Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Söyleşi

Sanatsal, zamansal, mekânsal ve evrensel: Havaya Dair

Milano merkezli tasarım stüdyosu 2050+ ile Salt Beyoğlu’ndaki güncel sergileri “Havaya Dair”i konuştuk.

Havaya Dair sergisinden görünüm, Salt Beyoğlu, 2024 Fotoğraf: Mustafa Hazneci (Salt)

Mimar ve küratör Ippolito Pestellini Laparelli tarafından 2020 yılında Milano’da kurulan 2050+ teknoloji, politika ve ekolojinin kesişiminde eleştirel mekânsal pratiklere odaklanan multidisipliner bir tasarım stüdyosu. Ekibin, Salt Beyoğlu Forum alanı için ürettiği Havaya Dair yerleştirmesi “Gerçekleri görselleştirmek için sanat ne yapabilir?” sorusundan yola çıkarak hava kirliliğinin toplumsal ve ekolojik boyutlarını dokunulabilir, işitilebilir, görülebilir ve hissedilebilir mekânsal bir deneyime dönüştürerek cisimleştiriyor.

Sergi mekânı boyunca tavandan zemine, birbirine paralel asılı; renkleriyle ve üstlerine işlenen bilgilerle hava kirliliğinin nedenlerini, etkilerini, derecesini gösteren perdeler İstanbul’un havasına “dokunmayı”, sergi için tasarlanan ses yerleştirmesi bu havayı “duymamızı” ve fotogrametri tekniği kullanılarak hazırlanan animasyon ise “görmemizi” sağlıyor. Bu cisimleştirme denemesine havadan, sudan, iklim krizinden bahseden kısa ve orta metrajlı filmlerden oluşan film gösterim programı da eşlik ediyor.

“Havaya Dair” sergisinden yola çıkarak 2050+ ile mimarlığın ve tasarımın iklim kriziyle mücadeledeki rolü, sanat ve mimarlık ilişkisi ile veri görselleştirme ve haritaların işlev, yöntem ve etik problemleri üzerine konuştuk.

Havaya Dair sergisinden görünüm, Salt Beyoğlu, 2024 Fotoğraf: Mustafa Hazneci (Salt)

Havaya Dair”, hava kirliliğinin toplumsal, fiziksel ve ekolojik boyutlarına odaklanıyor. Yerleştirme İstanbul’daki hava kirliliğine dair verileri içermekle birlikte gösterim programındaki belgeseller dünyanın çeşitli yerlerinden örneklerle hava kirliliğinin etkilerini görmemizi sağlıyor. Araştırma sürecinden ve sergiyle ilgili ana kararlardan bahseder misiniz?

2050+ bünyesinde geliştirdiğimiz tüm projeler gibi “Havaya Dair” de toplumsal, politik ve çevresel konulara duyduğumuz kolektif ilgiye dayanan bir araştırmayla başlıyor. Bu ilgi alanlarından biri olan ve pek çok açıdan aşina olduğumuz gibi İstanbul için de büyük bir önem taşıyan hava kirliliğini daha önce Milano’da yürüttüğümüz bir araştırma projesinde -dijital bir think-thank projesi olan Circle’da- ele almıştık. Bu sergi için özellikle akademisyenler, matematikçiler, toksikologlar, meteorologlar gibi belirli alanlarda uzmanlaşmış profesyonellere hitap eden bir dil kullanarak hava kirliliğinin bilimsel ve teknolojik açıdan analizini ve kavrayışını sorgulayan bir proje geliştirmekle ilgilendik. Bu doğrultuda, Boğaziçi Üniversitesi’nden önemli ekotoksikolog Prof. Dr. Melek Türker Saçan gibi fikirleri serginin yönünü belirlemede kilit rol oynayan uzmanlarla görüşmeler ve işbirlikleri yaptık. Prof. Dr. Saçan’ın, havada dolaşan çeşitli elementler nedeniyle çevremizde gerçekleşen kimyasal reaksiyonların duyulamıyor ve görülemiyor olmalarına yönelik açıklamaları; görsel, dokunsal bir başka deyişle duyusal deneyim geliştirmemiz için itici bir güç oldu. Hava kirliliğinin insan bedeni ve daha genel anlamda çevre üzerindeki olumsuz etkilerine odaklanan makalelerin yanı sıra İstanbul’da bu konuyla ilgilenen mimar ve aktivistlerle yapılan söyleşilerle birlikte hava kirliliğinin görselleştirilme yollarının nasıl araçsallaştırılacağı konusunda kapsamlı bir çalışma geliştirdik.

