Söyleşi

Marmara periferisindeki sanatçı konaklama programları: torna ve Helikon

Helikon ve torna sanatçı konaklama programlarının iç işleyiş süreçlerini ve konaklayanların deneyimleri üzerine yürütücüler ve sanatçılarla konuştuk.

Konaklama programları, sanatçıları kendi güvenli alanlarından çıkaran hareketliliği sağlamakla birlikte, karşılıklı olarak misafir etme ve misafir olma pratiklerini güçlendiriyor. Misafirlik boyunca birine uzun süreler maruz kalıyor olmak, o kişi hakkında kısa karşılaşmaların ötesine geçen bir perspektif geliştirebilmenizi sağlıyor. Kısa sürelerde edinilebilen izlenime ek olarak, zaman ilerledikçe söz konusu kişinin ihtiyaçlı hallerini ve zayıf noktalarını da görmemize vesile oluyor. Tam tersi bir senaryoyu takip eden kültür-sanat alanındaki karşılaşmalarımız ise gitgide hataları saklayan ve en iyi hallerine getirilene kadar parlatılmış sonuçlardan oluşuyor maalesef.

Bu sene, bir ayağı Postane’de gerçekleştirilen Berta Spaces’in ana teması olan ‘’hakiki konukseverlik’’ üzerine ve maruz kalmaya zemin oluşturan konaklamaların doğasına dair düşünürken, iki konaklama programına ve orada konaklayanlara çeşitli sorular yönelttim. Seçtiğim programların ortak noktaları, İstanbul gibi kaotik bir kenti çevreleyen, görece daha sakin olan Marmara periferisinde bulunmaları ve kişileri ağırladıkları alanları ‘mekân sahibi olarak’ kendileri inşa etmiş (ve edecek) olmaları.

torna Motto Books Pop-up Shop, 2014

Helikon, 2014 yılından beri Kocaeli’nin Başiskele bölgesinde uluslararası konaklama programlarına ev sahipliği yapmakta. Alp Aslan ve Orhan Özçalık tarafından yürütülen programa; sanatçılarla yapılan şelale turları, terasta yapılan portfolyo sunumları ve uzun bir masada ortaklaşa yenen yemekler eşlik etmekte. Komşular projesi kapsamında, ana programa ek olarak, her sene Türkiye’nin komşu ülkelerinden seçilen sanatçıları davet etmekteler. 1-12 Ağustos arasında ‘’Insanity’’ başlığı ile bu seneki konaklama programlarını sürdürüyorlar.

torna ise 2011-2018 yılları arasında İstanbul Kadıköy’de Merve Kaptan yürütücülüğünde faaliyet gösteren, daha sonra mekân-dışı, çevrimiçi çalışmalarına devam eden, sanat yayınlarına ve güncel sanata odaklı bir oluşum. Şimdilerde ise ana uğraşlarına ek olarak Şile ve daha sonra İznik’te de devam edecek konaklama programlarını gerçekleştiriyorlar. Ortak öğrenmeyi teşvik etmeyi amaçlayan açık bir torna kütüphanesi üzerinde çalışılıyor ve aynı zamanda programı devam ettirebilmek için internet üzerinden çeşitli yayınların satışını gerçekleştiriyorlar.

Helikon’dan Alp Aslan ve torna’nın yürütücüsü Merve Kaptan ile daha önce konaklama programlarına katılmış sanatçılar Umut Altıntaş ve Soodeh Karimi’yle bir söyleşi gerçekleştirerek, konaklatan ve konaklayan olmak üzerine kişisel deneyimlerini sorduk. Umut Altıntaş torna’nın 2023’teki ilk konuğuydu. Konaklama sürecinde Altıntaş, kitap formatının sınırları ve potansiyelleri üzerine temellenen birtakım soruşturmalarda bulundu. Soodeh Karimi ise 2019’da Helikon’un düzenlediği İran-Türkiye Sanatçı Değişim Programı’nın bir parçası olarak, İran’da daha önce üzerine çalışmış olduğu nazar, yansıma ve bakışım konuları hakkında bir yerleştirme üretti. Konaklama programlarının iç işleyiş süreçlerini ve konaklayanların deneyimlerini konuştuk.

