ihtiyara artık sormamalarına rağmen öğrenci kartlarımızı gösterirken yapay bir neşeyle her seferinde hal hatır sorar, müzenin sahip olduğu küçük birer Bonnard ve Matisse’in sergilendiği odalara girerken, bu ressamların adlarını huşu içinde aynı anda birbirimize fısıldar ve ilhamı kıt pek çok akademik Türk ressamının içler acısı tablolarının önünden hızla geçerken taklit ettikleri Avrupalı ustalarının adlarını çabuk çabuk sayardık: Cézanne, Leger, Picasso.”[1]

Ancak 2000’li yılların başından bu yana müze gezme algısı ve alışkanlıkları değişti. Bunda önemli etkenlerden biri yazının devamında bahsedeceğim ‘birinci dalga’ diye tabir edilen, özel sermaye girişimleriyle açılan müzelerin rolü. Güncel sanat alanında pek değinilmese de ikinci etken, geleneksel müzelerin 2000’li yıllar sonrasında yapısal olarak büyük dönüşümlere uğraması. Veri Kaynağı’nın TÜİK üzerinden aldığı verilere baktığımızda 2001 yılında sayısı 171 olan Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı müze ve ören yerleri sayısının 2017 yılında 438’e ulaştığını görüyoruz. Bunun yanında 2001 yılında 13 milyon olan ziyaretçi sayısı 2014 yılında 23 milyona ulaşıyor. Bunda tabii ki müzelerin turizm potansiyelini keşfeden devletin destekleri de en büyük etkenlerden biri. Ancak gitmesek de görmesek de birçok şehirde ziyaretçilerle daha sıkı bağlar kuran, çocukları ve gençleri çağıran geleneksel müzelerin olduğunu görebiliyoruz.[2]

Birinci dalganın sonunda: Türkiye’de sergi ziyaretçileri kimlerdir?

İstanbul Modern, Pera Müzesi ve Sakıp Sabancı Müzesi’nin açılmasıyla tanımlanan “birinci müze dalgası” şüphesiz ki bahsettiğim algının kırılmasında büyük rol oynadı. Reklam ve medya desteğinin de etkisiyle ziyaretçi kitlesi harekete geçti. On beş yıllık süre zarfında İstanbul Modern’in ziyaretçi sayısı 8 milyona ulaştı. 254 bin kişinin gezdiği Picasso İstanbul’da sergisiyle dönüşümün en görünür aktörlerinden biri olan Sabancı Müzesi de okul grupları hariç 3 milyon 370 bine yakın ziyaretçiyi ağırladı. Pera Müzesi de 2019 yılı Aralık ayına kadar 1 milyon 800 bin binden fazla ziyaretçiyi ağırladı. SALT Beyoğlu ve SALT Galata’daki toplam ziyaretçilerin sayısı da üç milyona yaklaştı. Arter de 2010 ve 2018 yılları arasındaki İstiklal Caddesi serüveninde 880 bin kişiyi ağırladı.

Sergi ziyaretçi sayılarından bahsederken İstanbul Bienali’ne bakmak da önemli bir gösterge olacaktır. 1987 yılında 10 bin ziyaretçiyle yola çıkan bienal devamındaki yıllarda, 12 bin, 14 bin, 65 bin, 70 bin, 40 bin, 68 bin, 60 bin, 50 bin ve 91 bin ziyaretçi ağırladı. 2009 yılındaki 11’inci edisyonda 101 bin, 12’inci edisyonda da 110 bin ziyaretçiye ulaştı. 2013 yılında ücretsiz olmasıyla beraber bu oran yükselişe geçerek 337 bin ziyaretçiye ulaştı. Devamındaki yıllarda da 545 bin ve 440 bin ziyaretçi çekti. Geçen yıl düzenlenen 16’ıncı bienal de 451.387 ziyaretçiyi ağırlamış oldu.

Ancak ne yazık ki bu ziyaretçileri tanımıyoruz. Muhakkak ki kurumlar yaş, cinsiyet, eğitim durumu gibi kategoriler üzerinden istatistik tutuyorlardır. Ne var ki ziyaretçilerin sergilere katılma motivasyonlarını, hangi duygu ve düşüncelerle hareket ettiklerini inceleyen kamuya açık bir araştırma henüz yok. Bu eksikliği biraz olsun gidermek için küçük çaplı bir araştırma yaptım. Kültür profesyoneli olmayan, farklı mesleklerden, 19-45 yaş arası 12 kişiyle yirmişer dakikalık görüşmeler yaptım. Sergi ziyaretçilerini anlamaya çalıştım.

