“Akışkan Arzu”nun merkezinde yer alan iki büyük resim Behind Closed Doors ve If These Walls Could Talk, serginin dolayısıyla Ebru Duruman’ın Dirimart Pera mekânında oluşturduğu atmosferin de çıkış noktası gibi. Kapalı kapılar ardında olanlar, duvarların bildikleri ama anlatamadıkları kişinin kendini -eğer şanslıysa- güvende hissedebileceği yegâne alana, ev içindeki “kendine” bir bakışa davet ediyor. Kimseler yokken ya da güvende hissederken soyunduğumuz benliğimizden geriye kalanlar amorf bedenler olarak çıkıyor karşımıza.
Hepsini bir arada gördüğünüzde devamlılığı kolayca gözlenebilen, evi temsil eden eşyanın keskin çizgileriyle bedenin parçalı ve akışkan yapısının karşıtlığından doğan kompozisyonlarla hayat bulan resimlerin izleyiciyi bir yüzleşmeye davet ettiğinin altını çiziyor sanatçı. Ama bu yüzleşmenin nereden ve nasıl bir sebeple ortaya çıkacağı bilinmezliğini koruyor; nasıl ki arzuyu kontrol altına almak ya da belli kalıplara sıkıştırmak mümkün değilse bu boyutları ve renkleriyle mekânı ele geçirmiş gibi görünen resimler karşısında izleyicinin neyle yüzleşmeyi seçeceği de kendi inisiyatifine kalıyor.
Ebru Duruman’ın resimlerinde kararlı, baskın renklerin arasına giren sürpriz pembeler, parlak sarılar, uçucu maviler ile evi temsil eden eşyaların keskin çizgilerine karşın insan uzuvlarının yuvarlak ve tanımsız hatları bireyin ancak güvenli bir alanda kendisi olabileceğini ve bu kendisi olma halinin yargılayıcı bir dışsal bakış olmadığında içinde barındırdığı ihtimalleri vurguluyor. Burada klasik soyut-figüratif ikiliğini aşmaya ya da bozmaya yönelik bir çabadan da söz edilebilir.
Sergi kapsamında 27 Ekim günü, Övül Ö. Durmuşoğlu’nun moderatörlüğünde bir sanatçı konuşması da gerçekleşecek. Dirimart Pera’da sergiyi görmek için son gün ise 28 Ekim. Ebru Duruman’la “akışkanlık” kavramının kendisinde nasıl bir ifade bulduğuna, üzerimize giymek zorunda olduğumuz kalıp imajlara ve izleyiciyi taşımak istediği yüzleşme alanına dair konuştuk.
“Akışkan Arzu” galeriyle birlikte düzenlediğiniz ilk sergi. Sergide tek bir hikâyenin farklı varyasyonlarını resmettiğiniz bir seri hissi de veren son dönem çalışmalarınız yer alıyor. İç mekâna, ev içine ve ancak kapalı kapılar ardında yaşanabilecek bir kendi olma haline odaklandığınız resimler, sanatçı olarak sizin için nasıl bir dönemin yansımaları?
Akışkan Arzu, Dirimart ile birlikte gerçekleştirdiğim ilk solo sergi ve aynı zamanda Türkiye’deki ilk galeri sergim. Bu seride yer alan resimlerim iç mekâna yönelik. Stüdyom dışında en çok vakit geçirdiğim yer evimin salonu olduğu için sergide yer alan çalışmalarım, evimin salonunda geçirdiğim zamanın etkilerini taşıyor. Çalışmalarımın odağında, insanların dış dünyada göstermeye çalıştığı mükemmel imajın arkasındaki gerçekliği keşfetmek var. İç mekânı kullanmamın sebebi, kendimizi en güvenli hissettiğimiz yerin evimiz olduğunu düşünmem. Bu içsel gerçeklikle yüzleşmenin ve kendimiz olmanın en güvenli alanının iç mekânın duvarlarının ardında olduğunu vurguluyor işlerim. İnsanların/hepimizin bilinçli veya bilinçsiz dış dünyada kusursuz görünmek, beğeni ve onay kazanmak veya normlara uyum sağlamak için üstümüze giydiğimiz sahte derinin kişinin kendi öz benliğinden ödün vermesine sebep olduğunu düşünüyorum. Dış dünyada yaşamaya karşı iç mekânın yani duvarların arkasında olan yaşamın bize öz benliğimizle ve gerçeklerimizle yüzleşme şansı tanıdığını, gerçek özümüzle bağlantı kurmamıza ve kendimiz olmamıza olanak sağlayan güvenli bir alan olduğunu düşünüyorum. Bu sergide de bu düşünceden yola çıkarak işlerimi ürettim.
Resimlerinizde soyut ve figüratif resim yaklaşımı birbiri içine geçmekle beraber evi temsil eden eşyaların keskin çizgileri ile bedenin amorf yapısı arasında da bir geçiş söz konusu. Arzuyu temsil eden bedenin parçalı, bozulmuş yapısına karşın evi temsil eden çizgilerin keskinliği sizde nasıl bir kontrasta karşılık geliyor? Toplumsal normlar ve bireyin akışan, çeşitlenen benliği/cinselliği kavramları arasındaki çatışmalı alan sizin için ne ifade ediyor?
