Güncel sanat maalesef ki sinema, edebiyat gibi alanlar kadar geniş kitlelerce ilgi görmüyor. Bu nedenle Türkiye’deki güncel hakkında ana akıma seslenen belgeseller, televizyon programları, Youtube programları pek görmüyoruz. Gördüklerimizde de çoğunlukla maddi başarılarıyla öne çıkan sanatçılar yer alıyor.
Mahmut Fazıl Coşkun’un yönetmenliğini yaptığı Crossroads belgeseli “Türkiye’nin ilk çağdaş sanat belgeseli” duyurusuyla 41’inci İstanbul Film Festivali’nde yer alıyor. Seçkin Pirim, Gülay Semercioğlu, Candaş Şişman ve Sinan Logie gibi farklı alanlardan sanatçıların peşine takılan film Türkiye çağdaş sanatına dair küçük bir panorama sunuyor. Filmi yapımcılar Vanessa Medini Arslan ve Bulut Reyhanoğlu, yönetmen Mahmut Fazıl Coşkun, senarist Sinan Yusufoğlu ve kurgucu Adil Yanık’tan dinledik.
Film seanslarını İstanbul Film Festivali sayfasından takip edebilirsiniz.
Basın bülteninde filmin “Türkiye’nin ilk çağdaş sanat belgeseli” olduğunu belirtmişsiniz. Benim bildiğim kadarıyla da bu formatta çağdaş sanat / güncel sanat alanında bir belgesel daha önce yoktu. Öncelikle böyle bir belgeseli çekmeye nasıl karar verdiniz?
Vanessa Medini Arslan: Aralık 2017 – Mart 2019 tarihleri arasında İstanbul Art News’de sanatçı atölyeleriyle ilgili yazmış olduğum yazıları, gelen olumlu yorumlar sonrasında bir kitap altında toplamayı düşünürken, yazılı bir kaynağa ek olarak görsel bir kaynak oluşturmanın da faydalı olacağına karar verdim. Dijital kaynakların her gecen gün çoğaldığı bir dönemde, sanatçılarımızın hikayelerinin bu şekilde daha çok insana ulaşabileceğini düşündüm.
Sanat okulunda okumuş bir sanatsever olarak Türk çağdaş sanatının ve sanatçısının global platformlarda tam anlamıyla hak ettiği yerde olduğunu ve hak ettiği değeri gördüğünü düşünmüyorum. Bu da beni üzüyor ve hatta kızdırıyor. Senelerdir sanatçı ve galerici dostlarım ile Türk çağdaş sanatının ve sanatçısının bilinirliğini arttırmak için ne yapabiliriz diye konuşuyoruz. Ben de kendi adıma katkıda bulunabilmek için biri kitap biri de belgesel olmak üzere bu iki projeyi geliştirdim. Kitap Salon Couture Books tarafından basılıyor.
Bu belgeseli de kiminle, nasıl çekerim diye düşünürken ortak bir arkadaşımız vasıtasıyla Bulut Reyhanoğlu’yla tanıştım. Ki bence bu kesinlikle bir tesadüf değildi. Doğru zamanda doğru insanla karşılaşmak kesinlikle buna denir. Uzun zamandır hayalini kurduğum bu belgeseli Bulut Bey’le paylaştım ve ne mutlu bana ki hayalime ortak oldu, hayalimi gerçekleştirmem için bana destek oldu. Aynı vizyona ve değerlere sahip bir insanla çalışmanın şansını ve keyfini bana yaşattığı için kendisine çok teşekkür ediyorum. Beni kimse ondan iyi anlayamazdı.
Bulut Reyhanoğlu: Vanessa yapmak istediklerini anlatınca tüm bu olanların arkasında bizi birleştiren ortak bir nokta bulduk: “Bizi anlatmak”. Hep belgesel yapmak istemişimdir ama bunu yaparken de farklı olmasını istemişimdir. Bunu ancak beni anlayacak ve güvenebileceğim bir ekiple gerçekleştireceğime inandığım için yönetmen Mahmut Fazıl Coşkun, senarist Sinan Yusufoğlu, görüntü yönetmeni Ersin Gök, kurgucu Adil Yanık, müzisyen Murat Asil ve kalabalık bir prodüksiyon ekibiyle çalıştık. Bizi anlayan ve hayalimizi emanet ettiğimiz bir çalışma grubu oluştu. Bu anlayış prodüksiyon ve post prodüksiyon kısmında da sürdü. İşin en zor kısmı bu belgesele finans yaratmaktı. Maalesef Türkiye’de belgesel ve sanat dediğinizde sponsor ya da fon bulmak oldukça zor. Sonunda kendi imkanlarımızla kaynak yaratarak bu belgeseli tamamlayabildik.
