Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Kütüphane

Açık Radyo’dan “Bağımsızlar”: Sanat Dedikleri Tuhaf Şey

Açık Radyo’nun karasal yayın lisansını iptal etmesinin ardından 2021’den beri ilk kez yayınlanamayan Bağımsızlar, Açık Radyo ile dayanışan Argonotlar aracılığıyla size ulaşıyor.

Bağımsızlar, 5 Kasım 2021’de Açık Radyo’da sesli olarak hayatına başlayan ve öncesinde de bagimsizlar.org üzerinde, Türkiye’de devlet veya özel sermaye sahipliğinde veya güdümünde olmayan bağımsız kültür sanat veya komşu alanların çeşitliliğini ve ölçeğini görünür kılmayı, güncel ve dinamik bir bilgi kaynağı oluşturmayı, bağımsızlar arasında dayanışma ve iş birliklerine zemin hazırlamayı hedefleyen web tabanlı bir platform.

Ancak RTÜK’ün Açık Radyo’nun karasal yayın lisansını iptal etmesinin ardından 2021’den beri ilk kez yayınlayamadığımız Bağımsızlar, Açık Radyo ile dayanışan başka bir bağımsız olan Argonotlar’la sizlere ulaşmaya devam ediyor.

Ben Bağımsızlar ekibinden Emel Gülşah Akın, 95.0 Açık Radyo yerine sizlere Argonotlar’dan sesleniyorum. Konuğumuz ise Sinan Eren Erk.

Sinan merhaba, öncelikle katıldığın için teşekkürler. Üzerine konuşacağımız şey Sanat Dedikleri Tuhaf Şey adlı podcastin ve buna paralel olarak ürettiği bültenin, ancak Sanat Dedikleri Tuhaf Şey nedir demeden önce bize kısaca kendinden bahseder misin?

Sinan Eren Erk: Ben aslında bir küratör ve sanat yazarıyım. Bu alanda eğitim aldım ve Türkiye’ye döndükten sonra 2013 yılından beri de bu alanda çalışmaya devam ediyorum. Uluslararası ya da yurt içinde sergilerin küratörlüğünü yapıyorum. Yazılar yazıyorum, konuşmalar, seminerler, moderatörlükler gibi bir takım genel olarak bizim alanda olan şeylerin hepsine birazcık bulaşmış durumdayım. 2021 yılından itibaren de Sanat Dedikleri Tuhaf Şey’i yapıyorum. Sanat Dedikleri Tuhaf Şey, Türkiye’de çağdaş sanat özelinde ve güncel üretimler odağında devam eden ve bunları hem onları yapan insanlardan -sanatçılardan, küratörlerden veya farklı alandaki sanat emekçilerinden- dinleyebileceğimiz tarihe de bir not bırakabileceğimiz ve genel büyük arşivin bir parçası olmayı hedefleyen bir podcast yayını. Newsletter kısmı daha yeni başlayan bir süreç. O daha sonrasında ortaya çıktı. Orada da biraz kültür sanatla ilgili kişisel önerilerimle ve o haftanın ya da o bölümün konusuyla ilintili olduğunu düşündüğüm bir takım üretimlerle, kitaplarla, sergilerle ya da bazı şarkılarla ya da videolarla, kısa filmlerle beslediğim bir süreç.

Ben bir tarihçi olarak kayıt bırakma konusuna çok dikkat ediyorum ve çok önem veriyorum. Bu açıdan, aslında senin yaptığın şeyin de Türkiye güncel sanatı için önemli bir kayıt kaynağı olduğunu düşünüyorum. Sanat Dedikleri Tuhaf Şey, yanlış hatırlamıyorsam 2021 yılında ortaya çıktı. Ne yaptığını söyledin ama ne amaçla yola çıktı? Yani neyin eksikliğini fark ettin de bu sürece başladın?

