2020 yılı sanat dünyasında ve hatta dünyada çok az şeyin eskisi gibi kalabileceğini açıkça ortaya koymuştu. Bu fırtınalı yılın ardından, 2021 ise kendi içinde bazı çarpıcı değişimleri beraberinde getirdi. Bu değişimlerin en önemlileri sanat kurumlarında gerçekleşti. ABD ve Avrupa’daki bazı müzeler, işleyiş biçimlerindeki kalıcı değişikliklerin habercisi olan birtakım tartışmalarla karşı karşıya kaldı.Bazıları ise liderlik anlayışlarını çeşitlendirip ileriye dönük bazı önemli adımlar attı. Bu arada, Covid nedeniyle yaşanan uzun süreli gecikmelerin ardından, Avrupa ve Asya’da nicedir beklenen müzeler nihayet faaliyete geçip uluslararası çaptaki büyük kurumlar arasında kendilerine yer açmış oldular.
Sanatçılara gelince, onlar da bu yıl içerisinde birtakım söylemleri daha ileriye taşımada, bazı acil konuların dünya çapında tartışılma biçimlerine yön vermede ve de yeni bir ortamın yükselişinin önünü açmada önemli bir rol oynadılar. Buna ek olarak, sanat dünyasının önde gelen isimleri ise sanatseverlerin hasret kaldığı fuarların, önemli müzayedelerin ve benzeri etkinliklerin yeniden hayata geçirilmesine yardımcı oldu.
Dilerseniz şimdi gelin geriye dönüp 2021 yılında yaşanan bu gelişmelerin sanat dünyasına nasıl yön verdiğine hep birlikte bakalım.
16- Kuantum temalı Jasper Johns sergisi iki ayrı şehirde izleyicisiyle buluştu
Mind/Mirror isimli ve de oldukça önemli, aynı zamanda son derece iddialı bu iki parçadan oluşan Jasper Johns tematik sergisi, New York’taki Whitney Müzesi’nde ve Philadelphia Sanat Müzesi’nde aynı anda izleyicisiyle buluştu. Problama tekniği ve prizmaların kullanıldığı sergide (Şubat ayına kadar devam edecek), farklı yerlerdeki bu iki galerinin bazen birbirini yankılaması ve bazen de ortak bir temanın farklı yönlerini ele alıyor olması öne çıkarılmak istenmiş. Serginin küratörlüğünü iki isim üstlendi. Whitney Müzesi’ndeki kısmının küratörü olan Scott Rothkopf ile Philadelphia Sanat Müzesi’ndeki kısmının küratörü olan Carlos Basualdo’nun böyle kapsamlı bir serginin eş zamanlı olarak küratörlüğünü üstlenirken kendi aralarında pek çok detayı konuşup tartışmak durumunda kaldıklarını tahmin etmek güç değil. Öte yandan, 91 yaşında ve yaşayan en önemli sanatçılardan biri olan Johns’un işlerinin ise bizlere söyleyecek çok fazla şeyi olduğu da açıkça ortada. —Andy Battaglia
15- Indianapolis müzesinin yayınladığı iş ilanı ulusal düzeyde bir tepkiye yol açtı
Newfields’daki Indianapolis Sanat Müzesi’nin yeni bir direktör alımı için, açıklamasında “Müze’nin çekirdekleşmiş geleneksel beyaz sanat izleyicisini kaybetmeden daha geniş ve daha çeşitli bir kitleyi çekmeyi” amaçladığını belirttiği bir iş ilanı yayınlaması tepkiyle karşılandı. Bunun üzerine Müze derhal geri adım atıp şöyle bir açıklama yayınladı: “Müzemizin ve de aynı zamanda çoğu müzenin izleyici kitlesi öteden beri oldukça homojen bir