Bir festival değerlendirme yazısına biten değil de başlayacak olan bir sonraki edisyonun hayaliyle başlık atmak pek normal görünmüyor olabilir. Ancak 26-29 Ağustos tarihlerinde ikincisi gerçekleştirilen, bitmesin istediğimiz Bergama Tiyatro Festivali’nin üzerimizde bıraktığı his tam da böyleydi: Bir sonrakinin heyecanı…
Bergama 2500 yıllık tarihiyle çok çeşitli uygarlıklara kucak açmış, dünyanın ilk yerel festivallerinden ‘Kermes’i 1937 yılından günümüze kesintisiz devam ettirebilmiş, Türkiye’nin ilk altın madenine karşı yürütülen uzun soluklu direnişin ev sahibi olmuş, birçok farklı açılardan büyük bir kültürel zenginliğe sahip bir kent. Antik tiyatroları, tapınakları, akropolü, Osmanlı’dan kalma Arasta’sı, tarihi Bergama evleri, Emre Arolat tasarımı Bergama Kültür Merkeziyle kültürel zenginliğinin yanında mekânsal olarak da bir tiyatro festivaline kucak açan bir kent.
İlkine 2018 yılında dahil olduğumuz festival tüm bu kültürel birikimin farkında olarak, daha ilk yılında olabildiğince organize, incelikli ve derdi olan bir festival olduğunu belli ediyordu. Anne tarafından Bergamalı ancak Berlin’de yaşayan Eren Arıkan’ın hayallerinden yola çıkan festival ilk yıl Bergama ve Berlin arasındaki –Zeus Altarı’nın Pergamon Museum’da yer alması dolayısıyla da yaşanan- sıkıntılı ilişkiyi de odağına alarak şekillenmişti. İki şehir arasındaki ilişkiyi, yıllar içerisindeki insan ve eser göçünü işaret edecek oyunlar/performanslar izleme şansı bulmuştuk. ”Müdahale” ve ”Birlikte Yapalım” başlıkları altında tiyatroyla beraber kamusal alana sızmış, yerel kültürü tanıtacak atölyeleri deneyimlemiştik. Bergama’nın günümüze kadar ayakta kalabilmiş antik kentin/tiyatronun yanında, çağdaş tiyatro mekânlarının ve tiyatroya dair olmayan birçok mekânın sahneye dönüşüne şahit olmuştuk. Bittiğinde tadı damağımızda kalan festivalden, Bergama için biçilmiş bir kaftan hissiyle ayrılmıştık.
İlkinin üzerinden -ne yazık ki Bergama Belediyesi’nin yönetim değişimi ve pandemi gibi sebeplerle- üç sene geçtikten sonra bir araya gelebildiğimiz 2. Bergama Tiyatro Festivali de tüm pandemi şanssızlıklarına rağmen ilkinden hiç de aşağı kalmıyordu. Ekip ilkinin üzerine çok daha fazlasını koyarak, eksiklerinin farkında olarak yola çıkmış. Destekçilerini, paydaşlarını artırmış, Kültür Bakanlığı, İzmir ve Bergama Belediyesi, çeşitli sivil toplum kuruluşları ile işbirliklerini güçlendirmiş ayakları yere daha sağlam basan bir festival karşıladı bizi bu defa.
Bu sene yola çıkarken seçtikleri tema ve üzerine titizlendikleri başlıklar merak uyandırıcıydı. “Yerelleşme, Sektörleşme, Gençler ve Çocuklar ile Engellenen Bireylerin Kültür ve Sanat Hayatına Katılımı”… Tüm bu başlıklar özelinde hazırlanan program, çoktan seçmeli haliyle katılımcısına gün içerisinde tüm Bergama’yı dolaştıran soluk soluğa, dört günlük bir serüven sunuyordu. Yetişkin ve çocuklar için “Dünyadan, Bergama’dan ve Bölgeden” performanslar, yerleştirmeler, alana dair atölyeler, yürüyüşler, paneller, sergiler, sanatçı söyleşileri ve kültürel miras atölyeleri gibi sayısız dallara ayrılmış bir program kurgulanmıştı. Çocuklar için üretilen işlerin kalitesinin oldukça kötü olduğu bir ülkede yaşıyoruz ne yazık ki. Yetişkinlere gösterilen özenin ve önemin çocuklara da gösterildiği onların da çok sayıda etkinlik ve oyunla buluşturulduğu festivallere de pek alışkın değiliz açıkçası. Bu nedenle Bergama Tiyatro Festivali çocukların ve engellenen bireylerin kültür sanatla buluşmasına gösterdikleri önemle de bir adım öne çıkıyordu.
Bu yılki başlıklardan “Yerelleşme”de öncelik verilen en önemli konu, bölgeden performansların seyirci ile buluşturulmasıydı. Bergama ve çevresinde yaşayan sanatçıların işleri, ağırlıklı olarak, kendilerine perşembe ve cuma programda yer bulmuştu. Yine yerelleşme üzerinden sabahın erken saatlerinde başlayan Bülent Türkmen rehberliğindeki “Pergamon Antik Kent Yürüyüşü” festivalin kilit taşlarından biri gibiydi. Bergama gibi büyük bir tarihe sahip bir kenti onu daha yakından tanıyarak oyunlara/mekânlara dahil olmak şüphesiz kıymetli bir deneyimdi. Yine yerelleşme başlığı altında Bergama yemekleri, halı dokuma, zeybek, sepet örme, zeytin kültürü, sabun ve parşömen üzerine kurgulanmış atölyeler bölgeyi tanımak için fırsat sunuyor, katılımcılar tarafından büyük ilgi görüyordu. Ana kadro dışında tüm festival ekibinin Bergama’da/bölgede yaşayan gençlerden oluşturulmuş olması hem onlar hem de katılımcılar için birçok açıdan besleyiciydi.