İstanbul’da bulunan sanat sahnesindeki hareketliliğin, Marmara çevresinde düzenlediğiniz konaklama programına etkisi sizce nasıl oluyor? Çeperde olmanın verdiği avantajlar ve dezavantajlar neler? Çeper ifadesini, bulunduğunuz konumun tanımlanması açısından doğru buluyor musun?

Merve Kaptan (torna):
İstanbul’dan, şehrin ortasından ayrılarak torna’yı yaşadığımız bu iki eve taşımak planlayarak ve çok isteyerek verdiğim bir karardı. Bir şeylerin tam ortasında olduğun zaman illaki tüm ilginin ve alakanın da ortasında olmuyorsun. O karmaşada kayboluyorsun bir bakıma. Ben hem kişisel seçimlerim, hem de torna’yı yürütme şeklim olsun her zaman iş üretme ve kaliteli bir paylaşımı ‘hareketlilik’ ve ‘kalabalık’ kavramlarından daha önem verdim. Bu yüzden dışarıda olmak hâlâ memnun olduğum bir şey. Bu arada şunu da ekleyeyim. Ben İstanbullu olduğum, tüm ailem ve tanıdığım sokakların, evlerin İstanbul’da olduğu için böyle İstanbul’un dış ama yakın etrafını seçtim. Eğer İstanbul’la hiçbir bağım olmasaydı çok daha da uzak bir mesafeye rahatlıkla taşıyabilirdim tüm torna aktivitelerini.

Alp Aslan (Helikon): İstanbul’daki hareketliliğin bizim düzenlediğimiz konaklama programına fazla bir etkisi olmuyor. Bu anlamda periferide olmanın bizim özelimizde getirdiği bir farklılık yok.

Şehir merkezinin kaosundan kaçmak için sizin konaklama programınızı seçenler oluyor mu? Bu durum, konaklayan ile sizin aranızda ve konaklayan ile çevre arasında nasıl bir ilişki üretiyor?

M.K.:
Olabilir. Ama buraya çalışmaya gelen her bir sanatçı çoğunlukla torna’ya geliyor. Etrafımızın güzelliği, rahatlığı vesaire geri planda kalan güzel artılar. torna misafir programını önceden Moda’nın ortasındaki torna odalarında, tüm şehir kalabalılığın içinde gerçekleştiriyorduk. Yani şu anki durumdan farklıydı. Demek istediğim bu program yine Moda’da ya da Levent’de bir apartman dairesinde olsaydı yine aynı kişilerin geleceğini düşünüyorum.

A.A.:
Programı doğal bir alanda yürütüyoruz fakat şimdiye kadar sadece bu sebeple gelen neredeyse hiç kimse olmadı.

torna misafir sanatçılarından Pamela Arce çalışırken.

Konaklama programları, durağan olmak ve hareket halinde olmak arasında bir denge kuruyorlar. Bir misafirin yerinden kalkıp başka bir yere gidebilmesi için bir diğer kimsenin evinde oturması ve onu beklemesi gerekiyor. Bu denge üzerinden düşünüldüğünde, torna konaklama programının ana karakteri hangisi üzerinden temelleniyor? Bekleyenler mi var gelenler mi?

M.K.:
Çok güzel bir yaklaşım. Herhalde her ikisi de var: bekleyenler ve gelenler. Sonra bir anda bir birleşme oluyor. İlk önce bir çekingenlik soğukluk olabiliyor ama sonra çok hızlı bir şekilde bu yeni şekil paylaşıma alışıyor iki taraf da. torna’nın yürütücüsü olarak ben de gelen sanatçıyla ortak bir çalışma yapmaya her zaman açığım ve istiyorum. Bu yüzden gelen kişileri kendi sanat pratiğimin de ilgilendiği alanlardan seçiyorum. Böylece gelen kişi sadece eve ‘gelen’ sanatçı olmuyor. Birlikte düşünüp konuşabileceğimiz, belki üretebileceğimiz bir çalışma arkadaşı geliyor.

