Gündem

Argonotlar yazarlarına sorduk: 2021 yılının öne çıkan sergileri

Geçen yılın aksine 2021 çok sayıda sergi ziyaret edebildiğimiz bir yıl oldu. Yazarlarımız bu yıldan en çok etkilendikleri, akıllarında kalan sergiyi yazdı.

Yıl sonu derlemelerini seviyoruz. Nasıl geçtiğini anlamadığımız yıla dönüp neler olmuş diye bakmak ve aslında yıla bir sürü bir aradalığı, tartışmayı, ânı sığdırdığımızı görmemizi sağlıyor. Bu sene Argonotlar yazarlarına yıl içinde gördükleri, onları en çok etkileyen sergiyi sorduk. Pera Müzesi’ndeki Etal Adnan’ın İmkânsız Eve Dönüş, Murat Germen’in küratörlüğünü yaptığı SSM’deki Dün, Bugün, İstanbul, Kevser Güler’in küratörlüğünü yaptığı Yapı Kredi Kültür Sanat’taki Burası, Emre Hüner’in Arter’deki Elektroizolasyon: Bilinmeyen Parametre Kayıt Dışı, Deniz Artun’un küratörlüğünü yaptığı Meşher’deki Ben-Sen-Onlar: Sanatçı Kadınların Yüzyılı gibi büyük kurum ve müzelerin sergilerinin yanında bağımsız inisiyatiflerin ve küçük galerilerin de sergilerinin öne çıkanlar arasında olduğunu görmek güzel. İşte karşınızda Argonotlar yazarlarının seçkisiyle yılın sergileri.

Nergis Abıyeva
Etel Adnan / İmkânsız Eve Dönüş, Pera Müzesi
6 Nisan – 8 Ağustos 2021

Bu yıl beni en çok etkileyen sergi Etel Adnan’ın Pera Müzesi’ndeki İmkânsız Eve Dönüş sergisi oldu. Uzun bir karantina döneminin ardından gördüğüm ilk sergilerden biriydi ve sanatçının pandeminin ortasında bile üretmesine, üstelik ürettiklerinin niteliğine hayran olmuştum. Hatta bu sergi üzerine kaleme aldığım “Bütün Mümkünlerin Kıyısında” başlıklı eleştiri yine Argonotlar’da yayımlanmıştı. Etel’in daha önce bu kadar kapsamlı bir sergisini görmemiştim; dolayısıyla serginin kurgulanmasını beğenmiştim. Serginin içerdiği “yapıt dışı” materyalleri de oldukça tatmin edici bulmuştum. Bu başarılı sonuçta, küratör Serhan Ada’nın sanatçıyla geçirdiği zamanların ve Etel’in partneri Simone Fattal’ın sergiye katkısının da etkili olduğu kesin. Ayrıca bu sergi gerçekleştiğinde Etel henüz dünyamızı fiziksel olarak terk etmemişti. Benim için yaşayan sanatçı kadınların kişisel sergileri, ölen sanatçı kadınları romantize eden, nostaljik bir güzellemeye indirgeyen, tarihsel bağlamından koparan sergilerden daha anlamlı ve heyecan verici.

Kültigin Kağan Akbulut
Dün, Bugün, İstanbul, Sakıp Sabancı Müzesi
16 Haziran – 7 Ağustos 2021

Yolu Sabancı Üniversitesi Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı programından geçen, öğretim görevlisi ve sanatçı Murat Germen’in çağrısıyla bir araya gelen 22 sanatçının üretimlerinden meydana gelen Dün, Bugün, İstanbul sergisi İstanbul’un özellikle son yirmi yıllık dönüşümünü karşımıza getirdi. Araştırmaların, gezilerin, resimlerin, videoların iç içe geçtiği sergi İstanbul’a dair aşk-nefret ilişkimizin bir yansıması gibiydi. Sivil toplum örgütlerinin de sesinin bu sergide yer alması benim açımdan sergiyi yılın öne çıkan sergisi haline getirdi.

Dün Bugün İstanbul sergisinde yer alan sanatçılar; Ahu Akgün, Aslı Narin, Begüm Yamanlar, Beril Ece Güler, Burak Dikilitaş, Canan Erbil, Cemre Yeşil Gönenli, Deniz Ezgi Sürek, Didem Erbaş, Ege Kanar, Eren Sulamacı, Eser Epözdemir, Korhan Karaoysal, Mekânda Adalet Derneği, Neslihan Koyuncu Bali, Nora Bryne, Onur Özen, Örsan Karakuş, Serkan Taycan, Sıla Ünlü İntepe, Sinan Tuncay, Zeynep Kaynar.

Melih Aydemir
7. Atina Bienali ‘‘ECLIPSE’’ ve Jacolby Satterwhite / Birds in Paradise
24 Eylül – 28 Kasım 2021

Bu yıl gerçekleşen sergiler arasında en sevdiğim sorulduğunda, çevrimiçi bir kişisel arşiv alanı olarak gördüğüm Instagram hikayelerimi incelemeye karar verdim. Beni heyecanlandıran sergileri orada paylaşıp üzerine küçük notlar alırım. Yıl boyunca paylaştığım sergilere göz gezdirmiş olsam da yakın zamanda ziyaret ettiğim, belki de bu nedenle heyecanını aynı şekilde koruyan Atina Bienali’nden ve orada yer alan bir çalışmadan söz etmek istiyorum.

Bu yıl ECLIPSE başlığıyla 7. edisyonu Omsk Social Club ve Larry Ossei-Mensah’in eş-küratörlüğünde gerçekleşen Atina Bienali; merkezin dışına itilmiş anlatıları, özellikle queer ve Afrika diasporasından sanatçıları odağına alırken, aynı zamanda Siyah Lens çerçevesinde bir araya gelen sanatçıların pratiklerine ve perspektiflerine alan açıyor. Bienal, siyah, queer, spekülatif ve radikal seslerle kimlik meselesini yeniden düzenleyerek, alternatif tarih yazımıyla geleceği şekillendirmeyi amaçlıyor.

Jacolby Satterwhite’in Atina Bienali’nde yer alan “Birds in Paradise” (2017–19) video yerleştirmesi üzerine tekrar tekrar düşündüğüm işlerden biri oldu. Covid-19 öncesi bu çalışma queer varoluşun merkezlerinden olan kulüpleri, siyahların ve latinxlerin öncülük ettiği (daha sonra beyazlar tarafından temmellük edilen) voguing’i, yok olmaya yüz tutmuş afrika diasporası ritüellerini sanal ortama, bilgisayar üretimi imgeler ve kurmaca videolar aracılığıyla taşıyor. Bir dijital müzikal olarak ele alınabilecek, akılda kalıcı cümlelerlerin R&B tarzı bir şarkı söyleme ve vogue müziğiylebütünleştiği iki kanallı çalışma, bienalde karşılaştığım işler arasında beni en çok etkileyenlerden biri. Şiirsel yapısının yanında queer kulüp kültürünün bir kutlamasına dönüşen Birds in Paradise, sanat yapıtının belli konular üzerine düşünürken hala sevincini taşıyabileceğini hatırlattı. Bir kulüpte duymayı umduğum müzikal zenginliğiyle de bienal mekânında yerimde duramayıp, Covid-19 öncesi daha sık hissettiğim dans etme heyecanıyla dolup taştım. Gelecek yıla bu çalışmadan aklımda kalan küçük bir mesaj: ‘‘Born to be free, don’t come around talkin about the way I used to be, I’m not the same and that’s the way I wanna be’’ [Özgür olmak için doğdum, gelip eskiden nasıl olduğumdan bahsetme, aynı değilim ve olmak istediğim bu].