Diğer yandan bir festivalin ikincisi için oldukça iyi kotarılmış olsa da ufak tefek ihtiyaçlar da göze çarpmıyor değildi. Yerelleşme başlığı altında eksikliği hissedilen en önemli konu, yerel halkla Bergama dışından gelen seyircinin birlikte üreteceği/katılacağı işlerin ya da diyaloğa gireceği durumların azlığıydı kanımca. Katılımcılar oyundan oyuna, atölyeden atölyeye koşarken yerel halkla temasın artırılacağı projeler tasarlansa, – bir açık hava festivali olmakla beraber- festival biraz daha karma bir şekilde sokağa indiğinde tadından yenmeyecek şüphesiz ki. Yerel halkla kaynaşılabildiğimiz vakitler sadece 3500 kişilik hınca hınç dolu olan Asklepion Antik Tiyatrosu’nda onlarla birlikte birbirimize ve sahneye laf atarak Vahşet Tanrısı ve Bir Baba Hamlet oyunlarını beklediğimiz, yer yer benzer ya da yer yer hiç benzemez tepkilerimizle oyunları birlikte izlediğimiz anlardı. Belki de festivalin ardından hem katılımcıların, hem de yerel halkın nabzını tutacak, geri bildirimlerini alacak kısa bir anket geleceğe dair fikir verebilir.
Organizasyona dair sıkıntılardan biri de tüm kente yayılmış bir festival için bilgilendirmenin yer yer eksik kalmasıydı. Biz ikinci defa katıldığımız için şanslıydık, mekânları tanıyorduk. Ancak özellikle ilk defa gelenler için merkezden uzak mekânlara ulaşabilmenin, ulaşım sürecini öngörmenin –özellikle Akropol’e ulaşımın- zorlayıcı olduğunu gözlemleyebildik. Konaklama mekânlarının da merkeze uzak olduğu düşünüldüğünde ulaşıma dair biraz daha çalışılması gerektiğini söylemek mümkün. Oyun iptalleri ya da saat değişiklikleri gibi anlık durum bilgileri için de haberleşme ağı üzerine çalışmak yaşanan az sayıdaki sıkıntının da önüne geçecektir.
Pandemi nedeniyle yurtdışından yalnızca iki ülkeden Macaristan ve Fransa’dan iki performans izleyebildiğimiz festivalde bu senenin yıldızları -benim için- yerli projeler arasından çıktı ve mekânla kurduğu ilişki ile ön plana çıkan Parşömen, Bergama Stereo Bergama ve Taşıdıklarımız oldu.
Parşömen, Proje Difüzyon projesi olarak Zinnure Türe’nin yazıp, yönetip, oynadığı günümüze referansları kuvvetli bir kadın metniydi. Toprak ve bereket tanrıçası Demeter’in, kızı Persephone’nin Hades tarafından kaçırılması karşısındaki duygularını ve Bergama’nın yakın tarihinden rivayet edilen Zehra kızın başına gelenlerin harmanlandığı hikâyenin yalnızca Bergama’da sahnelenmek üzere hazırlanmış olmasıyla da onu ayrıca özel kılıyordu.
Cevdet Erek’in Bergama Stereo Bergama adlı çalışması, Büyük Bergama Sunağı’ndan yola çıkan, sesi, mimariyi ve tarihselliği merkezine alan, Berlin ve İstanbul yolculuğundan sonra sunağın Pergamon Antik Kenti’ndeki kalıntıları ile Bergama’da buluşma şansı yakalayan yolculuğu uzun bir iş. Bir tarihsellikten yola çıkarak tasarlanmış işitsel bir tasarımın ona ilham olmuş mekânla buluşması ve tüm bu serüveni Erek’in antik kentin kalıntıları üzerinde davulu ile çalarak aktarmasıyla festivalin ‘büyülü’ işiydi.
Çıplak Ayaklar Kumpanyası’nın Taşıdıklarımız‘ı, zihinsel/maddi/dünyevi sahip olduğumuz yükleri saklandıkları yerden başımıza üşüştüren, izlerken içinde kaybolduğumuz bir iş oldu. Mekâna özel bir iş olarak üretilmemiş olsa da Asklepion antik kentindeki tarihi uyku odaları kalıntıları üzerinde sahnelenirken anlamını daha da büyüten ve belki de olması gereken yeri bulmuş bir performansa dönüşüyordu.
İlk yıl henüz programı açıklandığında ‘birlikte üreterek, tartışarak ve izleyerek kolektif ruhu dürten, alışılmışın dışında bir deneyim sunan bu festivalin yolu açık, yoldaşı bol olsun.’ yazmıştım Bergama Tiyatro Festivali için. Daha ikincisinde yolunu kendi açan, yoldaşlarını kucaklayan bir festival olmayı başardılar. Ömrü uzun olsun.