Eleştiri

Türkiye’de drag performans sanatı ve sorunları

Drag özü itibariyle bedenlerimize dayatılan cinsiyetlere, şekil mecburiyetlerine, kalıplara bir eleştiri getiriyor. Aynı zamanda kökeni sokağa dayanan, sokaktaki pratiklere karşılık gelen bir anlatım biçimi.

Anna Tholia, Queerwaves Butfest, 2022. Fotoğraf: Cansu Yıldıran.

2016’yı 2017’ye bağlayan yılbaşı gecesindeyiz. Bir drag queen, o geceki bir yılbaşı programına çıkmak üzere mekâna doğru gidiyor. Sırtında bilgisayarı ve makyaj malzemelerini taşıdığı çantası, elinde kostüm ve peruğunu taşıdığı orta boy valizi var. Programın başlamasından iki-üç saat önce gidip makyajını yapması, hazırlanması gerek. Vapurun penceresinden dışarıyı izlerken heyecanını bastırmaya çalışıyor. Çünkü ilk defa tanınmış bir solistin programında yer almakta, ilk defa Taksim’deki lubunya barlarından başka bir yerde çıkacak. Vapurdan inip, yılbaşı kalabalığını geniş meydanlarına sığdırmaya çalışan Kadıköy’den geçip mekâna ulaşıyor. Selam sabahtan sonra kulise yönlendiriliyor. Kulis mi? Daha önce çıktığı barlarda müşteriler gelmeye başlamadan önce koridorda makyajını yapmakta, boş bira varillerinin konulduğu depolarda üstünü değiştirmekte. Hayatında ilk defa kulis görüyor. İçeri girip de ışıklı aynanın karşısına geçince havalanıyor, kendini ilk defa sanatçı gibi hissediyor. 

Istanbul is Burning  Drag Performance Back Stage, 2017. Fotoğraf: Cansu Yıldıran.

Artık drag performansının sanat olduğundan hiç şüphem yok ama daha eğlenceli ve kesinlikle daha havalı drag personam Zakkum Kök’ün kendini sanatçı gibi hissettiği ilk an o yılbaşı gecesiydi. O geceye gelmeden önce yaklaşık bir yıldır drag queendim ama ne yaptığım işi sanat gibi görüyor ne de kendime sanatçı diyordum. Bir kulise, bir ışıklı aynaya (meyve tabağı ve şarap da vardı) tav olmuştum ama diğer mekânlardaki çalışma koşulları düşünülürse hiç de az değildi bunlar. Aradan geçen altı yılda Zakkum’un hikâyesinde çok şey değiştiyse de dragın sanat olup olmadığı sorusu, birçok aklı hâlâ kurcalıyor. Bu sorunun, genel anlamda neyin sanat olup olmadığıyla ilgili süregelen tartışmadan farklı bir yönü var: drag özü itibariyle bedenlerimize dayatılan cinsiyetlere, şekil mecburiyetlerine, kalıplara, kurallara bir eleştiri getiriyor. Dolayısıyla sanat olarak görülmemesinin homofobiden, transfobiden, erkin yürüttüğü beden politikalarından bağımsız olduğunu düşünemeyiz. Aynı zamanda kökeni sokağa dayanan, sokaktaki pratiklere karşılık gelen bir anlatım biçimi. Bu yüzden, en birinci tüketicisi olduğu için sanatın ne olduğunu en çok bilebileceğini sanan üst sınıfın (birtakım sebeplerden dolayı bu sınıfın eğlence kültürüne yabancı olmasa da) sanat ve sanatçı tanımları arasına girmiyor olabilir.