Görüşeceğim kişilerin yılda ya da ayda 1 ila 3 arası düzenli olarak modern ve çağdaş sanat sergilerini ziyaret ediyor olmalarını ön koşul olarak koydum.

Görüşmelerim sırasında ilk dikkatimi çeken şey halihazırda düzenli sergi gezenlerin çoğunun çocukluktan ve ilk gençlikten kalma bir sergi gezme deneyiminin olmaması. Katılımcıların çoğu sergi gezmeyi ortaokul-lise dönemi eğitimi sırasında değil, daha sonra, özellikle de üniversite öğrencisiyken kendi başlarına keşfetmiş olmaları. Sanat etkinliklerine katılmayı teşvik eden liselerden mezun olsalar dahi şu anki sergi gezme pratiklerinin kaynağını bu teşviklerde görmüyorlar.

Görüşme yaptığım kişilerin son ziyaret ettikleri sanat kurumları arasında da tahmin edilebileceği gibi Yapı Kredi Kültür Sanat, İstanbul Modern, Sabancı Müzesi öne çıkanlar arasında. Ancak ziyaret edilen mekânlar arasında ticari sanat galerilerinin ismi sadece iki kez geçti. İnisiyatiflerin durumları ise daha kötü. Birçok katılımcı inisiyatiflere dair bir bilgisinin olmadığını aktardı.

Araştırma katılımcılarının çoğu sergi haberlerini kurumların sosyal medya hesaplarından aldıklarını aktardı. Bunun yanında çoğu katılımcı da ayrıntılı haber, yazı, röportaj gibi içeriklerin olduğu bir yayını takip ettiğini belirtti. Düzenli olarak takip edilen bir sanat yayını ve sanat yazarı ismi pek telaffuz edilmese de görüştüklerim, mimarlık ve tasarım yayınlarından kent rehberlerine kadar farklı yayınları takip ettiklerini vurguladı. Ancak sergi için kurumların kendisi tarafından hazırlanan metinlerin ana bilgi kaynağı olduğunu gördüm.

Sergiler nasıl geziliyor? 

Sorularımdan biri de görüştüğüm kişilerin sergileri tek başlarına mı, yoksa başkalarıyla birlikte mi gezdikleriydi. Bu soru ve devamındaki konuşmalarımız da sergi ziyaretçilerinin asıl duygu ve düşüncelerini görmek için bir kapı aralamış oldu.

“2004 yılında üniversiteye başladığımda İstanbul Modern gibi sergi salonlarının Instagram hesaplarını takip etmeye başlamıştım. Sanki bir sergiye tek başıma gidersem daha iyi anlayabileceğimi düşünüyordum. O zamandan beri de tek geziyorum,” diyor büyük bir beyaz eşya firmasının teknoloji departmanında çalışan Büşra Kılıç. “Benim için sergi gezmek kişisel ve özel bir şey. Kitap okumaya daha yakın. Bir kitabı okurken yazarın ne yaşadığını, hangi motivasyonla yazdığını bilemezsin. Bunu kendin yorumlarsın. Sergideki eserleri anlamayı da buna benzetiyorum. O kadar içine giremezsin ama kendi karakterinle, yaşanmışlıklarınla yorumlayarak alırsın,” diyerek bunun özel bir deneyim olduğunu vurguluyor Kılıç.

Ancak sergileri tek başına gezmek aslında pek de ‘tercih’ meselesi değil. Bir devlet üniversitesinin İşletme bölümünde okuyan Ceren Erkmen çoğunlukla kuzeniyle sergi gezdiğini, ancak çevresindekilerin pek de ilgi duymadığını vurguluyor. “Bence benim yaşımdakiler (18-25 yaş arasını kast ediyor) için sanat çok resmi görünüyor. Sergilere gidenler sadece mimarlık ya da güzel sanatlar öğrencileridir gibi bir algı var. Ben ne kadar çevreme anlatsam bile umursamıyorlar. Hobinin de ötesinde insanlar farklı şeylere ilgi duyabilir,” diyor Erkmen ve kurumların özellikle ücretsiz gün uygulamalarıyla daha fazla insanın ilgisini çekmeye çalıştığını vurguluyor.

Ankara’da bir devlet üniversitesinde halk sağlığı uzmanı olarak çalışan tıp doktoru Eray da çoğunlukla kız arkadaşıyla sergileri gezdiğini, ancak çevresinde sergilere ilgi duyan kişilerin az olduğunu belirtiyor. “Sanata hiç ilgi duymuyorlar, diyemem. Çevremde bilet satışları açılır açılmaz satın alan ‘tiyatro hastaları’ var. Ciddi bir konser dinleyicisi kitle var. Ancak sergiler açısından böyle bir kitle yok,” diyor Eray.

