Derin bir kayıp döneminde, sanatçı Himali Singh Soin, tıkalı netlik alanları ve insan ile insan olmayanların bu alanlarda hayatta kalması arasındaki ilişkiler üzerine bir balad ve manifesto sunuyor. Bu arada kalmışlığı, geçirgen ikilikler ve benlikler için bir güvenlik, opaklık ve potansiyel bölgesi olarak öneriyor.
”Yarı Saydamlık Üzerine”, kıyı ile gelgit arasındaki mesafe, yarı saydam sığlık, görünen ve görünmeyen, yoğun ve yalın hakkında mitolojik-şiirsel bir manifestodur. Édouard Glissant’ın opaklık kavramından yola çıkarak buzlu pencerelerin güneşin ısısını dışarıda tuttuğu, ilişkisel olana tutunarak cisimlerin ayrıntılı kenarlarını yumuşattığı, ışığın içeri girip diğerini kapatmadığı yerlere varıyor. Yarı saydamlık, adadan takımadaya geçiş gibi, düşüncenin özel dünyasına ve arkadaşlığın sosyal dünyasına izin veren bir tür bilmemeyi savunur. Bu manifesto havanın, buzun, derinin, petrolün ve zar tabakasının yarı saydam merceklerinden süzülmüştür. Yarı saydamlık hem okunamazlık hakkı hem de yorumlanma arzusudur. Yarı saydamlık, doğallık sonrası yaşam yollarımıza giden erotik bir yoldur.
Söyleyeceğim bazı şeyler kavraması güç, bazıları ise anlaşılabilir olacak. Doğrudan gördüğünüz şeyler ve gözünüzden kaçan yönleri olacak. Benimkinden de kaçıyorlar. Yarı saydamlık pratiği, açıklığa kavuşurken belirsizliğe izin vermektir. Yarı saydamlık, olduğu gibi olan şey ile başka ne olabileceğine dair hayal gücü arasındaki dolayımlamadır. Yarı saydamlık, yeni gelecekler sunarak çatlakları doldurur. Doğa ile yapıntı arasındaki erotizmde, bilmenin perdesiyle bilmemenin gölgesinde belirir. Yarı saydam bir (na)maddesellik içinde yaşıyoruz: Petrol. Deri. Zar. Buz. Hava. Su. Kağıt. Sis. Seraplar. Pencereler. İnternet. Müzik. Akıl. Bulut. Ada. Silt. Tuz.
Dünya belirsizdir, sızdırandır ve gözeneklidir; her şeyin arasında ozmotik membranlar vardır. Yarı saydamlık pratiği, Glissant‘ın dediği gibi, “dünyayı dünyayla temasa geçirmek, dünyadaki bazı yerleri diğerleriyle temasa geçirmektir.” Yarı saydamlık, dünyayı farklı bir ışıkta görmenin bir yoludur.
Nesneler veya alanlar arasında
Yarı saydamlık, iki yakın nesne veya alan arasındaki mesafedir. Işığın parlak olduğu ve evlerin birbirine yakın olduğu yerlerde (kentsel tropik bölgelerde veya Akdeniz’de) mutfak ve banyoların pencereleri buzludur. Buzlu pencereler, havanın neredeyse her zaman sıcak olduğu ve yaşamın sabah erken veya akşam geç vakitlerde sermayenin hızlanan saatine karşı, yavaş olana ve yoğun havaya uyum sağlayan bir tempoda ilerlediği yerlerde kullanılır; bedenlerin kendi alanlarında yarı çıplak hareket edebildiği yerlerde, balkonlardan seslerin birbirine seslenebildiği zamanlarda kaos her zaman dip dibedir ve kolayca kırılım gösterir. Ötekilikten doğru biz, birbirimizi gözetiriz, birbirimizi içeri alırız, birbirimizi dışarıda tutarız. Ne kadar ve kiminle olacağını seçeriz.
Orta ve Güney Asya’da Babürlü mimarlar tarafından inşa edilen jaali‘ler, kadınlara bir yerde olup bitenleri görülmeden bilme gücü veren, bir tür ideolojik havalandırma sağlayan kafesli kapı ve pencerelerdir. Bu portallar içeriye bakışla dışarıya bakışı bulanıklaştırır. Böylece jaali, meydan okuyan gözlerin bakışlarını gizleyen bir örtü görevi görür. Tam bilgi alma hakkına, teşhire, flörte yer bırakmayan bir yakınlığa aykırıdır.
