Son beş yılda İstanbul dışındaki illerde güncel sanat alanında önemli hareketlilikler olduğunu gözlemlemek zor değil. Bir yandan uluslararası desteklerle bağımsız inisiyatifler güçleniyor, bir yandan bazı ilçe belediyeleri güncel sanat alanında sergiler, paneller, konuşmalar düzenliyor.
Bunların arasına Bursa’nin Nilüfer ilçesinden İMALAT-HANE de katıldı. Nilüfer Belediyesinin sinema, müzik, tiyatro ve güncel sanat alanındaki çalışmalarını dikkatle takip ediyoruz zaten. İMALAT-HANE ise bir “özel girişim.” Sanat yazarı Murat Alat’ın danışmanlığında ve “new boy in town” Bora Gürarda tarafından kurulan İMALAT-HANE, Açık Mekân 3 sergisiyle 8 Ocak’ta açıldı. Ali Kazma’nın Zaman Zaman sergisi de 14 Mayıs’ta açılacak.
Alat ve Gürarda’yla Bursa’nın dönüşen yapısını, “İstanbul dışı”nın güncel sanata yaklaşımını ve İMALAT-HANE’nin yapısını konuştuk.
Ozan Ünlükoç: Murat, seni sanat yazarı olarak tanıyoruz. Ancak bir süredir de Bursa Nilüfer Belediyesi’nde sanat alanında etkinlikler, sergiler yapıyorsun. Şu ana kadar neler yaptığından biraz bahsedebilir misin? Ayrıca Bursa’nın sanat izleyicisi ve sanat yaşamına dair kendi gözlemlerinden bahsedebilir misin?
Murat Alat: Yaklaşık yedi yıldır sanat yazarlığı yapıyorum. Bu sürede ufak tefek eğitim programları yapmaya başlamıştım zaten. Daha sonra Ferhat Özgür sayesinde Nilüfer Belediyesiyle yollarımız kesişti. Üç yıl önce bir projede beraber çalışmak için beni davet etmişlerdi ve o günden beri belediyeyle ufak programlar yapa yapa bugüne geldik. İlk başta düzenlediğimiz eğitim programları fiziki olarak gerçekleşiyordu fakat fiziki gerçekleşen programa beş kişiden fazla insan gelmiyordu. Ama bunu flört dönemi olarak görürsek, hem sanatçıların ve konuşmacıların Bursa’yla flörtü hem de Bursa’daki insanların yavaş yavaş sanat etkinliklerine alışması açısından fena değildi. Pandemi olunca online platforma geçtik ve sadece eğitim programı yaptığımız için pek çok insana ulaştık; hem Türkiye hem de dünya genelinde Türkçe konuşabilen birçok kişi çalışmalarımıza geliyordu.
Bu sene pandeminin etkileri azalınca belediyeyle daha fazla proje yapmaya başladık. Bir tane çalıştayımız var, rezidans projesi de diyebilirsin. 3 Mart’ta sergisini açtık. Mehmet Güleryüz sergisi yaptık, eğitim programları devam ediyor. Mayısta açılması için bir grup sergisi planlıyoruz. Sağlık çalışanlarına adanan bir heykel yarışması yaptık. Bu sene bayağı bir etkinlik portföyümüzü doldurduk.
Bora’yla Nilüfer Belediyesi vesilesiyle tanıştık ve daha fazla şey yapabileceğimizi görünce İMALAT-HANE’de ortaklığa gittik. Bursa’nın sanat izleyicisi diye bir anket ya da herhangi bir araştırma yok elimizde. Dediğim gibi ilk başladığımızda beş kişi geliyordu. Fakat burada bağlantılar çok dağınık ve insanların haberdar olması çok zor. Ben Facebook hesabımdan paylaştığımda Bursa’dan birinin görme ihtimali çok düşükken İstanbul’da bu çok kolay. Yavaş yavaş nüfuz etmeye başladık ve artık etkinliklerimize Bursa’dan daha fazla insan geliyor. Geri dönüşlerden anlayabiliyoruz. Yazıyorlar, çiziyorlar, teşekkür ediyorlar.
