Gülşah Mursaloğlu maddelerin iradesiyle, insanların ve diğer türlerin zamanla kurduğu ilişkilerin ortaya çıkarabileceği ihtimallerle ilgilenen bir sanatçı. SANATORIUM’da gerçekleşen “Pul Pul Döküldü, Ufalandı Zaman” sergisi de yaşama olanak sağlayan koşullara, üretim kültürüne, canlı-cansız varlıkların yavaşlamasına odaklanıyordu.
Sergide aşina olduğumuz nesneler/malzemeler anlamlarından ve süreçlerinden soyutlanarak yeni tanımlara ve belirsizliklere kapı aralıyor; mekânın çeşitli yerlerinde kendilerine yer bulan yumurta kabuklarının muhtelif devinimleri, bir kadının yumurtalarla teması ve akışkan uyku dalgalarının mevcudiyetini zaman kavramı üzerinden irdeliyordu.
Yumurta bir form belki de bir töz olarak sergi mekânını kuşatırken algılamaya, gözlemlemeye ve anlamlandırmaya başlıyoruz. Yumurta bir tekâmül aracı olarak yaşamın başlangıcı, devamlılığı ve anaerkil dünyanın yaratıcılığını içinde saklayan bir gizem; yani bilinmezlik içindeki kaos. Durağan haliyle ise organik ve kolayca kırılabilen kabuklarla sarılı bir madde olarak bir ikilik taşıyor. Mekânın köşelerinden başlayarak yumurta kabuklarını takip ediyoruz. Yumurtaların çeşitli formlarını sergide çok kez tekrar eden bir tema olarak görüyoruz.
Yumurta Gülşah’ın uzun bir süredir araştırmalarında yer alıyor. Hızlandırılmış Milyon Yıllık Karşılaşma adlı işinde sanatçı bir seneyi aşkın süredir topladığı yumurta kabuklarıyla zaman geçiriyor ve müdahalelerle bulunurken ısıyı zamana karşı bir hızlandırıcı olarak kullanıyor. Gülşah, kalsiyum karbonat yerkabuğunun üst katmanlarında yer alan kayaçlarda ve deniz kabuklarında uzun bir sürede oluşurken bu kimyasal bileşenin yumurta kabuğundaysa bir gün içerisinde oluşmasını araştırırken yumurta kabuğunu sıcaklığını arttırarak taşlaştırıyor. Kabuğun dayanıklılığını artırmak için organik formu yapıbozuma uğratarak sertleştirmesine rağmen kabuk kendi doğasına bir noktaya kadar direnebiliyor. Girişe yakın bir noktada konumlanan bu yerleştirme, galerinin kapısı açıldığı anda içeri giren hava akımı ve galerideki titreşimlerle minimal temaslar gerçekleştirerek kendisiyle ve çevresiyle etkileşime geçiyor. Bu yerleştirmede sertleştirilmiş yumurta kabukları aynı zamanda seramiklerle sırlanarak, sarılan latekslerle sarkıtılıyor. Her bir seramik formu kendine özgü karakteristik ebatıyla tamamlanamayan bir çemberi oluşturuyor. Kabukların sırlanması belki ömrünü uzatıyor fakat sırlanmasına rağmen dayanıklılığı artan yerleştirmenin zeminine baktığımızda kabukların yitimini görüyoruz; dökülüyorlar ve ufalıyorlar. Sabitlemeye çalıştığımız anlar, formlar kendi akışkanlıklarında zamanlarını tamamlamaya devam ediyor. Yerleştirmede tamamlanmayan daireyse kendi zaman çemberini muhakkak ki tamamlayacak. Zaman nasıl ki bir nesnenin hızlı bir dönüşüme uğramasıyla hızlanmıyorsa veya tam tersi yavaşça dönüşüme uğramasıyla yavaşlamıyorsa da, mekân aracılığıyla maddelerin değişimleri ve hareketleriyle zamanı gözlemleyebiliyoruz. Bu bağlamda sergideki çalışmalar kendilerine has zaman çizgilerinde ilerledikleri hissiyatı yaratıyordu. Maddesel yapıları ortamla girdiği reaksiyonlarla beraber zamanı yavaşlatıp manipüle ederken bu değişimlerse bir sekans dizisi oluşturuyorlardı.