Yarı saydamlık, beyaz, parlak ve sıcak olan doğrudan ışığı engeller ve yumuşaklığın içeri girmesine izin verir. Yumuşaklık sayesinde yüzeylerin keskinliği kaybolmaz, fakat kenarlardaki odağı kaybeder ve madde ile zihin arasındaki ayrımı birleştirir. Öteki olan ayrıntıyı kaybeder ve size daha çok benzer: yumuşak öğleden sonra, kızıl, solgun, nemli, kaygan.
Diasporalarda, göçmen, sürgün
Bedenler arasındaki bu ince boşluklar, yerler arasındaki sınırlar gibidir: kısmi kavramanın eşikleri, yeni bir diasporik bölge oluşturur.
Akıntının yönü değiştirilen bir ülkeden gelen balık, kendini diğer ülkede yakalanmış halde bulur.
Dünyanın her yerinde birbirimizi nasıl tanıyabiliriz? Bizler yarı hayal ürünü ve yarı gerçeğiz. Yarı saydamlığı kabul ettiğimizde Glissant’ın “kreolleşmiş beden (creolized body)” dediği şeye ulaşabiliriz. Farklılıklardan oluşan, birbirleriyle aktif olarak etkileşime giren, yeni, hibrit topluluklar yaratan bir topluluk.
Ben, sen olmanın nasıl bir şey olduğunu asla bilemeyeceğim.Yarasa, taş ya da sen olmanın nasıl bir şey olduğunu.
Sen de beni analiz etmeye çalışacaksın. İlkin nereden geldiğim ya da nasıl olmayı seçtiğim ya da birlikte büyüdüğüm toz, ısı ve dumanla değil, ama ışıkla, onun bu gölgeleri, bu çizgileri nasıl oluşturduğuyla, bu gölgelerin sana açık etmemeyi seçtiğim benlik hakkında neler söyleyebileceğiyle, memnuniyet ve hoşnutsuzluk ifadelerimle analiz edeceksin. Kompozisyonun derinliğiyle, söyleyemediklerimi söylememek için kullandığım metaforlarla.
Yarı saydamlık, yolculuğun sonundaki ferahlık değil, yarı yolda bulduğunuz o serinlik, o enerji verici dinlenmedir. Zihin bedende yuva bulduğunda, her ne kadar o yuva çok uzakta olsa bile.
Bu sonsuzluğun ortasında bir yerde buluş benimle.
Ben geri dönmeyeceğim. Benden önce gelen ve devam edecek olan tüm enerjilerin birikimiyim ben. Ama benim opaklık hakkım var. Senin için şeffaf olmama gerek yok.
Yarı saydamlığın ağırlıklarını değişmiyorsa, peki o zaman opaklık nedir? Katmanların sayısı, aradaki atmosferin kalınlığı, rengi, maddeselliği ve ışığa direnme veya alma gücüdür. Işığın içeri girmesine izin vererek karanlığın zevklerine yer açarız.
İşte orası yarı saydam benliklerimizi sunduğumuz yerdir. Çok kültürlü, çok sayıda etnik gruptan oluşan, çok ırklı, farklı yeteneklere sahip, aralarında hiçbir dil olmadan yan yana yaşayan gelişigüzel etiketlenmiş topluluklar olduğumuz zaman bizler adalar oluruz.
Enerjileri birbirimize aktarırız. Anlamaya başlarız. Birbirini anlamaya değil de iki arasında ilişki kurmanın, üçüncü olmanın ne demek olduğunu anlamaya.
Bu değişen yarı saydamlık anını bulmak için işi paylaşmalıyız. Hayır, Size karşı sorumlu değiliz. Hayır, köleliğin, sınıfçılığın, ırkçılığın, kastçılığın Sizinle nasıl iç içe olduğunu açıklamayacağız. Biz bunu kendimiz için öğreniyoruz, nesiller boyu süren mülksüzleştirmeyi çözmeye çalışıyoruz.
Yırtıcı hayvanların zarar vermesinden kaçınmak için yusufçuklar gibi biz de kanatlarımızı yarı saydam hale getirmenin bir yolunu bulmalıyız. Belki işi paylaşabiliriz; ben yorulduğumda benim yerime sen geçersin ve böyle böyle işi bölüp sevgiyi çoğaltırız. Bu şekilde görünenin mimarisini yıkmaya başlarız.