İMALAT-HANE’nin kapı rakamları o kadar yüksek değil ama hayalimizin çok ötesinde çünkü hayalimiz sıfırdı. Her gün sıfır insan gelecek ve biz “insanları buraya çekmek için ne yapabiliriz” diye çok kafa patlattık. Şu anda kapımız bayağı çalınıyor ve bayağı ulaşılıyoruz. Her gün birisi Instagram’dan ulaşıp temasa geçiyor. Şimdi yavaş yavaş etkinliklerle sergi programını çeşitlendirip insanların sürekli gelmesi için vesileler yaratacağız. Nilüfer Belediyesi caz festivali yaptığında gerçekten festival dolup taşıyor. Bir şehirde caz dinleyen bir kitle varsa eminim güncel sanatı görmek isteyen aynı sayıda insan vardır. Ulaşmak için sadece önyargıları kırmak gerekiyor. O önyargıların da çok ciddi olduğunu zannetmiyorum
Kültigin Kağan Akbulut: Ben de bunu soracaktım. Belediye sanat hesabını takip ediyorum. Başka Sinema filmlerine, caz konserine giden insanlar var ama güncel sanata nasıl bakıyorlar? Önyargıları kırmak bizim de Argonotlar’da uğraştığımız bir şey. Peki, siz Nilüfer Belediyesinde özellikle ne gibi şeyler kurmayı planlıyorsunuz?
M. A.: Bunları daha çok içeriği belirlerken düşünüyoruz. Çalıştay projeleri aslında İstanbul’da gösterilse bile alıcı bulamayacak projeler. Ama onun dışında Mehmet Güleryüz sergisi açarak yumuşak geçiş yapıyoruz. Eğitim programlarının yarısı üst düzeyken yarısı tamamen giriş seviyesinde oluyor ve basit başlıklar koymaya, herkesin bildiği isimleri çağırmaya çalışıyoruz. Kısacası sürekli karma yapmaya çalışıyoruz. Pazarlama metodu gibi. Bir tanesiyle daha etkileyici oluyorsun, onunla çekerek izleyicinin radarına girip hem daha az izleyici çekebilecek olanla hem de daha radikal olanla bağlantı kuruyorsun. Belediyede yaptığımız bu. Dediğim gibi bu sayı gittikçe de artıyor.
O.Ü.: Bora biraz da seni tanıyalım. Sanat dünyası seni pek tanımıyor, açıkçası ben de o kadar tanıdığımı söyleyemeyeceğim. Bursa’yla bağın nedir ve sonrasında nasıl bir araya geldiniz?
Bora Gürarda: Çok normal, çünkü ben üniversiteden altı ay önce mezun oldum. İşletme ve sanat tarihini beraber okudum. İşletme mezunuyum ama sanat tarihi dersleri aldım, yan dalım sanat tarihi. Bir buçuk sene Paris’teydim. Orada öğrenciyken sanatçı atölyelerini ziyaret ediyordum, sanatçılarla iletişime geçip bir mekân bulup belki bir proje yapmayı planlıyordum. Pandemi olunca dönmek zorunda kaldım. Bursa’da böyle bir mekânım (İMALAT-HANE’nin yer aldığı bina) vardı. Burayı değerlendirebilir miyiz, diye Türkiye’deki sanatçılarla iletişime geçmeye başladım. Koç’ta tanıdığım akademisyenlere sorup onlara danışıyordum. Nilüfer Belediyesinin çalışmalar yapması benim için motive ediciydi. Onlara entegre olmaya başladım. Murat’la da, dediği gibi orada tanıştık. Benim kafamda bir şeyler vardı, Murat’la beraber olunca bunlar çok daha hızlı şekillendi ve geçen Temmuz ayı kurumsal bir yapıda çalışmaya başladık. Nilüfer Belediyesinin bu yaptıklarıyla bizim entegre olmamız çok önemli. Bursa’da ufak da olsa var olan minör bütün yapılarla entegre bir şekilde burayı var etmek istiyoruz. Uludağ Üniversitesi’yle iletişimdeyiz. Güzel Sanatlar Fakültesinin İMALAT-HANE’de atölyeler düzenlemesi için programlar oluşturuyoruz. Bu atölyelerde öğrencilerin İMALAT-HANE’nin davet ettiği sanatçılarla buluşabilmesini de imkânlı kılacağız.
