Goethe Institute Ankara, Atatürk Bulvarı’nda yer alan ve uzun zamandır faaliyetini sürdürdüğü binanın yan cephesindeki camekânı bu yılın başında bir sergileme mekânı olarak dönüştürerek Galeri Vitrin’i açmış oldu. Mekân, izleyicisi ile tek bir camın ardından buluşuyor. Şehrin merkezi olarak kabul edebileceğimiz bulvar, bir tarafında çeşitli bakanlıkların, resmi kurumların bulunduğu bir yer olarak tamamen bürokratik bir rotaya işaret ederken hemen karşı kaldırımdaki büyük markaların vitrinleriyle komşu olan Galeri Vitrin alternatif bir rota sunuyor. Galeri mekânı şehrin ana arterlerinden birini hemen arkadaki sokağa bağlayan bir konumda bulunuyor. Sadece yayaların kullandığı bir rota burası. Ankaralılar, özellikle de öğrenciler iyi bilir, arka sokak Olgunlar Kitapçılar Çarşısına bağlanır. Son yıllarda uğratıldığı dönüşümün ardından kentin ve eski adıyla Kızılay Meydanı’nın düşen nabzı Galeri Vitrin’in sağlamaya çalıştığı hareket ve rastlantısallıkla bir nebze normale döner mi bilinmez. Ama yaşamın kaosu içinde hızla oradan oraya koşuşturan insanların kullandığı bu koridor bir anlığına da olsa durup bakmayı mümkün kılıyor.
Galeri Vitrin’in 16 Ekim’den bu yana ev sahipliğini yaptığı 19 Aralık’a kadar görülebilecek Işıl Kurmuş Aleksandrov’un kişisel sergisi, #ObjectsOfAffection tam da bu koşuşturma halindeki insanların içinde olduğu iş ve eğitim sistemini sorguluyor. Bunu da malzeme ve mekân olarak kullandığı kumaşı, sistem içinde yoğun bağ kurduğumuz nesnelerle bir araya getirerek yapıyor. Serginin küratörlüğünü ise Burçak Yakıcı üstleniyor.
Sanatçı iş ve eğitim sistemi içindeki yükselişimize referans veren bir yerleştirme yaparak mekânı, tamamen yukarıdan aşağıya inen siyah ve beyaz kumaşlarla ikiye bölmüş. Bir tarafta eğitim sistemine ait bir mekân olarak kuş bakışı kurgulanmış bir sınıf var. Bu sınıfta, eğitim hayatının bir dönemine ve belki de kırılma noktasının yaşandığı bir kuşağa denk gelen bir kara tahta yerleştirmesi var, malzemesi ise kumaş. Gerçekte olduğu gibi kara ama sert değil. Bu tahta hem bağlam hem de form olarak bir karşıtlıkla besleniyor. Beyaz kumaşın üzerinde yer alan tahta imgesinin siyahlığı kompozisyonu dengelerken tahtanın üzerindeki gece izlenimi ise kavram olarak sistem eleştirisini destekliyor. Tahtanın hemen altında yer alan sayfa büyüklüğündeki kumaşların üzerinde baskı, kalem ve kolaj yöntemiyle yerleştirilmiş çeşitli nesneler ve imgeler var. Sınıftaki sıraların düzeninde olduğu gibi üç sıra halinde yerleştirilen bu kumaş (sayfalar), kopmuş defter sayfalarını andırıyor.
Sanatçının bize sunduğu kuşbakışı yapı aslında vitrinin büyüklüğü içinde izleyiciyi hızlıca içine alıyor. Sınıfı bir mekân olarak algılamaya çalışırken bir adım geriye gidip görüş alanımıza sığdırmaya çalışıyoruz. Bir adım daha, bir adım daha ve sonraki adımda arkamızdaki duvar bizi durduruyor. Bu dar koridordaki galeri, yücelik kavramıyla donatılıyor o anda. Devasa görünüyor göze. Eğitim sisteminin içinde kayboluyoruz. Öyle ki sanatçının kişisel hikâyesinden çıkıp kendi hikâyemizin duygusuna girdiğimiz anda koridorda esen rüzgârla ürperiyoruz.
Galerinin diğer yarısında ise yukarıdan aşağıya inen siyah kumaşın önüne yerleştirilmiş bir ağaç gövdesi ile karşılaşıyoruz. Onun üzerinde, bulunduğu yerde durmakta zorlanan bir tahta sandalye ve ofis sandalyesi var. Bir totem gibi yerleştirilen bu nesnelerden, iş yaşamına doğrudan gönderme yapan tabii ki ofis sandalyesi. En üstte duruyor. Her kimin sandalyesiyse epey yükselmiş görünüyor. Fakat oturulabilecek kadar sağlam değil. Sınıf kurgusunda olduğu gibi burada da nesneler, üzerine baskı yapılan kumaşlarla kaplanmış.
Kumaşın sağladığı yumuşak doku camın arkasında bile olsa son derece güçlü bir biçimde hissediliyor. Ama dokunma isteğimizi gideremiyor. O yumuşak sandalye bizi oturmaya davet etse de buna cesaretimiz yok. Çünkü anatomisi bozulmuş gibi görünüyor, sallantıda biraz. Ağaç dokusunun keçeli kalemle kumaşın üzerine aktarıldığı gövde ise yere sağlam basıyor. Yok sayılan ve yükseklere çıkmak için üzerine basılan bir doğa parçası sistem eleştirisini en iyi anlatan kurgu olmuş diyebilirim.
Kara tahta üzerinde, zamanın geceyi işaret ettiği bir atmosferde (ay ışığında) yer alan ağaç imgesi ile yerleştirmenin diğer yarısındaki açık renk kumaştan yapılmış büyük ağaç gövdesi birbiriyle paslaşıyor. Bu paslaşma, biri siyah diğeri beyaz kumaşın önünde zemine yerleştirilmiş tenis raketleri ile kuvvetleniyor. İş ile eğitim sistemi arasındaki şeffaf bağlantının bir yansıması olarak kurulmuş bir tenis masasını andırıyor sergi. Sanatçının kurduğu bu oyun toplar yerine, bir tarafta yer alan eğitim diğer tarafta yer alan iş yaşamına ait nesneler arası paslarla oynanıyor gibi. Zira tenis topları da raketlerin yanında öylece duruyor.
Işıl Kurmuş Aleksandrov’un hem biçimsel hem de bağlamsal olarak zıtlıklar üzerinden kurguladığı mekâna özgü bu yerleştirmenin, Galeri Vitrin’in konumu ve kentin yapısıyla örtüştüğünü söyleyebilirim. Böyle bir yerleştirmeyi Ankara’da, dahası bakanlıklar olarak adlandırılan bu bölgede yapması, serginin düşüncesini güçlendirmiş. İzleyici ile galeri arasında yer alan cam ise saydamlığının aksine sert yapısıyla mesafeyi koruyor, tıpkı gündelik yaşamda eğitim ve iş sistemiyle aramıza farklı açılardan yerleştirilen mesafe gibi.