Havaya Dair sergisinden görünüm, Salt Beyoğlu, 2024 Fotoğraf: Can Turanlı

Basın bülteninde yerleştirmenin maddi, işitsel ve görsel deneyler aracılığıyla hava kirliliğine dair unsurları somutlaştırmayı amaçladığından bahsediliyor. Burada sergi kapsamında “somutlaştırmak” kavramını biraz açabilir misiniz?

Bilimsel dil, bilim çevresi için ideal olsa da sanatsal pratiğin dili her zaman, kendi disiplininin ötesine taşarak daha geniş bir kitleyle diyalog kurmaya ihtiyaç duyar. Eğer bilim; hava kirliliğini, onu oluşturan elementler, bağlı olduğu fizik ve kimya yasaları gibi teknik yönleriyle anlamak için bir araç olarak ele alınsaydı, “somutlaştırma” eylemi bu anlayışı duyusal olana -dokunabileceğimiz, hissedebileceğimiz ve duyabileceğimiz hâle- geri getirmek olurdu bizce. Prof. Dr. Saçan’ın tartışmalarına dönecek olursak çevremizi saran sayısız ve sürekli kimyasal reaksiyon, onların sesleri ve titreşimleri, bu sergiyi kavramsallaştırma sürecimiz boyunca ilham kaynağımız oldu. Ve kendimize şu soruları sorduk: Buradaki gerçekliği görselleştirmek için sanatsal pratik ne yapabilir? Temsilin bilimsel biçimlerinin ötesine nasıl ulaşabilir ve tüm duyularımızı kullanarak bu konularla/sorunlarla etkileşime geçmeye nasıl başlayabiliriz? Bedenlerimizle mi? Nihayetinde, hava kirliliğini en fazla vücutlarımız algılamıyor mu? Doğrusu, bu somut bir problem. Serginin mekânsal konfigürasyonu; renk kodlu, işlemeli, asılı perdeler ve dokunsallıklarının yanı sıra ses yerleştirmesi ve akustik titreşimleriyle “maddi bir saha” yaratmaya çalışıyor.

Ziyaretçinin yerleştirmeyle girdiği fiziksel etkileşim çelişkili duygular uyandırabiliyor. Örneğin hava kirliliğinin derecelerine göre yerleştirilen ve her biri farklı bir katmanı temsil eden perdeler arasında hareket etmek, ziyaretçiye hava kirliliğini kontrol edebilme gücü olduğu hissini verebilirken perdelerdeki bilgilerin değişmiyor oluşu tersi bir izlenim oluşturabilir. Mekânsal tasarım ile ziyaretçinin hava kirliliği üzerindeki etkisine yönelik bir ilişki kurulabilir mi? Yine ziyaretçinin deneyimi üzerinden gidersek, ziyaretçi perdeler arasında hareket ederken, farklı kirlilik seviyelerinde aynı bedensel devinimini sürdürürken işitsel ve görsel atmosfer değişiyor. Bu anlamda ziyaretçinin duyusal deneyimiyle yerleştirme nasıl bir ilişki kuruyor?

Sergi deneyimi oldukça öznel ve bizler perdelerin arasında farklı etkileşim, ilgi ve odak seviyesiyle dolaşıyoruz. Kolektif olarak tüm işlerimizi geliştirirken ve yürütürken bunu aklımızda tutuyoruz. Her bir işin nesnel etkisinden bahsetmek mümkünse de “Havaya Dair”, ziyaretçilere hava kirliliğini yönetme, kontrol etme veya değiştirme yeteneği vadetmiyor. Çeşitli sebep sonuçların belgelendiği bu sergide farklı araçlar, havayı kirleten etmenleri görselleştirmek ve daha geniş kitlelere ulaştırmak için kullanıldı. Salt Beyoğlu Forum’u boyunca parçalara ve katmanlara ayrılmış, böylelikle mekânsallaşmış perdeler, ziyaretçinin nasıl algıladığına ve özümsediğine bağlı olarak farklı okuma alternatiflerine açık.