İMALAT-HANE, Uludağ Üniversitesi, belediyenin farklı sanat mekânları gibi yerleri şehir dışından birinin gelince gezip görebileceği şekilde altyapılar ile destekleyerek düzenlemek istiyoruz. Belki otobüs hatları düzenleyeceğiz.
Böyle başladı, Bursa’da bir şeyler sıfır değil ama bazı şeylerin var olması bile biz İMALAT-HANE’yi kurarken bizi çok motive etti ve destekledi. Şimdi Nilüfer Belediyesinin bu yapacağı çalıştaylar, sergiler, kamusal alanlara da yayılan kapsamlı sergiler ve bununla beraber olacak eğitim programları da çok önemli. Çünkü güncel sanattan etkilenmek için entellektüel bir bilgi gerekiyor gerekiyor. İMALAT-HANE’de de başlatacağımız seminer programları en başta giriş seviyesinde başlayacak. Çok alternatif bir yapıda, çok daha derinlemesine girmektense biraz daha insanları çekebilecek, sevdirebilecek ama yine de nitelikli işleri gösteren bir yapı kurmaya çalışıyoruz.
O.Ü: Bursa’ya dair de biraz soru sormak istiyorum. Bursa ticaret alanında zengin bir yer ama mesela İMALAT-HANE gibi özel kurumlar var mı? Eğer yoksa bunun sebepleri neler ve şu andan sonrasını nasıl görüyorsunuz? Bursa’da sanat koleksiyoneri var mı?
B.G.: Bizim duyumlar aldığımız kadarıyla koleksiyonerler vardı ve şimdi de olduğunu görmeye de başladık. Belki daha önce böyle özel bir mekân olmamasının sebebi Bursa’nın İstanbul’a çok yakın olması. İnsanlara bu ilgilerini İstanbul’da gidermek daha cazip geliyor. Çünkü Bursalılarda İstanbul’da var olma isteği çok fazla. Ama bu biraz eski bir düşünce. Burayı açınca da gördük ki Bursa’nın nüfusu ciddi artıyor ve Bursa en çok göç alan şehirlerden de biri. Üniversiteler var ve dolayısıyla ciddi bir genç nüfus var. Burası sadece özel bir sanat mekânı değil şehrin bir müzesi gibi de oldu. Özellikle açılışta ve ilk ayımızda bunu çok hissettik. Buna yakın bir örnek olarak Eskişehir’deki Odunpazarı Müzesi’ni görüyoruz. Orası her gün dolu ve kalabalık. Sanatla direkt ilişkisi olmayan sadece dolaylı izleyicilerin katılımıyla doluyor. Ona benzer bir yapı olmaya başladık gibi. Programlarımızı da daha aktif tuttukça bunu sürdürülebilir kılmak istiyoruz.
O.Ü: İMALAT-HANE, Bursa’nın organize sanayisinde ve ayaküstü olmayan bir yerde açıldı. Bu yeri seçme sebebinizi merak ediyorum. Mesela Bursa’daki sanat izleyicisi veya koleksiyoner özellikle oraya geliyor mu ve buradaki iletişiminiz nasıl kuruluyor?
B.G.: Ben uzak olduğunu pek kabul etmiyorum. Çünkü Bursa’nın yapılaşması şu an içinde yer aldığımız organize sanayi bölgesinde ve bu organize sanayi bölgesi çok eskiye dayanıyor. Hatta Türkiye’nin ilk organize sanayi bölgesi. Yaklaşık altmış yıllık bir bölge. Şehir büyüdükçe bu tarafa doğru kayıyor ve şehrin biraz ortasında kalmış bir yapısı var. Biz de bu büyük sanayinin çok derinliklerinde değiliz. Ulaşım olarak şehrin ana bulvarlarının çıkışının tam üzerindeyiz. İstanbul’dan biri gelince sanayi bölgesi şehirden uzak mı diye düşünebiliyor ama Bursalı için ulaşımı çok kolay bir yer.