Sinan Eren Erk: 2021 öncesini aslında ben bir anlatayım, çok kısaca. Bu sürecin neden buraya geldiğini de söylemekte yarar var. Daha öncesinde, işte üniversite zamanında İTÜ Sözlük Radyo’da bir yayınım vardı ve iki sene boyunca o yayın devam etti. Orada da şöyle bir şey vardı, yani evet bir radyo yayını gibiydi. Tematik olarak her bölümde farklı bir temada müzik arşivine giriyordum. İnsanlara şarkıların nereden geldiklerini ve nasıl oluştuklarını da bazen anlatarak o şarkıları çalıyordum ve çeşitli anonslar kaydetmiştim. İzleyicilerden, dinleyicilerden sorular alıyordum. O dönem evden yaptığım bir yayındı bu ve gerçekten de iki sene boyunca iyi devam etti. Ama sonrasında bir ara verdim. Eğitimlerim, okul hayatım, başka şeyler girince devam edemedim ama daha sonrasında 2020 yılında bir sene kadar bir başka podcaste başladım ve o podcastte şunu farkettim. Zaten bu arada podcast ve kayıt kültürü bana uzak bir şey değil. Çünkü yaklaşık artık 25 seneye yaklaşıyor; ben zaten müzikle ilgileniyorum. Müzik yapmaya çalışıyorum. Bu kayıtların ne hale geldiğini, neye yaradığını zaten fark ediyordum kendi yaşam pratiğim içinde ama sesin ve insan konuşmasının ne kadar çok bilgi taşıdığını o dönemlerde daha iyi anlamaya başladım. 2020 yılındaki podcastte, ki “Aklımızda Kalanlar” dı o podcastin adı, o podcastte biraz daha işte 15-20 dakikalık kayıtlar içinde biz insanları tanımaya çalışıyorduk. Yine kültür-sanat alanında insanları tanımaya çalışıyorduk ve orada şu çok enteresan bir şey getirdi; insanların sesinden, konuşma şekillerinden onların kimlikleri, samimiyetleri, yaptıkları şeyler hakkında çok daha fazla bilgi aldığımızı fark ettim. Samimiyetlerinin başka insanlara nasıl geçtiği de bunun bir parçasıydı. Sonra dedim ki, “Biz yazı gibi bir ara dille düşünmeye ve bilgiyi tüketmeye çok alışkınız. Sinemayla görsel olarak başka bir şey de var. Görsel ve işitsel olarak. Ama sadece sese odaklandığımızda ne ortaya çıkar?” Bunun sonucunda şu sonuca ulaştım: Evet, bu aslında çok daha büyük bir arşivin parçası ve bunu kendimiz de daha sonrasında dinlediğimizde veya o sesin sahipleri de sonra dinlediğinde çok farklı fikirlere çıkabiliyorlar. Hem kendinize bıraktığınız notlar gibi hem tarihe bıraktığınız notlar gibi hem de çevrenize bıraktığınız notlar haline geliyorlar ve kendi sesinizden bunları dinliyorsunuz. Dolayısıyla sanat tarihinde özellikle Türkiye’de -ben bir sanat tarihçisi değilim ama onlarla konuşarak bunları hep şekillendirdim- sanat tarihinin yazımında o samimiyetle ilgili bence bir sorun vardı veya bir bilgi akışında düzeltme, güzelleştirme, orta yolu bulmaya çalışma gibi bir yapı vardı ki bu bazen belli mecralar için kabul edilebilir ve gereklidir de hatta ama özellikle sanatı aynı olduğu gibi kaydetmek ve insanları da olduğu gibi anlamak, sanatçı mitinden uzaklaşmak, küratör mitinden uzaklaşmak için o ses dosyaları önemli bir kaynaktı. Dedim ki, “Bunun eksikliği varsa ben bunu nasıl yapabilirim?” Sonrasında ufak ufak bu işlere başladım. Mikrofonları aldım, insanların peşine koşmaya başladım; sesleri kaydettim. Hatta Sanat Dedikleri Tuhaf Şey’in dışında da yaptığım birkaç 5-6 bölümden oluşan mini seriler var sanatçılarla yaptığım. Mesela bir tanesinde -ki bu benim için çok özel bir seridir- Tülin Onat’la yaptığımız konuşmaydı. Onun atölyesi yıkılacaktı, kentsel dönüşümden dolayı yıkılacaktı. Biz o atölyenin içindeki sesleri, o atölyenin olduğu alanın bahçesindeki sesleri, kuşların seslerine kadar her şeyi kaydederek bir soundscape, ses alanı, ses dünyası yarattık. Gerçekten de o bina şu anda yok. Ama o kayıt en azından bir bilgi verebilecek şekilde tahmin edebileceğimizden çok daha fazla bir bilgiyle bizim yanımıza kalmaya devam ediyor.