Şeffaflık; ataerkillik, pozitivite, beyazlık, Batılı ahlak modelleri, teşhir, kontrol ve kanıtla ifade edilen bir aygıttır. Manzarasını seyretmeye asla gücü yetmeyenlerin temizlediği cam gökdelenleri yansıtarak, rasyonellik kisvesini altüst etmeye, bireyi karşılıklı bağımlılığa, gösteriyi spekülasyona tercih eden kapitalist altyapıyı yıkmaya başlarız ve önyargının nereden geldiğini sorgulamaya, dışarıda maddi olana, içeride ise maddi olmayana doğru ulaşmaya başlarız.
Bu gerçekleşirse ve gerçekleştiğinde, insanlar, olaylar, fikirler arasında, aksi takdirde gerçekleşmeyecek bir dostluk anı yaşarız. Anlamaya çalışabiliriz, ancak bu belirsiz bile olsa karşılıklı bir şekilde olmalıdır. Dostluk, sevgi ve rüyalar yarı saydamdır, gerçek ile halüsinojenik olan arasındaki yalınlıktır. Hissedebilirsin ama asla tam olarak bilemezsin. Kurgu da gerçekle olan ilişkisinde böyledir.
Hayaletlerin varlığında
Kolektif acı çeken topluluklarda hayalet hikâyeleri çoktur. Hindistan’da birçok fethin hayaletleri yazılı olmayan halk kültüründe karşımıza çıkıyor: Toprakları çalan bir hayalet, suçluluk duygusunun arketipi olarak gelen bir hayalet olarak. Bazen şekilsiz küçük şeyler, bazense kanatlı, yüzgeçli veya kuyruklu hayvanlar olarak gelirler ve bize niyetle dinlemeyi ve derimizle nefes almayı öğretirler. Ortaya çıkarlar, bizi korurlar ya da rahatsız ederler, hatırlatırlar, bir seçim yapmamıza yardımcı olurlar, hatta belki evi temizler ve sessizce işlerini yapıp hayalet gibi giderler. Genellikle yalnızca en savunmasız karakter, yas tutan ve dolayısıyla en çok o anda olan ve her türlü müdahaleye en açık karakter tarafından fark edilirler.
Hayalet değişken, maddesiz bir varlıktır. Savunulamaz bir geleceğe uyum sağlamaya veya onu yeniden yapılandırmaya çalışırken her zaman geçmişin içinden süzülen derin şimdiki anla ilgilidir. Aynı zamanda arada bir yerde ve zamansallığın ötesindedir. Bu tezahür, zaman merceğinin yumuşak bir odağa ve de şeylerin mikroskobik ve büyük ölçeğini aynı anda görmenizi sağlayan çevresel bir görüşe sahip olduğu bir zihin durumudur. Bulanıklığın belirsizliği ve orada olanlar. İç dünyanızı korurken kısmen emici olma hali. Hayalet olmak sınırlar konusunda cömert olmaktır. Hayalet hikâyesi yarı saydam bir dil oluşturmamıza olanak tanır: Hem “olur” hem de “olabilir” demeye. Olurdu’ların, olmaya çalışır’ların, belki’lerin olduğu. Arada olmayı, neredeyse olmayı, sahte olmayı değil, spekülatif, sorgulayıcı, simülatif olmayı amaçlayan dil. Hikâyelere gerçekmiş gibi inanmayı amaçlayan. ‘Öyledir’den ziyade ‘eğer öyleyse’ye, ‘ne’yden ‘nasıl’a dayanmak için. Sözcüklerin, tıpkı hava durumu gibi -tahmin edilemez, nüktedan- olduğunu (ya da olmadığını) düşünmek ve onları değiştirmeye çalışmak yerine onlar için bir sunak yapıp tapınmak için. Dil (ve hava durumu), ancak onu kontrol etmeye çalışmazsanız sizi koruyabilir. Bu rastlantısallığa teslimiyet ve bu hayal gücü ritüeli yarı saydamlıktır.
Değişen atmosferlerde
Hayatlarımız hayaletimsi: yarı, meta, boğuk, belirsiz, şekilsiz ve zamansız, bulanık, dağınık, jelatinimsi, incecik, düzensiz, dağınık, gölgeli, şeffaf, şifreli.