Fiziksel, manuel ve geleneksel bir yöntem olan nakışla işlenmiş perdelerle temas ettikten sonra bizi dijital bir ekran karşılıyor. Burada manuel ve dijital olan arasında nasıl bir ilişki var?

Dijital olduğuna inandığımızla fiziksel diye adlandırdığımız arasında ilginç bir oyun var. Verili, gerçek, fiziksel ve çevresel şartların dijital dünyamızın var olmasını sağladığı düşünülünce arada çok farkın olmadığını söylenebilir. Sergi mekânının sonuna yerleştirilen, yedi metre genişliğinde ve göz hizasından biraz yukarıda konumlanan ekranda fotogrametri yazılımıyla hazırlanmış bir animasyon gösteriliyor. Fiziksel çevreyi araştırırken ve haritalandırırken fotografik malzemeyi kullanan bu araç, objeler arasındaki mesafeyi belirlemeyi, nihayetinde onları yeniden inşa etmeyi amaçlıyor. Fotogrametri özellikle yapılı çevrenin fiziksel, katı (maddi) ve statik elemanlarında kullanılsa da, biz bu araçla İstanbul’un gökyüzünü; yani hareket eden, kısa ömürlü, ele geçirilemez, yoğunlaşmış su ve buhar kütlesini yeniden inşa etmeye giriştik. Önceki sorunuza da işaret edecek olursak, bu aynı zamanda İstanbul’un gökyüzünde süzülen, yüzen kimyasal reaksiyonları duyamıyor oluşumuza ses tasarımıyla, farklı hava kirlilik seviyelerini algılayamıyor oluşumuza ise perde katmanlarıyla meydan okuyan bir “maddeleştirme/somutlaştırma” girişimi.

Havaya Dair sergisinden görünüm, Salt Beyoğlu, 2024 Fotoğraf: Mustafa Hazneci (Salt)

Gösterim programındaki filmlerden birinde Devan Adası’ndaki buzların erime sesinin iklim krizine kanıt olarak sunulduğundan bahsediliyor. Yerleştirmede de ses tasarımı önemli bir rol oynuyor. Bu rolden bahseder misiniz?

Tam anlamıyla görünmez bir ortam olan havaya hayranlığımız ve doğasına yönelik sorularımız antik medeniyetlere kadar uzanıyor. Anaksimenes gibi Yunan filozoflar, havayı, evreni dolduran ana madde olarak konumlandırmış ve bu da havanın maddesel bir varlık mı yoksa sadece bir yokluk mu olduğuna dair tartışmalara yol açmıştır. “Havaya Dair”, etrafımızdaki havanın sıklıkla görünmez olan ekolojisine bir görünürlük kazandırmayı amaçlıyor. Havanın karmaşık kompozisyonunun farkında olsak da onu hala boş bir mekân olarak algılıyoruz. Lorem ismiyle de bilinen İtalyan sanatçı Francesco D’Abbraccio tarafından tasarlanan ses yerleştirmesi ziyaretçileri, karmaşık bir çevre ve bir malzeme olarak sunulan atmosferle etkileşime girmeye, böylece somut olmayanı somutlaştırmaya davet ediyor. Bu çalışma, çeşitli bilgi ve varlık katmanlarını estetik olarak dönüştürüyor ve izole ediyor. Atmosferi sonik deneyimlere taşıyor. Bu dönüşüm, çevreyle olan duyusal ilişkimizi genişleterek havanın sonik bir savaş alanı olarak yeniden ele alınmasını öneriyor: radyo dalgaları, eloktromanyetik dalgalar, canlı sesler, parçacıklar ve bilginin diğer formlarının oluşturduğu uğultulu ekoloji. Tüm bunlar kaynakların estetik bir yorumuyla temsil ediliyor. Örneğin havada bulunan partikül maddeler (PM10, PM2.5), çarpışan cisimlerin izleri, küçük etkiler ve sürtünmelerle temsil edildi. “Keşfedilecek çevre” konsepti 14 kanallı bir ses sistemini merkeze alarak hayata geçirildi. Sesin sergi alanına yerleştirilmiş farklı hoparlörler aracılığıyla yayılmasına olanak tanıyan ses tekniğiyle ziyaretçi değişen bir işitsel deneyimle sarmalanıyor. Her bir ses kanalı belirli bir atmosferik olguyu temsil etmek üzere tasarlandı. Ziyaretçinin sergi mekânındaki fiziksel hareketi çevrenin görünmeyen katmanlarını keşfetmek için bir araç oluyor ve dinleyiciyi havanın saklı karmaşıklığını keşfeden aktif bir katılımcıya dönüştürüyor.