Huysuz Virjin

Kategori tartışması devam ededursun, bu altı yıl içerisinde drag sanatının görünürlüğünde ciddi bir artış oldu. Bu artışın sebeplerinden bahsedeceksek RuPaul’s Drag Race’in adını anmadan edemeyiz. Drag queenlerin birbirleriyle yetenek yarıştırdığı programın ilk sezonu 2009 yılında yayınlandı. Zakkum’un ilk kulisini gördüğü 2016 senesindeyse Drag Race ilk Emmy’sini aldı. Henüz Birleşik Krallık’tan Tayland’a kadar çeşitlenen diğer ülke yapımları mevcut değildi. Yalnızca Amerika yapımı söz konusuydu. Ayrıca henüz ana akım dijital platformlarda da yayınlanmıyordu. 2022’nin Nisan ayında on dördüncü sezon finalini izlediğimiz yarışma, şu an birçok ülkeye bayilik dağıtan global bir marka. Hemen hemen bütün sezonlarını Netflix’te bulmak mümkün. RTÜK’ün 2007’de Huysuz Virjin’in televizyon ekranlarına çıkamaması için saman altından getirdiği ‘‘kadın kılığındaki erkek’’ yasağından ve malum birçok sebepten ötürü henüz Türkiye versiyonu çekilemedi ama Türkiye’deki drag kültürünün geldiği noktaya katkıları yadsınamaz.

Istanbul is Burning Drag Performance Back Stage, AkışKa, Madır Öktiş, Yasmin Ada, 2017. Fotoğraf: Cansu Yıldıran.

2007 yasağı birçok sanatçının ekranlardan uzaklaşıp kariyerlerini gece hayatında aramalarına sebep olmuştu. Hâlâ da geçerliliğini korumakta. Drag queenler ekranlardan ve dolayısıyla tanınırlıktan (sosyal medyanın bu kadar etkili olmadığı zamanlardı) uzak kaldılar. Çalışma fırsatı bulabildikleri neredeyse tek mekân olan Cahide’den sivrilen bir-iki sanatçının kendi isimleriyle anılmaya başlayabilmeleri ise yedi-sekiz yılı aldı. Bu isimler İstanbul’un kuir gece hayatında da boy göstermeye başlamışlardı. Ancak henüz ‘‘ücretli bir işbirliği’’ söz konusu değildi. Çoğu mekân sanatçılara, içeride zaman geçirmeleri karşılığında yalnızca içki fişi sağlıyordu. Bu sırada drag performansına dair paralel bir hamle BÜLGBTİ+’dan geldi. Üniversite içinde drag sanatına hevesli birçok gencin sahne alma fırsatı bulduğu geceler düzenlendi. Daha sonra bu geceler ve bu gecelerde demlenen sanatçılar Dudakların Cengi adı altında bir oluşuma evrildiler. RuPaul’s Drag Race’teki lip sync battle (oylamada sona kalan iki drag sanatçısı yenişmek için aynı şarkıya playback yaparlar) kavramının yaratıcı bir çevirisi olan Dudakların Cengi, kuir gece hayatında önemli yeri olan Anahit Sahne’de sürekli performanslar sergilemeye başladı. Pandemi birçok mekân gibi Anahit’in de kapatılmasıyla sonuçlandı. Sahnesiz kalan Dudakların Cengi ekibi dijital platformlarda bazı işler yaptı ancak sahnelere geri dönebilmeleri 2022’nin Kasım ayını buldu.

Cassdandra, Eda Birthing Fashion and Drag Show, 2020. Fotoğraf: Cansu Yıldıran.

Geldiğimiz noktada drag sanatının yaygınlaştığı, dolayısıyla bu alanda üretim yapan sanatçı sayısının çoğaldığı kesin ama baskıcı toplumlarda drag gibi bir eleştiri mekanizmasının kendine ana akımda yer edinememesi şaşırtıcı değil. Bu sanatın Türkiye’deki en eski icracılarından Huysuz Virjin bile, 2007 ekran yasağını ancak internetten yayınlanan reklamlarla ve cezayı göze alabilen bir-iki yapımcıyla delebilmişti. Televizyona alternatif olan sosyal medya, tanınmayı arttırmak konusunda işe yarıyor ancak genellikle bu görünürlük sanatçıların gerekli prodüksiyon desteğine ulaşmalarını sağlamıyor. Bu yazıyı hazırlarken, 19-27 Kasım arasında “Sahnede 90’lar” sergisi kapsamında Salt’ta gerçekleşecek “Her Şey Her Şey Her Şey” performans serisinin tanıtımını, performansları gerçekleştirecek drag sanatçıları Kübra Uzun, Kiki ggNash, Debonair Detsuki ve Akış Ka’nın sosyal medya hesaplarında gördüm. Bu önemli bir gelişme çünkü drag sanatçılarının sanat kurumlarının ya da dijital platformların radarlarına girmesi pek kolay olmuyor. Hayatlarını idame ettirebilecekleri parayı kazanabilmeleri için geriye bir tek eğlence mekânları kalıyor. Zakkum’un zamanında iki olan bar/kulüp sayısı belki beşe çıktı ancak sanatçıların dile getirdikleri şikâyetlere göre koşullarda pek de bir değişiklik yok. Hatta bazı konularda işlerin daha da zorlaştığı ortada. Sahnedeki illüzyonu yaratmak kolay iş değil. Seyircinin performans süresince izlediği görüntünün maddi bedeli hayli ağır. Ekonominin içler acısı durumu, her şeyde olduğu gibi ithal makyaj malzemelerinin fiyatını da kat kat arttırdı. Buna kostüm masrafları da eklenince bir geceki hazırlığın bedeli, sanatçının o geceden kazandığından daha fazla olabiliyor.

