Söyleşi

Tüm güzel anılar iplikler ve kodlarla saklanabilir mi?

Ramazan Can ile sanatta geleneksel ve dijital arasındaki sentezler, dikotomiler ve gerilimler üzerine

Ramazan Can & Cem Sonel, We bring you greetings from the nomads, 2023

Anna Laudel İstanbul’da izleyiciyle buluşan “All The Good Memories Are Stored”, Ramazan Can ve Cem Sonel’in ortak üretimlerini ve bireysel işlerini bir araya getiriyor. Sergi, geleneksel halı motiflerini dijital LED panellerle birleştirerek malzeme, teknoloji ve sanat arasındaki sınırları sorguluyor. 

Ramazan Can ile yaptığımız röportajda, serginin ortaya çıkış hikâyesinden üretim sürecine, kullanılan materyallerin anlam dünyasından Doğu ve Batı ayrımının uzantısı olan kültürel çatışmalara kadar geniş bir çerçevede tartıştık. Geleneksel ve dijital unsurların sanatta nasıl buluştuğunu, bu ikiliğin bireysel ve kolektif yaratıcılıkla nasıl dönüştüğünü konuştuk. 

Öncelikle bu ikili nasıl bir araya geldi; sizi bir araya getiren temel motivasyon ne oldu? Serginin üretim sürecinde hep birlikte mi çalıştınız; üretim süreci nasıl ilerledi?

Cem’le birlikte ürettiğimiz ilk işlerimiz sokakta. Birlikte bir şeyler yapmayı ya da üretmeyi seviyoruz. Üstüne uzun uzadıya konuştuğumuz sergi planlarımız vardı bayadır. Ortak sergi açmanın ötesinde ortak iş üretmekten zaten söz ederdik. Tüm bunların üstüne Art Cologne planlandı ve bizim için hareketli ve heyecanlı bir sürecin başlangıcı oldu. Çok kısa bir süremiz vardı fakat zaten günün birinde yaparız diye planladığımız taslakların üstünden geçince tüm plan daha ilk haftadan netleşti. Bu serginin üretim süreci de benzer bir şekilde gelişti. Fikir aşamasında netleşmiş ancak henüz üretilmemiş taslaklarımız vardı. Oturup hangilerinin mekana daha uygun olabileceğine karar verip işe koyulduk. Cem’in buhranlı bir dönemine denk geldiğimiz için tüm üretimi benim atölyemde yapmaya karar verdik. Dolayısıyla çıkan son işlerin tümünde hep bir aradaydık. Ortaya yeni bir şey çıkarırken süreç biraz sancılı oluyor ancak birlikte üretirken bu iş tek başına girdiğin mücadeleden biraz daha rahat oluyor. Çünkü düşünen iki farklı beyin var. Birlikte üretmenin en avantajlı yanı bu sanırım.

Cem Sonel, Symmetry II, 2021

Geleneksel halı motiflerini dijital ledlerle birleştirirken zıt materyaller arasındaki çatışmayı nasıl yumuşatıyorsunuz?

Bireysel olarak ele aldığımız kavramlar plastik bir zeminde birleşebiliyor bu da bizim için ortak bir alan yaratıyor aslında. Benim ana malzemem olan halı da piksel tabanlı, Cem’in kullandığı led paneller de piksel tabanlı. Halıda kullanılan atkı ve çözgülerin oluşturduğu kesişme noktaları Cem’in üstünde durduğu binary ikili sayı sistemin oluşturduğu zeminle örtüşüyor.  Ayrıca farklı bölgelerde olsa da aşağı yukarı aynı dönemlerde büyümüş olmamız ortak bir imge dünyasına maruz kalmamıza neden olmuş diyebiliriz. Bu da aslında aynı kaynaktan beslendiğimizin bir işareti.

Zanaat ürünü sayılan halı, ne zaman bir sanat nesnesine dönüşür? Halı gibi bir zanaat ürünü, dijital bir medyum olan ledlerle bir araya geldiğinde mi sanat statüsüne “yükselir”? On sekizinci yüzyıldan önce izine rastlayamadığımız sanat-zanaat ayrımı sizce çağdaş sanat söz konusu olduğunda nereye oturuyor?

