Kütüphane

Theo Pinto’nun resmi: Hakikatin aksisedası

The Pill’deki solo sergisi 4 Haziran’a kadar sürecek olan Brezilya asıllı sanatçı Theo Pinto’nun resmi üzerine Elif Dastarlı’nın metni Argonotlar Kütüphanesi’nde.

Theo Pinto "Scyscape" sergisinden görünüm. Courtesy of THE PILL® Fotoğraflar: Kayhan Kaygusuz

Her şeyin göz önünde olduğu bir imge dünyasında sanat da bu aşırı imgeleşmenin tesiri altında. Sanat imge üretir, hatta imge üretmenin en önemli alanlarından biridir ama sanatın ürettiği bundan daha fazlasıdır. Oysa artık her şey görüntüye, görsel olana (visual) indirgendi. Bizim Türkiye sanat ortamında şahidi olduğumuz bu durum, dünyada da geçerli. Hemen bir bakışta dikkati üzerine çeken, iyi fotoğraf veren ve fakat çok kolay tüketilen sanatsal imgeler günümüzün yaşantısının da bir izdüşümü gibi.[1] Dolayısıyla tüm bu kendini kolayca ifşa eden karşısında göstermek yerine ima eden, netliği değil muğlaklığı arayan bir sanat üretimi, ana akımdan ayrılarak dikkat çekiyor. New York’ta yaşayan ve çalışan sanatçı Theo Pinto’nun ışık ve renge dayalı araştırmaları böyle bir alternatif üzerine kendisini kuruyor. The Pill’deki 4 Haziran’a kadar devam eden ve Pinto’nun son dönemde ürettiği Skyscape serisinden oluşan aynı adlı sergi, tuvalin yüzeyinde gösterdiklerinin çok ötesinde, ruhsal bir yolculuğun neticesinde gerçekleşen bir resim tarzını sunuyor.

Theo Pinto “Scyscape” sergisinden görünüm. Courtesy of THE PILL® Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz.

Theo Pinto Skyscapes serisini çalışmaya, gündüzün geceyle ve gökyüzünün dünyayla birleştiğinde oluşan doğal ışık fenomeninin gizemli güzelliğine ve insanların neden evrensel olarak ona çekildiğine olan ilgisinden yola çıkarak sezgisel biçimde başlar. Brezilya asıllı sanatçı, ABD’ye gelerek önce resim eğitimi alır, ardından mimari ve tasarımla ilgilenir. Frank Lloyd Wright’ın çalışmalarından büyülenir. Onun doğayla kurduğu ilişkiden, doğaya ve ışığa duyduğu saygıdan, insan merkezli tasarımlarından etkilenir. Bu etki, günümüzde ürettiği sanata nasıl vardığı hakkında bir fikir verse de bu noktaya hemen ulaşamaz sanatçı. Uzun süre pazarlama-sanat ve mimariyi buluşturduğu çeşitli kreatif projelerde sanat direktörü olarak çalışır. Fakat bir noktada, istediğinin bu olmadığını fark eder, bireysel bir arayış hissine doğru çekilir, kendine odaklanmaya ihtiyaç duyar. İşte bu farkındalık onu, üretimlerine bir yıl ara vermeye yönlendirir; yaşamında, sanatında hatta karakterinde büyük bir dönüşüm yaşayacağı bir yolculuğa çıkarır. Aslında maddi anlamda doygun, dolayısıyla da her şeye sahip olduğunu sanan bir insanın bu yanılgısıyla yüzleşmesini yaşar. İçeride, çok derinlerde karşılaştığı boşluk hissinin üzerine gider. Pinto’nun yolu böylece, “yeniden doğuş yeri” olarak adlandıracağı Konya’ya varır. Burada, Jelaluddin Loras’ın dergâhında kalır, Mevlana’nın şiiri, duası ve dansıyla Tanrı ile birlik felsefesini öğrenir. Sufizm’i “kalbin bilgeliği” olarak tanımlar ve kalbiyle bağ kurmayı başarır. Pinto’nun –inançlı birine hiç de tesadüf gibi görünmeyen– çeşitli bağlantılarla şekillenen yolculuğunda ulaştığı Sufizm, onu yine benzer etkilerle Hindistan’a, Bhakti felsefesine taşır. Bütün bu dünyevi ama aslında içe yapılan yolculuk, onda duygusal adanmışlığın tamamlandığı tam bir dönüşüme, başkalaşıma yol açar. Kalbini, zihnini temizleyen, inancını hayatının ön planına alan sanatçı New York’a dönerek yeniden resim yapmaya başlar. Nihayetinde esas olanı bulmak için hayatın karmakarışık yollarından geçmek gerekir; onun için de böyle olur.

Theo Pinto “Scyscape” sergisinden görünüm. Courtesy of THE PILL® Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz.

