Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Eleştiri /

Gece indiğinde “Koyu Çiçekler” nasıl filizlenir?

Yaz Taşçı, Cité des Arts programında ürettiği yeni işlere yer verdiği “Koyu Çiçekler” sergisinde arzu, yakınlık ve yoldaşlık gibi temalar üzerinden bedenin kırılgan ama dirençli hafızasına odaklanıyor.

Échos d’elles, tuval üzerine yağlıboya, 193x216 cm, 2025

Gece, her şeyin sesini içine çeken kadim bir örtü gibidir. Gökyüzü koyu mordan siyaha doğru dönerken ağaçlar birer silüete dönüşür; nesneler konturlarını kaybeder, belirginlikten uzaklaşır. Işık artık bir istisna, gölge ise doğanın yeni yasası olur. Rüzgar fısıltıya döner; her yaprak sesi, her çıtırtı büyür sessizliğin içinde. Bu karanlık, bir tehdit değil; bir sükun, bir sığınak gibidir. Geceyle birlikte hissedilen zaman ağırlaşır, hareketler yavaşlar, duygular derinleşir. Bu sığınakta, gündüzün içinde yer bulamayanlar gecenin içinde kendilerine alan yaratır, filizlenir. Gecenin ışığı altında gördüklerimiz nasıl yorumlanır, duyduklarımız bize neler söyler? Yaz Taşçı’nın “Koyu Çiçekler” adlı sergisi işte bu sorulara yanıt veriyor; karanlığı delen seslerle, ışıltılarla anlatı kuruyor. 

OG Gallery’de açılan “Koyu Çiçekler” sergisi, Yaz Taşçı’nın Türkiye’deki ilk, uluslararası ikinci kişisel sergisi. Sergi, sanatçının yaklaşık iki yıldır Paris’te Cité Internationale Des Arts’da ürettiği resimlerden oluşuyor. Gecenin kuşattığı ormanlar, çayırlar, göletler, çiçekler ve buralarda bir araya gelip birbirine bir şeyler fısıldayan kadınların yer aldığı tuvaller izleyiciyi ilk bakışta karanlığa davet ediyor. Eserlerin davetkâr kurgusu izleyiciyi bu buluşmaların, toplaşmaların konuğu yapıyor. Bu resimler bakılmayı istemiyor sadece; sizi içeriye alıyor. Bir tanık ya da geç kalmış bir yolcu gibi yaklaşıyorsunuz onlara. Kadınlar birbirlerine nasıl yer açıyorsa, resimler de izleyiciye öyle yer açıyor: Kalabalık içinde görünmez ama hissedilir bir davet.

Figürlerin çıplaklığı yalnızca bedenin değil; duygunun, tanıklığın, ait olma arzusunun da çıplaklığı gibi. Karanlık, içine alan bir geceye dönüşüyor; o gecenin içinde, çiçeklerin arasındaki yerinize doğru çekiliyorsunuz. Bu kadınların neden özellikle gece vakti bir araya gelmeyi tercih ettiği sorusunun yanıtı sergiyi dolaşırken yavaş yavaş aydınlanıyor. Tuvaldeki figürler bedensel olarak bütünleşiyorlar; renklerle, birbirlerine karışmalarını sağlayan ton geçişleriyle, jestlerindeki durağan olmayan yapıyla… Bu durum bir anlaşma, uyum, hatta ruh bütünlüğü içinde olduklarını düşünmeye itiyor. Ne öncesinde konuşup bu buluşmaları planlayıp planlamadıkları bilinir, ne de birbirlerini tanıyıp tanımadıkları kestirilebilir ama anlıyorsunuz ki ortak bir niyeti var bu buluşmaların. Bu ortak niyet her ne olursa olsun, kadınlar gecenin çevrelediği tedirginliği bir arada olmanın verdiği güvenle aşıyor.