yapıda olmuştur ve hâlâ da aynı homojenlikte, biz bunu değiştirmekte ve izleyicilerimizi çeşitlendirme maksadımızda kararlıyız. Temel kitlemizi yeniden oluşturmaya ve çeşitlendirmeye odaklanan bu girişimimize bağlı olarak iş tanımımızdaki ifadelerimizin kapsayıcı değil ayrıştırıcı bir dil içermiş olmasından derin üzüntü duyuyoruz.” Ancak bu açıklama tepkileri yatıştırmaya yetmedi ve sonuç olarak bu olaydan kısa bir süre sonra müzenin başkanı Charles Venable görevinden istifa etti. —Andy Battaglia
14- François Pinault’nun uzun zamandır beklenen Paris müzesi açıldı
Mega koleksiyoncu François Pinault yaklaşık yirmi yıldır Paris’te bir müze açmaya çalışıyordu. Pinault’nun bu hayali devasa kişisel bir sanat merkezine dönüştürdüğü Paris’teki eski borsa binası Bourse de Commerce’in bu yıl itibariyle ziyaretçileri ağırlamaya başlamasıyla nihayet gerçekleşmiş oldu. Yıllar süren bekleyişten ve Tadao Ando’nun 195 milyon dolara mal olan mimari dokunuşlarının ardından, Bourse de Commerce artık, aynı zamanda Kering şirketinin de kurucusu olan Pinault’nun oldukça pahalı koleksiyonuna yaraşır lüks bir mekân haline geldi. Ortaya çıkan görselliğin olağanüstü kalitesini fark etmemek mümkün değil. Müze, Covid sürecinden dolayı yaşanan iki ertelemeden sonra açılışını, son derece sıra dışı bir sunumla, işleri nadiren toplu olarak görülebilen bir sanatçı olan David Hammons tematik sergisiyle yaptı. Aynı zamanda Cindy Sherman, Ser Serpas, Urs Fischer gibi birçok sanatçının işlerinin de sergilendiği açılıştaki sergiler, Bourse de Commerce’in sadece Paris’in -zaten zengin olan- müze sahnesine değil, aynı zamanda uluslararası müze sahnesine de önemli bir giriş yaptığını kanıtlar nitelikteydi. —Alex Greenberger
13- Kübalı sanatçılar insan hakları ihlallerine karşı sessiz kalmadı
Kübalı sanatçılar 2021 yılı boyunca ülkelerindeki insan hakları ihlallerine ve sansüre karşı gerçekleştirilen protestolara öncülük ettiler ve bu nedenle zaman zaman hapis tehdidiyle de karşı karşıya kaldılar. Birçok sanatçı sokaklara dökülürken, Luis Manuel Otero Alcántara gibi sanatçılar ise uzun süre gözaltında kaldı. Havana Bienali sırasında, Tania Bruguera, Teresita Fernandez ve Walid Raad’in de aralarında bulunduğu dünyanın dört bir yanından 400’den fazla kültür çalışanının Küba hükümetinin son bir yıl içinde gerçekleştirdiği insan hakları ihlallerine dikkat çeken açık mektubu imzalamasıyla olaylar patlak vermiş oldu. Havana’da sık sık polislerin hedefi haline gelen Bruguera, #NoALaBienalDeLaHabana etiketiyle sosyal medyada yaygınlaşan boykot kampanyasının açık destekleyicilerinden biriydi. Sanatçılar Julie Mehretu, Theaster Gates ve Marina Abramović’in yanı sıra küratör Hans Ulrich Obrist da boykota açıkça destek veren ünlü isimlerden bazılarıydı. Kasım ayı itibariyle, çok sayıda katılımcı yapılan çağrılara kulak vererek bienalden çekildi. —Tessa Solomon