Özlem Altunok
Dün, Bugün, İstanbul, Sakıp Sabancı Müzesi
3 Eylül – 28 Kasım 2021

Tarihi ve yükü, talanı ve çarpıklığı, gizemi ve şatafatı, yalanı ve çıplaklığı, çirkinliği ve kudretiyle “iyi ki” ve “maalesef” bir kent İstanbul. Bir yandan bütün metropoller gibi kaotik bir yandan kendine özgü bir yıkıcılığı var. Uzun zamandır bu kavranamaz hale gelmiş, bentlerinden taşmış, sessiz yardım çığlıkları atan kenti her açıdan çevreleyen bir bütünü gözler önüne seriyordu Dün, Bugün, İstanbul sergisi. Mekâna ve sergiye özel üretilen eserlerin tema çeşitliliği kadar, farklı mecralardan beslenmesi, kente yayılması ve kenti kapsaması da bir o kadar etkileyiciydi. İzleyiciyi zaman tünelinde, deniz kenarında, metroda ya da kenti bir minyatüre bakar gibi kuşbakışı izliyor gibi hissettirebilen etkisi, kentin tarihsel, kültürel, çevresel dönüşümüne derinlikli bir yaklaşımın yanı sıra mikro hikayelere yer vermesi İstanbul’a yeniden tutunmak için bir vesileydi.

Melis Bektaş
Gian Maria Tosatti / Kalbim Ayna Gibi Boş, İstanbul Bölümü , Tarlabaşı
24 Mayıs – 25 Temmuz 2021

Gian Maria Tosatti’nin Kalbim Ayna Gibi Boş – İstanbul Bölümü başlıklı enstalasyon sergisini Haziran 2021’de görme fırsatı buldum. Bu yıl etkilendiğim sergilerin başında geliyor. Yerleştirme, performans ve mekân keşfinin yanında son 20 yılın İstanbul kırıklıklarını Tarlabaşı’ndaki deneyimiyle aktarıyor. O bölgede yaşamaya yeni başlayan biri olarak kaçırdıklarımızı ve bugünü yeniden düşündüm. Hiç durmayan şiddeti her yerde görebiliyor, izlerini bazen apaçık harabelerde bazen de bir pencere camının kırığında görebiliyorsunuz. Yaşam gücümüzün karşısında duran çölleşmeyi en yüksek noktadan okutmuştu sanatçı. Bazı sergilerden çıktığınızda bütün gün yanınızda taşıdığınız etki oradan her geçişimde canlanıyor.

İbrahim Cansızoğlu
Emre Hüner / [ELEKTROİZOLASYON]: Bilinmeyen Parametre Kayıt-Dışı, Arter
5 Mart – 31 Aralık 2021

Küresel felaket zamanları dışında mümkün olduğunca çok sergi görmeye çalışırım. Ama artık maskeyle dolaşmaktan nefret ettiğim için bu yıl açılan tüm sergileri gördüğümü söyleyemeyeceğim. Gördüklerim arasında beni en çok etkileyeni Emre Hüner’in Arter’deki [Elektroizolasyon]: Bilinmeyen Parametre Kayıt-dışı sergisiydi. Mekânın girişindeki kepenk; zemindeki alanlara serpiştirilmiş tornavidalar, çekiçler, kablolar ve pnömatik matkaplar; duvarlara asılmış kaporta parçalarına benzeyen formlar beni ergenlik yıllarıma götürmüştü. Tüm bu nesneler bana, babamın otomobil yedek parçaları sattığı dükkânının da bulunduğu, içinde yalnızca tamir, bakım gibi işler yapılmasına ve hiçbir üretim gerçekleşmemesine rağmen isminin neden sanayi olduğunu asla anlayamadığım tozlu mahalleyi hatırlatmıştı.

Hüner’in sergisinin kapitalizmin evrildiği yeni biçimlere dair söylemeye çalıştığı bir şeyler vardı ancak ilk bakışta anlaşılması zor görünen bu sergiyi fiziksel kuşatıcılığının ötesinde zihinsel bereketiyle de deneyimlemek için kütüphanedeki sarı kitap arabasına bir göz atmak gerekiyordu. Atlas of Fantastic Infrastructures’ın dördüncü bölümündeki muhteşem görseller tüm yerleştirmeyi aslında bir bahçe olarak da düşünebileceğimizi söylüyordu. Küratör Aslı Seven’in katalog yazısında sıkça referans verdiği Timothy Morton’a ait Hyperobjects ise sergideki iş ve malzeme enflasyonunun Morton’un “hipernesne” kavramıyla açıklanabileceğini düşündürüyordu. Hüner’in dalgakıran modelinden esinlenerek tasarladığı ve mekânda tek başına en çok yeri kaplayan İsimsiz agresif mimetik de Morton’un daha önceki çalışmalarında önerdiği “ekomimesis” kavramını hatırlatıyordu. 

Sanatçının poliüretan, epoksi reçine, silikon, seramik, 3B baskı, demir, boya, strafor, çimento, kumaş, vinil, suni deri, pleksi ve başka envai malzeme kullanarak ürettiği tüm bu nesneler, sergideki ekranda akan, beş saati aşkın uzunluktaki filmde bir görünüp bir kayboluyorlardı. Film boyunca bir dış sesten dinlediğimiz anlatıdan bazı parçaları, Meliha Eren’in kısa hikayelerinden oluşan Hipernotlar başlıklı kitapçığından okumak mümkündü. Sergi, pratikte filmin tümünü izlemeye olanak tanımayan bu video yerleştirmesiyle birlikte, sürekli birbirine referans veren farklı anlatım araçları arasında cereyan eden alışılmadık bir deneyim sunuyordu. Orijinal tasarımdan çok kopyalamaya ve yan sanayiye dayalı ekonomik büyüme modellerini benimseyen sistemlerin (Çin ve şürekâsı) yükselişiyle birlikte, kapitalizmin dünyanın insan eliyle kökten dönüştürülmesi ve belki de yıkımına doğru ilerleyen dönemine geçişini bundan daha iyi anlatan bir sergi gördüğümü hatırlamıyorum.

Elif Dastarlı
Ben-Sen-Onlar Sanatçı Kadınların Yüzyılı, Meşher
9 Ekim 2021–27 Mart 2022

Benim için bu yılın en önemli sergisi Meşher’deki Ben-Sen-Onlar Sanatçı Kadınların Yüzyılı sergisi oldu. En iyi değildi, hatta çok sorunlu bir sergiydi, Argonotlar’daki Ben-Sen-Onlar: Sanatçı kadınların yazıl(a)mayan tarihi yazımda da değindiğim gibi.

Ama Türkiye’de örneğin yüz yıl önce yaşamış sanatçı kadınların daha önce görmediğimiz eserlerini görme şansı bulduk bu sergiyle.

Maalesef sanat tarihi yazımımız tamamen patriyarkal ve bunu artık aşmamız gerektiğini, aslında ne kadar çok sanatçı kadının var olduğunu, ürettiğini ve artık onları tanımamızın, onların tarihini yazmamızın elzem olduğunu hatırlattı bu sergi.

