Söyleşi

Yarın kaygan beyaz bir boşluktu*

Sinematek/Sinema Evi’nde devam eden “Buradayız, Ayaktayız” sergisini, küratör Saliha Yavuz ile konuştuk.

"Buradayız, Ayaktayız" sergisinden görünüm. Fotoğraf: Metehan Özcan

25 Haziran 2023’a kadar ziyaret edilebilecek “Buradayız, Ayaktayız” sergisi ve sergiye eşlik eden film programıyla Sinematek/Sinema Evi sergi salonunda izleyicilerle buluşuyor. Sergi, İran’daki kadın direnişinden ilham alsa da dünyanın farklı yerlerine ve çeşitli direniş hallerine de selam veriyor.

Bahar Samadi’nin Assembly videosu, Setareh Shahbazi’nin kişisel aile arşivinden fotoğraflarla gerçekleştirdiği Spectral Days serisinden fotoğraflar, Yeşim Paktin’in direniş sembolü sahneleri referans alan Mavi Çiçekler ve Direniş serisinden resimleri, Pegah Derakhshan Rokni’nin Mahsa Amini’nin ardından çizdiği deseni, Ata Kam’ın Burada ve Şimdi serisinden pelür üzerine baskı bir fotoğrafı, Claudine Mulard ile Sophie Keir & Kate Millett arşivinden fotoğrafların yanı sıra Fulya Çetin ve Can Ünlü’nün birlikte ürettiği QR kodu ile izlenebilecek İran’daki direnişe dair GIF formatında bir eserin de yer aldığı sergide Fulya Çetin’in desenleri ve Füruğ Ferruhzad’dan satırlar Sinematek binasının farklı yerlerinde karşımıza çıkıp bizi selamlıyor. Afiş tasarımını Amir Jamshidi’nin yaptığı serginin küratörü Saliha Yavuz’la sergiyi konuştuk.

Saliha, senin daha önce bir proje vesilesiyle İran’da bulunduğunu biliyorum, orada sanatçılarla bir aradaydın. Sanatçılar arasındaki dayanışma atmosferi nasıldı?

Ayşe Gür ile kurduğumuz Hayy Open Space ve Yıldız Çintay Sanat Topluluğu, 2019 yılında Anadolu Kültür’ün aracılığıyla Tandem programı kapsamında İran’dan bir misafir sanatçı programı olan Va Space ve sanat yayını Kaarnamaa ile Non Registered Art Communities projesini gerçekleştirdi. Proje Türkiye’den İzmir ve İstanbul, İran’dan İsfahan ve Tahran’daki sanat kolektifleri, inisiyatifler, sanatçı mekânları üzerinden sanat ortamının dinamikleri, ihtiyaçlarına dair konuşmalar ve sanatçılara yönelik seminer/atölye çalışmalarını içeriyordu. Bu vesileyle yaklaşık iki hafta İsfahan ve Tahran’da galeri, müze, inisiyatifler, sanatçı atölyeleri ziyaretleri yaptık, konuşmalar, seminerler, buluşmalar gerçekleştirdik. Daraltılmış, sınırlandırılmış, devlet kontrolündeki bir sanat alanında varolmanın ne kadar zor olduğunu gördük. Bu zorluklara karşılık büyük riskler de alarak sanatçıların, sanat aktörlerinin komüniteleriyle dayanışma içinde kendi alanlarını yarattığını gördük. Yüksek duvarlı avlulu evlerde, kapalı atölyelerde, kuralına uygun giyim kuşam içinde ziyaret ettiğimiz çağdaş sanat galerilerinde üretimin çeşitliliği heyecan vericiydi. Dertler ortaktı. Telif ve sansür ana başlıklarımızdı.

Naçizane gözlemlediğim, sonrasında da iletişimde olarak takip ettiğim üzere İran sanat okullarında iyi eğitimler alan sanatçılar, bir noktada ülke dışına çıkmak, özgürleşmek istiyor. Özellikle kadın sanatçılar; bir noktada başka ülkelere göçüyor. İran’la ilişkiyi, diyaloğu yaptıkları işler üzerinden sürdürüyor. Aktörler birbirleri için dayanışma içinde nefes alabilecekleri, beraber üretebilecekleri kapılar ardında alanlar tanımlıyor. Dayanışma bağlamında bizdekinden çok farklı değil gibi gözükse de baskının daha sert olmasının hareketleri kısıtladığını ve belki hatta otosansüre de neden olabileceğini hatırlamak gerekiyor. 