12- Klaus Biesenbach, MOCA Los Angeles’tan sürpriz bir şekilde ayrıldı
Los Angeles’taki Çağdaş Sanat Müzesi, 2000’li yılların başından bu yana New York’tan bir dizi genel müdürün gelip gittiği fırtınalı bir süreç geçirmekteydi. Klaus Biesenbach on yıldan fazla bir süre çalıştığı MoMA PS1’den ayrılıp, 2018 yılında MOCA Los Angeles’ın başına geçtikten sonra, birçok kişi onun gerçekten de uzun süre bu görevde kalacağına inanıyordu. Ancak Biesenbach kısa görev süresi boyunca, önce kıdemli küratör olarak işe aldığı Mia Locks’ı elinden kaçırdı, ardından da bir diğer küratörü Bryan Barcena’yı Regen Projects isimli ticari bir galeriye kaptırmış oldu. Ayrıca müzenin insan kaynakları müdürü Carlos Viramontes bu süreçte görevinden ayrıldı. Bu yılın başlarında Müze, Biesenbach’ı sanat direktörlüğüne kaydırarak, kurumun günlük yönetimi ve operasyonlarının yanı sıra uzun vadeli personelle ilgili girişimleri denetleyecek bir genel müdür arayışına başladı. Nihayetinde yönetim kurulu, 2019’da Columbus, Ohio’daki Wexner Sanat Merkezi’nin genel müdürü seçilen, öncesinde ise New York’taki New Museum’daki çalışmalarıyla adını duyurmuş olan Johanna Burton’ı bu göreve atadı. Bu haber camiada hissedilir bir sevinçle karşılandı. Haberin sevinci devam ederken bir hafta sonra Biesenbach, iki Berlin sanat kurumunu, Neue Nationalgalerie’yi ve yakında kurulacak olan 20. Yüzyıl Müzesi’ni, yönetmek için kurumdan ayrılacağını duyurdu. Bu ayrılık haberi, Biesenbach’ı müzede tutmak için elinden geleni yapmaya çalışan MOCA yönetim kurulu için de bir sürpriz oldu. Bu gelişmelerin ardından Burton kısa süre içinde kurumun tam yetkili müdürü konumuna gelerek geçtiğimiz Kasım ayında bu yeni görevine resmen başlamış oldu. —Maximilíano Durón
11- Tartışmalı Robert E. Lee anıtı nihayet kaldırıldı
2020’deki Black Lives Matter protestoları sırasında aktivistler, ırkçı figürleri onurlandıran anıtların, özellikle de Konfederasyon generali ve köle sahibi olan Robert E. Lee’nin anıtlarının kaldırılması çağrısında bulunmuştu. 2021’de, bu anıtların çoğu nihayet kaldırıldı. Söz konusu anıtların en büyüğü, Lee’nin yıllardır Richmond, Virginia’da bir kaidenin üzerinde duran at üstündeki heykeliydi. Kaldırılmasını engellemek amacıyla açılmış olan iki davaya rağmen, heykel geçtiğimiz Eylül ayında kaldırıldı. Anıtın kaldırıldığı gün Virginia valisi Ralph Northam, “Halka açık anıtlarımız kim olduğumuzun ve neye değer verdiğimizin sembolleridir. İnsanı köleleştiren bir sistemi korumak için savaşan liderleri onurlandırmak, Virginia’nın sırtında çok uzun yıllar yük olmuş bir meseleyi yüceltmek demektir.” Uzun zamandır pek çok kişi tarafından beklenen anıtın kaldırılması olayı, aynı zamanda, 2020 yılından itibaren yürütülen aktivizm çalışmalarının meyve vermeye başladığının da bir kanıtı oldu. —Shanti Escalante-De Mattei