Bilinmeyi reddediyoruz.
Nazik, kırılgan, sürekliyiz. Biz ne maddeyiz ne de ruh.
Ne sebep ne de sonucuz.
Biz zar tabakasıyız. Örülü ağ gibiyiz. Camsı bir malzemeyiz.
Yarı saydamlık, aradan keyif alan, “dışarı” çıkması gerekmeyen ama aynı zamanda kendini “içeride” tutması da gerekmeyen, ikili olmayan, çok kısımlı bir cinsellikle ilgilidir. Yarı saydamlık ne erkek ne de kadındır. Açık etmek ya da gizlemek değildir.
Biz buharız.
Biz suyuz.
Muslin, kenevir, ipek.
Bal, balmumu.
Yapraklarız.
Aynı zamanda plastik, petrol, kirlilik, radyasyonuz da. Atmosfer mükemmel bir şekilde görülebilir değildir; daha ziyade toksinler, karbonlar, mikroplar, partikül madde, duman, bulutlar, kükürt, toz, buğu, sis, pus, tohumlar, polen, şüphe, seraplardan oluşan katmanlarla dolayımlanır.
Su da yarı saydamdır, ısındıkça denizanasıyla dolar.
Yarı saydamlık, yuvalarını tellerden ve şişe kapaklarından yapan kuşlar veya manzaralarımız çölleşirken evlerimizde dolaşan kertenkeleler gibi, değişen Doğaya uyum sağlamaya devam ederken birbirleriyle akrabalık kurarak daha yumuşak varoluş yollarını önerir.
Yarı saydamlık türler arasıdır. Bazen titrer ve yeni şekiller, formlar, ateşler yaratır.
Buzul arşivlerinde
Weddell Denizi’nde, Antarktika’daki buzulların altında, Notothenioid balıkları o kadar şeffaftır ki, beyinlerini ve omurgalarını derilerinden görebilirsiniz. Zamanla ve değişen sularımızla, tüm hemoglobinlerini kaybettiler. Jaali’lerin arkasındaki kadınlar gibi balıklar da yarı saydamlığın belirsizliğini ilgi çekici buluyorlar; diğer türlü onları kapsayacak olan bir sisteme karşı görünmez kalıyorlar.
Polipler, deniz kelebekleri, deniz halkalı solucanları, zooplanktonlar, kriller, jöle larvaları, kalamarlar ve pisi balıklarının hepsi yarı saydamdır. Su altında hafif kalabilen çok hassas kalsiyum katmanları sayesinde, havanın çok karanlık olduğu yerde, yarı saydamlıkları iç dünyalarını aydınlatmalarına olanak tanır.
Buz her zaman yarı saydam bir anı taşıyıcısı olmuştur: Kutuplarda sıkışan kurşun parçacıkları, maden çıkarma tarihimizin öyküsünü anlatır. Buz çekirdekleri, ağaçlardaki halkalar gibi zamanı söyleyen kronometrelerdir. İklimin nasıl değiştiğini görebiliriz, vebaların tarihini görebiliriz, hatta savaşları bile görebiliriz. Buzun bir bilgi taşıyıcısı ve sömürgecilik karşıtı duyusal bir ajan olmasında yarı saydamlığın rol oynadığını düşünmek hoşuma gidiyor. Buz kontrol edilebilir bir netliğe doğru eridikçe, toprakla, geçmişle, tarihle bağımızı kaybediyoruz, atalarımızı kaybediyoruz, geleceğimizi de kaybediyoruz. Buzsuz bir dünya, ufkun sonuna doğru uçmak ve berrak, şeffaf bir cam panele çarpmak gibidir.
Bilinçli ve bilinçsiz benlik arasında
Yarı saydamlık bir araç ve dolayımlamadır. Görüntüler yarı saydamdır, çünkü onlar gerçeğin bir temsilidir. Tam bilginin ve bilgi üzerinde tam kontrolün olduğu bir çağda, ekrana bir gazyağı lambası tutup kendimiz filtre olabilir miyiz? Farklılık hakkı ile bilgi edinme hakkı. Yarı saydamlık orta yoldur. Zanaat ve içgüdü arasındaki, mantık ve sezgi arasındaki, şans ve düzen arasındaki.
