Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Söyleşi

John Armleder: “Hakikatte yalnızca değiştirilebilir birer yapboz parçasıyız.”

John Armleder ile Dirimart Dolapdere’deki “HEPHİÇ” sergisi üzerinden Fluxus hareketi ve sanat pratiği üzerine konuştuk.

"HEPHİÇ" sergisinden görünüm, Fotoğraflar: Nazlı Erdemirel

1960 ve 70’li yıllarda Fluxus hareketliyle birlikte hareket eden ve hareketin gündelik yaşamla sanatı birleştiren isimlerinden biri olan John Armleder, birçok farklı disiplinde, farklı materyal ve imgelerle iş üreten bir sanatçı olarak ön plana çıktı. Amerikalı teorisyen John Cage’in sanatı biçimsel kısıtlamalardan kurtarmaya yönelik fikirlerinden ilham alan Armleder, nihayetinde hem form hem de içerik meselesine dair geliştirdiği yenilikçi yaklaşımla resim, heykel, performans, tasarım ve yerleştirme gibi birçok farklı disiplinde işler üretti.

John Armleder’in Türkiye’deki ilk kişisel sergisi “HEPHİÇ” (EVER), Dirimart Dolapdere’de izleyicilerle buluştu. Sanatçının ikonik mobilya heykelleri, kâğıt işleri ve sergiye özel olarak ürettiği dökme-yayma resimlerinden oluşan geniş bir seçkiyi bir araya getiren “HEPHİÇ”, izleyicilere çok yönlü bir sanatçının farklı türlerdeki üretimlerinden bir toplam sundu.

“HEPHİÇ”, Armleder’in sanat pratiğine dair izleyicilere farklı açılımlar sunarken özellikle de sanatçının mizahla deneyselliği nasıl bir düşünceyle iç içe geçirdiğini görünür kılar. Sanatçının farklı dönemlerde yeni düşüncelerle ürettiği işler bir araya gelirken hem zamanın onda neleri değiştirip neleri sabit kıldığını, hem de zaman içerisinde kendisini nasıl güncellediğini, pratiğini nasıl şekillendirdiğini ortaya koyar. John Armleder ile “HEPHİÇ” sergisi üzerinden Fluxus hareketi ve sanat pratiği üzerine konuştuk.

Sizin işlerinizde izleyicinin özel ve ayrıksı bir rolü var. İş ile izleyici arasındaki bu ilişki, sanatçının bu ilişkiye alan açması önemli bir konu. Nitekim bu durumu “Eseri yaratan izleyicinin kendisidir,” diyerek yorumluyorsunuz. İzleyici bir eseri nasıl var edebilir? İzleyicinin eser karşısındaki pozisyonunu nasıl yorumluyorsunuz?

Aslında bu klasik bir Duchampvari (Marcel Duchamp’a atıfla) bakış açısı olarak görülebilir. Bir eser/iş ancak izleyici tarafından benimsenip dolaşıma girdiğinde var olur ve umarım bu ilişki, şayet eğer varsa, ancak o zaman bir esere anlam kazandırır.

“HEPHİÇ”, 1960’lardan günümüze sanat yolculuğunuza dair fikir veren ve farklı türden üretimlerinizi bir araya getiren bir sergi. Öte taraftan Türkiye’deki ilk kişisel serginiz. Bu anlamda sergi süreci sizin için nasıl gelişti?

“HEPHİÇ”, benim Türkiye yolculuğumdan önce tasarlanıp planlanan bir sergiydi. Öncelikle aklımda bir yerleşim planı vardı, ardından mekânda geçirdiğimiz sürenin ardından dört yeni iş daha sergiye dâhil edildi.

Serginin başlığına da ayrıca değinmek istiyorum, çünkü hem sizin pratiğinize hem de sanata yaklaşımınıza dair fikir verdiği ifade edilebilir. “Hep” ve “hiç”, birlikte birçok düşünsel katmanı içerisinde barındırıyor ve şiirsel bir yaklaşımı imliyor. Neden bu başlık? Başlığın hikâyesi nedir?

Sergi başlıklarıyla ilgili olarak yorumlamalarda herhangi bir sınırlama olmaması gerektiğini düşünüyorum. Bir sergiye başlık verirken her zaman iyi kötü birtakım sebepler vardır ve umarım bu başlık da izleyiciler için kötü bir sebep içermiyordur. İzleyiciler bu başlıktan benim aklıma dahi gelmeyen anlamlar çıkarabilir. Güzel olan da bu!