Bakış açısına göre farklılık gösterse de halı her zaman bir sanat nesnesiydi. İşin içine fonksiyonellik girdiği için biraz ezilmiş sanırım. Bu coğrafyada İslamiyet’in yanlış yorumlanmasından kaynaklı bir tasvir yasağı söz konusu olmuş ve haliyle içinde yaratma arzusu olan insanlar sanki bu duruma bir başkaldırıda bulunurcasına tüm yaratma arzularını halı, kilim gibi nesnelere aktarmışlar. Dolayısıyla çok büyük bir soyut hazine ortaya çıkmış. Bu biraz büyük bir söylem gibi görünebilir ancak bizim amacımız tam olarak bunun savunuculuğunu yapmak değil belki biraz hatırlatıcısı olabiliriz. 

Doğu motiflerini ya da Doğu göçebe kültürüne indirgenen deve, büyükbaş hayvanlar, geometrik işlemeler gibi imgeleri yeniden üretmek, oryantalist dürtülerin dijitalleştirilmiş bir sunumu olarak mı okunmalı yoksa bu imgeleri donuklaşmış pasif hallerinden çıkararak oryantalist bakışın altını oyma çabası olarak mı?

Özellikle devenin doğrudan oryantalist bir imge olarak anımsanmasından kaynaklı yakın zamanda Almanya’da gerçekleşecek bir sergimin en önemli çalışmasından vazgeçtim. Eser 16 metre uzunluğunda bir göçebe kervanının temsili olacaktı. Deve Yörüklerin göçerken kullandıkları en önemli hayvan aslında. Biz orada sadece bir göç temsili yapmak istedik. Sizin dile getirdiğiniz düzlemde derinlikli bir anlam arayışına girmedik. Belki o hayvanlar arasında deve olmasa siz de bana bu soruyu sormayabilirdiniz. 

René Magritte’in “Bu bir pipo değildir.” eserinin halı dokumayla işlenmesi, sanırım benim en sevdiğim iş oldu. Peki bu tür bir yeniden üretim, Magritte’in metin ve imge arasındaki ilişkiyi sorgulayan eserinin kavramsal arka planına yeni bir yorum katma gayesi taşıyor mu, yoksa esere kültürel bir bağlam eklemekle yetiniyor mu?

Rene Magritte imgelerin ihanetiyle metin ve imge arasındaki ilişkiyi yeterince zorlamış. Benim yaptığım hem imgeyi hem de metni değiştirmek sadece. Biraz ironi. Bunu kendime mal etmem biraz saçma olur. Bu iş yeni başladığım bir serinin üçüncü çalışması. Lisans dönemimde kendime usta olarak gördüğüm sanatçıların eserlerine kendi dilimle oluşturduğum bir saygı ifadesi, o kadar. 

Serginin aynı zamanda sloganik bir tarafı da var. “İt ürür kervan yürür”, “I have wondered the mountains with the nomads for forty years”, “I used to be a stranger of this place. Now I am the owner” ve serginin de başlığı olan “all the good memories are stored”. Bu cümleler nasıl seçildi ve eserlerle nasıl bir ilişki kuruyor?

Bu sloganların bazıları benim yaptığım küçük çaplı saha araştırmalarında ortaya çıkıyor. Ve genellikle başka insanlar tarafından söyleniyor. Ben aldığım kayıtları gözden geçirirken fark edip işlerimde kullanıyorum. Ve çoğu halının dilinden izleyiciye aktarılıyor. Kırk yıl dağda yörüklerle gezen ben değilim, o işte yer alan halı. Ya da mekânın sahibi olan varlık ben değilim, o halı. Serginin ismi bunlardan biraz ayrı, onu Cem’le birlikte karar verdik. Depolamak-saklamak eylemleri üzerinde duruyorduk. Cem’in ele aldığı taraf çok net: Kod sistemleri, bilgisayar hafızaları, dijital dünyanın bildiğiniz yanları… Benim ise halıyı kullanarak yaptığım ilk işlerimin adı yüklük serisiydi ve o halıların hepsi yüklüklerden çıkarılmıştı. Artık eskisi gibi kullanılmadıkları için yüklüklere saklanmışlardı. Böyle bir ortak nokta keşfedince serginin ismi ortaya çıktı.