M.A.: Özel araçla ulaşımı kolay bir yer ama toplu taşıma yok.
B.G.: Ama Bursa’da toplu taşıma kültürü çok fazla yok.
O.Ü: Bursalılar zengin olduğu için mi?
B.G.: Hayır, İstanbul dışında toplu taşımaya bu kadar entegre başka bir şehir yok.
M.A.: Çünkü İstanbul dışında her yere yürüyerek gidebiliyorsun.
B.G.: Burada toplu taşıma yok diyorsunuz ama iki metro hattının tam ortasında kalıyoruz. Gelecek olanlar yaklaşık on beş dakika yürüyerek de ulaşabilir. Yürüyerek gelen misafirlerimiz de oluyor. Onun dışında bütün açılış ve etkinliklerimize belediye desteğiyle araçlar kaldırıyoruz. Sadece imkânı olanın ulaşabileceği bir altyapımız olduğu iddiasını reddediyorum. Ulaşmak isteyen olursa yardımcı oluyoruz.
O.Ü: Bence bu söylediğin çok kıymetli. İnsanların açılışlara gelmesi de bence başka bir etkileşim alanı sağlıyor.
M.A.: Ben bu soruya başka bir yerden cevap vereceğim. Neden Bursa’da yok diyoruz ama Taksim’in dışında İstanbul’da kaç tane güncel sanat mekânı var? Bunun Bursa’da olmamasına gelene kadar neden Beyoğlu dışında sanat merkezi yok diye sorarım. İkincisi, bu bir pazarlama taktiği. İstanbul’daki galerilerde bile günlük ziyaretçi oranları çok düşük. Taksim’deki bir galerinin ziyaretçi oranı bizimkiyle neredeyse denk. Gelmesi zor ve buna rağmen yapabiliyor olmamız büyük bir başarı. OMM çok güzel olmakla beraber şehrin tam göbeğinde ve bizimkinin kat kat üstü bir yatırım. Ama bizim mesafemiz olduğu halde insanlar geldiğinde başka yollar arayacağız. Daha çok insan gelse her gün servis kaldırırız.
B.G.: Bir şey daha ekleyeyim. Bursa’nın sosyolojisi biraz şehre küsmüş bir sosyoloji. İnsanlar artık şehrin merkezinden taşındı. Orada emlak fiyatları düşmüş vaziyette. Nilüfer bölgesine doğru geldiler. O sebeple şehir merkezi tarafı var ama Batı’da şöyle bir konu var. Şehrin büyüdüğü yerlerde orayı şehirleştirmek için emlak politikası olarak sanat araçsallaştırılabiliyor. Bu pozitif midir, negatif midir bir tartışma konusu. Ama Türkiye’de daha buraya bile gelemedik. Türkiye’de açılan yeni sanat mekânlarının aslında orada olmasının nedeni sahip olunan mekânın orada olması. Orada yapılabiliyor. Mekân ve bir oluşum var oldukça çevresiyle olan iletişimi her zaman düşünülmeli, anlamlandırılmalı ve onun üzerine gidilen programlar da yapılmalı ama işin başlangıcında “sahip olduğumuz mekânımız bu bölgedeydi” demek en samimi cevap olacak.
K.K.A: Öğrenci ve sanat meraklısı gibi genel sanat izleyicisi açısından baktık. Peki, koleksiyoner açısından nasıl bakarsın? Çünkü İMALAT-HANE aslında ticari bir galeri sonuçta.
M.A.: Şirket yapısı ticari galeri ama programın sadece üçte biri veya dörtte biri ticari galeri mantığıyla gidiyor ve sanatçı temsil etmiyor sadece konsinye iş alıyor. O yüzden tamamen ticari galeri diye not düştüğünde tamamen yanlış oluyor.