Water sleep II Akaike river under Xizang Road Su Uykusu II Yolun Altından Akan Nehir filminden bir kare
Su Yu Hsin’in izniyle

Veri görselleştirme, kimi zaman çok karmaşık veriler arasından ihtiyacımız olanı görmemizi kolaylaştıran bir yöntem olsa da aynı veri havuzundaki bilgilerin farklı bir diyagramla gösterilmesiyle farklı noktalara vurgu yapılabiliyor. Bu da bir verinin kullanıldığı bağlamın ve seçilen yöntemin politik olduğunun altını çiziyor. Örneğin gösterim programında yer alan watersleep II Akaike river under Xizang Road (2019) filminde iktidar tarafından bir coğrafi haritanın şekillendirilişini görüyoruz. Bu bağlamda siz çalışmanızda verileri görselleştirirken hangi etik, politik sorularla boğuştunuz ve nasıl kararlar aldınız? Hangi kaynakları, neden kullandınız?

Perdelerdeki işlemelerde farklı kaynaklardan faydalanarak hazırladığımız bir dizi veri, grafik ve diyagram var. Üçüncü partiler tarafından sağlanan bu tür ikincil kaynaklar söz konusu olduğunda, bunları kimin hangi nedenle derlediğini göz önünde bulundurmak oldukça önemli; yalnızca bu ilişki gözlemlenerek kolayca eser hakkında toplumsal ve politik izlenim edinilebilir. Uluslararası tanınırlığı olan Dünya Sağlık Örgütü’nün hava kalitesine dair kılavuzlarını (atmosferdeki kirlilik seviyesinin insan sağlığı açısından tolere edilebilirliğiyile ilgili bir karşılaştırma) Massachusetts Medical Society’nin İstanbul’un havasında dolaşan aylık kirletici madde seviyesini gösteren grafik ve verilerini (PM 2,5 ve PM 10 partikül maddeler, kükürt dioksit, ozon, azot dioksit ve karbonmonoksit) kullandık. Bunlar objektif, ölçülebilir ve tespit edilebilir veriler ve biz de nakışlarla böyle bir objektifliği belgelemeyi ve yansıtmayı denedik. “watersleep II Akaike river under Xizang Road” filminde anlatıldığı gibi haritalar iktidar ve güç araçlarıdır. Bir ulus devletin coğrafi ve siyasi sınırlarını, yasa ve yönetmeliklerinin hükmedeceği araziyi ve nihayetinde ona erişimi olan vatandaşları belirlemek için kullanılır. Bu çizgiler geçtiğimiz on yıllar boyunca tekrar tekrar çizildiler. Oysa kirleticiler ulusal ve bölgesel herhangi bir sınır tanımaz. Rüzgâr akımı ve hava durumuyla değişip hareket ederler. Bu nedenle nakışlara bölgesel bir harita eklememeyi tercih ettik. Bunun yerine çok ölçekli bir gerçeklik betimledik: Madenler, fabrikalar, modern araçlar vb. kirletici kaynaklarından, nihayetinde bu tür kirleticiler tarafından etkilenen alanlar olan insanın iç organlarına kadar seyreden bir gerçeklik.

Serginin girişinde bilgilendirme notu var, ancak yalnızca çok dikkatli ve meraklı bir ziyaretçiyseniz bu notu inceleyip perdelere işlenen verilerin neler olduğunu görebilirsiniz. Ayrıca perdelerin boyutu ve ölçeği üzerindeki verinin anlaşılmasını zorlaştırıyor. Bilginin açıkça görülebilir ve okunabilir olmayışı bilinçli bir tercih mi? Veri okuryazarlığı konusunda ne düşünüyorsunuz ve sizin veri görselleştirme tasarımınız bu konuyu nasıl ele alıyor?