Seçil Epik
Zevk Meselesi, Pera Müzesi
23 Şubat – 8 Ağustos 2021

Açıldığı tarih itibariyle yeni(den) sergi gezmeye başladığımız döneme denk gelen Zevk Meselesi‘ni gezmenin büyük keyif olduğunu hatırlıyorum. 2021’in ilk aylarından bu yana gördüğümüze mutlu olduğumuz, tartışmalara alan açan birçok sergi görmüş olsak da benim için Zevk Meselesi özlediğimiz “büyük” sergilerin ilkiydi. Uzunca bir izolasyon sürecinden sonra Pierre et Gilles ve Farah Al Qasimi’nin işlerinin önünde uzun uzun durabilmek, Volkan Aslan’ın sergiye özel tasarladığı biblo/heykellerdeki detayları incelemek benim için kaybettiğimizi düşündüğüm bir zevkle yeniden buluşmak gibiydi. Küratörlüğünü Ulya Soley’in yaptığı serginin birçoğumuz için en akılda kalıcı yanıysa sanırım müzenin beşinci katındaki şehir manzarası ile Alex Da Corte’nin yönetmenliğini Jason Musson’un metniyle buluşturan yerleştirme arasındaki tezatlıktı. Kitle kültürü ve yüksek kültür arasındaki hiyerarşiyi sorgulayan bu işin sergilenme şekli de Zevk Meselesi’nin benim için yılın en akılda kalıcı sergilerinden biri olmasının sebebiydi.

Abdullah Ezik
Etel Adnan / İmkânsız Eve Dönüş, Pera Müzesi
6 Nisan – 8 Ağustos 2021

Sanırım bu konuda biraz (da) duygusal davranıp Etel Adnan’ın Pera Müzesi’nde sanatseverlerle buluşan İmkânsız Eve Dönüş başlıklı sergisinin bende özel bir yeri olduğunu söyleyebilirim.

Ressam, şair ve yazar Etel Adnan’ın tüm üretim dönemlerini kapsayan bir retrospektif sergi olan İmkânsız Eve Dönüş, sanatçıya dair sunduğu bütünlükçü yanıyla benim için oldukça önemliydi. Beyrut gibi multi-kültürel bir şehirde, çok dilli ve çok kültürlü bir dünyada yetişen Etel Adnan, uzun yaşamı boyunca oldukça farklı sanatsal düşünceleri benimsemiş ve her zaman yenilikçi bir tavır takınmıştı. Adnan’ın sanatındaki tüm değişimler İmkânsız Eve Dönüş sergisinde bir araya gelen işler üzerinden fark edilebiliyordu ve sanatçıya dair sunduğu bu bakışla ben İmkânsız Eve Dönüş’ün 2021’in en özel sergilerinden birisi olduğunu (kendi adıma) söyleyebilirim.

Üretimlerinde özellikle “yazı” ve “resme” dikkat çeken Adnan’ın bu sergisi, sergiden kısa bir süre sonra Serhan Ada tarafından hazırlanan Etel Adnan kitabıyla birlikte düşünüldüğünde sanırım herkese daha da manidar gelecektir. Sergi ve kitap bir arada değerlendirildiğinde “hafıza” ve “zaman” kavramlarının Adnan için nasıl bir anlam ifade ettiği ve neye karşılık geldiği üzerine yeni tartışmalar başlatılabilir.

Küratörlüğünü Serhan Ada ve Simone Fattal’in üstlendiği “İmkânsız Eve Dönüş”, Etel Adnan’ın seramik, halı, leporello (akordeon defter), yağlı boya çalışma, desen ve çeşitli baskı örneklerini bünyesinde barındırıyordu. Sergide aynı zamanda sanatçının bir de filmi yer alıyordu. Tüm bu işler benim için Etel Adnan sergisini 2021’in unutulmaz sergilerinden biri kıldı.

Son olarak geçtiğimiz günlerde aramızdan ayrılan Etel Adnan’ı kendisine ait şu mısra ile anmak isterim: “Güneş ona bakarken mezarların üzerine oturmuş rengârenk bir kadın” (Etel Adnan, Arap Kıyameti, s. 24)

Tüm bunlarla birlikte Yapı Kredi Kültür Sanat’taki BURASI sergisini (küratör: Kevser Güler) arşivlerin nasıl değerlendirilebileceğine dair sunduğu örnek; Meşher’deki Ben-Sen-Onlar: Sanatçı Kadınların Yüzyılı sergisini (küratör: Deniz Artun) 1850–1950 arasında Türkiye’de yaşamış ve yaratmış sanatçı kadınların eserlerine dair sunduğu toplu bakış; Arter’deki Dinleyen Gözler İçin grup sergisini (küratör: Melih Fereli) çoğu müzikle sıkı bağlar kuran eserleri oldukça kompozite bir şekilde bir araya getirme biçimi ve son olarak Zilberman Gallery İstanbul’da gerçekleşen, Azade Köker’in Bir Katlin Provası başlıklı kişisel sergisini kadın cinsiyeti, kimliği ve bedenine yönelik sorgulamaları dolayısıyla önemli ve görülesi bulduğumu söyleyebilirim.

Hüseyin Gökçe
Ferhat Satıcı / Heykeltraşın Kabusu, Bilsart
17 -27 Kasım 2021

Bu yıl poetik, estetik ve politik anlamda doyurucu sergilerle karşılaştık. Bu anlamda umut verici bir yıl olduğunu söyleyebilirim. Birbirine dikiş atarak direncimizi artıran hayli bir sergi olduğunu belirtmek isterim. Nedir bu dikişler? Yüzeyde kalmak, var olmak ve olabildiğince yüzeyi genişletmek. Bu anlamda değineceğim sergiler arasında bu türden bir benzerlik kurulabilir.

Öncelikle Ferhat Satıcı’nın Bilsart’ta Heykeltıraşın Kâbusu adlı sergisini anmakta fayda var. Tarihsel alegorik imgelerle gündeliğin içinde yakıcı bir şekilde etki eden olayları eşleştirip ezilenlerin geleneğini tarihsel ve güncel olaylar üzerinden okuyup, yeni materyalist felsefenin maddeye olan yaklaşımını ihmal etmeden farklı materyalist bakış açıları düşünsel ve gerçeküstü bir atmosferde sunuluyor. Bu sergiyle ilgili kaleme aldığım yazıya dileyenler buradan bakabilir.

Fulya Çetin / Uzadıkça Daha Yakın, Merdiven Art Space
8 Aralık 2021 – 22 Ocak 2022

Bu yılın direnç artıran sergilerden bir diğeri Fulya Çetin’ in Merdiven Art Space’te  Uzadıkça Daha Yakın adlı sergisi. Sıklıkla kullandığım “ölülerin saçlarını arada taramak gerek” sözünü feminist bir okumayla kız kardeşlerin birbirinin saçlarını taraması gerektiği yönünde yaşamsal kılıyor. Sanatçı çalıştığı okulda kat görevlisi olarak çalışan bir kadının siyah ve uzun saçlarını tarayıp örüyor. Saçların örüldüğü 517 adet desen çiziyor. Bu desenleri hareketli görüntünün olanaklarıyla göstermeyi ihmal etmiyor. Bu anlamda eski dünyalar yıkılıp, yeni dünyalar kurmanın bin bir türlü yollarından biri, birbirinin saçını taramak olduğunu tekrar tekrar hatırlatmasıyla dikkate değer bir sergi olduğu ifade edilebilir.

Ateş Alpar / Osman Kavala Aramızda Performansı

Geçen aylarda Ateş Alpar’ın “Osman Kavala, Aramızda” adlı performansı diğer bir öne çıkan çalışma olarak değerlendirilebilir. Alpar’ın uzun yıllardır haksız bir şekilde içeride tutulan iş insanı Osman Kavala’nın bir portresini İstanbul sokaklarında performatif bir şekilde taşıması Alain Badiou’un deyimiyle “hakikate sadakat gerekir” sözünü olanca gerçekliğiyle gösteriyor.

