Kalk gidelim dağlara / Dağlar olsun evimiz / Gürgen yaprakları da / Olsun kiremitimiz
Bolu Türküsü
Büyük 1999 depremi sonrasında Bolu’dan ayrılarak kent statüsüne getirilen Düzce’de kentleşme, dağları ve gürgen yapraklarını evden bilen bu coğrafyaya bambaşka bir çehre biçer. Hafızalardaki yeşil imgesine tezat, doğayla zıtlaşarak kentleşmenin tanığıdır Düzce. Kent statüsü daha hızlı bir restorasyon süreci, daha fazla hizmet, daha fazla kalkınma anlamına geldiği için olacak ki depremin yıkımına çare, hızlı bir kentleşme modelinde görülür. İnsan merkezli ve rant odaklı düşüncede toprak, ancak üzerine insan yapısı inşa edilince bakir ve uçsuz bucaksız arazi, parsellenebilir arsalara dönüşünce kıymet bulur. Bu burnunun dikine kentleşme, kent ve doğa arasında kurduğumuz mesnetsiz ayrımın, doğayı toplumsal ve ekonomik süreçlerden bağımsız düşünme alışkanlığının ürünüdür biraz da. Deprem, ekonomik büyümeyi gelişmenin tek biçimi olarak benimseyen bir düşüncenin ete kemiğe, çeliğe betona dönüştüğü kent algısının dağıldığı noktada durur.[1]
Seniha Ünay’ın “Manzaranın Yakınında Çok Uzakta”[2] projesi de kayalık yapısı dolayısıyla depreme dirençli yapılaşma için öncelikli alan olarak belirlenen Düzce’nin Konuralp kasabasının kentleşme sonrası değişen manzarasına odaklanır. Ünay, uzun süredir yaşadığı bölgede hızla yükselen yapılara bakarak kentin kim için, ne yöne ve nasıl büyüdüğünü anlamaya çalışır. Kentleşmeyle gelen dönüşüm sonrası Düzce’nin şimdiki zamanı ile mekânın sakinlerinin hafızasındaki Düzce imgesi arasındaki mesafeye Ünay’ın atölye çalışmaları üzerinden bakarken 6 Şubat depremi sonrasında gündelik hayatımızın ana merkezine oturan birçok soru da yeni bir mecra bulur. Yaşamın değil sermayenin akışının hızıyla ölçülen bir gelişme algısının sarsıcı etkisini, Ünay’ın üzerinde çalıştığı Konuralp kasabası üzerinden tekrar düşünmeye başlarız. Atölyenin duvarlarındaki köksüz ağaçlar, kartpostallaşmış manzara resimleri ve bu manzaraya eşlik eden ülke gündeminin özeti alt yazılar ortak bir alana çeker bizi.
Bilenin hafızası, bilmeyenin hayali
Yaşam alanlarımızı biçimlendiren kararlarda kent sakinlerinin hakkını ve failliğini, bölge halkıyla yapılan söyleşiler, gürültüsü kısılan dereler, artık Konuralp’te görülmeyen kuş türlerinin kaybolan sesleri üzerinden takip eder Ünay. Konuralp’in artık uzak bir geçmişte kalan imgesi ile bugünkü manzarası arasındaki fark, bölgedeki kentleşme sürecinin arşiv kayıtları, aile albümlerindeki fotoğraflar, mahalle sakinleriyle yapılan söyleşilerle belgelenir. Ünay’ın bu araştırmadan yola çıkarak ortaya koyduğu çalışmalar, bu arşivi akılda tutarak yeni kurgularla bugünün manzarasını tanımlamaya çalışır. Kentleşme öncesi Konuralp’in “hafızalarda nasıl yer edindiği” (Ünay ile söyleşi, 2023) ile ilgilenir Ünay ve bu hafızaya şimdiki zaman içerisinden yeni bir direnç noktası ekler. Mekânın bellekteki imgesi bugünle çarpışarak yeniden biçimlenir. Kaybolan dereleri, kuşları, ağaçları sayan kasaba sakinleri, onların yokluğunu seslendirir. Bu yokluk bilenlerin hafızasında, bilmeyenlerin hayallerinde canlanır.
İnşa edilen bu yeni manzara ile Konuralp’in akıllarda yer etmiş imgesi arasındaki mesafeyi en kuvvetle hissettiğimiz anlar ise geçmişe özlemle dönen bakışın kırıldığı anlardır. Bu nostaljik doğa imgesinin en yakın temsillerinden birini TRT’nin kollektif belleğimize kazıdığı Bob Ross’un insandan uzak manzaralarında bulur Ünay. Bob Ross bir televizyon stüdyosunun dört duvarı içinde aklındaki ideal doğa imgesine ters düşen her türlü detayı yok saydığı “Alaska manzaralarını” boyarken Ünay da yaşadığı yerin manzarasını aklında tutarak televizyondaki sesi takip eder. Ancak Ünay’ın hızla yapılaşan Konuralp kasabasındaki atölyesinden görünen manzara tedirgin edicidir.