Keskin çizgilerin ve iç tasarım objelerinin yavaş yavaş işlerimin bir parçası olmasının sebebi mimarlık geçmişimin olması. Resimlere iç mekânı temsil etmek ve izleyiciyi ilişki kurabileceği bir ortama sokmak için keskin çizgili ev eşyaları ekledim. Keskin çizgilere sahip tasarım objelerini resimlerime entegre etmekteki amacım, izleyicileri iç mekânın dokusuna çekmek ve onları ilişki kurabilecekleri bir ortama yerleştirmek. Doğanın organik yapısıyla özellikle insan vücudu, uzuvlar gibi doğal formların yumuşaklığı arasındaki karşıtlık; insan yapımı objelerin daha keskin çizgilere sahip olmasıyla birlikte şekilleniyor. Bu keskin çizgilerle organik formlar arasındaki dengeyi, cinselliğe de bağlayabiliriz. Cinselliği ve cinsel kimliği insanlar için beden ve zihinsel özgürlük olarak da nitelendirebiliriz. Aynı zamanda bu dengeyi insan doğasının toplumsal normlara uyum sağlama ve benliğini şekillendirme sürecindeki çatışmayla ilişkilendiriyorum. Bu çatışma, doğallıktan uzaklaşarak insan yapımı nesneleri, sert uçları ve mükemmeliyeti temsil eden bir yapıya dönüştürme çabamın bir parçası.
Basın bülteninde erken dönem çalışmalarınızdaki cansız figürlerle son dönem eserleriniz arasındaki sert geçişten de söz ediliyor. Bu elbette benim çıkarımım da olabilir ama bana öyle geliyor ki Ebru Duruman’ın resimlerinde bu tarz sert form değişikliklerine daha fazla tanık olacağız. Sizin için formun da akışkanlığından söz edebilir miyiz?
Evet, tabii ki formun akışkanlığı resimlerimde belirgin bir rol oynuyor. İlk dönem çalışmalarımdan son dönem eserlerime doğru bir geçiş var ancak bunu bir sertlik olarak görmek yerine zaman içinde içsel gelişimim ve duygusal deneyimlerimle birlikte işlerimin evrildiğini söyleyebilirim. Benim için resim yapmak, içsel dünyamı keşfetmek ve ifade etmek anlamı taşıyor; bu süreç günlük tutmak gibi bir şey benim için. Zamanla ve yaşımın ilerlemesiyle birlikte hislerim ve düşüncelerim de değişiyor ve bu doğal olarak işlerime yansıyor. Dolayısıyla formun akışkanlığı, sürekli bir değişim ve büyüme sürecinin bir yansıması ve çalışmalarımdaki dinamizmin temelini oluşturur.
Ebru Duruman, Lying Down, Tuval üzerine yağlıboya, 166 x 144 cm., 2023
Ebru Duruman, Formless Figure, Tuval üzerine yağlıboya, 166 x 144 cm., 2023
“Akışkan Arzu”da yer alan eserlerinizde kararlı, baskın renklerin arasına giren sürpriz pembeler, uçucu maviler, parlak sarılar dikkat çekiyor. Basın bülteninde bu renklerin ilhamının çocukluğunuza dayandığına vurgu yapılıyor. Bu renk kullanımının çocukluğunuzla bağından söz eder misiniz?
Aslında renk seçimlerim doğrudan çocukluğuma özgü bir bağlamdan gelmiyor. Ancak çocukluğumda, özellikle ilk resimlerimi yapmaya başladığımda renklerin birbiriyle olan etkileşimi ve hayal dünyamın sınırlarını aşan renk kombinasyonları beni büyülemişti. Hâlâ tuval veya kâğıt üzerinde farklı renklerin karışımından doğan yeni tonlar veya beklenmedik desenler beni heyecanlandırır. Genel olarak renk seçimim o anki ruh halimle de alakalı oluyor. Dolayısıyla resim yaparken kullandığım renk paleti, içsel dünyamın yansıması olarak ortaya çıkıyor ve zaman zaman bana çocukluğumdaki bu keşfetme heyecanını hatırlatıyor.
Sergideki belirgin vücut parçalarının yer aldığı boyutlu yağlıboya resimler izleyiciye daha büyük bir şey karşısında küçüklüğünü de vurgular nitelikte. Renkler arasındaki geçişler, tablolara “henüz tamamlanmamış” hissini özellikle verdiğinizi düşündüren sert fırça darbeleri, izleyeni nasıl bir yüzleşmeye davet ediyor?
Sahte deri ve o deriyi ev ortamında üstümüzden çıkarmak, kendi benliğimizle yüzleşmek, kendini daha yakından tanımak anlamına geliyor. Sergimde de izleyiciyi kendileriyle yüzleşmeye davet ediyorum. İşlerimin karşısına geçip onları izleyen insanların hayatlarında ne ile yüzleşmek istiyorlarsa onunla yüzleşmelerini amaçlıyorum. Resimlerime çok uzun süre bakılınca ilk bakışta görünmeyen şekiller ve duygular zamanla görünür oluyor, herkes farklı hislerle ve şeylerle karşılaşabiliyor. Herkesin içsel çatışmaları farklı olduğu için birini özellikle bir konuyla yüzleştirmektense işlerimle bağ kurmalarını sağlayıp onlara ne hissettirdiğini duymak hoşuma gidiyor.