Birlikte bir poz, tuval üzerine yağlıboya, 193×216 cm, 2025

Birbirlerine dokunmaktan çekinmeyen kadınlar, kendilerini de bu diğer bedenler üzerinden tanıyorlar. Kompozisyonlar bu bedensel yakınlığı doğallıkla kuruyor; figürler arasındaki mesafeler neredeyse yok gibi. Tenlerin birbirine teması sahnelenmiş bir erotiklikten değil, gündelikleşmiş bir güvenlik hissinden doğuyor. Bu karşılaşmalar ilk bakışta yalnızca bedenlerin tanışması izlenimi yaratıyor olabilir, ancak resimlerin atmosferinde yavaşça açığa çıkan detaylar; ortak bir karanlığın içinde yan yana durma hâli, birbirlerinin bakışını taşıyan figürler, bedensel çeşitliliğin özel bir dikkatle işlenmiş olması bu tanışmanın bir yoldaşlığa, bir dayanışma ilişkisine dönüştüğünü düşündürüyor. Paletin koyuluğu, fırça darbelerinin yumuşak ama yönlü kullanımı ve figürlerin içe dönük, kendi aralarındaki etkileşime odaklanmış hâlleri, bizi bu hissi sadece görmeye değil, onun parçası olmaya davet ediyor. Aynı zamanda bu ilişkinin yalnızca insanlar arasında olmadığını da anlıyorsunuz. Görünen o ki dünyayla da, doğayla da kurulan ilişki, bu bedenlerin bir araya gelmesiyle olanaklı hâle geliyor. Doğayla uyum içerisinde olan bu bedenler adeta toprakla, suyla, çiçekle, yaprakla oraya aitler. Bu kadın figürleri, yalnızca resmin yüzeyinde görünen varlıklar değil; karanlıkta ve gecenin ormanında bir araya gelen, birbirleriyle ve doğayla temas eden varlıklar. Bu kavramsal ilerleyiş Maurice Merleau-Ponty’nin Algının Fenomenolojisi (1945) kitabından bir bölümü hatırlatıyor: “Beden, dünyayla kesintisiz bir ilişki hâlindedir; o yalnızca dünyada değil, aynı zamanda dünyadır.” 

Yaz’ın tuvallerindeki kadınların birbirine dokunan elleri, karanlık yaprakların arasından yükselen çıplak bedenleri, tam da bu düşünceyi çağırıyor. Kadınlar ormandaki gövdeler gibi, doğanın bir parçası olarak resmin bütününe yayılıyorlar. Böylelikle bu figürler doğaya yönelen, bu yönelimle birbirlerini harekete  geçirecek bir etkileşimde bulunan, bu etkileşimle birlikte değişen ve dönüşen,  dönüştükçe diğerlerini de dönüşüme davet eden ve sonunda bu devinim içerisinde öğrenen varlıklar hâline geliyor. Bedenleri sayesinde dünyanın kapılarını aralıyorlar. Tam da Merleau-Ponty’nin aynı kitabında bahsettiği gibi: “Bedenim yalnızca bir nesne değildir; dünyayı algılayan ve dünyayla sürekli alışveriş hâlinde olan canlı bir merkezdir.” Bu merkezlerin bir araya gelişleri sanki sessiz bir ritüel gibi de görünüyor. Fısıldaşmalar, bakışmalar bir büyü oluşturuyor. Bu kadınlar yoldaşlık ilişkisi kurarken aynı zamanda bir ayinin, bir ritüelin parçası olabilir mi? Kadınlar bir araya geldiklerinde kudretleri ne olur?

Resimlerin arasında adım adım ilerlerken figürlerin bakışlarına şahit oluyorsunuz. Bakma eylemi sadece alımlayıcıya ait olmaktan çıkıyor. Bu kadınların bazıları aynı zamanda size bakıyor. Bakan göz yalnızca eserlerin izleyicisi değil. Böylelikle bakışın oluşturduğu özne bir anlığına siz olabiliyorsunuz. Konumlar yer değiştiriyor. Eserlerden izleyiciye doğru bir şeyler akıyor. Kimi bakışlarını size yöneltirken kimi de orada olmanızı hiç umursamadan bakışlarını diğer yoldaşlarına ya da dünyadan bir yere uzatıyor. Bakışları takip ederken Yaz’ın kendini resmettiği otoportre dikkat çekiyor. Oldukça güçlü bir eserle karşı karşıya kalıyor bakan göz. Yaz kendisini de bu kadınlardan biri olarak resmediyor. Buluşmaların bir konuğu olduğunu düşündürüyor. Bu resimde hissedilen başka bir şey daha var: Yaz’ın kendisinin bakışları. İzleyiciye bakmıyor fakat izleyicinin orada olduğundan haberi var. İzleyicinin ona bakmasına adetâ izin veriyor. Böylelikle varlığınızı reddetmiyor ama bakışınızın da kendi iznine tabi olduğunu hissettiriyor. Onun bakışı, resmin içinde bir başka yere doğru uzanıyor; izleyiciye alan açıyor, fakat aynı zamanda mesafeyi de koruyor. Bu mesafe “bakma” ve “bakılma” hâllerinin gerilimini hatırlatıyor.