Yarı saydamlık durulmayan bir dalgadır, bir duygu dalgası, bir gelgittir. Bir melankoli hissidir ama üzüntü değil, bir zevk hissi ama mutluluk değil.
Yarı saydamlık, gözenekleri, bağlantıları, kalıpları ve ilişkileri tespit etmeye, biçimlendirmeye ve görselleştirmeye yönelik bir çağrıdır. İlişkiler. Mekânsal, zamansal ve sosyo-kültürel sınırların ötesindeki.
Bilinç yarı saydamdır. Farklı araştırmalarda bazen görünüşte farklı fikirler arasındaki kalıplara göz atabiliyoruz. Nükleer kültürü araştırırken bir kuş operası yazıyordum. Kuşa bakmaya gittiğimde onu nükleer bir tesiste ürerken buldum.
Eylemde
Yarı saydamlığı harekete geçirmek, şeyleri birbirinden ayrı değil de birbiriyle ilişkili olarak algılamamıza yardımcı olabilir mi, yani toksisiteden sevgi, ironiden adalet sızıp yayılabilir mi? Takımada bir adalar topluluğudur: Aynı anda hem kendimiz olabilir hem de ötekiyle bir ilişki bulabilir miyiz? Yarı saydam sularla, hava koşullarına sürekli uyum sağlayan, altındaki deniz canlılarının yarı saydamlığıyla jelatinimsi olan kıyı şeridimizle bağlanabilir miyiz? Yeni kültürleri, birçok olası kimliği özümseyerek direnip kök salabilir ve hâlâ melez olabilir miyiz? İç sesimizi öldürmeden çok dilli konuşabilir miyiz? Yaşamlarımızın laboratuvarında sezgilerle çalışabilir miyiz? Ve bombalar havayı bulanıklaştırdığında, sıcaklık atmosferi yapışkan hale getirdiğinde ve seller toprağın sıvı hale gelmesine neden olduğunda, felaketten kurtulmamıza yardımcı olması için yarı saydamlığın maddeselliğine başvurabilir miyiz?
Daha çok şiir gibi olabilir miyiz, ne çok fazla, ne çok az, başı ve sonu olmayan, parçalı ve bütünlüklü, sabit ve değişken, hem anlamlı hem de saçma?
Yarı saydamlık, sabit bir ütopyaya yönelik imkansız bir arzu değildir ve doğası gereği aşırı değildir; farklı zamansallıkların şimdiki anı bilgilendirmesine, etkilemesine ve değiştirmesine izin verirken derin bir var olmayı önerir. Görünmek ve görünmemek için. Ne opaklığın tahribatı ne de şeffaflığın dolaysızlığı.
Yarı saydamlık ışıkla ilgili olsa da, yalnızca görmeyle ilgili değildir; insan olmayan yaratıkların nasıl seslenip tepki verdiklerini dinlemeyi, petrol ile su arasındaki yere batmayı, onun itici gücünü fark etmeyi ve yine de onun parıldayan parlaklığına hayret etmeyi ister. Yarı saydamlık sapmaktan zevk alır.
Advaya’nın ‘takımadalar olarak dünya’sına, okudukları için Kate Marshall’a ve Alexis Rider’a, ve yarı saydamlığa olan inançlarından dolayı Protodispatch ekibine teşekkürlerimle.
Edouard Glissant’a, Judith Butler’a, Ming Smith’e, Byung-Chul Han’a, Andrés Jaque’e ve Hindistan ile Pakistan sınırındaki Kutch’un Rann bölgesindeki tuz çölü nedeniyle sevdiklerinden ayrı düşen Sufi şarkıcılara selam olsun.
Çeviri: Erdem Gürsu
Protocinema’nın yeni dijital yayını PROTODISPATCH, sanatçıların kıtalararası kaygıları ele aldığı, kişisel bakış açılarını içeren deneme serilerinden oluşuyor. İngilizce dilinde yayınlanan denemeler Argonotlar ve Protocinema işbirliğiyle önümüzdeki yıl boyunca her ay Türkçe olarak Argonotlar’da kendine yer bularak bu küresel kaygıların Türkiye sanat ortamında da tartışılmasına alan açacak. Protodispatch’in diğer yayın partnerleri, New York’tan Artnet.com ve Bangkok’dan GroundControlth.com