10- Sanat piyasası, yüz yüze etkinliklere geri döndü
Pandeminin nedeniyle verilen yaklaşık iki yıllık bir aradan sonra, uluslararası sanat fuarları ve en büyük müzayede evleri nihayet yüz yüze etkinliklere ev sahipliği yapmaya kaldığı yerden devam etmeye başladı. Fuarlar açısından bunu yapabilmek çok da kolay olmadı elbette. Geçtiğimiz sonbaharda, dünyanın en büyük sanat fuarı olan Art Basel, yeniden İsviçre’nin Basel kentinde takipçileriyle buluşmuş oldu. Benzer şekilde Armory Show da tekrardan bu yıl New York’ta gerçekleştirildi. Kalabalık kontrolü için zaman ayarlı girişlerin ve koronavirüsle ilgili kısıtlamaların devam etmesi nedeniyle fuarlardaki hava geçmiş yıllara göre biraz daha sönük kaldı. Öte yandan üç büyük müzayede evi Christie’s, Sotheby’s ve Phillips görece daha iyi bir geri dönüş yaparak insanları New York, Avrupa ve Hong Kong’daki müzayede salonlarına bir şekilde yeniden toplamayı başardılar. Linda ve Harry Macklowe’un Sotheby’s’teki koleksiyonu yüzlerce kişi tarafından izlendi ve şaşırtıcı bir şekilde 676 milyon dolar hasılat yaparak fiyat rekorları kırdı. Bu geri dönüş, müzayede sektörünün de yeniden canlanmasını sağlamış oldu. Pandeminin başlangıcından beri bu kadar coşkulu bir teklifler ve böylesi büyük fiyatlar görülmemişti. —Angelica Villa
9- UNESCO Parthenon Mermerlerinin iade edilmesini tavsiye etti
UNESCO Danışma Kurulu, geçtiğimiz Ekim ayında Paris’te gerçekleştirdiği yıllık toplantısını, İngiliz hükümetinin Londra’daki British Museum’un koleksiyonunda bulunan ünlü Parthenon Mermerlerinin mülkiyet statüsünü yeniden gözden geçirmesine ilişkin tavsiyesiyle tamamladı. Bu tavsiye, tarihin en uzun süren iade tartışmalarından biri sayılan Parthenon Mermerlerinin iadesi için önemli bir gelişmeydi. İngiliz hükümeti, yontulmuş kabartma panellerin ve frizlerin 1801’de Yunanistan Osmanlı işgali altındayken, İngiliz büyükelçisi Lord Elgin tarafından Atina’daki Parthenon’dan yasa dışı yollarla alındığına ilişkin iddialara itiraz etmekteydi. Yunanistan ise buna yanıt olarak, bu durumun düpedüz bir yağma olayı olduğunu ileri sürüyordu. İngiliz hükümeti uzun zamandan beri komitenin mermerlerin İngiltere’ye varış koşullarını araştırma çağrısını reddederek durumu süresiz olarak uzatmasına karşın, UNESCO’nun açıklaması 1984 yılından bu yana meselenin komite tarafından duyulması için lobi yapan Yunanistan için bir zafer niteliğinde oldu. —Tessa Solomon
8- Lee Kun-hee’nin geniş koleksiyonu Güney Kore müzelerinde
