Sefarad kökenli bir ailenin çocuğu olarak 1931 yılında İstanbul’da dünyaya gelen ve ilk gençlik yıllarına kadar hayatını burada sürdüren Albert Bitran, 1948 yılında mimarlık eğitimi için gittiği Paris’te hayatını başka bir yöne doğru evirir. Hızla Paris’te yaşayan diğer Türk sanatçılarla bağ kuran, zamanla Mübin Orhon, Selim Turan, Avni Arbaş ve Abidin Dino gibi isimlerle yakın dostluklar geliştiren Bitran, kısa sürede çevresi için önemli bir figür hâline gelir.
İlerleyen yıllarda Jesús Rafael Soto, Serge Poliakoff, Georges Koskas, Horia Damian, Wifredo Lam, Pierre Soulages ve Hans Hartung gibi soyut resim yapan sanatçılarla bağlantılar kuran, birçok karma sergide yer alan Bitran’ın serüveni daha sonra giderek farklı yönlerde gelişir.
3 Mayıs – 14 Haziran tarihleri arasında Dirimart Dolapdere’de gerçekleşen “Gölge Topraklar Gök Topraklar” sergisi sanatçının stüdyosuna davet eden bir kurguyla Bitran’ı bize tanıtmış oldu. Sanatçının Türkiye’deki ilk solo sergisini Dirimart Direktörü ve serginin küratörü Levent Özmen’le konuştuk.
Mübin Orhon, Fikret Mualla, Abidin Dino, Nejad Devrim, Avni Arbaş gibi Paris ekolü sanatçılarından biri olan, yaşamının büyük bir bölümünü Fransa’da geçiren Albert Bitran’ı bu sergiyle tanımış olduk. Öncelikle kendi dönemini bu denli etkileyen ve 1931, İstanbul doğumlu bir figür olarak Albert Bitran’ın hayat hikâyesine dair neler söylersiniz?
Albert Bitran ilk kişisel sergisini 19-20 yaşında açmayı başarmış, yani İstanbul’dan Paris’e hızlı giriş yapmış, kısa zamanda sanat ortamında yer edinmiş bir isim. Birçok sanat tarihçisinin Türkiyeli sanatçıların ilk kez Batılı sanatçılarla eş zamanlı özgün eserler üreten kuşak dediği, senin de isimlerini zikrettiğin sanatçılar arasında İstanbullu izleyici tarafından hakkında en az bilgi sahibi olunan isim. Bunun nedeni muhtemelen 1983’e kadar İstanbul’da bir sergi yapmamış olması. O sergi de İstanbul Resim Heykel Müzesindeki “Baskı Sergisi.” Kendisini özellikle Kemerler serisi İstanbul’dan ilhamını alıyor olsa da daha çok Parisli bir isim Bitran. Orada soyut resim üzerine tartışmaları yakından takip edip o bağlamda seriler ortaya koyuyor ve Serge Poliakoff, Georges Koskas, Wifredo Lam, Pierre Soulages ve Hans Hartung gibi bugün sanat tarihinde önemli yer tutan isimlerle aynı sergilerde işleri gösteriliyor.
Kendisine özgü bir üslup geliştiren Bitran’ın soyut sanat pratiğinin dönemini derinden etkilediği ve kendisinin akımın öne çıkan sanatçılarından biri olduğu söylenebilir. Peki Albert Bitran sanatının temel özellikleri nelerdir? Bitran’ın üslubunu nasıl tanımlamak gerekir?
Bitran’ın kendine has üslubunun özünde çok disiplinli bir atölye sanatçısı olmak yatıyor bence. Kendisi, tüm fikirleri, resme dair görüşleri, onları temsil eden imajlar ve desenlerle birlikte yaşayan, sürekli bu fikirleri sorgulayan ve çarpıştıran, birbirine karıştırıp bazen de ayrıştıran bir ressam. Uzun soluklu kariyerinde tüm işleri birbirinden doğuyor demek yerinde olur diye düşünüyorum. Manzara, mekân ve mimariye ilgili fikirleri ve yorumları resimlerinde vücut bulan bir isim. Yarattığı görsel evreni oldukça tutarlı bulduğumu ve resimleri arasında dolaşıldığında yeni bir bakış açısı için izleyiciyi cesaretlendiren bir estetik evren olduğunu söylemek mümkün.