Ahmet Rüstem Ekici / Sauna, Çevrimiçi sergi

Son yıllarda LGBTİ+’lara yönelik baskıların arttığı bir gerçek. Var oluşlarına ve yaşamlarına yönelik tehditler had safhada. Tam da durum bu derece korkunç bir haldeyken Ahmet Rüstem Ekici’nin küratörlüğünde on beş sanatçının bir araya geldiği dijital ortamda izlenebilen Sauna sergisini hatırlatmakta fayda var. Kuir ontolojinin ve cinselliğin ön planda olduğu buram buram erotizm kokan bir sergi. “Var olan mekân hazla dönüştürülüyor.” Gizem, ıslaklık ve buhar erotik çağrışımlar barındırıyor. Kaçış çizgilerinin, temasın imkânları aralanıyor. Belki de en önemlisi kuir oluşa dair bir hafızanın oluşmasını olanaklı kılıyor. Sauna, Bataille’cı erotizm anlamında ölüme kadar yaşamı olumlarken, tehditlere ve baskılara karşı bir duruş sergilediği için bu yılın en iyi sergisi olduğu ifade edilebilir.

Ahmet Furkan İnan
Heba Y. Amin / When I see the future, I close my eyes, The Mosaic Rooms, Londra
1 Ekim 2020 – 6 Haziran 2021

2021’de biri Londra’da, diğeri İstanbul’da çok etkilendiğim iki sergi gezdim. İlki Heba Y. Amin’in Londra’daki The Mosaic Rooms’da açtığı, Anthony Downey küratörlüğündeki When I see future, I close my eyes sergisiydi. İkincisi ise Galerist’te Eylül ayında açılan, Yekhan Pınarlıgil küratörlüğündeki 13 Aylı Bir Yılda başlıklı karma sergiydi.

Mosaic Rooms’un ana sergi salonunda, Heba Y. Amin’in 15. Istanbul Bienali’nde de gördüğümüz (ve benim de yayımlanan ilk yazıma ilham olan) “As Birds Flying” başlıklı video yapıtı, “The General’s Stork” başlıklı araştırma temelli yapıtına eşlik ediyordu. “The General’s Stork”, 2013 yılında Mısır’da casusluk yapan bir drone olduğundan şüphelenilip ‘yanlışlıkla tutuklanan’ bir leyleğin hikayesi üzerinden, Orta Doğu ülkelerinde gökyüzüne karşı gelişen paranoyayı tarihsel bağlamında inceliyordu. Yan odada, Amin’in “Project Speak2Tweet” adlı, 2011 ve sonrası Mısır’da kolektif bilinci ele alan bir projesi yer alıyordu. Proje, yine Mısır’da, 2011’deki ayaklanmalar sırasında, muhaliflerin o dönem erişime kapatılan Twitter’a mesaj göndermek için kullandığı ses kayıtları arşivini, eylemlerden görüntüler eşliğinde sunuyordu.

Alt katta ise, bana gizli bir devlet sığınağına giriyormuşuz hissi veren bir odada, Amin’in “Operation Sunken Sea” adlı video-yerleştirme yapıtını izledim. Amin bu videoda, kendini Orta Doğu’ya özgü bir otokrat lider gibi yansıtarak, göçmen krizini Akdeniz’i kurutarak çözmeyi öneren bir “çılgın proje” öneriyordu. Post-kolonyal iddialarla yüklü konuşmasında, Batı hegemonyasına karşı çıkan akademik görüşlerin, Doğulu demagoglar tarafından nasıl ele geçirilebileceğini görmek oldukça ilginçti.

Sergi benim üzerimde çok katmanlı bir etki bıraktı. İlk olarak, farklılıklarımız kadar – hatta belki de farklılıklarımızdan daha çok – ortak noktamızın olduğu bir coğrafyaya karşı içimde barındırdığım bir tür öz-oryantalizm ile yüzleştim. Böyle bir sergiyi örneğin İstanbul’da görmek neden mümkün olmamıştı? Bu ilginç bir soru oldu benim için. Bunun üstüne, bir de Londra’da, muhtemelen pandemi etkisiyle de oldukça yabancı hissettiğim bir ortamda, bu kadar tanıdık bir düşünce dünyası ile karşılaşmak hem ilginç, hem de beni çağdaş sanatta ısrar etmeye yeniden ikna eden bir durumdu.

13 Aylı Bir Yılda, Galerist
15 Eylül – 23 Ekim 2021

Galerist’teki bu sonbahar sergisi, benim İstanbul’da çok az karşılaşabildiğim bir samimiyet barındırıyordu. Sergiye eşlik eden metin, bize işlere bakınca ne düşünmemiz gerektiğini söylemek yerine ilham alınan yerleri ve farklı bir düşünce dünyasını gösteriyordu. Normal şartlar altında bir galeri sergisinin metninden keyif vermesi gibi bir beklentim olmuyor, daha ziyade sergilenen işler hakkında maddi bilgi edinmek için başvurduğum kaynaklar. Fakat küratörün metni, yapıtların sergileniş biçimi ve mekânın genel atmosferi bu serginin bende tuhaf bir etki bırakmasına neden oldu, sanıyorum hâlâ tam olarak çözebilmiş değilim.

Bunların yanında, serginin içinden geçtiğimiz dönemle de büyük ölçüde uyuşması beni etkileyen bir durumdu. Amaçlanan bu muydu bilmiyorum tabii, ama ilk tepkim şu oldu: “Nihayet pandemi kelimesini kullanmadan pandemiyi – ve dünyanın geçirmekte olduğu dönüşümü – anlatan bir sergi!” Serginin bütün bir çıkmazda olma durumunu kelimelerle anlatmak yerine hissettirmeye çalışması çok hoştu, zira benim kişisel olarak sanattan beklentim biraz da bu sanırım. Kelimeler bazen çok yorucu olabiliyor, hisler ise farklı bir düzlemde yakalamayı başarıyor insanı. 

Ali Kayaalp
Etel Adnan / İmkânsız Eve Dönüş, Pera Müzesi
6 Nisan – 8 Ağustos 2021

Benim için bu senenin belirleyici sergisi, Etel Adnan’ın Pera Müzesi’ndeki İmkânsız Eve Dönüş sergisiydi. Sebebi de şu: kimlik olgusunun birbiriyle asla çelişmeyen, aksine birbirini bütünleyen bileşenlerden oluştuğu zaman tutarlı bir kavram olduğunu her fırsatta yüzümüze vuran güçlü bir toplumsal, kültürel ve hukuki söyleme karşı Etel Adnan’ın yaşantısına sığdırdığı sanat pratiğinin çok öğretici ve kıymetli olduğu kanaatindeyim. O, bir kimliği oluşturan tüm aidiyetlerin (ya da bazen bir ait olmama durumunun) birbiriyle kurduğu, çoğunlukla gerilim içindeki ilişkileri tüm yaşantısına teşmil ederek muazzam zenginlikte bir sanatsal örüntü bıraktı geride; bu artık tek başına Akdenizli, Arap, Helen, Türk, Şarklı, Frankofon, LGBT+İ, şair, ressam diye nitelendirilemez bir örüntüydü; aynı anda hepsinden de etki alarak melezliğin neden günümüzün kültürel problemleri için en iyi cevaplardan biri olduğunu kanıtlıyordu. Annesi ve babası Osmanlı yurttaşları olan Adnan’ın, Konstantiniyye’ye (hem de yaşadığı sırada, yazık ki aynı sene sonunda kaybettik Adnan’ı) dönüşünü muştulayan İmkânsız Eve Dönüş, sanatçının tam da bu melezliğin beslediği gerilimlerle örülü bir tarihi olan eski yurduna dönme ihtimallerini dile getirdiği için heyecan vericiydi. Beyrut’tan, Şam’dan, Girit kıyılarından yukarı esen rüzgârın sesini Beyoğlu’ndan duyduk.