K.K.A: Orada bir satış amacı olacak. Eser satış yolu var. Dolayısıyla örneğin İzmir’e gittiğimizde “güncel sanat” değil belki ama İzmirli koleksiyoner diye bir şey vardır. Oradaki galerilere gider ve bir şeyler alır. Ankara’da bir dönem siyasiler, bürokratlar Siyah Beyaz’a gidip bir şeyler alırlardı. Kısacası, bu şehirlerin böyle bir koleksiyoner algısı var. Sadece güncel sanat diye sınırlama getirmiyorum ama böyle bir koleksiyoner var mı? Bursalı zengin, tekstil zengini diye bir şey var ve bu insanlar ne alıyorlar, ne yapıyorlar? Bora, sen özellikle Bursalı olarak ne görüyorsun?
B.G.: Koleksiyon yapan insanlar olduğunu görüyoruz. Sadece güncel sanat özelinde bunu daha özelleştirilmiş bir bilinçle yapana pek rastlamadım. Ama düzenli alım yapan koleksiyoner algısının dışında şu anda insanlar bizi desteklemek için de bizden koleksiyon oluşturmaya başladılar. Bu ivme devam eder mi, kesilecek mi göreceğiz ama daha ulaşılabilir eserlerle de yeni bir koleksiyoner kitlesi yaratmak bir hedefimiz.
M.A.: Koleksiyon yapmak açısından şöyle farklı bir durum var, Bursa’nın kalburüstü ailelerinin çoğu İstanbul’da yaşıyor. Aynı toplumun parçasılar. O yüzden İstanbul’da herhangi bir insanı koleksiyon yapmaya veya eser almaya iten dinamiklerin hepsi Bursalılar için de aynı. Bursa-İstanbul arası o kadar kısa bir mesafe ki ve artık şehir o kadar büyüdü ki dinamikleri bazı konularda ayırabilsen bile arada ayıramayacağın bir kitle var. Bora da Bursalı ama İstanbul’da da yaşıyor. Çünkü arabayla bir buçuk saatlik mesafe. Koleksiyon yapmak ekonomik imkânlara sahip olan insanların seçtiği bir yol zaten ve bir yerden sonra aynı sosyoekonomik çevreyi oluşturuyorlar.
B.G.: Ayrıca İstanbul’dan koleksiyonerleri de alıyoruz. Koleksiyoner düzeyinde Bursa ve İstanbul diye ayırmak deneyimledikçe bize anlamsız gelmeye başladı. Ticari galeri lafını biraz reddediyoruz. Daha geriye dönük bakınca gözüken bir programımız oluşmadığı için söylenebiliyor ama kamusal etkinliklere ve eğitimlere normal bir ticari yapıdan çok daha fazla alan açacağız. Bu da zaman içinde görülecek.
O.Ü: Şu anda açılan ilk sergiyle devam edelim o zaman. İMALAT-HANE, 8 Ocak’ta Nuri Kuzucan’ın bir araya getirdiği Açık Mekân 3 sergisiyle başladınız. Bu açık mekân sergilerinin devamı olmasına nasıl karar verdiniz merak ediyorum. Bu sergiyle başlama fikri nasıl oluştu?
M.A.: Aslında pek çok etken bir araya geldi. Bir tanesi Açık Mekân 2’yi Galerist’te görmek ve etkilenmekti. Bence bu sanatçı grubu çok güçlü ve klasik bir şekilde de güncel ya da pentür ayrımını hep kırıyorlar, bir şekilde kırmayı beceriyorlar. Galerist’teki sergide de bu vardı. Sinan Logie’nin yerleştirmesi ya da Ali Kazma’nın videosu… Biz aslında çok kısa sürede hareket etmek istediğimiz için böyle bir ekibi ağırlamanın güzel olacağını düşündük. Böyle pratik faydası vardı ama onun dışında bizim bulunduğumuz yerin sosyoekonomik yapısı ve peyzajıyla çok örtüşen işlerdi. Sanayide bir kere gezdiğinizde serginin içerisindeki formları görmeye başlıyorsunuz zaten. Bu yüzden de bizim ait olduğumuz yerin altını çizmesi çok önemliydi. Biz genel olarak sergi programımızda çoğunluk olmasa bile Bursa’nın sosyoekonomik, kültürel yapısı üzerine gidecek işlere yer vermek istiyoruz. Bu bazen direkt bazen dolaylı olabilir. Burada endüstriyel bir şehrin peyzajıyla bizim eserlerin formları arasındaki benzerlik çok çekiciydi.