Bob Ross yaşadığı yerin doğasına umut ve heyecanla bakar. Ünay ise yaşadığı yerin doğasına bir geçmiş zaman bilgisi gibi yaklaşır. Atölyenin duvarında görülen zemininden koparılmış yersiz ağaçlarla oluşturulan hayali orman, Konuralp sakinlerinin artık bölgede göremediklerini söyledikleri ağaçları yan yana getirir. Kasabanın yeni düzeni içinde kendine yer bulamayan ağaç türlerini yeniden canlandıran bu düzenlemeye eşlik eden ses, Bob Ross’un varlığına işaret ettiği masalsı doğa imgesi ile mahalle sakinlerinin yokluklarına dikkat çektikleri türleri kurgusal bir diyalogda yan yana getirir. Duvarlarda karşımıza çıkan bu hayalet ormanın boşluklarını bu yersiz diyalog doldurur.
Konuralp sakini: Şimdi dere daha az bir suyla akıyor. Daha öncesinden daha geniş ve daha derin bir şekilde akıyordu sürekli. Yaz günlerinde bile o derenin suyu bitmiyordu, çok yüksekti yani.
Bob Ross: Hem çağlayanı hem de çevrede oynaşan küçük yaratıkları izliyorum.
Konuralp sakini: Şimdi burda yaban hayvanı ne tavşan kaldı, ne tilki kaldı… yani yaban hayvanının yaşayacak bir alanı kalmadı.
Bob Ross: Bize daha yakın bir orman yaşıyor.
Konuralp sakini: 14 kat, 15 kat, 16 kat…
(Seniha Ünay’ın ses yerleştirmesinden detay)
Bob Ross, “şurada” bir ağaç, bir dere gösterir. Ama o ağaç burada yoktur artık, o dere kurumuştur. Konuralp sakinlerinin tasvirlerine eklenen Bob Ross replikleri Konuralp için geçmişte kalan bir zamanı çağırır. Bu karşılaşmada insandan azade bir doğa düşüncesi ve toplumsal ilişkilerin, ekonomik süreçlerin bir ürünü olarak doğa fikri birbiriyle çarpışır.
“Dünyanızın nasıl olacağına siz karar verebilirsiniz”
Ünay’ın bu proje çerçevesinde takip ettiği temel hatlardan biri de sakini olduğumuz kentin ne kadar sahibi olduğumuz sorusudur. Atölye duvarındaki hayalet ormana eşlik eden sesi dinlerken duyduğumuz bir başka diyalog bizi bu soruya tekrar çeker. Manzarasına yeni bir öğe ekleme kararı vermeden önce Bob Ross bize seslenir: “Dünyanızın nasıl olacağına siz karar verebilirsiniz.” Bunu takip eden Konuralp sakininin sesi ise kendi dünyasını kuran kararlar içindeki yerini ifade eder: “Vatandaş olarak bize sorulan bir şey olmadı.”
Konuralp’teki bütün bu dönüşüm, orada bir yerde alınan ve buradaki “belki mutlu bir ağaca” çok uzak kararlarla inşa edilir. Söyleşilerde bir dil sürçmesiyle kendini kaybolan ağaçlarla bir tutup “ağaçlar…olarak” konuşan kişinin sesinde Ünay’ın hissettiği de belki budur biraz da (Ünay ile söyleşi, 2023). Ne insan ne ağaç ne de insan dışı herhangi bir varlık kent üzerinde söz sahibidir. Bu zorunlu sessizlik kentin inşasını uzak bir mesafeden seyredilen bir sürece, manzarayı başını sonunu bilemediğimiz parçalı bir yapıya dönüştürür. Belki de bu yüzden bu söyleşilerde mevcut olandan çok artık mevcut olmayandan bahsedilir. Ardından nostaljik bir özlemle konuşmak, var olanı bütün gerçekliğiyle tespit etmekten daha az tehditkâr gözükür. Konuralp’in geçmişini bu kadar ısrarla seslendirmek ve özlemek şimdiyi sessizce reddetmektir aynı zamanda.
Kartpostallaşan manzara
Ünay’ın Bob Ross videoları rehberliğinde yapmaya çalıştığı manzaraların klişeleşmiş ve kartpostallaşmış doğa görüntüleri üretmesi rastlantısal değildir bu anlamda. Neredeyse kitsch kavramıyla özdeş bu manzara resimleri; özellikle kırsaldan kente göçün, doğanın kentin ardından “çok uzakta” görünmeye başlamasının simgesi gibidir. İmkânsız bir doğa tahayyülünün her seferinde aynı tablonun varyasyonlarını oluşturduğu Bob Ross resimlerinin kitsche bu kadar yakın duruşu, şimdiyle bağını kaybetmiş bir kent hafızasına, gerçek dışı bir kent ve doğa ikiliği düşüncesine atfedilebilir bu yüzden. Mekânsal imgeler kolektif hafızaya nesnel bir varlık kazandırarak aidiyet duygusunun idamesini destekliyorsa eğer, hızla kentleşme süreçleri içinde soğurulan Konuralp’in doğası bu duyguyu kesintiye uğratır. Bob Ross’un Alaska’sından Ünay’ın Konuralp kasabasına bu büyük sıçramanın ardında, etrafını saran manzaradaki bu dramatik değişimin karşısında hayallerde kurulan, hafızada aranan bir başka yere kaçma arzusu da vardır. Ünay’ın referans aldığı videolardan bakarak kopya etmeye çalıştığı manzaraların rahatsız edici sahteliği, bugünün manzarasından fersah fersah uzak olmasından kaynaklanır. Atölye çalışmalarında ısrarla tekrar eden boşluklar ve kopukluklar belki de buna karşılık gelir.