Hayatta hiçbir şey durmaz. Biz inatla tanımlamaya, kategorize etmeye, sınırlar koymaya çalışırken o değişir, dönüşür. Bu dönüşümün baş aktörü daima doğa oldu ve tıpkı tarih boyunca insanın doğaya karşı üstünlük kurmaya çalışması gibi sanat tarihi de doğayı ehlileştirmeye çalıştı. Fakat bu gerçekten mümkün mü? Pinto’nun gökyüzünün ışık ve renkle sınırsız değişkenliğini yakalama ve yeniden yorumlama çabası ise böylesi bir farkındalıkla doğayı dondurmaya niyetlenmez. Sanatçının ilk amacının tanrısal güzellik olduğunu iddia edebiliriz. Bunun sonucunda doğayla mücadele etmeden ışığı ve rengi resmine taşır. Dolayısıyla Scyscapes serisi çalışmalarında ışığın derecesi resmi sürekli değiştirir ve karşımızda birden fazla resim oluşur böylece.

Resimler neredeyse arkadan aydınlatmalı bir efekte sahip gibi görünür; öte yandan izleyici, yüzeyde ilginç gölgelerle karşılaşmaya da hazırlıklı olmalıdır. Sanatçı, derinlik oluşturmak için birçok yağ katmanı kullanır ve ışık, kendi geliştirdiği özel bir enamel ile yansır. Cepheden bakınca yansıma olmadığı için daha donuk görünen resimler yan açıdan tüm ışığı ve ışıkla görünür hale gelen mekandaki diğer öğeleri yansıtmaya başlar. Bu teknik, onu anlamaya çalışan ve kafası karışan dikkatli izleyiciyi resmin önünde hareket etmeye, onunla zamansal bir bağ kurmaya teşvik eder. Sanatçının gökyüzünde gördüğü mucizevi manzaralar ne kadar zamansal ise resimlerini alımlama eylemi de zamansal bir karakter taşır. 

Theo Pinto “Scyscape” sergisinden görünüm. Courtesy of THE PILL® Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz.

Işıkla çeşitli oyunlara giren resimler oldukça yumuşak renk tonlarında ortaya çıkar. Bu renkler, cepheden bakınca ışığı absorbe eden ve onu kırarak içinde eriten bir görüntü oluşturur. Yüzeyde fırça izi göremeyiz. Sanatçı bunun için büyük kıllı fırçalar kullanır ve farklı tekniklerden faydalanır. Renkler, gökyüzünün sunduğu mucizevi manzaralarda olduğu gibi adeta eriyerek birbirinin içine girer. Resimlerdeki geniş alanlar veya boşluk izlenimi de bir meditasyon duygusunu ortaya çıkartarak işin manevi doğasına atıfta bulunur. Temsili unsurların tüm izlerini silmek, sanatçının da izleyicinin de eseri derinden ve kişisel bir şekilde tanımlamasına olanak verir. Bu büyük bir özgürlük alanı aslında. Ayrıca yüzeydeki tüm ışık ve gölge etkisi, resmin geleneksel ışığı-gölgeyi tıpkı bir imge olarak temsil etme, realiteyi illüzyonla yakalama eyleminden de çok farklılaşır. Pinto resimlerinde doğayı temsil etmez; resimleri adeta doğayla birleşme amacı taşır, onunla hemhal olur. Pinto’nun resmi doğadan ilham alır, ancak geleneksel anlamda belirli bir doğa imajını yeniden yaratmaya çalışmaz. Sanatçı, bütünlük duygusu yaratmak için resimlerinde sabit bir ufuk çizgisini ya da perspektifi ortadan kaldırmıştır. Odağında ışığın kendisi, kalitesi ve görünümü bulunur. Böylece zihnimizde maddesel birer gerçeklik olarak yer bulan renk ve ışık, nesnel gerçekliğin ötesinde, spiritüel birer enerji olduklarını hatırlatır bize. Duygularla iletişime geçen ve soyut anlayışa referans veren bir tarza sahiptir resimler, ama tam anlamıyla soyut bir resim diyemeyiz. Meditasyon yaparak ve doğayı izleyerek ona ulaşan ilahi sevgiyi hissetmek için kendisine izin verir sanatçı. Böylece doğadan daha insani, daha manevi bir şey ortaya çıkar ve o, bunun varlığına ancak doğa aracılığıyla tanık olmaktadır.  