Debonair Detsuki, Kim Lubun Olmak İster Drag Performans Gecesi, 2018. Fotoğraf: Cansu Yıldıran.

Programlarında drag sanatçılarına yer veren mekânları ikiye ayırmak mümkün: birinci tür genelde kuirler tarafından işletilen, kuir eğlence kültürüne ait mekânlar. Buralarda performansların izleyicileri de genelde kendilerini kuir olarak tanımlıyorlar. Diğerleri ise kuir sanatçıların performanslarını, geneli kuir olmayan seyirci için sergiledikleri yerler. Bu tür mekânların kuir eğlence kültürüne dâhil olmakla ilgili bir iddiaları bulunmuyor. Her iki türde de sanatçılar hem sahnede hem de bu mekânların bulunduğu sokaklarda, mahallelerde homofobik/transfobik saldırılara maruz kalabiliyorlar. Tek güvenceleri işletmeler doğru tepkiyi doğru zamanda gösteremeyince, güvenli alan yaratamayınca, hem sanatçıların kişisel güvenliğini hem de drag sanatının icra edilebilirliğini tehlikeye atmış oluyorlar.

Efemine ve Mia, 2017. Fotoğraf: Cansu Yıldıran.

Kuir gece hayatı dışındaki mekânlar genel olarak pahalılıklarıyla biliniyorlar. Bu tür yerlere girecek, buralarda harcayabilecek kadar parası olanlar; kuir performanslara tolere edebilmeleri üzerinden kendi sosyoekonomik sınıflarını taçlandırıp kendi gözlerinde üstünlüklerini tekrar tekrar onaylıyorlar. Bu noktada sanatçının, bu sınıfın sosyal diline hâkim olması ve bu dili performansında yeniden üretebilmesi devreye giriyor. O kültürün donelerini taklit edebilen sanatçılar, o sınıfın tercih ettiği, görece daha iyi ödeme yapan mekânlarda daha sık boy gösteriyorlar. Bu kültüre dair üretim yapmayan sanatçılar bu çevrimin dışında kalıyorlar. Aynı zamanda sanatçıların, para kazanabilmek için özgünlüğe yer açmayan bu kısıtlı alanlara mecbur kalması, performanslarda tekrarlara ve taklitlere sebep oluyor. Bu fedakârlıklara rağmen sanatçının hakkı olanı aldığı da söylenemez. Bu mekânlardan en ünlüsünde bile, kalıcı ve sürekli çalışan drag sanatçılarının sosyal güvenlik hakları verilmiyor, sigortaları yatmıyor.

Ceytengri ve AkışKa, Butfest 2022. Fotoğraf: Cansu Yıldıran.