Bu serginin fikri nasıl ortaya çıktı? İsme nasıl karar verdin? Bunu bir sinema seçkisiyle birleştirip Sinematek/Sinema Evi’nde ve yerel yönetime bağlı bir kurumda sunma deneyiminden bahsedebilir misin?

Sinematek/Sinema Evi varlığını önemsediğim, Kadıköy Belediyesine bağlı ama en azından program ve içerik tarafında iyi bir ekibin nispeten özgürce programlarını yaratabildiği bir kurum. Sinematek/Sinema Evi Mayıs ve Haziran aylarında “İranlı Kadınlar Konuşuyor: Sanat, Tarih, Direniş” başlıklı film seçkisine eşlik edecek bir sergi planladıkları fikriyle geldi. Önce filmleri izledim, mekânın ve belediyenin ekonomisini gözeterek olasılıkları konuştuk. Film seçkisinde Claudine Mulard yönetmenliğindeki İranlı Kadınların Kurtuluş Hareketi: Milat başlıklı belgesel yer alıyor. Belgesel Humeyni’nin kadınlar için örtünmenin zorunlu olacağını açıkladığı 7 Mart 1979’u takip eden hafta boyunca kadınların gerçekleştirdiği sokaklardaki yoğun protestolara dair. Sergi “Buradayız, Ayaktayız” ismini protestolarda geçen, belgeselde de gördüğümüz sloganlardan alıyor. 

Sergiye dair sanatçılarla iletişim ve düşünsel süreçte programlı ve yapıcı bir süreç geçtiğini söyleyebilirim. İran’dan sanatçılarla Telegram ve e-posta üzerinden iletişim kurduğumuz uzaktan yönlendirmeleriyle her aşamasında onay alarak ilerlediğimiz bir süreç.

Sinematek ekibinin de belediye ile küratör arasında bazen arada kaldığı, mekânın zorluğu, belediye olmanın getirdiği kısıtlamalar, teknik ekipman sıkıntılarına karşın çözüm sunmak üzere çalıştığını vurgulayarak yerel yönetimlerin görünenden farklı iç yapıları ve bütçe sorunları olduğunu, seçim gündeminin hanelerine işlenen etkinlik sayılarını değil ama emek-değer ilişkisine zarar verdiğini de hatırlatmak isterim. Kültür-sanat emekçilerinin özverileriyle, küçük bütçelerle yerel ve özel kurumlarda ne harikalar yaratıldığını, ödeme gecikmeleriyle güzel şeylerin tatsızlaştığını hatırımızda tutarak kültür-sanat mekânlarının açılması kadar sürdürülebilirliği ve alandaki emeğin değersizleştirilmemesi durumunu da tekrar düşünmemiz gerektiğine inanıyorum.

Mekânı özellikle sormak istedim çünkü Füruğ Ferruhzad dizeleri Sinematek’in tamamıyla bütünleşmiş ve film afişleriyle konuşuyor gibiydi. Sence de öyle mi? Sergiyi deneyimleyecekler için nasıl bir karşılama olarak düşündün bunu? Devrimi şiirsel bir dille anlatmak gibi de geliyor bana bir yandan.

Açıkcası mekân zor bir mekân.  Bir sergi alanı olarak tasarlanmamış olması, çok fazla element barındırması ile izleyici alışkanlıkları ve kurumun talepleri doğrultusunda zorlandığımı itiraf etmeliyim. Serginin sadece sergi salonunda değil, izleyiciyi yönlendiren bir tavırla tüm mekâna yayılmasını düşündük. Böylece sinemaya filmi izlemeye giden izleyici; Füruğ’nun dizeleri, Kate Millett ve Sophie Keir’in Simonde de Beauvoir ses-video arşivinde yer alan fotoğraflarından bir kontak baskı sayfası, Fulya Çetin desenleri ve Can Ünlü’nün desenlerle yaptığı QR kodla izlenebilen GIF’iyle sergiye ve hatta filmlere bir hazırlık yapıyor oldu.