Peki sanat dedikleri tuhaf şeyin ne olduğunu bulabildiniz mi? Yedi sezon yayınlandı şimdiye kadar ve her sezonun kendi içinde de hem dönemin sergilerini, sanatçılarını takip eden bir yapısı var. Mesela son yayınladığın bölüm, bir tribüt aslında, bir anı bölümü biraz da Mehmet Güleryüz ile ilgili. Neye göre belirliyorsun bunları? Mesela x sanatçısı ile ilgili, “Aa bak onunla ilgili ayrıntılı bilgi yok” gibi düşünüp, karar verip mi gidiyorsun mesela o kişiye? O süreç nasıl işliyor?

Sinan Eren Erk: Bu güzel bir soru. Aslında bizim arşive nasıl baktığımızla da ilgili bir soru. Ama burada biraz küratöryel, refleksler devreye giriyor. Neden? Çünkü temelde bir küratör mantığında düşündüğüm için daha çok bunu söyleyebilirim. Bir küratörün bakışı da doğal olarak subjektif ve biz o subjektif bakış açılarını bir araya getirerek bir perspektif oluşturabiliyoruz. Dolayısıyla bu yayın doğal olarak benim üzerimden şekillenen bir yayın ve benim bakışım biraz nereye gidiyorsa ona doğru ilerliyoruz. Ama bu bir otorite olma ihtiyacının çok ötesinde, gerçekten o gün neye dair bir samimi bakışım varsa o samimiyeti gösterebilmekle ilgili bir durum. Çünkü eminim benim gibi kendi tarafında ilgilendiği şeyleri kayda taşıyan, arşive taşıyan insanların sayısı çoğaldıkça, biz farklı insanların ekseninden bakıp toplamda bir bilgi birikimine çıkacağız ve orada dinleyici olarak, izleyici olarak yorumlayıcı olarak kararımızı vereceğiz. Bu anlamda evet, bazı eksiklikleri bazen fark edip kendimce fark ettiğim eksikliklerin üzerine gitmeye çalışıyorum. Ama örneğin Mehmet Güleryüz yayını bunlardan bir tanesi. Yine aynı şekilde Gülçin Aksoy’la ilgili de böyle bir yayın yapmıştım zamanında. Yani temas ettiğim ve kaybettiğimiz sanatçılar hakkında elimden geldiği kadar o bilgiyi paylaşmak ya da yaşadığımız şeyleri paylaşmak da bir taraftan değerli geliyor. Öbür taraftan güncel sergileri beni ilgimi çeken, beni etkileyen ya da daha çok insanı etkileyeceğini düşündüğüm sergileri, onların sanatçılarıyla, küratörleriyle konuşmak da başka bir bilgiye getiriyor bizi. Örneğin Meşher’deki John Craxton’ın sergisi üzerine Meşher’in kurum küratörleriyle yaptığımız, kaydettiğimiz bir bölüm vardı. Bu da bana çok bir taraftan önemli geliyor. Çünkü bir kurumun içindeki küratörleri tanıma şansımız çoğunlukla olmuyor Türkiye’de ama onların ağzından o serginin hazırlık sürecini, o serginin nasıl yapılacağını dinlemek çok değerliydi. Sanırım sonrasında da bir kapı açtı ki daha sonrasında o yani o alanda Meşher biraz daha açık davranmaya da başladı.

Soruna gelirsem, sanat dedikleri tuhaf şeyin ne olduğunu bulabildik mi? Hayır, bulamadık zaten. Ben en başta, başlangıçta şöyle bir şey söylemiştim. Bir balinayı avlamak gibi benim için sanat. Arkasından koşuyorsunuz ama onu avladığınız an aslında kendinizi de kaybediyorsunuz ve her şey bitiyor. Dolayısıyla asla avlanmayacak bir beyaz balinanın peşinden koşmak Sanat Dedikleri Tuhaf Şey. Ki bu yüzden logosu zaten bir balinadır ve bu yüzden de tuhaftır. Çünkü zamana göre değişir, insana göre değişir. Hatta çok küçük bir parantezle şunu da söyleyeyim. Daha önce birlikte kayıt yaptığımız sanatçıların bazıları, bir sene sonra, altı ay sonra o kayıtları yeniden dinlediklerinde “Ben o zaman neler söylemişim, o zaman nasıl düşünüyormuşum, kendimle konuşabildim, bu anlamda da iyi oldu ya, iyi ki biz bu kaydı yapmışız” gibi dönüşler yapıyorlar. Bu yüzden de kendi adıma, değilse bile sanat tarihi adına ya da yaptığımız iş adına mutlu olabiliyorum.