Farklı malzemeler kullanan, farklı eğitimlerden ve geleneklerden gelen sanatçılarla görüşüyorsunuz filmde. Hangi sanatçıları dahil edeceğinize nasıl karar verdiniz?
Vanessa Medini Arslan: Ülkemiz tarih boyunca Doğu ve Batı kültürünün bir arada var olduğu bir coğrafyada yer alıyor dolayısıyla çok zengin bir kültür mirasına sahip. Biz de hem kendi topraklarına ve özüne sadık kalan, hem de yeri geldiğinde Batı’dan ilham almaktan çekinmeyen, fakat aldığı bu ilhamı da kendilerine has olan sanat üslupları ve teknikleriyle harmanladığını düşündüğümüz farklı disiplinlerden dört sanatçımızı belgesele dahil ettik. Tabii ki bunu yapan sadece dört değil, birçok değerli sanatçımız var fakat bu belgesel için yarattığımız kurgu ile birebir örtüşen, hikayeleri ve pratikleri arasında da bağlantı kurduğumuz bu dört sanatçı oldu.
Bulut Reyhanoğlu: Burada ben sanatçılarımıza teşekkür etmek istiyorum. Tüm çekimler boyunca son derece uyumlu ve mutlu bir çalışma yaptık sanatçılarımızla. En zor kısmı bana göre kurguydu. Burada da Adil Yanık’a teşekkür ederim çünkü dört sanatçıyı birlikte kurgulamak çok zordu ve bunu Adil çok güzel başardı.
Kurgudan devam edelim o halde. Filmin hızlı bir kurgusu var. Türkiye’deki belgesel alanında pek görmediğimiz bir metot. Filmin kurgusuna nasıl karar verdiniz? Neden böyle hızlı anlatımı tercih ettini?
Adil Yanık: Bunun birçok nedeni var aslında; Filmin kurgusunu tasarlarken Mahmut Fazıl’la konuşmalarımızda hep avangard bir yapı kurmayı ve bu yapının sadece biçimi değil içeriği de desteklemesini istiyorduk. Görüntüleri izlemeye başladığımda sanatçıların eserlerinde yarattıkları illüzyon beni çok etkiledi. Her bir sanatçı gerek sanat pratiklerinde gerekse yaşamlarında ‘contrast’ın önemli bir yeri olduğunu ve zıtlıkların birbirine değer kattığı düşüncesini yansıtıyordu. Ben de belgeseli bu olgu üzerine inşa etmeye karar verdim. Hızlı kesmelerle, ani duraklarla ve ses tasarımıyla tüm duyuları harekete geçirip izleyicinin zamansal ve mekansal algısını manipüle ederek bu illüzyonu belgeselin bütününde hissetirmek istedim. Ayrıca filmin arka planında İstanbul’un kaosunun, koşturmacasının da duyumsanması benim için önemliydi. Bunu yaparken de her şeyi önden tasarlamak yerine doğaçlamaya da yer vererek filmin evrilmesine izin verdim diyebilirim.
Film senaryo açısından da çok sistematik şekilde ilerliyor. Sanatçıların sanata bakışları, görüşleri, sanat pratikleri çok düzenli ve karmaşıklaşmadan akıyor. Belki kurgu sorumla benzer, ancak senaryoya da özel olarak değinmek istedim. Bu senaryo akışını nasıl oluşturdunuz?
Sinan Yusufoğlu: Yıllardır Türkiye’deki çağdaş sanat işlerini yakından takip etmeye ve bu dünyadan beslenmeye çalışan biri olarak, Bulut Reyhanoğlu ve Vanessa Medini’nin çağdaş sanat belgeseli yapma fikri çok mutluluk vericiydi. Bulut ve Vanessa uzun yıllardır çağdaş sanat dünyasının içindeler ve sanatçılarla yakın ilişkileri var. Bu belgesel için de bir çok sanatçıyla görüştüler ve uzun bir sürecin sonunda dört sanatçıda karar kılındı ve beni de senarist olarak projeye davet ettiler. Sanatçıların isimlerini duyunca hemen kabul ettim. Seçkin Pirim, Gülay Semercioğlu, Candaş Şişman ve Sinan Logie eserlerini hayranlıkla takip ettiğim evrensel sanatçılar ve onlarla aynı belgeselin parçası olmak benim için çok heyecan vericiydi.