Tuğçe Kaprol
Şafak Şule Kemancı / bütün kuşlar benim bahçeme gelir, DEPO
17 Haziran – 1 Ağustos 2021

Şafak Şule Kemancı’nın Depo’da gerçekleşen ilk kişisel sergisi bütün kuşlar benim bahçeme gelir  sergisinden bahsetmek istiyorum. Sınır/sız bağımsız küratör ekibi Ozan Ünlükoç, İlhan Sayın ve Metin Akdemir’iqueer sanatın güncel pratiklerini izleyici ile başarıyla buluşturdu.  Sadece pride sergilerinde işlerinde görebildiğimiz sanatçı Şafak Şule Kemancı ilk kez kişisel sergi açtı, doya doya işlerini görmekten çok mutlu oldum. Sanat dünyasında pek de alışkın olmadığımız bir üslup sergilediği için beni çok heyecanlandırdı. Bu sergide Şafak’ın doğa ile kurduğu ilişki pratiklerini olağanca kendi halinde görülmesinden çok hoşlandım. İkilikten uzak ve bana göre daha çok dişil bir yerden cinselliği ve varoluşu tanımladığı işleri görmek ve bunu yaparken de son derece dingin, sakin bir üslup tercih etmiş olması beni çok etkiledi. Ekoseksüellik kavramı üzerinden insanın doğayla deneyimleyebileceği cinselliği kabullenen ve kucaklayan bir ekosistem inşa etmesini görmekten heyecan duydum.

Uras Kızıl
Emre Hüner / [ELEKTROİZOLASYON]: Bilinmeyen Parametre Kayıt-Dışı, Arter
25 Mart – 31 Aralık 2021

Yılın öne çıkan sergileri arasından bir seçim yapmak, kuşkusuz, pandemi sonrası dönemin yoğun kültür-sanat programı düşüldüğünde herkes için hayli güç bir tercih olacaktır. Aslı Seven küratörlüğünde Arter’de gerçekleşen Emre Hüner’in Elektroizolasyon: Bilinmeyen Parametre Kayıt Dışı sergisi, kanımca, yılın öne çıkan sergisi olmaya aday. Şüphesiz bu düşüncemde subjektif ilgimin yanı sıra, söz konusu serginin kavramsal çerçevesinin -Yeni Materyalizm- evrensel bir hakikati mesele etmesi oldukça belirleyici oldu. 21. yüzyılın dünyasında hepimiz nesneler(in) dünyasında yaşıyoruz ve nesnelerin ontolojik mevcudiyeti göz ardı edemeyeceğimiz boyutlarda.

Emre Hüner’in nesne yönelimli sanatı, insan-sonrası bir zamanda, nesnelerle kurulan ilişkisellik bağlamında yeni okumalara olanak tanıyor. Elbette bu türden bir okuma nesnenin fenomenolojik anlamda kavranılmazlığına, muğlaklığına işaret ederken; yeni olasılıklara, ihtimallere de spekülatif bağlamda eklemleniyor. 

Nesne yönelimli sanatı, hümanizmin ve modernizmin zihin-madde, kültür-doğa gibi ikiliklerini/açmazlarını tartışma zeminine taşıması açısından önemli buluyor, Hüner’in Elektroizolasyon sergisini de yeni anlatılara, okumalara açık geçişli yapısı itibariyle 2021 yılının en etkileyici sergisi olduğunu düşünüyorum.

Rumeysa Kiger
Başka Bir Kıyamet Mümkün /  212 Photography İstanbul, Akaretler Sıraevleri A 37-39
01-11 Ekim 2021

212 Photography Istanbul kapsamında Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu’ndan bir kesite yer veren Başka Bir Kıyamet Mümkün sergisi beni bu sene gördüklerim arasında en etkileyeni oldu. Öyle ki kendim gezmekle kalmadım, daha sonra bir arkadaşımı da ısrarla sergiye sürükledim. Küratör Leyla Ünsal, koleksiyondan eserleri seçerken, insanlık sonrası dünyanın neye benzeyebileceği fikri üzerinden ilerlemiş. İnsan her ne kadar gezegendeki hayvanlardan sadece biri olduğunu bilse de, bu fikir üzerine çok da düşündüğümüzü ya da düşünmek istediğimizi sanmıyorum. İklim krizine karşı bir şey yapılması çağrıları bile daha ziyade insan yaşamının kaliteli bir şekilde sürdürülmesi üzerinden devam ediyor gibi gelmiştir bana. Bir gün soyumuzun tükeneceği bir durum yaşandığında, aslında dünyanın var olmaya devam edeceği, aslında sadece bizim yok olacağımız fikri, serginin beni gitmeye zorladığı bir noktaydı ve bu zorlayış hoşuma gitti.

Bununla birlikte asıl etkilendiğim şeyin, Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu’ndaki o büyük boyutlu, insanı baktıkça içine çeken fotoğrafları ve videoları, Borusan Contemporary dışındaki bir bağlamda görmemdi. Perili Köşk ismiyle anılan Borusan Contemporary, hafta içi Borusan çalışanlarının ofisi olduğu için, müzenin iç mimarisinin koleksiyon eserlerini algılayışımı ne kadar belirlediğini fark ettim. O engin deniz, gökyüzü ya da yangın imajlarına hafta boyunca kafasını işe patlatan insanların çalışmalarından kalan izleri devre dışı bırakarak deneyimleyemediğimi şimdi anlıyorum. 19. yüzyılda Dolmabahçe çalışanlarına birer lojman olarak yapılan Akaretler Sıraevler’den birinin üç katına yayılan bu sergide ise, işleri bambaşka bir zihinle algılayabileceğim geniş alanlar vardı. Küratör de çok şükür eserleri sıkış tıkış doldurmamış, bir işten diğerine geçerken seyredene düşünecek veya duygusunu sürdürebilecek bir alan tanımıştı. Özetle Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu’nu bambaşka bir gözle görmemi sağladı bu sergi ve koleksiyonu daha ferah ortamlarda daha çok görmek istediğimi fark ettirdi.

Gözde Mulla
Esin Aykanat Avcı, Funda Susamoğlu ve Umut Kambak / Ev Yapımı El Yıkımı, Galeri Siyah Beyaz
16 Nisan – 17 Mayıs 2021

Bu yıl görebildiğim sergiler içinde beni etkileyenlerden biri, Siyah Beyaz Galeri’de yer alan Ev Yapımı El Yıkımı sergisi oldu. Senkron kapsamında düzenlenen, Esin Aykanat Avcı, Funda Susamoğlu ve Umut Kambak’ın yer aldığı serginin kendine yaklaştıran kısmı kent, doğa ve dijital yapı arasındaki devinimiydi. İçerik, malzeme ve sergileme biçimini içinde barındıran bu devinim, gündelik yaşamın akışıyla doğru orantılı bir biçimde izleniyordu. Galerinin alt katındaki küçük mekânın hareketli görüntüyü sıkıştırma hali, serginin düşüncesini ve aslında görüntüleri desteklerken mekânın karanlık oluşu kent ile doğa arasında açılan büyük boşluğu inceden sezdiriyordu.