Konuralp’teki hızlı değişim farklı zamanların zihindeki mekân imgesinde çakıştığı bir algı yaratır. Atölyede görünen manzaralarda kasabanın bellekteki kesintili imgesini çağrıştırır. Yerinden edilerek bir başka yere taşınan hayvanlar ve duvardaki ağaçlar eğreti görünür. Ünay’ın bu manzaraları takip ederken baktığı ekranın altından akan haber yazıları manzarayı ısrarla buraya çeker. “Şuradaki mutlu ağaç” buradaki dehşet verici haberlerden, son dakika gelişmelerinden bağımsız düşünülemez. Bob Ross’un neredeyse insandan uzak hayal ettiği manzaralarına burada dalıp gitmek mümkün değildir.
Drone, kuşun bakışını arzular
Proje kapsamındaki video çalışmasında masalla gerçek, el değmemiş doğa imgesiyle rantsal doğa yan yana gelir. İlk sahne belediyenin drone kameralarla görüntülediği Konuralp haritasına piksel piksel yaklaşarak başlar. Yavaş yavaş yeşil çayırların üzerinde uçuşmaya başlayan hayvanlarla dolan manzara, anlam veremediğimiz bir rüya sahnesini anımsatır. Yerçekimi yokmuşçasına ya da artık bu manzara içindeki yersizliklerini vurgularcasına hareket eden canlılar, Konuralp manzarasına zuhur eder; ona musallat olurlar. Ünay’ın artık olmayan ağaçlardan oluşturduğu ormanda olduğu gibi burada da kentleşmenin dışında kalanlar, hayalleri ve hayaletleriyle mekâna çöker. Nasıl ki televizyonda gördüğümüz manzara aslından kopmuş bir fantaziyse, duvarda temsilleri yan yana getirilen tükenmiş ağaç türleri artık var olmayan bir doğaya işaret ediyorsa bu videoda karşımıza çıkan hayvanlar da yaşam alanlarından koparılarak gösterilir. Haritada keyfi şekilde mahalli sınırlarına ayrılır toprak. Bu sınır çizgilerini takip eder gibi dikenli teller görünür hayvanların bedeninde. İnsanın toprağı parsel parsel araziye tercüme etmeye, etrafına çitler dikmeye ısrarlı düşüncesi boşlukta duran hayvanların üzerine düşer.
Drone, kuşun bakışını arzular; ama gördüğü ufuksuz bir dünyadır, ayakları toprağa basmaz. Kentin çehresini çizen ne kuşun ne de yeni kentin sakinlerinin sesini ve bakışını hesaba katan bu tepeden bakıştır. Ne gürgen, ne de dağlar. Ünay, Konuralp haritasında eskiden “bir ineğin otladığı yeri” bulmaya çalışırken, kentin insan ve öteki türlere vaat ettiği yaşamı ve bu yaşamın şekillenme süreçlerindeki yerini düşünür. Burada hız kazanan, doğayı insanın yaşamını kuran bir rezerv olarak gören bakışın da ötesinde, insana ve diğer bütün canlılara rağmen yaşama alanlarını biçimlendiren bir yaklaşımdır. Bu anlamda manzara, doğanın insanın arzuları çerçevesinde sınırlanmasını gösteriyorsa, bu “manzaranın uzağında”, ama aynı zamanda ona “çok yakın” başka türlü bir ilişkiye işaret eder Ünay. Manzara, toprak mülkiyetine dayanan feodal bir hak iddiasının resmi ise bir zamanlar, Ünay’ın manzaraları kentleşme süreçlerinin hafızamıza musallat olan bir doğa imgesini yuttuğu bir zamana aittir.
*Bu metin, Seniha Ünay’ın atölyesine yapılan ziyaret sonrasında “Manzaranın Yakınında Çok Uzakta” projesi odağa alınarak yazılmıştır.
[1] Keskinok, Ç. (2001). 17 Ağustos Depremi, Kentleşme ve Planlama Sorunları Üzerine Düşünceler. PlÇağatay Keskinok, 17 Ağustos Depremi, Kentleşme ve Planlama Sorunları Üzerine Düşünceler, Planlama, vol. 2001, no. 3, s. 33-39, 2001.
[2] “Manzaranın Yakınında Çok Uzakta”, bir Avrupa Birliği projesi olan CultureCIVIC: Kültür Sanat Destek Programı tarafından desteklenmektedir.
[3] Fotoğraflar Osman Aktepe’nin kişisel arşivinden alınmıştır.