Konaklama programının, bölgede yaşayan insanlarla olan ilişkisi yıllar içerisinde nasıl değişti? Yerelden ilgililer türedi mi?

M.K.:
İstanbul dışındaki konaklama bu sene ilk sene, bu yüzden daha tam detaylı bir cevap veremem. Belki bu senenin proje sunumlarını torna web sitesine ve sosyal medyada paylaştıkça daha yerel bir ilgi belirebilir. Örneğin bu bölgelerdeki sanat öğrencilerinin ilgilenmesini çok isterim.

Helikon (Alp Aslan): Her sene çevreden katılanlar arasında sanatçıları ve sergileri merak edenler oluyor ama yeteri kadar ilgi olduğunu düşünmüyorum.

Lokasyonunuz itibariyle sosyal medya ve yerel/uluslararası basın kullanımının önemini bolca hissediyor olmalısınız. Fiziksel olarak fazla kişinin gelemeyeceği bir program hakkında paylaşım yapmak için genel olarak yaklaşımınız ve bu konuda önemli olduğunu düşündüğünüz unsurlar neler oluyor?

M.K.:
Sosyal medya evet maalesef torna’da neler yaptığımızı en iyi şekilde duyurabildiğim bir mecra. Direkt haberdar edebiliyorsun. Bu soru beni gülümsetti. Ben Moda’dayken de çok az insan geliyordu. Gelmek, parçası olmak farklı şekillerde yapılabiliyor artık. Ben de bundan memnunum. Bir sanatçıyla beni çok heyecanlandıran bir mesajlaşmaya başladığımızda, bu ilişki dolmuş bir sergi odasından çok çok daha tercih ettiğim bir şey oluyor. Az olsun ama iyi olsun. Hem ben, hem karşımdaki kişi hem de yaptığımız iş bu sakinlikten payını alıyor kesinlikle. Yani paylaşım yaparken nerede olduğum pek önemli gelmiyor bana. Çok daha uzakta, gelmesi çok daha zor bir yerde olsam da yine bu şekilde devam ederdim diye düşünüyorum. İlgilenenler bulurdu yine herhalde bir şekilde.

A.A.: Sosyal medya ve basının bize yararlı olduğunu görmedim, kendi çabalarımızla uluslararası duyurular yapıyoruz.

Helikon konaklama mekânından görünüm.

Başka birinin fiziksel ihtiyaçlarını ve yaşam kalitesini düşünerek mekâna yeniden bakmak, zaten bildiğiniz bir alana dair farklı bir perspektif geliştirmenizi sağladı mı?

M.K.: Tabii. Gelenlerle bir türlü arkadaş ilişkim olsa da bizim misafirimiz onlar ve buraya çalışmaya geliyorlar. Bir de üstüne torna’yı desteklemek ve kaldıkları sürece biraz daha rahat edebilmek üzere bir ücret ödüyorlar. Bunun da bir sorumluluğu var. Evlerden biri (Şile), bizim tam zamanlı oturduğumuz küçük bir aile evi. Böyle bir yerleşimde ortamı daha rahat bir hale getirmeye çalıştık. Ama tabi ne yaparsan yap, bir ev burası. Küçük bir çocuk var, 3 öğün yemek yapılıyor, arada bir temizlik yapılması, yerlerin süpürülmesi gerekiyor. Tüm bu sanata dair olmayan aktiviteler de ister istemez günlük pratiğin bir parçası oluyor. Örneğin Umut yemeklere yardım etti, hatta bize çok da güzel öğünler yaptı.

Bir de evde kaldığı sürede asıl işi çalışmak ve üretmek olan bir kişi konakladığında, eve birden çok güzel bir enerji yayılıyor. Hepimizin (5 yaşındaki oğlum da dahil), şöyle bir masaya yanaşıp, kendi bireysel işimize daha bir formal zaman ayırma isteği geldi. Bizim önceden sadece ‘ev’ dediğimiz yer birden herkesin çalıştığı minik bir komün açık kütüphaneye dönüştü. Hayalim buydu, ve gerçek oldu gibi.

Helikon konaklama mekânından görünüm.