Yürüyüşlerime ara vermek zorunda kaldığım kapanmaların hemen ardından çizdiğim rotada konumlanıyordu sergi. Bir cadde ötede yer alan 67000 metrekarelik Seğmenler Parkı’na yürürken kentin trafiğini, kaosunu hızla geride bırakıp kendimi parkın içine atıp izole olma duygusuyla donanıyordum. Açıkçası hâlâ öyle olmaya devam ediyor. Bu kişisel deneyim ile orantılı olarak serginin etkisinin benim için arttığını rahatlıkla söyleyebilirim. Çünkü bu durum serginin arka planını oluşturan canlı/cansız, doğa/kent ikiliklerini doğrudan yansıtıyordu.

Ev yapımı şeyleri tercih ediyor olmamız aslında elimizle yıktığımız bir doğaya işaret etmiyor mu? Bu bağlamda sergideki videolar dijital kodlar aracılığıyla aktarılan hareketli görüntüleri yine bir mesafe koyan ekran ile sunuyor. Katmanları çoğalan her görüntü, temas edemediğimiz doğayı gösteriyor aslında bize.

Oktay Orhun
Azade Köker / Bir Katlin Provası, Zilberman Gallery
07 Eylül-4 Aralık 2021

Zilberman’daki Azade Köker’in Bir Katlin Provası sergisi benim için bu yıl öne çıktı: Ama bu sadece serginin incelikli ve seçkin niteliğinden kaynaklanmıyor. Doğrusu bu özelliklerle bakıldığında bu yıl, mukayese etmesi oldukça zor çok sayıda sergiye rast geldim, nihayet. Benim için bu sergiyi öne çıkaran sebep oldukça kişisel: Serginin adını defaatle “Bir Katilin Provası” olarak yanlış okudum. Bunu sadece disleksime de bağlayamıyorum; zira arkadaşlarım da aynı hatayı yaptı. Köker’in eserleri bizi ikaz etmelerine, tam tersini imlemelerine karşın mağduru değil de katili özne olarak görmek! Dildeki bu açık eğilim, toplumsal cinsiyet meselesinde kat etmem(iz) gereken mesafeyi bana anımsattığı için önemliydi.

Fatih Özgüven
Atış Serbest VI / MECBU, Barın Han
16 Haziran – 7 Ağustos 2021

Barın Han’daki bu sergi, Emin Barın’ın anısını binanın girişindeki odada korumaya özen gösteren mekânın onun işlerini yorumlayan sanatçılara da alan açtığını gösteriyordu. Can Aytekin ve Levent Aygül’ün işleri hem Barın hem de Sabri Berkel’ı kendilerine özgü bir mizah ve devamlılık duygusuyla ele alıyorlardı.

Furkan Öztekin
İz Öztat/  Kâğıt Üzerine Suluboya – Pi Artworks
11 Şubat – 23 Mart 2021

Sevgili İz Öztat Kâğıt Üzerine Suluboya isimli sergisini hazırlarken Arter Araştırma Programı vesilesiyle bir süredir beraber çalışıyorduk. Hem bu program hem de Bige Örer ile Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Haz/Cızzz isimli kitabı İz’in pratiğini daha yakından tanımamı sağlamıştı. Kâğıt Üzerine Suluboya sergisinde yer alan ve araştırmalarına günlük gibi eşlik eden suluboya işleri de onun “gizli” bir yönünü görünür kılıyordu. Mavi, kırmızı ve siyahla sınırlandırılmış formlar hâlâ aklımda dönüp duruyor.

Ulya Soley
Ardıl Yalınkılıç, Can Küçük ve Süper Normal / İkinci Bölüm (Yüzeysel), İMÇ 5533
04 Haziran – 05 Temmuz 2021

Bu yıl gördüğüm sergiler arasında önermek isteyeceğim bağımsız sanat inisiyatifi 5533’te gerçekleşen ve Ardıl Yalınkılıç, Can Küçük ve Süper Normal’in işlerini bir araya getiren İkinci Bölüm (Yüzeysel) olurdu. Sergide yer alan işlerin, 5533’ün içinde bulunduğu İMÇ ile farklı katmanlarda ilişki kurmasıyla mekâna özgü üretimin çok iyi bir örneği olduğunu düşündüm. Ardıl Yalınkılıç’ın kasetçi vitrinlerinden ilhamla mekânın vitrinine yerleştirdiği posterler sanat dünyasının dinamiklerini incelikli bir şekilde ele alıyordu. Can Küçük’ün Kayıp isimli çocuk kitabı, İMÇ’den topladığı döşeme örneklerini zeki bir biçimde bir araya getiriyordu. Süper Normal’in yerleştirmesi Boş Ev ise yapılan seçimlerden bağımsız bir gelecek öngörüsü sunuyor, kalıplaşmış beklentileri ele alıyordu.

Büşra Soydemir
Canavar / Herşey Yolunda, Versus Art Project
9 Eylül- 9 Ekim 2021

Hiçbir şeyin yolunda olmadığı apokaliptik dönemin hikâyesini anlatan Herşey Yolunda, zaman aralığı gözetmeden de benim için özel bir kuytuda dururdu. İnsanlığın belki daha dibine gelmediği başka bir yöne doğru düşme eğiliminin hesabını topluma dayatılmaya çalışılan görünümler üzerinden soran mural sanatçısı Canavar, ilk kişisel sergisinde kaosa dair tüm bulgularını tartışmaya açtı.

Yargı ve baskıyı omuzlarımıza yıkan bakışların dönüştüğü portreler, duyumsadığımız şiddetle kendimize zarar verme haline geçişimizin temsili olan otoportreler, biçimsel olarak tamamlansa da içsel olarak aşılamayan duygular, idrak etme aracılığıyla gelen dinginlik ve öfkenin bulaşma alanını temsilen steril olanla kirlinin birlikte yeni bir bütün oluşturduğu şehir imgesi Versus Art Project’te deneyimlenen bir filmin kurgusu gibiydi. Canavar’ın sprey boyanın sınırlarını görme istemiyle ağırlıklı olarak siyah beyaz tonajlarla konuyu çözümlediği resimleri bu kurgunun sahneleriydi. Işık huzmelerinin arasından yayılan sorular, düşüşler ve farkındalıkla serginin değindiği tüm konuları resimlerin alışılmadık perspektifinden izlemeye alınca çivisi çıkmış insanlığa rağmen hakikaten her şey yolunda.

Ebru Nalan Sülün
Etel Adnan / İmkânsız Eve Dönüş, Pera Müzesi
06 Nisan – 8 Ağustos 2021
Etel Adnan İmkânsız Eve Dönüş sergi görüntüsü.

14 Kasım 2021’de kaybettiğimiz Etel Adnan’a ölümünden kısa süre önce retrospektif bir saygı duruş niteliği de taşıyan İmkânsız Eve Dönüş benim 2021 zirvemde yerini aldı.

Etel Adnan’ın şair, yazar ve ressam kimliğini çok başarılı bir sergileme kurgusu ile izleyenlere sunan sergileme ve anlatı niteliğinin yanında İmkânsız Eve Dönüş, derinlikli metin/eser okumaları yaptığım ve eserlerde bu bağlamda kaybolduğum bir sergi idi. Bir sanatçı üslubunun çok farklı ifade biçimleri ile edindiği tutarlı ruhu sanatçı eserleri ile de derin ilişkiler kurarak yansıtan sergileme unsurları, izleyenleri düşündüren okunaklılığı ile de izlemeye değer bir öneme sahip idi.

Bir Etel Adnan alfabesi niteliği de taşıyan sergide sanatçının 1961-2021 arasında ürettiği 60 yıllık üretimleri izlenebildi. Sergideki çok katmanlı dil ve ifade sunumu, ülkemizde bu kurguya sahip daha fazla serginin olma gerekliliğini de hatırlattı. Sanatçılara dair çapraz okumaların gerçekleştirildiği, retrospektif boyutlu sergilerin çoğaldığı, sanatçıların tüm üretim yöntemleri ile değerlendirildiği/görünür kılındığı, bu bağlamda yeni sanatçı ve sanat tarihi okumalarının çoğaldığı bir 2022 olması dileğiyle. Ve elbette, sağlık ve mutlulukla.