Yönetmen Mahmut Fazıl Coşkun’la birlikte uzun bir hazırlık sürecinin ardından senaryoyu yazmaya başladım. Mahmut klasik belgesel dilinin ötesinde; farklı, çok katmanlı, evrensel ve daha stilize bir dünya yaratmak istiyordu. Mahmut’la daha önce iki filmde çalışmış olmak, onun estetik kaygılarını bilmek yazım sürecinde işimi çok kolaylaştırdı. Mahmut neyi nasıl yapmak istediğini çok iyi bilen bir yönetmen ve senaryo sürecinde de beni çok iyi yönlendirdi. Sanatçıların eserlerini, onların bu eserleri üretirken beslendikleri dünyayı anlamak kolay değildi.
Bu yazım süreci benim için de bir keşif oldu. Böyle önemli işler üreten dört sanatçının dünyasına girmek, onlarla vakit geçirmek ve bunu senaryolaştırırken görsel bir dil yaratmak oldukça heyecan verici bir süreçti. Bu senaryoyu yazarken ben de çok şey öğrendim ve çağdaş sanata bakışım, sanatçıların derinliğini kavradıkça farklı boyutlar kazandı. Farklı disiplinlerden gelen, çok özgün işler üreten bu sanatçıları çok karmaşıklaştırmadan, basit bir şekilde nasıl anlatabilirdim sorusunun peşine düşerek yazdım diyebilirim. Onların eserlerinin görsel seviyesine sinema diliyle nasıl ulaşabilirdik? Hem çok felsefik, hem kişisel, hem de kentle bağını koparmayan bir dünya nasıl yaratabilirdik? Senaryoyu yazarken bu sorular kafamdaydı. Bu kadar hızla değişen, dönüşen bir çağdaş sanat dünyasını, rekabetin ve ‘piyasa’ beklentilerinin nefes aldırmadığı bu karmaşayı nasıl daha varoluşsal ve kişisel bir yerden anlatabiliriz sorusunun cevabını vermeye çalıştık biraz da. Yönetmen Mahmut Fazıl Coşkun’un yarattığı güçlü görsel dünya, görüntü yönetmenimiz Ersin Gök’ün etkileyici kamerasıyla buluştu. Kurgucumuz Adil Yanık’ın bu hızla dönüşen çağdaş sanat dünyasını, hızlı ve çok katmanlı bir kurguyla yeniden yaratmasının büyük katkısıyla ortaya Crossroads çıktı. İyi ki bir parçası olmuşum dediğim bir film oldu Crossroads. Umarım bu yolculuk yeni sanatçılarla devam eder.
Mahmut Fazıl Coşkun
Belgesel yapma süreci benim için her zaman çok heyecan verici ve öğretici olur. Crossroad süreci de bana çok şey öğretti. Bulut Reyhanoğlu bu projeden bahsettiğinde heyecanla kabul ettim. Sinan Yusufoğlu’yla birlikte tüm sanatçılar için uzun bir araştırma sürecine giriştik, onlarla vakit geçirdik, eserlerine dair okumalar yaptık. Çalışmalarını hayranlıkla takip ettiğim dört sanatçının dünyasını daha yakında görmek, onlarla birlikte çalışmak eşsiz bir deneyimdi. Seçkin Pirim, Gülay Semercioğlu, Candaş Şişman ve Sinan Logie ile hem hazırlık sürecinde hem de sette çok iyi anlaştık. Yaratmak istediğimiz görsel dünyaya uyum sağladılar ve çok şey kattılar. Atölyelerinde çoğu zaman yalnız üreten bu sanatçılar, kalabalık bir set ortamının kaprissiz oyuncularına dönüştüler. İki haftalık çekim sürecinde İstanbul’un birçok semtine, mekanına, galerisine gittik.
Bu süreç çok yorucuydu ama her gün değişen, dönüşen İstanbul’u kadrajımıza almak da bizim için önemliydi. Yıllardır sektörde önemli işler yapan görüntü yönetmeni Ersin Gök’ün atmosfer yaratmaktaki başarısı ve hakimiyeti, sette enerjisi hiç tükenmeyen yardımcı yönetmenimiz Onur Güler’in neşesi ve çok rahat koşullarda çalışmamızı sağlayan yapımcılarımız Bulut Reyhanoğlu ve Vanessa Medini olmasaydı bu belgesel olmazdı. En önemlisi de çektiğimiz, ama kullanmayı düşünmediğimiz her planı incellikle kullanan, çok katmanlı, özel ve avangard bir dünya yaratan kurgucumuz Adil Yanık da bu belgesele çok şey kattı.