Sergide yer alan Kuytuda Uğuldayan Yumurta isimli video yerleştirme, Gülşah’ın ilk video çalışması. Mekânın bir bölümünü üçe bölen tepeden aşağıya kadar uzanan metal parmaklıklarla bir hapis atmosferi izlemini veren videoda bir kadını takip ediyor, yumurtalarla kurduğu ilişkiyi izliyoruz. Yumurtanın çağrıştırdığı duyusal uyarıcılar ve yumurtaya yüklenen anlamlar zihinde hızlıca akıyor. Yumurta çeşitli kültürlerde birçok mitosa ev sahipliği yapan önemli bir sembol ve hepimizde de çeşitli temsiller yarattığı aşikâr. Yumurta bir canlının varoluşuna dair derinlikler taşır. İçindeki oluşumlar onu kutsallaştırır. Fakat nesne olarak ele aldığımızdaysa kutsallıktan gündelik forma indirgenerek dünyevileşmesiyle canlı-cansız, doğum-ölüm, üreme-üretmeyi çağrıştırması, en temelinde de bir gıda ürünü olması, zıtlıkları ve çeşitlilikleri içeren manalarıyla organik bir maddenin tüm ihtimallerini barındırır. Kadının uzun bir koridorda parlak beyazımsı ışıkların aydınlattığı bir depoda dingin hareketlerle yumurtalarla temasını, onları toplayışını, çiğneyişini ve çeşitli düşüncelere dalışını izlerken bir kesinti oluyor. Bu noktada videonun iki farklı koreografiden oluştuğunu görüyor ve videodaki mekânları keşfetmeye başlıyoruz. Sadece yumurtaların kadraja alındığı ikinci sahnedeki mavi fonun tek boyutluluğunun etkisiyle mekân algımız da soyutlaşmaya başlıyor. Yumurtalar burada kırılıyor, düzensizlik ve kargaşayla beraber epik bir kaos oluşuyor. Kaos zaten bunun için değil midir? Düzen ve kaos aslında birdir ve birbirini doğurur. Bu iki sahnenin öncesi veya sonrasının hangisi olduğuna karar vermek de kafa karıştırıcı hale geliyor. Yumurtanın her halükarda çatlayıp parçalanması gerekiyor. Yumurta kendi kaotik yapısıyla düzene elverişli bir ortam sağlıyor. Gülşah bu video çalışmasında Olga Ravn’ın Personel isimli kitabında, gelecekte belirsiz bir zaman diliminde insan ve insansı varlık olarak tanımlayacağımız makinelerin beyanlarına dayanan bir içerikten de referans aldığını belirtiyor. Kitaptaki insansı tanık, ona rutin olarak (galeri gün sonunda kapatıldığı için) uygulanan kapatılma sürecinden ve bu süreçte sanılanın aksine bilincinin aktif olduğundan, rüya gördüğünden bahsediyor. Rüyasında elbisesinin altından yuvarlanan yumurtayı eline alıp yürüdüğünü, onu hissettiğini ve sonra da yediğini aktarıyor. Tıpkı uykuya yattığımızda bedenimizde ve zihnimizde devam eden akış gibi bir süreklilik mevcut bu anlatıda. Ve bu akış kitapta merkeze alınan farklı türlerin nesnelerle kurduğu ilişkilerin ortaya çıkarabileceği ihtimallerin epik bir anlatısı olarak karşımıza çıkarken bir noktada da akla bilinç kavramını getiriyor. Aristoteles’in zaman ve ruh arasındaki ilişkiyi sorgularken bilincin olmadığı durumlarda zamanın varolup olamayacağına dair sorusu zihnimde canlanıyor. Serginin de mesele edindiği zaman kavramı, uykuda veya uyanık olma haliyle ilişkilendirilerek çeşitli olasılıkları düşündürüyor.


Dalgalar Boyu Derya-değiş adlı işteyse mekânın iki çapraz köşesine konumlandırılan kare şeklindeki led ışıklar, üç farklı rengin değişimiyle iki insanın uyku dalgalarını yansıtıyor. Burada şahit olduğumuz uyku dalgaları bir kodlama cihazı olan anduinoyla veri aktarımı yapılarak uykunun evrelerini temsil ediyor. REM’de kırmızı, non-REM’de mor, uyanıklıkta yeşil renge dönen ışıklar ofislerde tercih edilen lambaların şekline benziyor. Gülşah’la sohbetimiz esnasında uykuyu neden konu edindiğini konuşmuştuk. Hepimiz gündelik hayatımızda birçok rol üstleniyoruz. Gülşah sanatçı olmasının yanı sıra bir anne. Anneliğe adım atan kadınların ortak mağduriyetiyse uykusuzluk ve uykunun düzensizliği. Ki bu durumun sadece uykudan vazgeçmekten öte bir kadının hayat akışını biraz duraksamaya aldığını reddedemeyiz. Bu bağlamda üretme kültürünü sorgulamaya başlıyoruz. Verimliliğin, performansın arttırımı için optimize edilen mekânlarda hiçbir zaman sona ermeyecek işlerin bireyde yarattığı tükenmişliği veya kaygıyı düşünmemiz gerekiyor. Ya da gündelik hayatta devamlı bir üretme veya herhangi bir şey yapmaya çabalamanın yoruculuğunu düşünelim. Durmanın, kendinle kalmanın gittikçe zor olduğu bir düzendeyiz. Zamana ve hayata yetişme çabamızın kesintiye uğramaması için uykumuzdan ne kadar feragat edebiliriz?