Dünyanın dört bir yanındaki müzeler için zor geçen bir yılda, bazı kurumların birtakım başarılara imza attığını görmek güzeldi. Nisan ayında, yüzyılın müzayedesi olabilecek şey, Kore Ulusal Müzesi ile Ulusal Modern ve Çağdaş Sanat Müzesi (MMCA) müdürünün ifadesiyle “yüzyılın bağışı” oldu. MMCA, 2020’deki vefatının ardından ailesinin 12 trilyon won’dan (10,4 milyar dolar) fazla bir miras vergisi faturasıyla karşı karşıya kaldığı Samsung’un son başkanı Lee Kun-hee’nin oldukça geniş koleksiyonundaki 23.000 sanat eserinin alıcıları arasında adı geçen birkaç Kore müzesinden sadece biri. Yaz boyunca sergilenen 20 milyar dolar değerindeki koleksiyondan parçalar arasında Renoir, Gauguin ve Pissarro gibi isimlere ait olanlar oldukça dikkat çekti, ancak koleksiyon yalnızca bununla sınırlı kalmayarak Yoo Youngkuk, Lee Jungseop ve Kim Whanki de dahil olmak üzere sanat tarihi açısından önemli Koreli sanatçıların işleri bakımından da oldukça zengin bir çeşitlilik sunuyor. —Sarah Douglas
7- ABD müze kurullarında siyah kadınlar yönetimi devraldı
Denise Gardner, geçtiğimiz Nisan ayında, uzun süredir mütevelli heyeti üyesi olduğu Chicago Sanat Enstitüsü’nün bir sonraki başkanı olarak seçildiğinde manşetlerdeki yerini aldı ve tarihe geçmiş oldu. Kasım ayında göreve geldiğinde, kuruma liderlik eden ilk kadın ve ilk Afrikalı Amerikalı oldu. Gardner’ın başkan oluşunun hemen ardından, genellikle değişmesi nispeten zor olan benzeri müzelerin yönetim kurullarına ilişkin değişim haberleri de peş peşe gelmeye başladı. Eylül ayında Seena Hodges Minneapolis’teki Walker Sanat Merkezi’nin başkanı, Suzanne McFayden Austin’deki Teksas Üniversitesi Blanton Sanat Müzesi’nin başkanı ve Constance Rice ise Seattle Sanat Müzesi’nin başkanı oldu. Bu dört Siyah kadının başkan olarak seçilmesi, ülkedeki diğer büyük müzelerden de yakında buna benzer değişim haberlerinin gelmesi yönünde bir umut teşkil ediyor. —Maximilíano Durón
6- Louvre’a ilk kadın müdür
Dünyanın en iyi müzelerinin çoğunun beyaz erkekler tarafından yönetildiğinin ve bunun hep böyle süregeldiği bilinen bir gerçektir. Fakat Louvre Müzesi, bir sonraki başkanı olarak Laurence des Cars’ı seçerek bu hususta ilerici bir adım attı ve böylece Paris’teki müzenin 228 yıllık tarihinde ilk kez bir kadın başa geçmiş oldu. Des Cars’ın bu göreve gelmesi, sırasıyla 2014 ve 2017 yılları itibariyle başına geçtiği Orangerie Müzesi ve Orsay Müzesi’nde kazandığı itibar göz önüne alındığında camiada büyük bir övgüyle karşılandı. Bu müzelerdeki görevi sırasında des Cars, aralarında Orsay’deki küratör Denise Murrell’in Édouard Manet gibi isimlerin Siyahlarla ilgili konulara yer verdikleri ses getiren işlerini bir araya getiren sergisi Black Models’in genişletilmiş bir versiyonunun da bulunduğu bir dizi kışkırtıcı serginin gerçekleştirilmesine ön ayak oldu. Des Cars’ın henüz birkaç ay önce göreve başladığı Louvre’a da aynı radikal enerjiyi getirip getiremeyeceğine dair bir şeyler söylemek için şimdilik biraz erken olsa da onun bu göreve getirilmesi, değişimin oldukça nadir ve de yavaş gerçekleştiği bu tür kurumlar adına ilerisi için atılmış oldukça önemli bir adım oldu. New York Times’a verdiği demeçte des Cars, “Müze dünyasındaki kadınlar açısından bir şeyler gerçekten değişmeye başlıyor,” dedi.