Erman Ata Uncu
Burası, Yapı Kredi Kültür Sanat
21 Eylül 2021 – 27 Şubat, 2022

Sergi ziyaretleri takvimim ne yazık ki bu yıl da pandemideki gidişata göre şekillendi. Bu sebeple göremediğim sergileri de hesaba katınca genel bir değerlendirme yapmam imkânsız. Ancak o kısa rahatlama aralıklarında gidebildiğim sergilerden Burası doğa ve kültür tarihselliklerini şehir odağında birleştiren yapısıyla tam da bu dönem için ufuk açıcı bir manzara sundu. Kevser Güler’in küratörü olduğu sergi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kent Müzesi Koleksiyonu ve Atatürk Kitaplığı Arşivleri’ndeki eserleri, efemarayı ve verileri temsil veya yansıtma gibi bildik ilişkilerden farklı düzenlerde bir araya getiriyordu. Sanat, tarih ve doğa bilimleri soyağaçlarının iç içe geçtiği seçki, sergi adında da işaret edildiği üzere “burası”nı, bir ziyaretçi olarak bulunduğum noktada keşişen, çatışan hatları ya da görmezden gelmeye dayalı hiyerarşik ilişkileri açığa çıkarmak için bir kapı aralıyordu. Bunun, kamu kurumlarının birikimlerinden yapılmış bir seçkiyle, kamusallığın her dönem yeniden inşa edildiği bir hat olan İstiklal Caddesi üzerindeki bir kurumda gerçekleşiyor olması ise sergi pratiklerine dair söyledikleri dolayısıyla ayrıca değerliydi.

Nazlı Pektaş
Ferhat Satıcı / Heykeltraşın Kabusu, Bilsart
17 -27 Kasım 2021

Sanatçıların, uzun yıllara yayılan üretimlerinde disiplinler arası yahut konular arası dolaşırken kendi üslupları arasında da seyahat etmelerini, dönüp geriye bakmalarını her zaman çok önemserim ve geriye doğru temasın sanatçının bakışını her zaman taze tuttuğu görüşünü savunurum. Bilsart’ta izlediğimiz Ferhat Satıcı’nın Heykeltraşın Kabusu isimli sergisi tam da böyle bir alışkanlığı ortaya seren bir sergiydi. Video, resim ve heykeller Satıcı’nın geriye dönüp kendi üretimine yaptığı müdahalelerden oluşmaktaydı. Serginin merkezinde yer alan “Canonica’nın Kabusu” isimli video ise sanatçının kabusunu, heykeltraşın kabusuna, anıtın belleğini sanatçının belleğine tutturuyordu.

Uzunca bir zaman “Yeni Anıt” mahlasıyla işler üreten Ferhat Satıcı; anıtsal olanla gündelik olanı çarpıştırır ve ortaya çıkan sesi üretime dönüştürür. Yeni Anıt, adı üzerinde eskisinden farklıdır ve geçmişle olan derdini kendiyle dillendirir. Uzun yıllar heykel, video, fotoğraf, enstalasyon ve resim gibi farklı tekniklerle çalışan Satıcı, adına anıt dikilen geçmişle, arkasından konuşulan bugünü çarpıştırarak sınırlarını eritir. Bir başka şekilde söylersek Satıcı’nın üretiminde gündelik olan anıtın tutunduğu yeri eritmeye niyetlidir.

Bilsart’ta açılan sergi, tam da orada sınırların eriyip üzerine basılmaz bir lava dönüştüğü yerde duruyordu. “Heykeltraşın Kabusu” sanatçının göbeğinde durduğu alevlerin içinden yükseliyordu.  Alevler, Krippelin Kabusu, Öktem’in Kabusu  ve Canonica’nın Kabusu eşliğinde üç ayrı heykeltraşın Türkiye’deki anıtlarını sarıyor, abideler üzerine dikildikleri kaidelerden  parça parça kopuyordu. Satıcı’nın ortaya serdiği yeni “şeyler” ise heykeltıraşın kabusu dinip alevler söndükten sonra ortaya çıkanlardı.  Geçmişe tutunan abideden koparak bugüne yapışanlar bir yandan anıtların bu topraklarda bakmadığı yeri işaretliyor diğer yandan da heykeltraşın anıtla temasını bir yüzleşmeye çeviriyordu.

Satıcı, bu sergiyle/kabusla  anıtın kamusal alana yaptığı müdahaleyi yahut üzerine basılamayan lavın ifşa ediyordu.

Fisun Yalçınkaya
Apartman / Apartman 52, Yeldeğirmeni
26 Nisan – 14 Mayıs 2021

2021 kesinlikle çok zor ve çok da hareketli bir yıldı. Benim için bu yılın akıldan çıkmayacak sergisi ise sanat kurumlarından uzakta, yıkılmak üzere olan bir apartmanda bir sanatçının atölyesini kolektif kullanıma açtığı Apartman segisi oldu. Cansu Yıldıran, Cins, İris Ergül, Mustafa Horasan, Özgür Can Taşcı ve Zeynep Özkanca’nın aralarında olduğu sanatçıların eserleri Lara Lakay ve Tuba Kocakaya’nın küratörlüğünde bir araya gelmişti bu sergide. Sanırım Nisan sonunda gezmiştim. Bir kapanmadan hemen önce miydi yoksa sonra mı? İnanın hatırlamıyorum. Sadece bana beraber, kalabalık, çok sesli, dayanışma dolu sergilerin özlemini yaşattığını, böyle metruk mekânlarda karşıma çıkan, çok önceleri gördüğüm performansların, sergilerin izlerini taşıdığını hatırlıyorum. Özgür Can Taşçı sergideki eserinde kuir bir ekosistemde tüm duygularımı ortaya atmış bir Alternatif Cennet yaratmıştı. Bu cennete bakışı kalbinde taşıyan bir yıldı 2021. Belki benim için sergiyi unutulmaz kılan da bu eserdi.

Gürçim Yılmaz
Cooking Sections / İklimcil: Mevsimler Sürüklenirken, SALT Beyoğlu
07 Nisan – 24 Ekim 2021

Cooking Sections’ın Salt Beyoğlu’nda yer alan İklimcil: Mevsimler Sürüklenirken sergisi, sanırım bu yıl en çok ‘geviş getirdiğim’* sergi oldu. Hakkında yazmak isteyip bir türlü yazamadığım için, bu vesileyle kısa da olsa birkaç söz söylemek istedim. 

İklimcil: Mevsimler Sürüklenirken, öncelikle sanat-aktivizm dengesini dozunda kurmasıyla övgüye değerdi. Diğer yandan tarihsel perspektifin, bilimsel araştırmanın ve insanın hiçbir yere kaçamayacağı kadar somut verilerin etik-estetikle bütüncül bir şekilde bir araya geldiği bir kurguydu. İnsan müdahalesinin iklimler üzerinde yarattığı değişiklikler üzerine, sergi metninden alıntılayacak olursak “birlikte düşünmek, araştırmak ve eyleme geçmek için ortak bir platform” olmayı amaçlayan sergi, uluslararası kolektif bir çabanın ürünüydü ve yaratıcılarının alçakgönüllü bir şekilde arka planda kaldığı bir tutumla izleyiciyi de sürece dahil edecek şekilde oluşturulmuştu.