Kendisi ne ise sanatı da o’dur Theo Pinto’nun, çünkü sanatı dışsal bir eylem gibi yaşamaz. İlahi inanç aracılığıyla ulaştığı ruhsal özün hikmeti, onu yine döngüsel bir hareketle inanca ulaştırır. Resimlerinin adları da genellikle hayatındaki bir duyguyu ya da zaman içindeki bir mekânı aktarma amacı taşır; örneğin “Elveda” resmini dedesinin yasını tutarken, “Yeni Ev”i atölyesinden uzak kaldığı bir dönemde yapmıştır. Keza sergide yer alan triptik, Konya’da yaşadığı deneyimin bir yansıması olarak kemerli bir yapıyı anımsatır ve The Pill’in galeri mekânında bu resim, eserin aksi gibi görünen bir mimari kemer düzeneğiyle giriş sağlanarak tam karşısına yerleştirilmiştir. Yerde yazan “Silence/Sessizlik” kelimesi izleyiciyi dışarıdan kopartarak sergi alanına, bir davranış biçimi olarak da taşımak üzere bir uyarıdır. Sergi mekanında meditasyon esnasında çıkarılan “om” sesi duyulur; sanatçı, bir ritüel gibi yaşadığı kendi yaratım sürecini bir deneyim olarak seyircinin de yaşamasını arzular. 

Theo Pinto atölyesinde.

Theo Pinto’nun çalışmaları, resmin imgesiyle yani fotoğraf ile değil, aracısız, izleyicinin bizzat kendi çıplak gözleriyle görme talebinde bulunur. Çünkü her şeyden önce biçimsel olarak rengin de ışığın da etkisine gerçekten ancak böyle ulaşılabilir; ardından sanatçının o ışık ve renk etkisiyle izleyiciyi taşımak istediği anlam dünyası gelir. Estetik olarak adeta mutluluk verici olan resimleri sanatçı, harika bir diyalog vesilesi olarak tanımlar, bunu atölyesine gelen insanlarda deneyimlemiştir. Hatta resimler, izleyicisinin mümkün olduğu kadar çok vaktini talep eder. Sanatçının büyük bir sabır göstererek meditatif yolla ulaştığı tecrübenin ürünleri olan resimler, izleyiciyi de kendi derinlerinde, tıpkı sanatçının yaşadığı gibi içedönük yolculuğun bir benzerine çıkmaya yönlendirir. Fakat bu beklenti buyurgan bir talep şeklinde değildir asla; bunu ancak, kendi deneyimini bütün samimiyetiyle paylaşma arzusu olarak tanımlayabiliriz. 

Gökyüzünün sonsuzluğunun etkisine ulaşma ve onu sıradan hayatların bir parçası kılma niyeti, resim yüzeyinde ulaştığı görsel oyunlar ile karşılık bulur. Tanrı’yla, doğayla ilişki, sadece zihinsel değil ruhsal bir deneyim olarak mevcuttur onda. Pinto, istediği etkiyi elde etmek için boya katmanları kurumadan müdahale etmek ve hızlı çalışmak zorundadır. Bu da onu 5-6 saatlik seanslar halinde çalışmaya zorlar. Sanatçı, çalışırken ilahi gücün yardımını diler ve kalp gözünü açmaya çalışır. Çalışırken dinlediği Bhagavad Gita gibi kutsal metinler veya müzikler, bu çalışma sürecini dini bir ritüele çevirir. Keza inandığı bu güç, ibadet eder gibi çalışan sanatçıya ilahi bir fırsat sunmuş ve Scyscape serisini ortaya çıkaracağı bir “ben”e dönüşmesine yol açan Konya-Türkiye yolculuğu, ilk sergisini Türkiye’de açmasıyla tamamlanmıştır; adeta bir hac ziyaretinin tamamlanması gibi. “Her şeyin beni üç yıl önce Konya’ya getiren aynı mistik elin yönettiğini görmeden edemiyorum” der sanatçı. Skyscape sergisi, sihirli veya spiritüel, izleyicisinin özgün varlığını yadsımadan onu bir deneyime davet eder. Çünkü her izleyicinin öznel bağlar kurabileceği bir resimdir bu. 


*Bu yazı, sanatçıyla görüşülerek kaleme alınan ve The Pill tarafından dağıtımı yapılan metnin yeniden gözden geçirilmiş halidir. Theo Pinto Scyscape” sergisi 9 Mayıs – 4 Haziran tarihleri arasında The Pill’de ziyaret edilebilir.

[1] Konuya dair önceki yazım için bkz. “Önünde fotoğraf çekilemeyen işler yapmak lazım“.

İlginizi Çekebilir

Gündem

Argonotlar ekibi olarak yıl boyunca yayınladığımız yazılardan bir seçkiyle karşınızdayız.

Kütüphane

Esra Özdoğan'ın Galeri Nev İstanbul'da gerçekleşen "Makinedeki Hayalet" sergisinin metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Söyleşi

Raziye Kubat’la dağ köyüne dönüşünü, romantik imgelerden uzak bir perspektifle, doğanın sertliği ve direnişiyle şekillenen yaratım sürecini konuştuk.

Kütüphane

Sanat Dünyamız dergisinin "Sanat Tarihi Nasıl Yazılır?" temalı Eylül/Ekim 2024 tarihli sayısında yayımlanan Sezin Romi'nin yazısı Argonotlar Kütüphanesinde.

© 2020

Exit mobile version