Koyu renk paletine sahip olan tüm bu resimler karanlığın gücünü artırıyor. Güçlenmiş bu gece yaratımının içerisinde aydınlık olan şeyler ise çiçekler. Tüm karanlığa rağmen dimdik durarak geceyi yırtıyorlar. Kırmızı tonlarında tercih edilen çiçekler diğer resimlerde de devamlılığını koruyor. Adetâ direniş temsiline dönüşüyorlar; dünyaya rağmen, dünyanın içerisinde. Sergide bu çiçeklerin detayının resmedildiği hissini uyandıran daha büyük işler de yer alıyor.  Bu resimler, diğerlerinin mercek tutulmuş hâli gibi.  Hikâye bu geçişlerde korunuyor. İşte o direnen çiçekler; bu kez yaratıcısına, Yaz’a, direniyor. Koyu renk fırça darbeleriyle örülmüş katmanların arasında hâlâ canlılar, hâlâ oradalar. Resme yaklaştıkça, bu katmanların yarattığı derinlik ve hareket şu soruyu akla getiriyor: Bir resmin sınırları nedir? Çünkü resimler kendi sınırlarını sabitlemiyor; aksine sizi içine çekiyor, etrafında dolanmaya zorluyor. Renklerin ve dokuların bulanık geçişleri sezgiye alan açıyor. Bu seferki ritüel kadınların arasında değil; sanatçının kendisiyle, bu koyu renk çiçekler arasında kuruluyor. Karanlığın içinde, yaratıcısına inatla var olan kırmızı kır çiçekleri, bu sessiz buluşmanın hem izleri hem de tanıkları gibi. Koyu renklerin içinde varoluş mücadelesi veren bu koyu çiçekler, bu ayinin narin ve inatçı izleri misali parlıyor. Çiçeklerin ve kadın bedenlerinin sınırları bazen birbirine karışıyor, bazen de belirginleşiyor ama her seferinde konumunu sorgulattıran bir açıklık bırakıyor.

Roses, tuval üzerine yağlıboya, 50×40 cm, 2025

Yaz’ın geçmişte ürettiği eserlere aşina olanlar, son dönemde kurguladığı kompozisyonlara yabancı kalmayacaktır.  Kompozisyonlarında doğanın içinde bir araya gelen kadınlar ve lubunyalara yer veren sanatçı, bu bir aradalıkları bir şölen ortamına dönüştürür. Yoldaşlık notaları, sanat pratiğinin her döneminde duyulur. “Koyu Çiçekler”de de işte bu havayı soluyabiliyorsunuz. Ancak Yaz bu sefer farklı olarak alışılmışın dışında bir atmosfer kuruyor. Paletindeki renkler, koyularıyla yer değiştiriyor. Işığı daha farklı kullanıyor. Bu değişen atmosfer adetâ Yaz’da da değişen şeyler olduğunu bildiriyor. Bu sefer “Koyu Çiçekler”de gece olmuştur. Gece, bu kadınları ve bu çiçekleri etkilediği kadar sanatçıyı da etkilemiştir. Belki de karanlık, yalnızlıktan çok bir aradalığın yeni biçimlerini mümkün kılıyordur. Çünkü bazen en derin bağlar, sessizlikten ve gölgelerden doğanlardır.


DEM/TORTU

Anımsa, beden, ne denli sevilmiş olduğunu değil yalnızca,

o uzanmış olduğun yatakları değil yalnızca,

ama o arzuları da anımsa: Gözlerde

senin için sakınmadan parıldayanları

ve senin içinde titreşen arzuları

ve bir engel yüzünden gerçekleşmemiş olanları.

Şimdi her şeyin geçmişte kaldığı şu anda

kendini vermiş gibisin neredeyse bu arzulara–

nasıl parıldarlardı, anımsa, o sana bakan gözlerde,

nasıl titreşirlerdi senin içinde, anımsa, beden.

Constantino KAVAFİS

İlginizi Çekebilir

Gündem

İstanbul LGBTİ+ Onur Haftasına paralel hazırlanan sergilerden ve programlardan bir seçki