“Gölge Topraklar Gök Topraklar” sergisinde Albert Bitran’ın 1956-2013 yılları arasında ürettiği çeşitli işler bir araya geliyor. Bu uzun tarihsel sürece tanıklık etmiş, sanatçının farklı dönemlerini bir arada görmek şüphesiz çok özel. Yaklaşık 60 yıllık bir tarihsel aralığı kapsayan bu süreçte Bitran’ın sanatı nasıl bir yönde gelişiyor? Bitran’a ve onun sanatındaki kırılma noktalarına/ânlarına dair neler söylersiniz?
Yukarıda bahsettiğim gibi aslında kırılma anlarından çok birbiri üzerine biriken ve zenginleşen bir evren olarak bakmak daha doğru diye düşünüyorum. Bu birikimler taştığında, Paysage [Manzara], L’Atelier [Atölye], Les Grandes Formes [Büyük Şekiller], Arcades (Kemerler), Intérieur-Extérieur gibi yeni bir ad alan ve her biri imzası hâline gelen seriler birbiriyle kesişen ve ayrışan unsurlarla dolu.
Işık, gölge, renk tercihleri, işlerin mekânla kurduğu diyalog gibi birçok unsur, Bitran’ın gün yüzüne çıkardığı işlerinde belirli tercihler olarak ön plana çıkıyor. Sanatçının işlerinde forma, hacme, derinlik meselesine de ayrı ayrı vurgu yaptığı ifade edilebilir. Bir ressam olarak Bitran sanatında ışık, gölge ve derinlik gibi konular kendisine nasıl bir yer buluyor? Bitran için resmederken ön plana çıkan temel değer/düşünce nasıl şekilleniyor?
Sergi özellikle, Bitran’ın, mekân algımızın nasıl şekillendiğine dair düşüncelerini, soyut resimler inşa ederken ne şekilde araçsallaştırdığına odaklanıyor. İster Güney Fransa kırsalından ilham alan manzara soyutlamaları olsun, ister atölyesindeki eşyaların odanın içinde nasıl yerleştiğine dair gözlemin bir sonucu oluşturulan soyut kompozisyonlar olsun, Bitran’ın bu farklı mekanlarla ilişkili algılarımızı çok farklı, beklenmedik biçimde yorumlamaya davet etmesi işlerini zenginleştiren temel unsur gibi. Çocukluk anılarından gelen İstanbul’un kemerli yapılarının onda hissettirdiği başka alemlere geçiş hissi ya da içerisi- dışarısı kavramlarını bulanıklaştıran ışık gölge oyunları onun fikirlerini açığa vurmak için kullandığı deneysel yöntemler gibi.
Sergideki atölye vurgusu; sanatçıya, atölyesine ve işlerinden yapılan seçkiye dair yapılan atıf izleyicinin tüm bu birlikteliğe daha derin bir bakış atmasına olanak tanıyor. Burada söz konusu sergileme kararını/biçimini de sormak istiyorum. Sergi gün yüzüne çıkarken nasıl bir küratoryal düşünceyle hareket ettiniz? Sizi özellikle de “atölye” fikri/vurgusu üzerinde durmaya yönlendiren temel düşünce ne oldu?
Aramızdan ayrılan ve daha çok akademik çalışmalar üzerinden tanımaya/yakınlaşmaya çalıştığımız sanatçılar hakkındaki yayınların hemen hemen hepsinin kronolojik oluşunun, zihnimizi, zorunlu bir düzende eserleri görme eğilimine ittiğini düşünüyorum. Oysa bu eserlerin birçoğu sanatçının vefatına kadar aynı anda aynı atölye mekanını paylaşıyor ve yapıldıkları tarihten bağımsız bir şekilde atölyenin farklı yerlerinde dolaşıyorlardı. Bu gerçeklik, küratoryal olarak, farklı dönem ve serileri kesiştirecek bakış açılarına imkân veren şekilde sergiyi düşünmeme sebep oldu. Zaten kompozisyonların içinde hâyâl edilen, dar geçitler, dikdörtgenler, kareler ve onlara eş zamanlı üstten ve yandan bakışın varlığı, sergi mekânının kendisinde de benzer durumları tekrar etmeye itti. Böylece izleyiciye kendi Bitran tecrübesini oluşturmaya imkân vermeye çalışmayı arzuladım.