Gülşah bu çalışmasında bize yavaşlamayı tekrar hatırlatıyor, tıpkı yumurtalarda olduğu gibi. Hatta zamanı ters çeviriyor. Galeri açıldığında uykuya geçen, galeri kapandığında ise uyanan iki bilinç. Tüm canlıların ortak paydaşlığı olan uyku vazgeçilemez bir eylem. Gülşah uykuyla araştırma sürecinde uykunun birçok evresinin olduğundan ve bu evrelerin hepsinin tamamlanması gerekliliğinden bahsetmişti. Evrelerden ödün verdiğimiz anda, aslında kendimizden ödün vermeye başlıyoruz. Zihnimiz uykudayken mola vermiş gibi gözükse de o an’da dahi üretmeye devam ediyor. REM döngüsünde rüyalarımız aracılığıyla bilinçaltımızla mücadelemize devam ediyoruz. Vücudumuz her evrede kendini yavaşlatmaya başlıyor; nabzımız, vücut ısımız ve solunumumuz yavaşlıyor. Tıpkı yumurta kabuklarının sırlanmasıyla ömrünün uzaması gibi, bedenimizin kabuk olduğunu varsayarsak biraz uykuyla sırlanmanın ehemmiyetini düşünmek gerekiyor.
Byung-Chul Han, Yorgunluk Toplumu kitabında performans öznesi olan bireylerin üretme kültürü sevdasıyla kendini nasıl tükettiğini günümüzün psikolojik hastalıklarıyla anlatıyordu. Zamana yetişme telaşının kendi miladımızı hızlandırdığını görmezden gelmemiz çok ironik aslında. Han, aşırılığın sadece negatiflikten değil, pozitiflikten de doğduğunu belirtmişti. Bir şey yapmamaya direnmenin, zor olsa da yavaşlamayı düşünmemizin gerekliliği de bu çalışmanın beraberinde getirdiği bir soru olarak beliriyor.
Gözeneklerde Kutu Kutu Pense çalışması ise sergi hazırlığı boyunca biriken kabukların ezilerek, parçalanarak tekrar bir araya getirilmesiyle oluşuyor. Birikmiş zamanın kalıntıları olarak karşımıza çıkan bu iş, galeri mekânında duvarlara tutunarak resimsel bir dile bürünüyor. Kabuklar burada hem insanların hem de diğer türlerin üretim ve tüketim döngüsünün parça-bütün ikiliğini temsil ediyor. Ayrıca kabuklar üst üste binen zamanların bir toplamı olarak kırılgan ve naif görünümleriyle mekânda fosilleşmeye devam ediyor.
Gülşah’ın her bir çalışması tek başına ve bir araya gelerek birçok şey söylüyor. Serginin yerleşiminde öne çıkmayan fakat varlığını sessizce hissettiren üretim kültürü baskısı; video çalışmasının mekâna sabitleniş şekliyle “denetlenen” pozisyonunda oluşu veya uyku dalgaları için kullanılan kurumsal firmaların tercih ettiği ışıklandırma atmosferine dair izler performans kültürünün bir yansıması olarak şekilleniyor. Performansa dayalı bu sistemin içindeyse zaman çeşitli temsiliyetlerle merkezde duruyor. Mavi rengin kabuklarda kullanımı, uyku dalgalarında yer alması ve videonun mavi fonu belki de bu sergide zamanın bir temsiliydi.

Mekânı saran yumurta kabuklarının devinimleri ve kabukların havada asılıyken zamana yenilip zeminle buluşması. Uyku halindeki iki zihnin köşelerine çekilip varlığını en eylemsiz hallerinde dahi ortaya koyarak hayata ket vurması. Hepsi zamanda bir an. Kesintiye uğramayan tek şeyin zaman olduğu bu kozmozda zamana yetişememenin yarattığı tahribat, malzemenin doğası gereği oluşan çatlaklarda kendini gösterdi. Başlangıcın ve sonun, canlı ve cansız olanın tanımının muğlaklaşması mekânda maddenin dönüşümleriyle somutlanarak zamanda kendine karşılık buldu.