Sergide kâğıt işlerinizden ikonik mobilya heykellerinize kadar birçok farklı materyalle ürettiğiniz eserler yer alıyor. Armleder’in sanat pratiğinde materyalin etkisi üzerine neler söylersiniz?

Daima farklı pratiklerin işin kendi stratejisiyle ilişkili olduğunu düşünen biriyim, bu yüzden materyal konusu bence çok da büyütülecek bir konu değil.

Bu sergi için geliştirdiğiniz dökme-yayma (pour-and-puddle) resimlerinize de ayrıca değinmek istiyorum. Sergiye özel işler, özellikle de başka bir ülkede ilk defa izleyiciyle buluşan bir sanatçı için daha da anlamlı olsa gerek. Bu işi düşleyip üretirken neler düşündünüz?

Bunlar sadece süreklilik arz eden bir pratiğin yeni adımları olarak görülebilir. Bütün dünya benim ülkemdir.

“Şans” ve daha da özelinde “deneysellik”, sizin işlerinizi şekillendiren önemli başlıklar arasında yer alıyor. Bir sanatçının bütün bir süreci planlamadan, işin içerisine şans ve günün koşullarını da dâhil ederek üretim yapması özgün bir yaklaşım. Peki bu noktada sizin için bir eser hangi noktada “tamam” olur? Şans yaver gitmezse üretim bu süreçten nasıl etkilenir?

Bence hiçbir sınır yok. Bakın, sergiyi kurarken deprem bile yaşadık!

Bir önceki sorunun devamı olarak buluntu nesneler, söz konusu “şans” ve “deneysellik” meselesi bağlamında önemli bir ipucu olarak değerlendirilebilir. Bir buluntu nesne nasıl ve ne zaman bir esere dönüşür veya mevcut bir eseri dönüştürme sürecinde sizi nasıl tetikler?

Bence sadece bunu söylemek bile yeter.

1960’lardaki Fluxus hareketi yakın dönem sanat tarihindeki önemli eşiklerden biri olarak görülebilir. Nitekim sonrasında Cenevre merkezli Groupe Ecart’ın kurucularından biri olarak çalışmalarınızda bu anlayışın büyük bir etkisi var. Aradan bunca zaman geçtikten sonra bir hareket olarak Fluxus, sizi ve sanatınızı nasıl dönüştürdü?

Tüm bunların nereye gideceğini kim bilebilir… 1960’lı yıllarda birçok Fluxus sanatçısıyla tanıştım ve bu sürecin hep bana bir yol çizdiğine inandım. Şimdiyse farklı zamanlar, farklı anlayışlar hâkim. Bu bize, size, başkalarına bağlı…

Bir sanatçı olarak bir hareketin parçası olmak bir sanatçının özgünlüğünü nasıl etkiler? Bir grup sanatçıyla ortak bir ideali paylaşmak süreci nasıl şekillendirir?

Her birimiz, hepimiz hem kişisel hem de eşsiz olma eğilimindeyiz, oysa hakikatte yalnızca değiştirilebilir birer yapboz parçasıyız ve bence bu oldukça eğlenceli bir durum.

Form, bir eserin biçimi bu süreçten nasıl etkilenir? Eser, kendi anlamını nasıl inşa eder?

Bir eser ne yapmalı, ondan neyi beklemeli, neye inanmalı, ne umut etmeli, kim bilebilir ki? Ama hadi hep beraber daha iyi bir dünya hedefleyelim. Hem de hemen, şimdi!

İlginizi Çekebilir

Eleştiri

Dirimart Pera’da gerçekleşen sergisi ve monografi kitabı vesilesiyle Ermeni komünist ressam Jak İhmalyan’ı tanıyoruz.

Söyleşi

İki boyutlu bir kesit gibi gözüken videoları, tiyatro sahnesini andıran yerleştirmeleri, zengin sanat pratiği ve alegorik anlatımlarıyla İnci Eviner'in son solo sergisi "Bir Adanın...

Söyleşi

Dirimart Dolapdere'deki solo sergisi "Gölge Topraklar Gök Topraklar" vesilesiyle Albert Bitran'ı tanıyoruz.

Eleştiri

Özlem Günyol ve Mustafa Kunt'un "Yukarı Düşenler" sergisi üzerine Fisun Yalçınkaya'nın izlenimleri...