Podcast Türkiye’de son on yılda güçlenen bir alan. Yani yok değildi ama genelde insanlar web sitelerinden, eski arşiv bölümlerinden takip ediyorlardı bu tarz şeyleri. Şimdi daha bilinen ve kolay ulaşılabilen bir hal aldı. Bu açıdan da senin yaptığın şeyi biraz daha rahat bulunur, kolay ulaşılır ve anı takip eden bir çalışma gibi görüyorum ben. Peki bunu yaparken yaşadığın zorluklar neler? Yani bir bağımsız olarak, tamamen inisiyatif alarak ürettiğin bir çalışma bu ve günlük yaşam ritminin yanı sıra yapmaya uğraştığın, ürettiğin bir şey. Bir bağımsız olarak ne tarz sıkıntılarla karşı karşıya bıraktı bu durum seni?

Sinan Eren Erk: Bağımsızlık zaten fikir olarak kolay bir şey değil -özellikle içinde yaşadığımız çağın post-truth ya da neo-neoliberal dönüşümü içinde diyelim. Bağımsız olmak bir tarafta bir eksiklik gibi de çoğu insan tarafından görülüyor. Fakat bir taraftan da çok büyük avantajları var. İşte ben de mümkün olduğu kadar o zorluklarını absorbe edip, kendi içimde çözmeye çalışıp, avantajlarını kullanmaya çalışıyorum. Çünkü bir kere zamanlanmanızla ilgili çok büyük sorunlar yaşıyorsunuz her zaman. Çünkü hep hayatınızın olağan akışının ötesine geçen bir yere doğru gitmek durumunda. 24 saatin başlıyor ve o 24 saatin zaten işte atıyorum belki 10 saatini-16 saatini çalışmaya ayırıyorsun. Ama sonrasında ekstra bir bağlılıkla, daha fazla bir özveriyle fazladan zamanını ona ayırıp bir bağımsız iş ortaya çıkarmaya çalışıyorsun. Bu bir taraftan gerçekten zor, buna dayanmak da her zaman mümkün değil. Ama bir taraftan da insan olmanın getirdiği şeylerden bir tanesi bunu yapmak gibi geliyor. Çünkü bizim insan olarak da sorumluluğumuz, bir sanat emekçisi olarak da bu alana olan sorumluluğumuz, sadece kendimizle sınırlı değil, bizden sonraki insanlar, bizimle beraber yürüyen insanlar, bazen çeşitli kaynaklara erişimi olmayan insanlara ulaşma ihtiyacı, mecburiyeti ve sorumluluğuyla ilerlemek gibi şeylere doğru gidiyor. Dolayısıyla bağımsız olarak ilerlerken, örneğin ben bu podcastte hiçbir zaman bir reklam almayı düşünmedim. Hiçbir zaman bir kurum çatısı altında ilerlemeyi düşünmedim. Eğer bir kurumla işbirliği yapmak gibi bir durum söz konusu olursa hep onlarla konuştuğum zaman da şunu söylüyorum: “Sizin için ayrı bir podcast serisi yapabiliriz birlikte. Bu size özel olsun.” Belki orada bir takım sınırlamalar devreye girecek, bir takım kural setleri devreye girecek ama kendi yayınımda bunların olmasını özellikle istemiyorum. Çünkü gerçekten bizim biz olarak konuştuğumuz bir alan olsun ve o sanatçı mitinin, küratör mitinin dışına çıkabilelim ki sanat tarihini de doğru yazacaksak, doğru okuyacaksak, doğru yaşayacaksak buna bu şekilde katkıda bulunmak mecburiyetindeyim. Ama bağımsızlık bir taraftan da işte şuna da yol açıyor: Evet bugün çok iyi teknolojik gelişmeler var; telefonlarımızla bile çok iyi ses kayıtları yapabiliyoruz ama ben başladığım zaman telefonlar da bu kadar iyi kayıt almıyordu. Mikrofon bulmaya çalışıyordum. Mikrofonları bir yerlerden toplamaya çalışıyordum. Sonra param oldukça kendi mikrofonlarımı almaya, yatırım yapmaya başladım. Daha fazla zaman ayırıp post prodüksiyonu nasıl yapabileceğimi öğrenmeye başladım. Bir yerde değilim hala yani bir stüdyom hala yok. Ama sanatçıların ya da konuşacağım insanların yanına gidip onlarla sürekli değişken bir ses ortamında bu kayıtları kendi mikrofonumla yapıp sonra bunları olabilecek en temiz haline getirmek için her seferinde yeniden başlayarak çalışıyorum. Ama bu işin de gerektirdiği şey bu. Çünkü günün sonunda o bölümler çıktığı zaman kendi adıma değil gerçekten ama hepimizin belki faydalanabileceği bir şey için diyorum ki evet. Burada bir şey yaptık ve hep beraber yaptık. İyi ki böyle yaptık. Bundan sonra da böyle gitmesini umarak devam ediyorum.

