İnci Eviner’in Dirimart’ta açılan son sergisi “Huriler ve Yolcular” 3-27 Kasım tarihleri arasında izleyiciyle buluştu. Sergide 2018’de Liverpool Bienali’nde sergilenen, Türkiye’de ise ilk kez gösterilen Cenneti Sahnelemek adlı eserle karşılıyordu. Eser, geniş galeri alanının yüksek duvarlı karanlık yapısını ışıkla ikiye ayıran kocaman ikili bir ekranda sergileniyordu. Bu sergileme biçimi iki taraftan birini seçip videonun karşısına geçen izleyiciyi önce belli belirsiz bir yüksekliğe çağırıyor. Bir iskeleden ya da küçük bir kayanın üstünden denize bakar gibi duruyorsunuz; baktıkça manzaranın içinde kendinizin ya da kendinizin henüz bilemediğiniz bir versiyonunun da yer aldığını hissediyorsunuz (tıpkı denizi uzun süre uzaktan izlediğinizde kendinizi dalgaların arasında hissetmeniz gibi). Büyük bir görselliğin karşısında ama biraz uzakta, biraz üstte kalıyorsunuz. Sadece ekranın yerleştirilmesinden değil, figürlerin, manzaranın hareketinden ve tekrarlardan da kaynaklanıyor bu durum. İzleyiciyle eser arasındaki hafif mesafe, sanki izleyicinin kendisini gördüğünün bir parçası ya da gördüğünü kendisinin gölgesi gibi deneyimlemesine kapı açıyor. Hepimizin halini aşikâr eden bir kurgu olduğunu fark edene kadar çoktan anın hâkimiyetinde orada oluyoruz. Sanatçının deyişiyle “sürekli hareket ettikçe yeni bir potansiyele ulaşan jestler”[1] günümüzü, günümüz insanlarını ve özellikle kadınları bitmeyen bir döngüde çoğaltıyor.
Cenneti Sahnelemek’te parmakların izinde vücuttan kaçan kollar, şişmiş bir karından havaya savrulan bacaklar, bölünen, baskılanan, yasaklanan, harekete geçen, dürten, uyandıran, birbirini temizleyen, yuman, yatan yuvarlanan, baş aşağı dönen biteviye kıpırdayan muzip ve hayat dolu figürlerle baş başa kalıyor izleyici. Bu figürler, eylemlerinin kendisinden ibaret kalmış kimseler. Önce davranmışlar sonra da düşünecekler belki. Bir ‘ben’lerinin kalıp kalmadığını, o ben’leri toplumdan geri almak mücadelesinin neresinde olduklarını hep muğlakta, hep sorgulamaya açık bırakıyor hareketleri. Bu aksak, özellikle sakarlaştırılmış ve cesur hareketler bize muhtemel ‘ben’lerimizi de ümitvar şekilde hayatta tutmamızı söylüyor. Tüm tekinsiz hareketlerin arasında inanıyoruz ki onlar, kaçanlar, kaçmak isteyenler, kaçamayanlar ya da başkalarının kaçmalarına yardım edenler, direnenler… Belki hiç düşünmemiş sadece eylemiş değiller de çok düşünüp sonradan zıvanadan çıkmışlardır. Belki de bazıları girecek yeni kuytular arıyorlardır. Bilemedikleri bir yığın yansımanın ahenginde dönüyor ve belki kendileri de o yansımalardan birine dönüşüyorlardır. İzleyici o yansımalardan ne pay alacağına kendi başına karar verme ya da üst tarafta akan manzarayı seyretme seçeneklerine sahip. Videodan yükselen fısıltılar, çığlıklar, sesler ise şehrin in çık bitmeyen yokuş aşağı yokuş yukarı sokaklarını geçerken duyduklarımız gibi tutuklaşan, titreyen, boğuklaşan kelimelerle benzeşiyor, bir sabah güneş doğarken bir çatının üstünde oturup seyrettiğinizde tek tek evlerin mutfak ışıklarının yanmalarını izleyebileceği bir yere çağırıyor bu çarpık manzara izleyiciyi. Kuşkusuz adında binbir çağrışım taşıyan cennetin hiçbir anlamına tek başına sığmıyor ama ondan yola çıkarak yeni anlamlar üretiyor bu durum ustalıkla.
