Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Söyleşi

Göç her zaman somut sonuçlar üretmez

Eskişehir merkezli inisiyatif OPUS XI ile somut olmayan göç çıktılarını ele alan “Bir Göçebeler Ulusu Tasarlamak” projesini konuştuk.

Tarihi oluşturan şey insan hareketliliğiyse eğer, her gelişin ya da gidişin yarattığı etki, muhafaza edilmesi gereken, depolanabilir ya da anlatmaya değer şeyler üretir. Bu gidiş-geliş hareketinin ürettiği şeyler, göç denilen olgunun ortaya çıkardıkları ya da geride bıraktıklarıdır. Ancak göç her zaman somut sonuçlar üretmez.

Eskişehir’de sanat, tasarım ve düşünce alanlarında uğraş veren kişilerin kurduğu bağımsız bir inisiyatif olan OPUS XI, gerçekleştirdiği “Bir Göçebeler Ulusu Tasarlamak” projesiyle göçün ürettiklerini, üretilme süreçlerini ve göçebe olma-edilme pratikleri gibi somut olmayan göç çıktılarını, göçün öncesini ve sonrasını, sadece mekândan değil zamandan ya da toplumun bir parçası olmayı bıraktıran göçü araştırıyordu. Bir seminerler ve atölyeler dizisi olan projenin çıktıları bir tasarım ve sanat sergisiyle izleyiciyle buluştu.

Sadece çeşitli sebeplerle yaşadıkları yeri terk etmek zorunda kalmış ya da terk etmeyi seçmiş olanları değil, devletlerin vatandaşlık tanımının dışına taşan deneyimlere sahip olan herkesi “göçebe” olarak nitelendiren bir kavramsallaştırmayı temel alıyor. Bu perspektifle bakıldığında ırk, cinsel yönelim ve cinsiyet kimlikleri ya da politik tercihleri nedeniyle vatandaşlık ve kent haklarından faydalanamayan kişiler de yaşadıkları yeri terk etmek zorunda kalmamış da olsalar nasıl bir göçebe deneyimi yaşarlar sorusunun cevaplarına odaklanan projeyi OPUS XI inisiyatifinden dinledik.

Eskişehirli bir inisiyatif olan Opus XI’i tanımakla başlayalım istersen. İstanbul, Ankara ve İzmir merkezlerinden uzakta ancak “küçük bir Avrupa kentini anımsatan” bir kent olarak Eskişehir’de böyle bir oluşum nasıl ortaya çıktı?

OPUS XI, 2019-2022 yılları arasında bağımsız yayıncılık faaliyetini Eskişehir’de sürdürmüş olan Yort Kitap’ın çevresinde toplanan birkaç kişinin kurduğu bir fikir ve tasarım inisiyatifi. Çekirdek ekibimizde mimarlık, tasarım, beden performansı, müzik, sivil toplum ve kuramla uğraşan kişiler var. Odunpazarı Dedelek Sokak’taki mekânda söyleşiler, konserler, sergiler düzenliyoruz. Kimi zaman Eskişehir’deki Eskişehir Okulu, Eldem Sanat Alanı gibi bağımsız kurumlarla ulusal ve uluslararası projelerde işbirliği yapıyoruz. Şimdiye kadar yapıp ettiklerimize dair hayli ayrıntılı bilgiler, videolar ve görseller www.opusonbir.com adresinde mevcut.  

Culture Civic desteğiyle yürüttüğünüz ve Nisan ayında sonlandırdığınız bir proje “Bir Göçebeler Ulusu Tasarlamak”. Seminerlerinizde ve atölyelerinizde “göçebe” kavramının farklı yanlarını -belki de hiç düşünmediğimiz şekillerini- ele aldınız. Bu fikir nasıl ortaya çıktı? Konuya nasıl karar verdiniz, göçebeliği tanımlama ihtiyacını neden ve nasıl hissetiniz?

Culture Civic’e başvurmaya karar verdiğimizde aklımızda, seneler önce hayal ettiğimiz ama gerçekleştiremediğimiz bir fikir vardı: Bir ulus tasarlamak. Modern ulus fikrinin tasarımsal yönü hep ilgimizi çekmişti. Bayraktan doktrin afişlerine, yasal metinlerden kuruluş mitlerine, ulus fikrini vücuda getiren mimarlık ürünlerinden kent planına kadar, ulusun öznesini tasarımsal, metinsel ve mimari dispozitiflerle nasıl inşa ettiğine bakmak istiyorduk. Sonraki adımda da muhayyel bir ulusu sıfırdan tasarlayacak olsak biz nasıl alternatif gereçler ve doktrinler var edebileceğimizi tartışmayı düşünüyorduk. Mevcut koşullar, bu muhayyel ulusu “Bir Göçebeler Ulusu” olarak tanımlamamızı tetikledi. Malum, Ortadoğu’da ve tüm dünyada son yılların en yakıcı sorunlarından biri, milyonlarca insanın (hatta hayvanın, bitkinin, eşyanın, fikrin ve duygunun) bir yerden bir başka yere zorla göçürülmesinde buluyor kaynağını. Meseleye sadece mülteci sorunu bağlamında bakmak, hem büyük lafların kakafonisinde kaybolma riskini taşıyacak, hem de “göçmenlik” ile “yerleşiklik” arasındaki geçişkenliğin politik ekonomisini görünmez kılacaktı. Özgün fikirleri kendi deneyimimizle sınamanın daha sağlıklı ve sağaltıcı bir yolu olarak, sadece çeşitli sebeplerle yaşadıkları yeri terk etmek zorunda kalmış ya da terk etmeyi seçmiş olanları değil, devletlerin vatandaşlık tanımının dışına taşan deneyimlere sahip olan herkesi “göçebe” olarak nitelendiren bir kavramsallaştırmayı geliştirdik biz de. Bu sayede, bilginin, sermayenin ve metanın her daim göçer halde olduğu toplumsal deneyimin herkes için geçerli olduğunu vurgulayabilecektik.     