Bülten kısmına biraz daha yeni başladığını söyledin. Bundan sonra ona devam etmeyi planlıyor musun? Sanat Denen Tuhaf Şey’in- pardon- Sanat Dedikleri Tuhaf Şey’in, geleceğinde bazı planlar ya da yapmak istediklerin, eklemek istediklerin arşivine ya da konuşmak istediğin insanlar gibi bir planın var mı?

Sinan Eren Erk: Var. Hatta böyle sayfalarca plan dosyaları tutuyorum bir şekilde. Birçoğu tam olarak uygulanamıyor doğal olarak. Çünkü araya hayat mutlaka bir şekilde kendi yollarını sokuyor. Siz biraz sağa sola dağılıyorsunuz gibi durumlar var. Biraz önce “sanat denen tuhaf şey” demen de çok güzeldi. Çünkü aslında bu öyle bir program olsun diye hep istedim. İlla adı çok net olarak herkesin zihninde kalmasın. İnsanların zihninde nasıl kalıyorsa biraz öyle devam etsin. Bu programın adı da biraz uzun olduğu için çok farklı insanlardan çok farklı şekilde duyuyorum adlarını ve diyorum ki “Güzel, herkesin aklı farklı şekilde kalmış.” Çünkü önemli olan biraz bu. Aslında zaten sanat dediğimiz tuhaf şey, neyse artık o hep peşinden koştuğumuz, zaten hiçbir zaman 2 artı 2’nin 4 etmediği bir yer. Doğal olarak isimde bile o 2 artı 2’nin 4 etmediğini görebilmek bu adın belki ne kadar doğru olduğunu bir şekilde bana gösteriyor. Bu da zaten hani benim bulduğum bir şeydir gibi çıkan bir durum değil ama, şöyle çıktı adı, çok kısa onu söyleyeyim. Benim daha öncesinde, yani yıllardır kendi kendime yazdığım yazılar, tuttuğum ses kayıtları arasında çok fazla söylediğim şeylerden biri ya da yazdığım şeylerden biri “tuhaf” kelimesiydi. Sonrasında ben bunun üzerine çok gittikten sonra “sanat nedir, ne yapıyoruz, biz neredeyiz?” derken bir gün gerçekten bir müzedeyken ve oturup bir şeyler yazarken “Nedir bu sanat dedikleri tuhaf şey?” dedim. Oradan güzel bir şey çıktı gibi başladı. Sonra küçük bir eğitim paketi gibi bir şey hazırlamıştım. 4-5 hafta süren bir şey vardı. Onun adı başlığı buydu aslında. Sonrasında bu böyle podcaste dönüştü. Organik ilerledi dolayısıyla bundan sonrası da organik ilerleyecek. Başladığımdan beri hayatımda çok şey değişti. Ailemle ilgili çok büyük kırılma noktaları yaşadım. Kayıplar yaşadım. Benle ilgili olmayan ama ailemde olan sağlık sorunları yaşadım gibi bir sürü şey. Hepimizin yaşadığı şeyler ama bunları yaşadığım zaman ister istemez mecranın hak ettiği zamanı ona verememeye de başladım ve o dönemlerde de bir şeyleri yarım yamalak yapmak yerine hiç yapmamayı istedim. Dolayısıyla o dönemlerde yayın çıkmadı. Şimdi o dönemlerden bir tanesini bitiriyorum yeniden. Ama eskiye göre çok daha hafif bir şey tabii bu. Bundan sonrasında da planladığım yayınlar var. Biriken kitaplar var, paylaşmayı bekleyen filmler var, kısa filmler var, şiirler var, bir sürü şey var. Onların notları, dosyaları bekliyor. Ufak ufak artık onları da paylaşabilirim diye düşünüyorum. Ama işte en son bölüm, Mehmet Güleryüz bölümüne geri dönersek, mesela o artık gerçekten o zaman paylaşılması gereken ve aciliyeti olan bir bölümdü, ayrıca o bölümü de ilk defa Mehmet Güleryüz’ün kendi yöntemine yaklaşarak kaydetmeye çalıştım ve bir defada hiç beklemeden, hiç kesmeden kaydettim. Zaten sonrasında da onun sesiyle biten bir bölüm oldu. Bunlar da benim için kendi kayıtlarım olarak da düşündüğüm şeyler olduğu için önemliydi ama diğer konularda daha dikkatli ve daha kontrollü gitmeye çalışıyorum ki bizim yaptığımız şey ne olursa olsun, yani kültür-sanat alanında yazan, çalışan, anlatan, yorumlayan, sergiler yapan ya da her neyse, bizim yaptığımız şey bu alanın dışında duran ve bu alanın sadece çıktılarıyla beslenen birçok insan için çok şey ifade ediyor. Dolayısıyla onlara mümkün olduğu kadar doğru ve samimi bir bilgiyi paylaşmak ve bunu yaparken de çok dikkatli olmak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü yanlış bir bilgi ya da yanlış bir yönlendirme insanların zihninde çok fazla şeyi değiştirebilir ve farkında bile olmayız. Dolayısıyla kendi işimizi düzgün yapmaya çalıştığımız sürece karşı tarafta da doğru bir yere doğru çıkarız gibi düşündüğüm için böyle.