Programın doğası gereği yerinden, tanıdıklarından ve alıştığı malzemesinden ayrılmış kişilerle bir arada bulunuyorsun. Kendi sosyal balonundan ve alıştığı üretim alanından çıkmış birini gözlemlemek nasıl bir duygu?

M.K.:
İyi. Ben onlardan yeni bir yer, bir insan, bir kitapçı, galeri, proje öğreniyorum, onlar da benden. İki farklı balon, kocaman bir balon oluyor gibi. Çok değerli bir birliktelik bence. Ama gelen misafir için nasıl bir duygudur biliyorum, onlara sormalı.

A.A.: Malzemesinden ve yerinden kopması konaklama programının formatıyla ilgili de olabilir. Kimi rezidanslarda konaklama gereksinimlerinin dahi karşılanmadığı oluyormuş. Biz temel ihtiyaçların karşılanmasına dikkat ediyoruz. Bu yüzden fiziksel olarak herhangi bir kopuşu gözlemlemediğimizi söyleyebilirim.

Konaklayacak kişileri seçerken neye dikkat ediyorsunuz? Beraber uzun vakit geçirecek olmak, sizin seçiminizi etkiliyor mu?

M.K.:
İlk başvurduklarındaki heyecanları, torna ve yaptığımız, yapmaya çalıştıklarımız hakkında belli bir bilgi sahibi olmaları benim için çok önemli. Yıllardır edindiğim deneyimlerimden öğrendim ki, o ilk mesajlar içten bir heyecan ve ilgi barındırmıyorsa, gelecek mesajlar ve görüşmelerde de bir sorun olacaktır. Bu da bu şekilde belli bir süre hep yan yana çalışacağız bir birliktelik için pek sağlıklı değil.

A.A.: Özgeçmiş, önceki işlerden oluşan bir portfolyo, motivasyon mektubu ve proje planlarının kalitesine bakarak seçim yapıyoruz.

torna İznik binasının tadilatından görüntü.

Yazı kapsamında sorular yönelttiğim iki konaklama programı da, konaklayanları ağırladıkları alanın inşa edilmesinde aktif olarak görev almış ve almaya devam ediyor. Bu durum sizi ister istemez farklı bir küme altında konumlandırmama yol açıyor. Evini açan (ve evden öncesini de bilen kişiler) olarak, bütünsel açıdan, konaklamanın kendisi sizin için ne anlama geliyor?

M.K.:
Her şey. Aileni içine alabileceğin, yemek yapıp paylaşabileceğin, komşularının kapını çalıp sohbet edebileceği bir alanı kendi ellerinle tamir edip toparlayabilmek bana verilmiş büyük bir hediye. Başından bu zamana kadar – 8 yıl geçti – hep böyle düşündüm. İznik’teki ev neredeyse 100 yıllık bir ev. Duvardaki eski çivileri bile çıkarmadan onu toplamaya, temizlemeye çalıştık. Sonra zamanla o çivilerin de neden o yerlerine çakıldığını öğrendik (alt kattaki çiviler bitki kurutmak içinmiş örneğin. Ben de nane kurutmak istediğimde evin eski ahalisini bilen komşum hemen nereye asmam gerektiğini gösterdi.) Bundan daha fazla insanı mutlu eden bir şey olabilir mi? 60 yıl öncesinden bana mesaj gelmiş, o ev hanımları bana nasihat ediyorlar gibiydi. Böyle bir ortama misafir bir sanatçıyı davet etmek ve hem evi, hem evin tüm çivilerini, tozlarını, toprağını onlarla paylaşmak benim için çok önemli ve gurur verici. Umarım gelecek senelerde bunu tam anlamıyla başarıyor oluruz.

A.A.: Helikon Sanatçı Konaklama Programı’nda konaklanan evlerin bir kısmı ve toplanma alanı olan teras, program yürütücülerinden heykeltraş Orhan Özçalık tarafından yapıldı. Evler yıllar geçtikçe herkesten izler taşımaya başladı.

Umut Altıntaş (torna)

Umut Altıntaş’ın konuk programı sırasında çektiği bir fotoğraf.