5- Hong Kong’un uzun zamandır beklenen M+ müzesi açıldı
Yapımı on yıldan fazla süren Hong Kong’taki M+ müzesi sonunda Kasım ayında açılmış oldu. 700.000 metrekarelik alanı ve Uli Sigg’in 1.400’den fazla işleri de dahil olmak üzere koleksiyonculardan gelen bir dizi büyük bağışla müze hem büyüklüğü hem de heyecan vericiliği bakımından neredeyse New York Modern Sanat Müzesi’ne eşdeğer bir konumda. Herzog & de Meuron tarafından tasarlanan ters T şeklindeki binasıyla M+, uluslararası alanda önemli bir çıkış yaparak sanatseverler için potansiyel bir destinasyon olma yolunda ilerliyor. Yine de, önemli siyasi meseleleri ele alan –özellikle Çin hükümetine yönelik olan– sanat işlerini sergileyip sergileyemeyeceği hususunda akıllarda bazı sorular var – örneğin Ai Weiwei’nin bir fotoğrafının bu nedenle sergilenememesi tartışmalara yol açtı ve bu noktada müzenin MoMA’ya rakip olma hayalinin nasıl sonuçlanacağı merak konusu. —Alex Greenberger
4- NFT rüzgârı sanat dünyasında fırtına etkisi yarattı
2020’nin son aylarında, insanlar evlerine kapanmışken, kripto dünyasının iki devi Bitcoin ve Ethereum’un nasıl yükselişe geçtiğini izledi. Bu durumu 2021’in ilk aylarında, önceleri pek de yaygın olarak bilinmeyen bir ifade olan “NFT”nin sözlüklere girmesi takip etti. NFT’ler 2010’lardan beri var olmasına rağmen, yakın zamana kadar sadece blockchain meraklıları gerçekten ne olduklarını biliyorlardı. Bununla birlikte, kripto para birimlerinin değeri tırmanışa geçtikten sonra, insanlar Ethereum’da bu işe yeni merak salmaya başlayan kişilere dijital sanat eserleri satarak ne kadar para kazanılabileceğini çabucak fark ettiler. Beeple,“Everydays: The First 5000 Days”i (2021) Christie’s’te 69 milyon dolara satılana kadar sanat dünyası ve dünyanın geri kalanı NFT’leri gerçekten ciddiye almamıştı. Dijital sanatçılar için devrim niteliğindeki bu değişim adeta uzun süredir bekledikleri bir hayalin gerçekleşmesi gibiydi. Öte yandan geleneksel sanatçılar da, birçok NFT’nin sanatçılara işleri satıldıktan hemen sonra yeniden satılması halinde satış fiyatı üzerinden yüzde 10’luk bir pay verme garantisi vermesi sebebiyle, NFT’nin cazibesine hızla kapıldılar. Elbette herkes aynı derecede memnun değildi. Birçok eleştirmen, NFT’lerin kalitesi yüksek bir sanat eseri olarak kabul edilemeyeceğini ve bu alanın da beyaz erkekler tarafından domine edildiğini, ayrıca dolandırıcılık, hırsızlık gibi olayların da yaygın olarak görüldüğünü belirttiler. Tüm bu sürecin kendisi bu yeni milyar dolarlık endüstri hala emekleme aşamasında gösteriyor ama bir taraftan da bu alanın gelecek yıllarda nasıl gelişeceğini izlemek de oldukça etkileyici. —Shanti Escalante-De Mattei
3- Christo’nun Arc de Triomphe’yi kaplama hayali gerçekleşti
Geçtiğimiz Eylül ayında Paris’in en görkemli sembollerinden biri olan Arc de Triomphe sanatçı Christo’nun bir projesini somutlaştırmak adına 25.000 metrekare gümüşi mavi geri dönüştürülebilir polipropilen kumaş ve aynı kumaştan 3.000 metre kırmızı ip kullanılarak kaplandı. Christo ve Jeanne-Claude 1961 yılından itibaren birlikte Paris’in kamusal alanlarında çeşitli sanat eserleri yaratmaya başladılar. İkilinin projeleri arasında bir kamu binasını kaplamak da vardı. Christo, Paris’e taşındığında, Arc de Triomphe yakınında küçük bir oda kiralamıştı ve o zamandan itibaren Jean Chalgrin’in bu Neoklasik ikonuyla yakından ilgilenmeye başlamıştı. 1962’de Arc de Triomphe’nin kaplanmış bir fotomontajını ve 1988’de ise bir kolajını yapmıştı. Sanatçının uzun yıllar üzerinde çalıştığı bu projesi, ne yazık ki Christo öldükten sonra ancak bu yıl hayata geçirilebildi. Muhtemelen sanatçının 1995’teki Reichstag’dan bu yana en yüksek bütçeli ve en harikulade kaplama projesi olan bu işin tamamlanması Christo’nun isteği üzerine, kendisinin ölümünün ardından ekibi tarafından yapıldı.