Serginizi sosyal medyadan takip ettiğim çoğu kişinin ziyaret ettiğini görüyorum. Bu ilgi de bana Türkiye’nin malum ikilikler arasındaki gerilimini hatırlatıyor. Doğu-Batı, klasik-modern, yerel-evrensel, sanat-zanaat, analog-dijital… Bu ayrımlar arasında gidip gelen ya da seçim yapmaya zorlanan bir kültür ortamını deneyimlerken, siz bu sergiyle nasıl bir açılım getirmeyi hedefliyorsunuz?

Tüm düşünce dünyamız bu ikiliklerden oluşuyor aslında. Bunun çözümlemesini en iyi yapan  Derrida’nın sözleriyle bunu açıklamak mantıklı olacaktır. Logos merkezcilik olarak ifade edilen bu düşünce biçimi Batı-Doğu, modern-klasik, evrensel-yerel gibi dikotomiler üzerinden yürütülüyor. Derrida’ya göre bizler dünyayı bu tür dikotomilerin penceresinden okuyoruz. Bu dikotomiler üzerinden kurulan her bir ayrım, kendi içinde birincinin ikinciye üstün görüldüğü bir hiyerarşiyi simgeliyor. Örneğin; dost-düşman, varlık-yokluk, iyi–kötü yeni-eski gibi… Derrida’ya göre birinci sıradaki (iyi) ve öncelikli olan kavram, diğeri olmadan ele alınamaz. Çünkü birinci kavram ikinciyle birlikte anlam kazanmaktadır. Daha doğrusu, ikinci kavram birinciye varlık kazandırmaktadır. Örneğin, hatırlamak kavramı, ancak unutmak varsa bir anlam ifade eder. Ya da dünyada zenginlik, ancak fakirlik varsa mümkün olabilir. Yani, Derrida’ya göre her bir dikotomideki kavramın biri diğerinden bağımsız değildir. 

Bu bağlamda, zamansal açıdan birbirine zıt iki yapının bir araya getirilmesiyle oluşturduğumuz işlerde bir tarafta geleneksel motiflerle oluşturulmuş bir kullanım nesnesi, diğer tarafta ise halıyı tamamlayıcı bir şekilde uzanan güncel bir pratik yer alıyor. Derrida’nın penceresinden bu iki yapı birbirini destekler nitelikte. Ayrıca sergiyi gezip oradaki desenlere aşina olmayan kimse yoktur. Yani hemen hepimiz aşağı yukarı orada gördüğünüz nesnelere benzer bir nesne üzerinde yürümeyi öğrendik. Biz bu bunun ne zaman olduğuyla pek ilgilenmiyoruz. Zira kızım şu an 1 yaşında ve sergi mekânındaki halılara benzer bir halının üstünde emekliyor. Bu benim için şu an çok kıymetli, ancak gelecekte bunu anımsadığımda yine kıymetli olacak, ama değer ölçütleri belki değişecek.   

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

40. yılını kutlayan Siyah Beyaz’ın uzun yolculuğunu, biriktirdiklerini ve gelecek planlarını galerinin yöneticisi Sera Sade ile konuştuk.

Kütüphane

“Bir Bulut Gibi Belirir Hayaletler Sofra Üstünde” sergisi üzerine sanatçı Kayahan Kaya ve Gözde Mulla’nın yaptığı konuşmanın deşifresi Argonotlar Kütüphanesinde.

Duyurular

Galeri Siyah Beyaz, 40. yıldönümüne özel düzenlediği “Siyah Daha da Beyaz” isimli pop-up sergiyle 35 sanatçıyı bir araya getiriyor.

Eleştiri

"Çünkü bir kere baktık, biliyoruz artık: Bir dışarısı yok. Çünkü dışarıda değil hiçbir dağ." Gözde Mulla'nın Ankara Vitrin Galeri'de izleyici bekleyen işi üzerine

© 2020

Exit mobile version