Fulya Çetin, Salınan, 2022, Kağıt üzerine kalem, 30 x 30 cm, Fotoğraf: Metehan Özcan

İran edebiyatı dendiğinde ilk akla gelen Füruğ Ferruhzad; hasret dolu, acı dolu aşk şiirleriyle bildiğimiz, 1964’te aslında devrimden önce genç yaşta vefat etmiş dünyaca ünlü, İran halkının saygı duyduğu bir kadın şair. Sergiyi hazırlık sürecinde İran filmleri izler, İran hakkında okur, İran’dan arkadaşlarımla konuşur, gündem takip ederken, Füruğ’nun şiirlerini tekrar okumaya başladım. Hepimizin aşina olduğu “Kuş ölür, sen uçuşu hatırla” dizesini hatırlarsınız. Sergide yer alan işler ve gösterilen film seçkisiyle birlikte olabileceğini, duyguya destek olabileceğini düşündüğüm dizelerini seçtim. “Yeniden merhaba diyeceğim güneşe”, “ben yüreğini yitirmiş bu zamandan korkuyorum”, “biz öğlenlerin sisli sıcağında, tozlu sokaklarda aşkımızı haykırırdık” sergide yer alan dizelerden bazıları.

Ben direnişe, İran direnişine ağlamaklı acıklı bir yerden bakmıyorum. İran’dan arkadaşlarımla her bir infaz gerçekleştiğinde, üzgünüm diye haberleştiğimde o kadar güçlü duruyorlar ki. Kadınlar öfkeli ve çok güçlü. Bu sergide de hem seçilen işler hem Füruğ’nun dizeleri ile aynı Sinematek’in film seçkisindeki gibi güçlü bir direniş hali hissedilsin istedim. İran’dan sergiyi izleyenler bu konuda ne düşünür merak ediyorum.

Seçkiye dair de konuşalım istiyordum. Eserlerde zaten ağlamaklı bir hal yok, senin dediğin gibi. Birden fazla teknik ve malzemeden üretilen eserler görüyoruz. Bahar Samadi’nin Assembly video enstalasyonu, Ata Kam’ın 2013’teki Gezi Parkı protestoları sırasında çektiği Here and Now fotoğrafı, Yeşim Paktin’in cyanotype baskı tekniğiyle üretilen Mavi Çiçekler ve Direniş serileri ve anonim bir sanatçının Çöküş isimli resmi bunları birleştirdiğin “direniş” bağlamını biraz daha açabilir misin?

Ben tarihçi ya da siyaset tarihçisi değilim. Konunun öznesi de değilim. Dolayısıyla sadece İran üzerinden bir sergi kurgulayamazdım sanıyorum. İran’dan hareketle kendimle kurduğum ilişki üzerinden direniş kavramına bakarak ortaklıklar üzerinden düşündüm. Bahar Samadi’nin Assemly video enstelasyonu, aslında serginin ana yaklaşımının bir özeti gibi. Ortak dertler, adalet ve özgürlük arayışı, hak talebi dünyadaki tüm direniş eylemlerinin ortak noktası. Birbirini tanımayan binler, milyonlar aynı şey için sokaklarda. “Bir” olmaktan “bütün” olmaya doğru bir hareket halinde. Yeşim Paktin’in Mavi Çiçekler ve Ateş Çiçekler serileri de direnişten yeşermek gibi romantik bir yaklaşıma yine dünyanın herhangi bir yerinde olabilecek sahnelerle yanıt veriyor. Ata Kam’ın Here & Now serisi ise coğrafyamızdan tanıdık bir zamandan Gezi direnişinden bir sahneyi gösteriyor. Gezi direnişinde de birbiriyle yan yana gelmeyecek, diyalog kurmamış farklı inanç ve kültürden insanın aynı niyetle bir araya geldiğini hatırlayarak bir ilişki kuruyorum. Sokaklarda, meydanlarda haykıran insanların anonimliği üzerinden anonim kalmayı tercih eden İranlı sanatçının Çöküş resmi ise tüm bu ortaklıktaki temel soruna, iktidara işaret ediyor. Evde, okulda, ülkenin başında parmak sallayarak korku rejimiyle ilişki kuranlara dair, parmağın artık kopacağına dair bir temsil sunuyor.

“Buradayız, Ayaktayız” sergisinden görünüm, Fotoğraf: Metehan Özcan

Tüm eserlerin güçlü bir anlatısı var. Ziyaretçiler İran Devrimine, Mahsa Amini’nin ölümüyle Eylül ayından beri devam eden eylemlerden hareketle direniş kavramına dair nasıl bir yorum görecek sergide?

Bu sergide benim niyetim programla ilişkilenecek, bir bütün oluşturacak, İran’dan cesaretle coğrafyamızdaki ve dünyadaki direniş hareketlerine şiirsel bir bakış sunmak. İzleyen bazılarına göre çok yumuşak bir bakış açısı olduğunu da biliyor; şiddete ve öfkeye maruz kaldığımız, politika içinde boğulduğumuz, sanatın sadece sanat olduğu bir yerde kalamadığımız için üzülerek şiirsel, düşünceli bir yorum yapıyorum. Kimler nasıl algılıyor, ne düşünüyor merak ediyor, izleyene bırakıyorum.