2- Met Sackler adını duvarlarından kaldırdı
2010’ların sonlarında, müzeler Sackler’larla aralarına mesafe koyma baskısıyla karşı karşıya kaldığı vakitlerde, birçok sanat kurumu, bağımlılık yapan özelliklerinin tamamen farkında olduğu halde ağrı kesici OxyContin’i satmakla suçlanan aileden gelen şeyleri kabul etmeyi bırakacaklarını belirtmişti. (Aile, kötü amaçlı bir şey yapmadıkları iddiasını devam ettirse de yasal süreç yakın zamanda ailenin 4 milyar dolarlık bir ödeme yapmasıyla son buldu. OxyContin’i satan Purdue Pharma şirketi de bu yıl içinde feshedildi.) O zamanlar, çok az kurum ailenin adını kurumlarından tamamen kaldıracağını beyan etmişti. Bu nedenle, 2021 yılının Aralık ayında, son yarım yüzyılda Sackler’lardan milyonlarca dolar alan New York Metropolitan Museum of Art’ın, Sackler adını müzenin çeşitli mekânlarından kaldıracağını açıklaması oldukça önemli bir andı. Bu mekânlar arasında müzenin en çok rağbet gören bölümlerinden biri olan Dendur Tapınağı’nın bulunduğu galeri de yer alıyor. Sackler ailesi durumu, “meşaleyi artık Müze’yi desteklemek amacıyla öne çıkmak isteyen başka insanlara devrettikleri” şeklinde açıklarken, Met’in bunu yapması, büyük ölçüde sanatçı Nan Goldin gibi önemli isimlerin öncülük ettiği P.A.I.N. grubunun 2018’de müzede gerçekleştirdiği oldukça ses getiren protestosu ve yürüttüğü aktivizm çalışmaları nedeniyle oldu. Haberin duyurulmasından kısa bir süre sonra Goldin, Twitter’da “Başardık!” diye yazdı. —Alex Greenberger
1- Almanya yüzlerce Benin Bronzunun iadesini başlattı
1897’de İngiliz birlikleri tarafından Benin Krallığı’ndan yağmalanan eserlerden oluşan Benin Bronzlarına ilişkin protestolar son birkaç yılda daha da fazla ses getirdi. Almanya 2022’de yüzlerce parçayı geri göndermeyi planladığını duyurması, müzelerin nihayet aktivistlerin taleplerini dinlemeye başladığının bir kanıtı oldu. Nisan ayındaki açıklamadan önce, Berlin’deki Humboldt Forumu Mart ayında yaptığı açıklamada, henüz yeni açılmış bir müze için oldukça cesur sayılabilecek bir beyanda bulunarak Benin Bronzlarını sergilemeyeceklerini belirtmişti. Ardından Alman devleti de aynı şeyi yaptı ve bazı parçaların, açıldığında Benin City’deki Edo Batı Afrika Sanatı Müzesi’nde sergilenmesini sağlamak amacıyla Nijerya’ya toptan iade edilmesinin planladığını söyledi. Haber hoş bir sürpriz oldu: Almanya, Birleşik Krallık ve diğer ülkelerle karşılaştırıldığında çok az Benin Bronz’una sahip olsa da bu açıklama diğerlerinin de aynı şekilde hareket etmesi için yolu açmış oldu. Ardından beklenen oldu ve diğer bazı müzeler de aynı yoldan ilerledi: Metropolitan Sanat Müzesi ve Smithsonian Afrika Sanatı Müzesi de Almanya’nın duyurusundan sonraki aylarda Benin Bronzlarının bir kısmını geri gönderdiler. Almanya’nın beyanı, Batılı müzelerin nihayet sömürgecilikteki rollerini kabul etmeye başladıklarının bir göstergesiydi ve dünyanın dört bir yanından pek çok kişi için gelecekte de ülkeler arası benzer iadelerin olabileceğine dair bir umut oldu. —Alex Greenberger
Çeviri: Erdem Gürsu
Kaynak: ARTnews