Daha sonra Nuri Kuzucan bütün işleri bizim bıraktığımız yerden daha üst bir seviyeye taşıdı ve başka sanatçıları da dahil ederek çeşitlendirmeye başladı. Nil Yarter, Deniz Gül, Nermin Er ve Murat Akagündüz katıldı. Özellikle Deniz’in yeni prodüksiyon yapması bizim için önemliydi çünkü İMALAT-HANE adından da gelen bir şekilde aslında hazır sergi getirmektense imal etmek istiyor ama bu her zaman mümkün değil. Fakat o açıdan ilk sergimizde bir prodüksiyon işinin olması önemliydi. Günün sonunda Açık Mekân’ın kavramsal altyapısıyla İMALAT-HANE’ninki birbirine çokça uyuyor. Biz kamuya açık bir mekân yaratma çabasındayız. Ne kadar beceririz, ne kadar beceremeyiz zaman gösterir ama bunun içinde bazı engeller var. En başında konuştuğumuz güncel sanatın zaten korkutucu yanının olması da başka bir şey. Bunu da kırmak gerekiyor kesinlikle ama buna karşı daha çok insanların zaman geçirebileceği bir yer olmasını istiyoruz. Açık Mekân fikri de bu yüzden avantajlıydı. Nuri’nin mekânı açmasıyla bizim mekânı açmamızdaki paralellik güzel oturuyordu. Bir başka şey de teknik sebeplerdi. Pentür ağırlıklı bir sergi olmasını istiyorduk. İlk defa başlarken çok kavramsal, komplike enstalasyonlardansa pentür gibi biraz daha geleneği olan, insanların zihninde kolayca bir şeyler uyandıracak bir yol kullanmak mantıklıydı. Grup sergisi olması mantıklıydı. Ne kadar fazla insanı dahil edersek o kadar güçlenecektik. Gün sonunda pek çok pratik sebep ve biraz da duygusal sebep işi buraya getirdi.
B.G.: Açık mekân algısıyla İMALAT-HANE’nin kurumsal değerlerinin birleştiğinden bahsetti Murat. Orada biz burayı var ederken pek örnek alabileceğimiz bir yer yoktu. Burası ne büyük vakıfların ya da holdinglerin desteklediği bir yapı, ne de normal bir ticari galeri yapısı amacıyla oluştu. Yavaş yavaş sanatçılarını güçlendirip fuarlara katılıp kendilerini köklendiren bir galeri yapısı olmak da istemiyor. Orta düzeyde şeffaf ve açık bir kurumsallık nasıl sağlarız bizim için bir konuyken mekân üzerine düşünen sanatçıların mekânı açma fikriyle bütünleşmesi ve bu tartışmalar aslında orta seviyedeki kurumsallığımızı oturtmamıza yardımcı olan bir süreçti.
O.Ü: Peyzajla konuşan işler demiştin Murat. Buradan birkaç örnek verebilir misin?
M.A.: Direkt Nuri Kuzucan’ın işleri. Nuri Kuzucan’ın çıkış noktası zaten kent peyzajlarının soyutlanması üzerinden gelir ve bugünkü neredeyse tamamen soyut formlara kendini bırakır. Daha fazla örnek istersen Sinan Logie mimarlıktan gelir ve paftaların neredeyse soyutlanmasından oluşan resimler yapar. Nermin Er’in küçük mimari maketlere benzeyen işleri de gayet benzer. Onun dışında diğer işler daha kavramsal olarak bağlanıyorlar. Suat Akdemir’in işleri de kent duvarlarının ya da kent cephelerinin üste bindirdiği renklerden oluşan kurgulardır. Benim yorumum bu ama kendisi de bunu onaylıyor.