Kitabın fiziksel gerçekliği ve formatı üzerine uzun süredir devam eden bir ilgin var. Misafir olarak bulunduğun yerdeki kitaplar bitmiş içerikler yerine senin için bir başlangıç noktası olma potansiyelini barındırıyor. Program kapsamında, geçmişteki işlerine kıyasla bu sefer kitaplarla ilgili nasıl bir çalışma yürütmeyi planlıyorsun? 

torna Misafir Sanatçı Programı’nda kitabın içerik ve biçimle olan ilişkisini bir kenara bırakıp tamamen kitap denen nesnenin endüstriyel varlığı üstüne düşündüm. Bir tasarımcı ve okuyucu olarak sürekli “ideal” bir kitabın peşindeyim. Bir kitabı elime aldığımda onun neyle ilgili olduğundan önce nasıl yapıldığına bakıyorum: Ağırlığı ne kadar, rahat açıp kapatabiliyor muyum, cildi beni zorluyor mu yoksa kitabı kullanmama yardımcı mı oluyor, boyu ve oranları nasıl, ne türden kâğıt kullanmışlar… gibi. Şimdiye kadar tasarladığım hiçbir kitap, fiziksel anlamda idealar dünyamdaki “o” kitap olamadı. Çünkü her kitabın içeriği, programı ve üretim koşulları farklı. “Ben bunu seviyorum, böyle olmalı” diyemezsin. Kişisel kararların, o kitabın yapılış amacıyla örtüşmek zorunda. Bir kitap (içeriği bağlamında) yatay formatta olmak zorundaysa, öyle olmalı. Kaldı ki henüz “o” kitabın nasıl bir kitap olduğunu da bilmiyorum. İyi örnekler karşıma çıktıkça bulanık görüntü biraz daha belirginleşiyor.

torna arşivindeki tüm kitapları, içeriklerinden ve kimin neden, nasıl yaptığından bağımsız olarak, sanki hepsi boş birer kitapmış gibi, kafamdaki ideal kitabın bütüncül fiziksel karşılıklarını düşünerek inceledim. Şarapta kör tadım gibi düşünebilirsin. Ne tür bir üzüm veya üzümlerden elde edildiği, üzümlerin hangi yörede yetiştiği veya hangi markaya air olduğu değil, şarabın ağzımda bıraktığı “o” lezzet önemli. Her kitabı elime alıp ağırlıklarına baktım, ciltlerini inceledim, kapak kartonu ve iç blok uyumuna baktım, defalarca açtım ve kapattım, masanın üzerine koydum, uzun süre elimde tuttum, kokladım… ve bu incelemeler doğrultusunda her kitap için birer paragraf rapor yazdım: Kitabın darlığı tutuş pozisyonu için rahatsızlık verici. İki elim birbirine çok yakın. Baş parmaklarım birbirine değiyor. Dar olduğu için açıldığında sayfalar gözü kitabın merkezine, cildine doğru çekiyor. Kitap ışıksız, dar bir mağara gibi. Yumuşak olmasına rağmen şömizin varlığı rahatsızlık veriyor. Şömiz kitaptan sürekli kayıyor ve kitapla şömizi eşit boyuta getirmek zorunda kalıyorum. Darlığından dolayı rafa girdiğinde diğer ortalama kitapların arkasında gizleniyor. Gibi. Bir nevi teftiş.

Rapor madde madde akarken satır aralarında kafamdaki “o” kitabın nasıl olması gerektiğine dair iç sesler ve mesleki arka planımdan getirdiğim “olmazsa olmazlar” da devreye giriyor: “İyi kitap, sen onu kullanırken varlığını unutturur.” veya “Bir kapak kitabı kapalı tutarken aynı zamanda açılmasına da olanak tanımalı. Koruma ve rahat bırakma davranışları eşit olmalı. Kapalıyken varlığını hissettirmeli, açıkken yokluğunu,” gibi.

Bu rapor bir kitaba dönüşüp torna’dan yayımlanacak. Şu an metnin nasıl bir kitap olması gerektiği üstüne çalışıyorum.

Konaklama programlarının temel unsurlarından biri de misafir olmak. Peki sence bir kitaba nasıl misafir olunur? Nasıl sığılır?