Belli bir olguyu bilimsel, tarihsel ve sanatsal boyutuyla bir arada ele alan sergilerin oldum olası tutkulu bir izleyicisi olmuşumdur. İklimcil: Mevsimler Sürüklenirken’i bu tür bütünsel yaklaşımların mutlaka çok büyük bütçeler gerektirmeyebileceğini hatırlatması bakımından da ayrıca önemli buluyorum. İyi bir sergiden beklediğimiz üzere, dönüştürücü bir deneyimdi.   

*”Estağfurullah” refleksi gösterenler için korsan manifesto: Hayvanlara dair metaforlarımızı gözden geçirmenin yazmanın etik gündemlerinden biri olduğunu düşünüyorum ve tüm yazanları hayvan metaforlarını övme/aşağılama işlevlerinin ötesinde, yeni algı imkânları dahilinde kullanmaya davet ediyorum.

Eda Yiğit
Atış Serbest VI / MECMU, Barınhan
16 Haziran – 16 Temmuz 2021

2021 yılında ziyaret ettiğim sergiler arasında en etkileyici bulduğum, Barın Han’da yer alan Atış Serbest serisinin 6. edisyonu olan Mecmu sergisiydi. Atış Serbest sergi serisi, ilki 2012’de Can Aytekin ve Levent Aygül’ün girişimiyle serüvenine başladı.  2020’de pandemi dolayısıyla ertelenmesinin ardından bu yıl Ahu Akgün, Ayça Telgeren, Levent Aygül, Çağrı Saray ve Volkan Kızıltunç’un insiyatifi ile gerçekleşen Atış Serbest, adında da ima edildiği gibi, dönemin belirleyici küratöryel algısının dışındakendiliğinden yan yana gelebilme meziyeti olarak tanımladıkları misyonunu yerine getirmiş görünüyordu. Sergi kapsamında, sık karşılaşmadığımız bir tutumla ikili ya da üçlü olarak bir araya gelen sanatçılar şöyleydi: [Aslı Dinç, Burak Dikilitaş], [Levent Türkan, Volkan Kızıltunç], [Ayça Telgeren, Çağrı Saray, Memed Erdener], [Elif Çelebi, Şule Nur Alev], [Elvan Ekren, Güneş Çınar], [Çağrı Saray, Vahit Tuna], [Ahu Akgün, Defne Tesal], [Can Aytekin, Levent Aygül], [Atalay Kam Yeni, Güneş Terkol], [Didem Erbaş, Erhan Özışıklı].

Bir araya getirilmiş, toplanmış, derlenmiş anlamına gelen Mecmu, sergileme içeriği ile örtüşen ve onu taşıyabilen bir başlıktı. Sergi pandemiyle beraber dönüşen hayatlara bakabilen ve bireyselliğin yükselişini sorgulayan, daha önce birlikte üretmemiş sanatçıları bir araya getiren bir deneyim alanı açıyordu. 

Sanatçıların kavramsal tartışmalar yürüterek üretim süreçlerinin mutfağını paylaşmaları sayesinde, üretimler arasında güçlü bağlar kurulduğu görülüyordu. Yapıtların pandeminin mecbur bıraktığı uzun zaman dilimi içinden süzülerek sentezlenmiş olması, rafine estetik ve zihinsel emeğin varlığını izleyiciye hissettiriyordu. Mecmu, bu yıl gördüğüm diğer sergiler arasında en çok vakit geçirdiğim sergi olma özelliğini de taşıdı. Yapıtlar arasındaki bağları keşfetmeye, gizli anlamları çözmeye ve kavramsallaştırmaya çalışmak hoş bir akıl yürütmeye, sergi üzerine doyurucu bir zihinsel egzersize dönüştü. Serginin mekânla incelikli ilişkisi üzerine de konuşmaya değer. Bilmeyenler için, Barın Han hattat Prof. Emin Barın tarafından uzun yıllar atölye ve ciltevi olarak kullanılan ve bu mirası taşıyan bağımsız bir güncel sanat mekânı. Bu nedenle serginin kendine özgü mekânsal nitelikleri kuvvetli anlamsal ilişkilerle örülmüştü; sadece kavramsal olarak değil, izleyici etkileşimini de derinleştiren bir etki yaratıyordu.

Sanatçıların üretimleri üzerinden örneklemek gerekirse, Levent Aygül ve Can Aytekin’ün Emin Barın ve Sabri Berkel’in çalışmaları üzerinden yazı, resim ve mimari ilişkilerini konu alan üretimleri, Didem Erbaş’ın Barın Han’ın terasının baktığı kubbeli manzaranın görüntüsünden yararlanan Kuşlara Dağıtırken isimli yerleştirmesi, Ayça Telgeren’in binayı bir beden gibi kavrayan, mekânın yaralarıyla kendi yara izlerini birlikte sergilediği Mekânın Yaraları ve Yara Işığın İçine Sızdığı Yerdir isimli işleri ile bir kazanın anatomisini araştırmak üzere bir araya geldiği oyun arkadaşlarıyla Emin Barın’ın yazı masasına birlikte oturdukları El Alem isimli beton heykel yerleştirmesi,  Memed Erdener’in Nev’i Şahsına Münhasır isimli Emin Barın ile Bir Tipografi Manifestosu: Harfimsiler üzerinden ilişkilendiği dili, Defne Tesal ve Ahu Akgün’ün Barın Han’da çekilen ve kurgulanan, mekân ile oyunlarını konu alan Sanı isimli video performansları, Atalay Kam Yeni’nin, bir sandalyeyi boş kağıt formalar için cilt sırtı olarak kullandığı Müellif isimli yerleştirmesi, Çağrı Saray’ın, Aram Peştemecilyan’ı Emin Barın’la buluşturan trajikomik hikaye üzerinden, Gençliğe Hitabe ile karşı karşıya yer alan Şimdi Boku Yedik isimli yerleştirmesi ve Emin Barın’ın İstanbul Üniversitesi tipografisine gönderme yapan işleri, Emin Barın ve mekânın hafızası ile doğrudan ilişkilenen yapıtlardır. İşlere yansıyan mekânsal ilişki, Barın Han’ın bugünkü varisleriyle diyalog ve üretimlerinin arka planında derinlemesine bir araştırma pratiği olduğunu kanıtlar nitelikteydi. 

Özetle, serginin etkileyici yönleri, kolektif bir pratik içinde üretim sürecinin örgütlenmesi, ortak dili yapılandırabilmesi, sanatçılar arasında etkileşimi mümkün kılan ve tartışmayı taşıyabilen mekânsal referansları incelikle kullanabilmesiydi. Bir serginin hazırlık sürecinde ona hak ettiği zamanı vermenin değerini de ortaya koyuyordu Mecmu.

İlginizi Çekebilir

Kütüphane

Sanat Dünyamız dergisinin "Sanat Tarihi Nasıl Yazılır?" temalı Eylül/Ekim 2024 tarihli sayısında yayımlanan Sezin Romi'nin yazısı Argonotlar Kütüphanesinde.

Söyleşi

Civan Özkanoğlu ile .artSümer'de gerçekleşen ilk kişisel sergisi "Hepimiz Biliyoruz"u konuştuk.

Duyurular

Argonotlar Almanak 2024'ün basılı olarak yayımlanması için başlattığımız destek kampanyasının detayları bağlantıda!

Söyleşi

Uluslararası Sinop Bienali’nin yaratıcı sürecinin merkezinde yer alan Hal kolektif’le, şehirle kurduğu bağlar ve katılımcı bir yaklaşımla gerçekleştirdiği projeler üzerine konuştuk.

© 2020

Exit mobile version