İranlı Kadınlar Konuşuyor: Tarih, Sanat, Direniş” film programında hangi filmler var?

İran’daki özgürlük mücadelesiyle dayanışmak ve halk hareketini ateşleyen feminist direnişe dikkat çekmek düşüncesiyle Sinematek tarafından hazırlanan bu programla İran’a kadınların gözünden bakıyoruz. 1979’dan günümüze kadınlar ve nonbinary sinemacılar tarafından çekilmiş deneysel ve belgesel filmlerden oluşan ve farklı kuşaklardan sinemacıların İran tarihiyle iç içe geçen kişisel tarihlerine, sinemaya, direnişe ve sanata bakışını sunan seçki programında dört uzun metraj belgesel ve altı kısa metraj film seyirciyle buluşacak. Seçkiden seçtiğimiz filmlere de bu söyleşimizde yer verelim istedik. Programın tamamını buradan inceleyebilirsiniz.

İranlı Kadınların Kurtuluş Hareketi: Milat
Yönetmen: Sylvina Boissonnas, Claudine Mulard

7 Mart 1979’ta Humeyni’ni kadınlar için örtünmenin zorunlu olacağını açıklar bunu
takip eden hafta boyunca sokaklar, kadınların yoğun protestosuna sahne olur. Bu sırada bir grup Fransız feminist, yerel bir kadın komitesinin davetiyle Kadınlar Günü için İran’da bulunmaktadır ve bu tarihî gösterileri filme alır. Bu isimlerden biri de feminist yazar Kate Millet’dır. Ekip, İran’dan her biri 12 dakikalık dört adet 16mm film makarasıyla döner. Kadınların Kurtuluş Hareketi MLF’nin içindeki fraksiyonlardan Psikanaliz ve Politika üyelerinin de Fransa’ya dönmesinin ardından Claudine Mulard’ın anlatıcılığı ile kurgulanıp zaman kaybetmeden Paris’te gösterilse de hiçbir zaman resmen dağıtımı yapılmayan bu film, 2009’da İran Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından çevrimiçi olarak dolaşıma girmiştir.

Kuşaklararası Aktarımlar

Daniella Shreir’in “İran İçin, İran’dan Filmler” programı için hazırladığı bu kısa film seçkisi, kuşaklararası etkileşimden yola çıkarak deneysel ve belgesel filmleri bir arada sunuyor. Kadın ve na-binary sinemacılar anneleriyle, büyükanneleriyle, 19. yüzyıldaki kuir öncülleriyle ve onlarca yıl önce Tahran’da okudukları okulun yeni kuşak şamatacı kızlarıyla konuşuyor.

Ne Cüretle Bunu İstersin
Yönetmen: Mania Akbari

Benim de Uçan Süpürge sayesinde tanışma imkânı bulduğum Mania, bu filminde yaklaşık yüz adet klipten görüntülerle İran sinemasında sessiz dönemden devrime dek erkekler tarafından çekilmiş ve bugün hepsi yasaklı olan filmlerde kadının özgürleşmesini, sömürülmesini ve baskı altına alınmasını gösteriyor. Film boyunca bu görüntüleri de göğsüne çiçek dövmesi yaptırma süreciyle harmanlayor. Akbari bu sayede, İran sinemasının diğer kadınlarıyla birlikte, bedenini yeniden sahipleniyor.


*Başlık, Füruğ Ferruhzad’ın dizeleridir.

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Raziye Kubat’la dağ köyüne dönüşünü, romantik imgelerden uzak bir perspektifle, doğanın sertliği ve direnişiyle şekillenen yaratım sürecini konuştuk.

Kütüphane

Sanat Dünyamız dergisinin "Sanat Tarihi Nasıl Yazılır?" temalı Eylül/Ekim 2024 tarihli sayısında yayımlanan Sezin Romi'nin yazısı Argonotlar Kütüphanesinde.

Söyleşi

Civan Özkanoğlu ile .artSümer'de gerçekleşen ilk kişisel sergisi "Hepimiz Biliyoruz"u konuştuk.

Duyurular

Argonotlar Almanak 2024'ün basılı olarak yayımlanması için başlattığımız destek kampanyasının detayları bağlantıda!

© 2020

Exit mobile version