Cenneti Sahnelemek, İnci Eviner’in sanatında karşılaştığımız dünyaya atılmış varlık hali, adalet arayışı, kısılmışlık, kapatılmışlık karşısındaki direniş, vatandaş olmak, sahip olmak, kendi varlığının bilincinde olmak gibi duruşları, varoluşları ve tartışmaları açması bakımından önem taşıyor. Eser hem imgelerin zenginliğini açıyor hem de önümüzde duran manzarada tüm çelişkileri ancak hareketli olduğunda tahammül edilebilir hale getiriyor. Sade tahammül etmekten öte, yeni çözümlere fırsat doğurabilecek kapıların, bütün bu jestlerin arasına yerleştirilmiş olduğunu düşünmek mümkün. Bu yüzden İnci Eviner’in, pratiğinde hiç bitmediğini hemen her söyleşisinde vurguladığı desenleri, kendinden öte bir sanat yapma halinin akışına dönüşüyor. Sanatçıyı desenleri o akışa getirip bırakıyor ya da.
Artık manzaraya karışmış olan izleyiciye de yol gösteriyor. Utanmayı gerektiren bir aksama, toplum içindeki hassasiyetlerin açığa çıktığı tuhaf anlara işaret ediyor ama bunu yaparken korkmuyor, direnişle bakıyorlar. Burada belki duygular ve bedenin ifadeleri arasındaki ilişkiyi düşünebileceğimiz alanlar açılıyor. Elspeth Probyn “Writing Shame”de[2] hislerin bedensel ifadesini tartışırken yazma eyleminin hareketine ve hislerin bedende yankı bulan hallerine değinir. Probyn’in tartışması utancın kendisini yazıya dökmenin, bastırılmış, yasaklanmış olanın bedensel eyleme ve yazıya dönüşmesini gündeme getirir. Burada utanca mahkûm edilerek sessizleştirilmesi hedeflenmiş bedenlerse coşkuyla kendi beklenmedik tarihlerinin yazarları oluyorlar.
Erk sahipleri ve makbul olanlar için cennet vaadi olarak yaratılmış, öyle cisimleşmiş, varlığı daha başından itibaren başkalarına ait kılınmış hurilerle, kendilerine güzel diyarlar vadedilmiş, belki gittikleri yerlerde fevkaladelikler avına[3] çıkacaklarını sanmış fakat ancak yerleşik olamamanın huzursuzluğuna ulaşabilmiş yolcular arasında geziniyor bu sergi. Cenneti Sahnelemek cennetin olmadığı bir kurguyu baştan işaret ediyor. Bu olmayan yerde gizli, hakiki varoluşları cesaretle arıyor.
Çıplak hakikatin peşinde yoldan çıkan figürlerle başı dönen izleyici hemen arka tarafta durağanlaşmış ama kendi içinde çok anlam barındıran Yolcular adlı seramik ve karışık malzemeden heykel yerleştirmesiyle karşılaşıyor. İzleyicinin etrafında dolaşmasına izin veren bu seramik heykeller hayvan, insan karışımı mitolojik varlıklar olarak geçmişi çağırıyorlar veya gelecekten haber veriyorlar. Yolda olduğumuz sürece hayatta kalmak adına geleceği hedefleyip arkamıza ya da şimdi yanımızda olanlara pek az baktığımız halimizi anımsatıyorlar çünkü… Parçalara ayrılmış bedenler, parçaların benlikten geriye kalanları sürüklemekteki gücüne güvenerek oluşmuş gibiler. Bazen Lars von Trier’nin Idiots’ındaki gibi üst üste binip sürünerek, birbirini beceriksizce taşıyarak, yuvarlanarak, bazense karşıdan karşıya geçerken coşkusunu tutamayıp koşan Frances Ha gibi… Tüm o olası ve aynı zamanda imkânsız karakterler kendilerini Deleuze’un çokça bahsettiği beden ve his ilişkisinin bitmeyen bir aradalığında buluyorlar. İnsanlığın bitmeyen gitme, kalma ve geri dönme halinin topraktan yansımaları.