Bu noktada Eray, ‘duvara bantlanmış muz’ gibi viral olarak yayılan güncel sanata dair olumsuz içeriklerin de çevresi açısından etkili olduğunu vurguluyor. “Daha önce deneyimlediğim kötü bir sergi varsa, bu içerikler de tuz biber oluyor,” diyor Eray. “Bunu mu gezdin yani?” diye tepkiler aldığını vurguluyor.

Güncel sanata dair olumsuz içeriklere yönelik neler düşündüklerini diğer görüşmecilerime de sordum. Mesela Büşra Kılıç, bu viral içerikleri olumsuz bir eleştiri olarak algılamadığını vurguluyor. “Bunu daha çok bir yorumlama olarak ele alıyorum. Sergi gezme motivasyonumu pek etkilemiyor” diyor. Ancak Ceren Erkmen bu eleştirileri sırf linç etmek için dile getirenleri umursamadığını belirtiyor. Bir devlet üniversitesinin İletişim Fakültesi’nde okuyan görüşmecilerimden Aylin Şener de birlikte sergi gezdiği arkadaşlarının olumsuz tepkileri nedeniyle çoğunlukla sergileri tek başına gezmeyi tercih ettiğini vurguluyor.

Sonsöz yerine… 

Tabii ki küçük bir örneklem üzerinden ilerleyen araştırmamın Türkiye’deki tüm sergi ziyaretçilerinin portresini çizdiğini iddia etmek mümkün değil. Ancak gördüğümüz kadarıyla yalnız ama meraklı bir ziyaretçi portresiyle karşılaşıyoruz. Belki de bu yalnızlık algısını kırmak ve sergi ziyaretçilerinin meraklarını derinleştirecek araçlar yaratmak kurumların önündeki en önemli görev.

Görüşmecilerimden Eray’ın bahsettiği gibi neden ‘sergi fanları’ yaratamıyoruz? Neden sergi meraklıları kurumların diğer aktivitelerine katılmıyor? Sergi ziyaretçilerini besleyecek alternatif içerik kanalları açmanın neden bu kadar zor olduğu düşünülüyor? Yalnızlık düşüncesini kırmak için topluluk bazlı online alanlar yaratabilir miyiz? Ya da belediyeler ve üniversiteler gibi kamusal yapılar içindeki kültür ve sanat birimleriyle sanat kurumları nasıl işbirlikleri gerçekleştirilebilir?

Sergi ziyaretçilerini konu alan yazımın küresel salgın günlerine denk gelmesini de hayatın kötü bir şakası olarak düşünmek istiyorum. Belki de böyle günlerde silkelenmek, yaptıklarımız üzerine yeniden düşünmek, ‘eski düzene’ döndüğümüzde yeni neler yapabiliriz diye hazırlık yapmak hepimize iyi gelebilir.

Not: Araştırma alanında tecrübesinden yararlandığım Rumeysa Kiger’e ve tüm görüşmecilerime teşekkür ederim. 

SAHA Yazı Dizisi kapsamında 2020 yılının konuk yazarı Kültigin Kağan Akbulut tarafından SAHA Derneği desteğiyle yazılmıştır.

[1] Orhan Pamuk, İstanbul – Hatıralar ve Şehir, Yapı Kredi Yayınları, sayfa: 473

[2] Veri Kaynağı’nın bağlantılarına ulaşmak için: https://www.verikaynagi.com/grafik/bakanliga-bagli-muze-ve-oren-yerleri-ziyaretci-sayisi/ https://www.verikaynagi.com/grafik/toplam-muze-sayisi/

Yorum yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

İlginizi Çekebilir

Kütüphane

Mehmet Çeper'in "Derhal" isimli kişisel sergisinin katalog metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Duyurular

Kreşendo'nun düzenlediği "Bu Festival Bizim," 1-8 Kasım tarihleri arasında gerçekleşen birbirinden renkli konser, atölye ve konuşmalarla şehrin nabzını mutluluğun ritmiyle attırdı.

Kütüphane

Açık Radyo’nun karasal yayın lisansını iptal etmesinin ardından 2021’den beri ilk kez yayınlanamayan Bağımsızlar, Açık Radyo ile dayanışan Argonotlar aracılığıyla size ulaşıyor.

Kütüphane

Berkay Tuncay'ın SANATORIUM’da gerçekleşen “Clicktrance” isimli sergisinin metni Argonotlar Kütüphanesinde.

© 2020