Kayıtlarında genelde sergiler, sanatçılar ya da kendi bazı olaylara bakış açını ele aldığın bölümler oluyor. Ama sergiler dışında ya da ele aldığın temalar dışında kitaplardan bahsedeceğin ya da filmlerden bahsedeceğin ya da olaylardan ele alacağın şeyler olacak mı diye soracaktım. Belki bültende mi buna devam edeceksin, kayıtta mı, onu anlayamadım tam.

Sinan Eren Erk: Aslında bülten biraz buna yönelik bir alan olsun diye de ortaya çıkan bir şeydi. Evet bültende çoğunlukla devam edeceğimi tahmin ediyorum ama referanslar zaten ister istemez hayatımızın her noktasında varlar. Dolayısıyla bir noktada podcastlere de mutlaka girecektir ama diğer tarafta yani bir kitap ya da bir film gerçekten zaman ayırmanız gereken, dikkat vermeniz gereken mecralar, alanlar. O yüzden bunların küçük ipuçlarını verip onları izlemeyi, dinlemeyi, okumayı dinleyicilere, izleyicilere bırakmak daha doğru. Onların kendi kararlarını vermeleri için. Hem de belki onlara iyi gelir, belki de iyi gelmez, bilmiyorum. Biraz sanatla kurduğumuz ilişki de böyle olduğu için. Bir küçük kıvılcımı atıp oradan neye çıktığını bakmak gibi bir şey. Zaten benim de en başından beri sanatla kurduğum ilişki hep buydu.

Sanat Dedikleri Tuhaf Şey’in, bir podcast olarak ve bir aslında sanat tarihi kaydı aracı olarak şu an kültür-sanat ortamında durduğu yerle ilgili ne düşünüyorsun? Benim yapmayı sevdiğim ve senin de şu an yapmakta olduğun şey aslında bu kayıtların kolaylaştırılması gelecek için. O şekilde ele aldığında nerede görüyorsun durumunu, konumunu?