Arka odadaki desenlere geçtiğimizde artık bir anlatının parçalarında benzer hisleri bulmakta uzmanlaşmış, kendi benliklerimizden birkaçını koldan bacaktan neresinden tuttuysak artık yanımıza almış bazılarını ise yolda bırakmış oluyoruz biz izleyiciler de.
“Hareket içinde temsille sürekli bir çekişme var” İnci Eviner’e göre. Sanatçı “inanç sistemlerinin kadınlara dayattığı belli rollerle, arzu, fantezi ve gerçeklik arasında kalmış olan bir grup kadın var burada. Bu kadınlar ebedi, sonsuz bir zaman içinde bir yandan mücadelelerini sürdürürlerken, zamansız bir yeraltı onları doğuran, onları hayata geçiren (ressamın rastgele oluşturduğu lekelerin oluşturduğu) başkaları tarafından onlara yüklenmiş kimliklerle mücadele ediyorlar. Açmak, kapamak, örtünmek, gözükmek… Bütün bunlar, kadınların bilmediğimiz şeytani güçleri olduğu iddiasıyla bütün bu baskılarla ilgili sürekli hareket ederek sürekli farklı jestlerle devam ediyor” diyerek kısaca anlatıyor karakterlerini.[4]
İran’daki kadın hareketini, geride bıraktığımız 25 Kasım’ı, kaybedilen isimleri, arkadaşları ve mücadeleyi düşünmeden gezmek mümkün değildi sergiyi sanırım. Kırılarak, eğilip bükülerek, yolda ileriye bakarak, durup yanımızdakinin bıraktığı eksik bir kolu, kırık bir bacağı da biz taşıyarak devam ediyoruz. Kırılmak, kırılmaya rağmen direnmek beni tekrar tekrar döndüğüm Sara Ahmed’in Feminist Bir Yaşam Sürmek’ine getiriyor. Yola devam etmek, denemeye devam etmekten ve oyunbozan feministle duvarların ilişkisinden bahsettiği bölümde, daha doğrusu kırılganlığı ve kırılmanın devam etmekle ilişkisini ele aldığı bölümde şöyle yazıyor:
Karşı karşıya kaldığımız şey bizi paramparça edebilir.
Ve sonra bununla tekrar karşılaşırız.
Karşı karşıya kaldığımız şey bizi yorabilir.
Ve sonra bununla tekrar karşılaşırız.[5]
[1] İnci Eviner, “Huriler ve Yolcular” sergisi basın toplantısı notları, Dirimart, 4 Kasım 2022.
[2] Elspeth Probyn, “Writing Shame”, The Affect Theory, Gregg&Seigworth (ed.), 2010 Duke University Press, 2010, s. 71.
[3] Ahmet Haşim, Frankfurt Seyahatnamesi, s. 1, Yapı Kredi Yayınları
[4] İnci Eviner, “Huriler ve Yolcular” sergisi basın toplantısı notları, Dirimart, 4 Kasım 2022.
[5] Sara Ahmed, Feminist Bir Yaşam Sürmek, çev.: Beyza Sumer Aydaş, Sel Yayıncılık, s. 223.
Bu yazıyı beğendiniz mi?
Argonotlar Telif Kumbarası desteğinizi bekliyor!
Çok sesli ve bağımsız güncel sanat yayını Argonotlar, 2023 yılı yazar telifleri için okurlarını desteğe çağırıyor.
Siz de Argonotlar Telif Kumbarası’na tek seferlik 100₺, 250₺, 500₺ ve 1000₺ olmak üzere dört farklı kategoriden kendiniz için en uygun olanını seçerek destek olabilirsiniz.
Argonotlar olarak bu destekle 70 ila 100 arasında yazı yayınlamayı, yazarlarımıza ödediğimiz telif miktarını artırmayı ve daha fazla yazara alan açarak güncel sanat başta olmak üzere kültür sanat alanında çok sesli ve bağımsız bir mecra olmaya devam etmeyi hedefliyoruz.
Argonotlar olarak gelir modelimizi çeşitlendirmek ve sürdürülebilir bir yayıncılık için arayışlarımız devam edecek. Argonotlar Telif Kumbarası dışında her türlü reklam, destek ve fon öneriniz için bize info@argonotlar.com e-posta adresinden ulaşabilirsiniz.