Önceki soruda da bahsettiğim gibi göçebeliği farklı açılardan ele aldınız, websitenizde yürütücüler olarak dört isim geçiyor. Anladığım kadarıyla mekansal, toplumsal, kavramsal ve içsel -vicdani?- açılardan ele aldınız konuyu. Bundan biraz bahsedebilir misin? 

“Bir Göçebeler Ulusu Tasarlamak” projesinin adımlarını tasarlarken, yürütücülerin uzmanlık alanlarından nasıl katkıları yan yana koyabileceğimizi düşündük. Eskiden mimarlık ve tasarım fakültesinde akademisyenlik yapmış olan üyemiz, meselenin kuramsal tarafına dair bir sunum yaptı. İmar müdürlüğü görevini sürdüren mimar üyemiz kent planlamasındaki içerme ve dışlama mekanizmalarını, mültecilere hizmet veren bir STK’de çalışan diğer bir üyemiz de vatandaşlık tanımlarındaki içerme ve dışlama mekanizmalarını ele alan birer seminer düzenlediler. Vicdani redci üyemizin semineri, yerleşiklik fikri üzerine kurulu ulus-devlet pratiklerinin en dışlayıcı örneklerinden biri üzerine düşünmemizi sağladı; “göçebeler ulusu” için “vicdan” fikrini bir başlama yeri olarak kurdu. Rehberlik Araştırma Merkezi’nin projelerine göç ve travma çalışmalarıyla katkı sunan bir dostumuz da projemizin misafiri oldu ve bize “Göçebenin Duygusal ikmalleri üzerine bir seminer verdi. Bu seminerlerin tüm içerikleri, metinler ve videolar halinde web sitemizde mevcut. 

Konuşmalar dışında bir de atölye çalışmaları yürüttünüz ve bu atölyelerde çıkan ürünleri bir sergi ile paylaştınız. Atölye çalışmalarında neler yaptınız? Bir kavram nasıl üzerinde somut çıktılar üretilecek şey haline gelebildi? 

Planımız, yeniden anlamlandırmaya, çekiştirmeye ve genişletmeye uğraştığımız “göçebe” mefhumunu aykırı perspektiflerle çözümledikten sonra tasarımsal gereçlerle sıfırdan bir göçebeler ulusu hayal etmenin yollarını aramaktı. Yukarıda da bahsi geçti: Kurucu mitlerin, metinlerin, yapı ve kent tasarımlarının, bedensel faaliyetlerin dışlayıcılıktan münezzeh ve hep hareket halinde olabilecek alternatifleri üzerine kalem oynattık, atölyeler boyunca. Mart 2023’te seyre sunulan sergiyi, nihai ürünlerden ziyade, katılımcılarla birlikte tecrübe ettiğimiz kolektif sürecin kayıtlarının ve izlerinin teşhir edildiği bir şey olarak görüyoruz. Yaklaşık 60 metre uzunluğundaki bir rulo, tüm atölye çalışmalarında bizim kayıt zeminimiz oldu. Önceki çalışmalara dönerek ve ileriye adımlar atarak o uzun tuvali “göçebelik” mefhumunun çağrıştırdığı notlar ve imajlarla doldurduk. Sonra da bu uzun ruloyu yine hareket halinde sergileyebileceğimiz yollar aradık. Müzisyen dostlarımız da açılışta gerçekleştirdikleri şahane konserle bize destek oldular.  

Serginizde benim en dikkatimi çeken şeylerden biri yine atölye yürütücülerinizden biri olan Adem Dağlar’ın önderliğinde ortaya çıkan bir performans kaydı oldu. Göçebeliği bedenle anlatmayı, bunu gidip gelmekle, bağlantısallık ve bağlantısızlıkla anlatmayı nasıl başardınız bunu performansa dönüştürme süreci nasıl gerçekleşti? 

Temel fikir, bir toplumsal inşa olarak tecrübe ettiğimiz bedenin yerleşik pozlardan, tavırlardan ve anlamlardan temizlendiği bir hali hayal etmekti. Performans çalışmalarının hedefi, bedenlerin toplumsallık-öncesi (ya da toplumsallık-dışı) faaliyetlerini yakalamak ve yeniden ilişkilendirmekti. Son aşamada, bu performansların kayıtları ses ve görüntü teknikleriyle, tecrübe edildikleri anı aşan aykırı bir kompozisyona dönüştürüldü.      


Bu yazı bir Avrupa Birliği projesi olan CultureCIVIC: Kültür Sanat Destek Programı’nın desteklediği “Sanat Haberciliğini ve Eleştirisini Yerelden Geliştirmek” projesi kapsamında Argonotlar tarafından komisyon edilmiştir. 

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Raziye Kubat’la dağ köyüne dönüşünü, romantik imgelerden uzak bir perspektifle, doğanın sertliği ve direnişiyle şekillenen yaratım sürecini konuştuk.

Kütüphane

Sanat Dünyamız dergisinin "Sanat Tarihi Nasıl Yazılır?" temalı Eylül/Ekim 2024 tarihli sayısında yayımlanan Sezin Romi'nin yazısı Argonotlar Kütüphanesinde.

Söyleşi

Civan Özkanoğlu ile .artSümer'de gerçekleşen ilk kişisel sergisi "Hepimiz Biliyoruz"u konuştuk.

Duyurular

Argonotlar Almanak 2024'ün basılı olarak yayımlanması için başlattığımız destek kampanyasının detayları bağlantıda!