Sinan Eren Erk: 2017 yılında Matrakçı Nasuh üzerine bir araştırmanın parçasıydım ve şunu fark ettim. Türkiye’deki kaynaklar çok fazla değildi ve biz o araştırmaya devam edebilmek için örneğin Viyana’ya gittik ve Viyana’daki müzede Matrakçı’nın bazı el yazmalarına ulaştık ve orada şunu düşünmüştüm o dönem. Kendi kayıtlarımıza bir noktada sahip çıkamadıysak o dönem, bari bundan sonraki dönemde kendi kayıtlarımızı düzgün tutmaya çalışalım mantığıydı. O yüzden de ben kendi tarafımda bunu yapmaya çalışıyorum. Sanat Dedikleri Tuhaf Şey bunun ne kadar parçası olabilir? Bunu bilemiyorum. Bunu biraz zaman gösterecek. Bundan 10 sene sonra hala biri bu kayıtlardan birini dinlerse o zaman bir işe yarıyor demektir. Ama belki de kimsenin işine yaramayacak ve sadece bu gün içinde yitip gidecek. Bunu da bilmiyorum. Ama günün sonunda dediğim gibi yapmaya çalıştığım şey büyük kayıt fikrinin bütün o perspektifi oluşturacak bakış açılarının bir ucundan tutmaya çalışmak ve bunu da mümkün olduğu kadar olduğu gibi yansıtmak. Bir mit, bir otorite, bir güç, bir hiyerarşi ortaya koymadan yapmaya çalışmak. Bunun dışında çok da başka bir yeri yok. Bu dünyada kapladığımız yer kendi bedenimiz kadarsa, kendi zihnimiz kadarsa, sesimiz de nereye ulaşabiliyorsa, düşüncelerimiz de nereye ulaşabiliyorsa, bu taraftan ilerleyecek sonunda. Ama bakalım nereye kadar, nasıl devam edecek? Umarım daha uzun soluklu olarak götürebilirim, sağlığım da el verdiğince.

Sana ulaşmak isteyenler, Sanat Dedikleri Tuhaf Şeyle ilgili bilgi almak ya da katkıda bulunmak isteyenler nasıl ulaşsınlar, nereden yazsınlar, nereden takip etsinler?

Sinan Eren Erk: Kişisel web sitem sinanerenerk.com’da Sanat Dedikleri Tuhaf Şey’e yönlendiren bir alan var. Oradan aynı zamanda newslettera da, bültene de üye olabilirler. Zaten bu newsletterları substack üzerinden yapıyorum. Substack üzerinden de Sanat Dedikleri Tuhaf Şey yazarak bültene ulaşabilirler. Podcastleri de bültenin sonunda yayınlıyorum. Aynı zamanda Spotify üzerinde Sanat Dedikleri Tuhaf Şey yazarak bütün listeye de ulaşabilirler. Bir de Instagram sayfası var. Yine Instagram’da “sanatdediklerituhafsey” yazarsanız ulaşabilirsiniz. sanatdediklerituhafsey@gmail.com adresi de var veya benim kişisel mail adresim sinanerenerk@gmail.com’dan da bana yorumlarınızı atabilirsiniz.

Çok teşekkürler katkıların için. Sevgili okurlar 95.0 Açık Radyo’da Bağımsızlar’da yayınlayamadığımız bölümümüz için bugün Sinan Eren Erk ve Sanat Dedikleri Tuhaf Şeyi konuştuk, sizler de okudunuz. Katıldığın için çok sağ ol Sinan. Görüşmek üzere.

Apaçık Radyo 8 Kasım 2024 Cuma günü internet mecrasında dinleyicisiyle buluştu! Üç gün sürecek test yayınının ardından, 11 Kasım Pazartesi sabahı Apaçık Radyo programcıları mikrofon başına geçecek!


“Kâinatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine açık” Apaçık Radyo yüzlerce gönüllü programcısı ile çevre ve iklim mücadelesinden halk sağlığına, toplumsal cinsiyet eşitliğinden çok-kültürlülüğe binbir konuda Türkiye’den ve dünyadan son gelişmeleri, haberleri ve analizleri, ayrıca dünyanın tüm müzik çeşitlerini aktarmak üzere yayında olacak.

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Raziye Kubat’la dağ köyüne dönüşünü, romantik imgelerden uzak bir perspektifle, doğanın sertliği ve direnişiyle şekillenen yaratım sürecini konuştuk.

Kütüphane

Sanat Dünyamız dergisinin "Sanat Tarihi Nasıl Yazılır?" temalı Eylül/Ekim 2024 tarihli sayısında yayımlanan Sezin Romi'nin yazısı Argonotlar Kütüphanesinde.

Söyleşi

Civan Özkanoğlu ile .artSümer'de gerçekleşen ilk kişisel sergisi "Hepimiz Biliyoruz"u konuştuk.

Duyurular

Argonotlar Almanak 2024'ün basılı olarak yayımlanması için başlattığımız destek kampanyasının detayları bağlantıda!