Stephane Mallarme, “Dünyadaki her şey sonunda bir kitap olmak için vardır” diyor. Yani şimdiye kadar yapılmış kitapların hepsi, zaten içerisinde ne varsa, onların evi. Ancak bu bir misafirlik değil. Kitabın misafiri okuyucudur. Misafirliğin süresi de okuyucunun o kitapla geçirdiği vakit kadar. Bazen bir kitaba hayatının sonuna kadar misafir olursun, bazılarının ise kapısının önünden bir daha asla geçmezsin. Ama kitabın kendisi için misafirlik kavramı geçerli değildir. Bir “kitap” olmuşsan eğer, sonsuza dek o kitapsındır. Yapılmış ve bitmişsindir. Evin sahibisindir.

Yine yapılmış, bitmiş bir kitaba yalnızca okuyucu olarak sığabilirsin; sayfaların sana sunduğu alan kadar üzerlerine notlar alarak belki. Ama esasen kitaba sığmak değil, kitap “olmak” vardır. Kitap, fiziksel koşulları gereği yapılırken sonsuz olasılıklara sahip. İstediğin büyüklükte, istediğin kalınlıkta, istediğin sayfa sayısı kadar düşünüp tasarlayabilirsin. Ancak basılıp bittiğinde olasılıklar da sonlanmış olur. İçine yeni bir şey giremez, içinden bir parça eksilmez.

2018 yılında “Kütüphanemdeki tüm kitapları fiziksel olarak bir kitaba nasıl sığdırabilirim?” sorusuyla yola çıkıp elimdeki tüm kitapların ağırlıklarını ölçüp, en hafifinden en ağırına doğru bir dizini içeren The Volume isimli bir kitap ürettim. Kitabı, kütüphanemdeki en küçük kitaptan daha küçük ve en hafif kitaptan daha hafif olarak tasarladım. Son sayfasına da kitapların toplam ağırlığını yazdım. Yalnızca iki kopya ürettiğim bu kitabın bir kopyası BAS arşivinde, diğeri de Yahşibey Tasarım Çalışmaları kütüphanesinde duruyor.

Her kütüphane, ev sahibine dair öyle ya da böyle küçük izler taşır. Torna’daki kütüphaneyi ilk kez gördüğünde neler düşündün? Nasıl bir izlenime kapıldın? Yoksa zaman içerisinde gelişen başka türlü bir ilişki mi kurman gerekti?

torna’nın kitap arşivini yanlış hatırlamıyorsam ilk defa 2013 yılında Kadıköy’deki dükkânda görmüştüm. Sonrasında İstanbul’a her gidişimde torna’ya mutlaka uğrayıp hem yeni gelen kitapları inceliyordum hem de birkaç kitap satın alıyordum. Tabii bir müşteri olarak dükkânda geçirebileceğin zaman kısıtlı. Dolayısıyla her kitaba bakabilmem mümkün olmuyordu.

On yıl sonra aynı kitaplar beni bir mekâna yayılmış olarak değil, bu sefer bir kitaplığa istiflenmiş olarak karşıladı. Daha da iyisi, birkaç saatim değil, hepsiyle vakit geçirebileceğim iki haftam vardı. Ben de bu geniş süreyi ve sınırsız erişim imkanını avantaja çevirip her kitapla tek tek ilgilendim. Kitapları boy, kalınlık, ağırlık, cilt yapısı, kâğıt tipi ve baskı yöntemi gibi fiziksel koşullara bağlı olarak mesleki bir bakışla yeniden inceledim. On yıl önce beğendiğim ve yıllar içerisinde unuttuğum birçok kitabı o zamanlar neden beğenmiş olabileceğimi, bazılarına neden bir türlü elimin gitmediğini ve arşive yeni eklenen kitapların eskilerle kurduğu bağlamı hem bir tasarımcı hem de okuyucu olarak yeniden hatırladım.

Soodeh Karimi (Helikon)

Helikon konaklama programına katılan sanatçılar Orhan Özçalık, Soodeh Karimi, Fırat Yusuf Yılmaz, Furuq Noei.