B.G: Suat Akdemir’in sanayide fabrika cephelerinden oluşturduğu bir fotoğraf serisini düzenliyoruz. Orada da tartışırken gördük ki sanayi peyzajlarını aslında zihnine kazıyor ve oradan tuvale aktaran bir yapısı var. Sanayi peyzajıyla da bütünleşen bir örnek olabilir.
O.Ü: Teşekkür ederim. İlk sergiden sonra size gelen geri dönüşler nasıl oldu? Bir yandan böyle bir yerin varlığına dair, bu serginin varlığına dair de geri dönüşler nasıl oldu? Biraz bunlardan bahseder misiniz?
Murat: İnsanlar müteşekkir. Çok mutlular, küçük bir kitle ama herkes çok mutlu. “Bursa’nın böyle bir yere ihtiyacı vardı” şeklinde İnstagram’dan iki güne bir postlar geliyor. Sürekli bir ilgi var. Ne kadar büyük bir kitle onu tam bilemiyoruz onu zaman içinde göreceğiz. İlk ay gerçekten ilgi yoğundu ama bu ilgi düşük bir ivmeyle de olsa azalıyor. Ama Bora’nın da dediği gibi bunu başka şeylerle çoğaltacağız. Günün sonunda insanlar istiyorlar. Sadece iletişim sorunu var. O iletişim ağlarını kurduğumuzda çok daha etkili olacak. İnsanları haberdar etmek için Bursa’nın kendi iç iletişim ağı yok. Sosyal medyada da aktif olmamız ve ağ kurabilmemiz yavaş yavaş gerçekleşiyor. O ağı kurduktan sonra bence daha da etkili olacak.
O.Ü: Şimdi İMALAT-HANE’nin önümüzdeki süreci için bizi nasıl sergiler bekliyor? Bunun dışında programınızı belirlerken nasıl bir eksende belirlediğinizi ve bunları belirlerken nasıl bir süreç izlediğinizi merak ediyorum. Nasıl bir izlek takip ediyorsunuz?
Murat: İkinciden başlayayım. İlkini en son söyleriz. Programı belirlerken bizim için en önemli olan programların giriş seviyesi olması. Ayrıca biraz geniş bir ilgi alanından insan toplamak istiyoruz. Kısacası mimarları da sosyal bilimler okuyan öğrencileri de çeksin, siyasetçileri de çeksin ya da tasarımcıları çeksin, sanatla ilgili iş insanlarını ya da ev kadınlarını çeksin diye geniş bir yelpazede yaklaşmamız gerekiyor. Biz en başta felsefeye giriş programı ve çağdaş sanata giriş programıyla başladık. Fakat bunların yanında gerçekten talebe göre sergi içeriğiyle paralel olacak etkinlikler düzenleyeceğiz ve bunu çeşitlendireceğiz. Bir video programı yapmak istiyoruz. Onun dışında üniversiteyle birlikte özel atölyeler ve özel dersler yapacağız. Üniversite bürokrasisi izin verirse onun bağlantılarını yapıyoruz. Bir de gösterimleri önemsiyoruz. Örneğin Köken Ergun’un filmlerini göstermek için imkân yaratmak istiyoruz. Çoğu Youtube’den ulaşılabiliyor ama Youtube’nin bilgisine ulaşmak bile zor. Köken Ergun diye bir sanatçı var şöyle bir film çekti, bu bilgi bile önemli. Belki başka durumlarda doğru iletişim ağlarını oluşturduğumuzda bilgi vermenin başka yollarını buluruz ama bir araya gelme imkânı şu anda bizim için daha önemli.
O.Ü: Evde kendin izlemenle bir araya gelip de bir etkileşime girmen arasında çok büyük bir fark var zaten.