İlk tür mekânlarda; yani kuir seyirciyi hedefleyen, kuir eğlenceye dair bir söylemi olan işletmelerde ise birçok başka sorun devreye giriyor. İş kanunun bile çalışanı korumaya yetmediği ülkemizde, bu işletmelerin çoğu kanun dışı uygulamalarla varlıklarını sürdürüyorlar. Gecelik yevmiye usulü çalışılan bu mekânlarda ücretler hayli düşük, iş güvencesi yok. Drag sanatçılarının organize ettiği partilerde bile kapıdan alınan girişten (bir diğer adıyla lubunya vergisi) ya da geceki içki satışından genellikle sanatçıya pay verilmiyor. Amerika’da drag performansları sırasında sanatçılara bahşiş vermek gibi bir gelenek var ancak herhangi bir eğlence mekânına girmenin günden güne pahalandığı Türkiye’de bu sistem ne kadar uygulanabilir, emin değilim. Ayrıca hâlihazırda belli bir ücret ödeyip girdiği, içkiye de ederinden kat kat fazla para ödediği halde bu sorumluluğun seyirciye yıkılması da doğru olmayabilir. Mekânların sayıca az olması sanatçılar arası rekabeti yükseltiyor, sanatçıların alacakları ücretleri düşürüyor. Bu rekabetin asıl kazananları işletmeler olsa da zor şartları onaylamak mecburiyetinde kalan sanatçılar da isimleri diğerlerinden daha sık anıldığı için kâğıt üzerinde bu rekabetten üstün çıkmış gibi görünüyorlar. 

Mertcan Karakuş a.k.a. Zakkum Kök

Yazının başından beri drag sanatçıları diyorum ama piyasanın hâkimi drag queenler. Drag kinglerin hem görünürlükleri yetersiz hem de kendilerine sanatlarını performe edecekleri mekânlar bulmaları daha zor. Aynı zayıf görünürlük durumu kadın drag queenler için de geçerli. Bu, sanatçıların yol açtığı bir durum değil tabii ki. Drag king performanslarının görünürlüğünün az olmasını, Türkiye’de genel hayatta maruz kaldığımız erkeklik performanslarının kabak tadı vermesine de bağlayamayız. Zira drag tam da bunu eleştiren bir sanat dalı. Dönüşümle bu kadar ilgili bir sanat dalının yeniliğe ve değişime açık olması beklenir ancak tüketim ilişkileri, sanat üretilen alanın gece hayatına bağımlı olması buna izin vermiyor.

Bu kadar zor şartlar altında çalışan sanatçılar zaman zaman dayanışma için birleşiyorlar, beraber iş üretiyor, partiler organize ediyorlar. Ancak dayanışma kültürünün bu kadar gelişmiş olduğu LGBTİ+ camiasında bile, dayanışmanın yetersiz kaldığı alanlar mevcut. Bu birleşmeler, gruplaşmaya dönüşme ve grubun dışında kalanları performans alanlarına almama gibi bazı tehlikeler de içeriyor. Aynı kültürel tema içerisinde iş üreten sanatçıların beraberlikleri, farklı kültürlerden gelen sanatçıların hem kendilerini ispatlamak için daha çok çaba harcamaları gerekliliğiyle hem de bu grupların dışında kendilerine alan bulamamalarıyla sonuçlanabiliyor ve maalesef bu ayrıcalıklı konum kurgusu ırkçılıktan, sınıf ilişkilerinden azade değil. Mekânlara ve seyirciye düşen sorumlulukların yanı sıra, bu beraberliklerin büyümeleri, daha da politik bir zemine oturtulmaları ve spesifik sorunları olan bu iş grubunun teknik çözümler bulabileceği bir tür sendikaya evrilmesi; hem yaşanan hak ihlallerine karşı bir çözüm üretebilir hem de drag sanatının hak ettiği yere gelmesini sağlayabilir. Şartlar düzelirse performansların yaratıcılığı, farklılığı üzerine daha verimli bir tartışma ortaya çıkar. Şimdilik hayatta kalma mücadelesi veren sanatçılardan bu kadar sistemli bir yapı kurmalarını beklemek belki fazla ama şartların iyileştirilmesi için etkili bir seçenek gibi görünüyor.

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Civan Özkanoğlu ile .artSümer'de gerçekleşen ilk kişisel sergisi "Hepimiz Biliyoruz"u konuştuk.

Duyurular

Argonotlar Almanak 2024'ün basılı olarak yayımlanması için başlattığımız destek kampanyasının detayları bağlantıda!

Söyleşi

Uluslararası Sinop Bienali’nin yaratıcı sürecinin merkezinde yer alan Hal kolektif’le, şehirle kurduğu bağlar ve katılımcı bir yaklaşımla gerçekleştirdiği projeler üzerine konuştuk.

Söyleşi

Diclekent’teki yeni mekânları vesilesiyle Merkezkaç Sanat Kolektifi’nden Uğur Orhan’la konuştuk.

© 2020

Exit mobile version