Helikon’daki doğal ortam, konaklamanın sonunda ürettiğin işleri nasıl etkiledi?

Helikon’a gelmeden önce, orada ikamet eden bazı İranlı sanatçıların sayfalarını veya instagram’larını incelemiştim. Beni Helikon’a çeken en önemli unsur sanat projelerinden ziyade açıkçası doğal ortamıydı. Bu dönemde özellikle siyah, beyaz ve gri olmak üzere çeşitli spektrumlardaki gümüş renkleri ve bazen de yansıtıcı yüzeylere sahip olan farklı malzemelerle kolaj yapmaya meraklıydım. Her zamanki gibi fotoğraf baskılarını da kullanmıştım. Aletlerimin bir kısmını yanımda getirmiştim ama Helikon’un doğallığı nedeniyle, ilk başta bu aletleri neredeyse tamamen unuttum. Marangozluk aletlerini kişisel tarzımla birleştirmek için fazlasıyla heveslenmiştim. Taş aletleri kullanabilir, kille çalışabilir ve seramikten çanaklar yapabilirdik ama ben istemsizce sadece bulduğum bir ahşap parçasına odaklandım. Orhan çalışırken ondan etkilenmiş olabilirim. Hem mekanik aletler hem de makineyle ahşap işlemenin çıkardığı sesi çok beğendim. Benim için çok heyecan vericiydi. Ormanın içindeydik ve her tarafımız ağaçlarla çevriliydi. Orhan, ormana olan arzumu anlamış gibiydi ve bana iki tane kütük verdi. Böylece kendimi gerçekten yeni ve heyecan verici bir mücadelenin içinde buldum!

Buralı olmayan biri olarak buraya ilk gelişinde şehir merkezinden uzak bir yerde konaklamak deneyimini nasıl şekillendirdi? Tam tersi olsaydı sence nasıl olurdu?

Benim açımdan Helikon doğal alanıyla tanımlanıyor ve bence bu sanatçı konaklamasının en önemli yönü idi. Helikon bir kent merkezinde yer alsaydı kesinlikle bambaşka bir yerde olurdu. Doğadan bu kadar etkilenemezdik açıkçası. Şehirlerdeki birbirine benzer ve donanımlı stüdyolar gibi bir yer olabilirdi.

Dillerini bilmeden etraftaki insanlarla iletişim kurmak nasıldı? İlişkiler nasıl ilerledi?

Çoğu zaman İngilizce bilen diğer kişiler tercüman rolünü oynuyordu. Diğer katılımcı olan Forough da Türkçe biliyordu bu yüzden komşular veya Türkçe konuşan sanatçılar geldiğinde o benim için Farsça çeviri yapıyordu. Helikon’daki en iyi deneyimlerden biri yerel halkla tanışmaktı. Bizi çok merak ettiler ve her akşam neler olduğunu anlamak için ziyarete geldiler. Program sonunda yaptığımız sergimizde, son işleri yerleştirirken oldukça naziktiler ve bize çok yardımcı oldular.

Bu yazı bir Avrupa Birliği projesi olan CultureCIVIC: Kültür Sanat Destek Programı’nın desteklediği “Sanat Haberciliğini ve Eleştirisini Yerelden Geliştirmek” projesi kapsamında Argonotlar tarafından komisyon edilmiştir. 

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Civan Özkanoğlu ile .artSümer'de gerçekleşen ilk kişisel sergisi "Hepimiz Biliyoruz"u konuştuk.

Duyurular

Argonotlar Almanak 2024'ün basılı olarak yayımlanması için başlattığımız destek kampanyasının detayları bağlantıda!

Söyleşi

Uluslararası Sinop Bienali’nin yaratıcı sürecinin merkezinde yer alan Hal kolektif’le, şehirle kurduğu bağlar ve katılımcı bir yaklaşımla gerçekleştirdiği projeler üzerine konuştuk.

Söyleşi

Diclekent’teki yeni mekânları vesilesiyle Merkezkaç Sanat Kolektifi’nden Uğur Orhan’la konuştuk.

© 2020

Exit mobile version