M.A.: Evet, öyle bir fark var. Etkinliklerde gelip mekânda zaman geçirmek, bir kahve içmek ve muhabbetin zamanını uzatmak gibi avantajlar var.
B.G: Şu anda kamusal etkinlik bağlamında konuşuyoruz. Sergi içeriklerinde buraya bir kitle çekmeye çalışıyoruz ama içerik açısından özellikle nitelikli sergiler açabilmemiz bizim için önemli. Belki daha fazla kitle çekecek, biraz gösterişli bir seçki de yapılabilir. Bu bazı yerlerde de yapılıyor. Nitelikli sergiler olması bizim için bir kıstas.
O.Ü: Nitelikli sergiyi biraz açar mısın?
M.A.: Burada çok keyfi bir karar var. Bunun arkasında istatistikler, alınan ödüller önemli değil. Bir sanatçının hangi koleksiyonda olduğu ya da nerede sergiye açtığı o kadar önemli değil, hatta hiç önemli değil. Hangi galeriyle çalıştığı, kapısından kaç kişinin döndüğü, kaç tane haber çıktığı gibi şeyler değil. Burada gerçekten Bora’yla oturup pek çok sanatçıyı tartışıyoruz geçiyoruz. Ben ikna olduktan sonra Bora’yı ikna ediyorum ve sonra devam ediyoruz.
O.Ü: Bence bu verilecek en iyi cevap. Genelde bunu demekten imtina ediyoruz ve aslında kendi perspektifini sunuyor olmanın verdiği bir değer ve nitelik var.
M.A.: En başında bazı kriterler var.
B.G.: Ama o kadar faşist değiliz. (Gülüşmeler.) Akıl alıyoruz, birçok insanla diyalogdayız.
M.A.: O sergiyi Bursa’da gösteriyor olmamızın başka geçerli sebepleri de olmalı. Her zaman pedagojik kısmı önemli ve bunu göz ardı edemeyiz. Sarkis getirip göstermek çok isteriz ama insanların tepkisinin ne olacağını hesaba katmamız gerekiyor. İlk adımı atamayabiliriz ya da Cevdet Erek göstermek çok isteriz, mekânımız çok uygun olur, ama nasıl bir tepkiyle karşılaşırız bunları şu açıdan bilemiyoruz. O yüzden biraz daha açık ve iletişim kurması kolay işler getiriyoruz. Bu belki “politically incorrect” bir laf ama gerçek durum bu. O yüzden sadece arzumuz doğrultusunda gitmiyor ve Bursa’daki insanları düşünmemiz gerekiyor. Yaptığımız işin Bursa’yla ve hepsinin birbiriyle uyumunu da düşünmeye çalışıyoruz. Bütün sergi programının da uyumlu olmasını düşünmeye çalışıyoruz. Bir de sergi açmak isteyen arkadaşlarımızı reddetmekle meşgulüz. Kişisel bağlantılarımızı ve kişisel kanaatlerimizi geride bırakıyoruz ama hangi serginin açmaya değer olup olmadığı gibi kritik bir soruyu kendimiz cevaplıyoruz. Bunun için de daha meşru bir cevap yok galiba.
O.Ü: Peki, son soruma gelince bizi nasıl bir sergiler bekliyor? Bir ipucu verebilir misiniz?
M.A.: Şu anda kesin olan birkaç sergimiz var. Bu sergi bitince Ali Kazma’nın solo sergisi açılacak. Aslında bütün proje Ali Kazma’yla başlamıştı. Ali Kazma’nın solo sergisinden sonra Guido Casaretto’ya solo sergi açacağız. Aynı dönemde Can Küçük ve Cem Örgen’in prodüksiyonunu bizim üstlendiğimiz işleri gösterilecek. Son olarak da İnce Eviner’e solo sergi açacağız. Şu anda gelecek senenin bilinen programı bu. Geri kalanı az çok kesin ama onlarda ufak oynamalar olabileceği için şimdi bir şey diyemiyorum.