Ziyaretçilerimizin detayları keşfedecek kadar zeki ve meraklı olduklarını düşünmeyi seviyoruz. Yine de sergileri gezmenin ve içeriğini özümsemenin birçok yolu var. Perdelerdeki bilgi ve veriler proje için oldukça önemli bir role sahip (bu yüzden sergi mekânı boyunca da baskın bir yer tutuyorlar) olsa da bilgilerin temsil biçiminde bir gerilim söz konusu. Perdelerin rengi, nakışların yoğunluğu, ziyaretçinin geldiği saat, tüm bunlar kişinin okumasını etkiliyor. Fakat eserin müellifleri olarak bizler için, politik bir diyalog platformu oluşturmada kritik bir rol oynayan sanat kurumunun bu tür konulara alan açma girişimi oldukça önemli. Niyet önemli olduğu için de “sanatsal ifadenin, sanat kurumunun, dokunsal deneyimin rolü nedir?” diye soruyoruz. Kapsamlı bilimsel makaleleri ve bilgileri herkes okuyup anlayamayabilir ama hepimiz çevremizle duyusal ilişkiler kurarız.

Ice Cores Buz Nüveleri filminden bir kare
Susan Schuppli’nin izniyle

Gösterim programında yer alan, Susan Schuppli filmi Ice Cores, araştırma ve malzeme sürecinde aktivizm, politika ve hukukun etkisini oldukça etkileyici bir şekilde örnekliyor. Sizin de veri merkezleri üzerine çalışmalarınız var. Devletler ve özel şirketler tarafından saklanan, depolanan, paylaşılan verinin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Oluşturulurken ve elde edilirken bir yandan da okyanuslara zarar veren bir verinin demokratikliği ve işlevselliği üzerine ne düşünüyorsunuz?

Hem stüdyomuzda hem de Londra’daki Royal College of Art’taki derslerimizde veri merkezleri üzerine yıllar süren araştırmalar yürüttük. Veri merkezleri için gayrimenkulün karmaşık, kaynak yoğun ve fiziksel formları diyebiliriz. Yapay zekânın kamusallaşmasıyla birlikte küresel çapta gerçek zamanlı veri akışında keskin bir yükseliş görülebiliyor. Ama yine de sizin bahsettiğiniz gibi bu akışlar özel kuruluşlar tarafından yürütülüyor. Yeni bir söylem değil ve verilerin bu şekilde yönetilmesinin kapitalizmin temel ilkelerini takip ettiğini görmek hiç de zor değil; düşününce Orwel’vari bir durum. Fakat biz konuya olumlu bir açıdan yaklaşmayı seviyoruz. İnsanın fendi her zaman üstün gelir ve buna dair oldukça heyecan verici örnekler var. Tüm dünyada çoğalan, merkezsizleştirilmiş, açık kaynaklı, eşler arası ve blockchain gibi teknolojiler bize veri akışının ve yönetiminin alternatif yollarını gösteriyor.

Havaya Dair sergisinden görünüm, Salt Beyoğlu, 2024
Fotoğraf: Mustafa Hazneci (Salt)

Serginin araştırma ve kurulum sürecinde sizler hava kirliliği ve iklim krizinin olumsuz etkilerini azaltmak adına nasıl kararlar aldınız? Başka bir ülkede sergi hazırlamanın zorluklarıyla nasıl başa çıktınız?

Dahil olduğumuz tüm projeler için birlikte çalıştığımız partnerler, üreticiler ve imalatçıların yerel olması ön koşulumuz var. İstanbul üretim anlamında zengin bir şehir olduğu için tüm bunları Salt Beyoğlu’nun beş km çapındaki bir alanda mümkün kılabildik. Salt’ın küratoryal ve prodüksiyon ekiplerinin liderliği ve asistanlığı önemli bir rol oynadı, onlarsız böyle bir projeyi geliştirmeyi başaramazdık. Özellikle de perdelere işlediğimiz nakışları göz önünde bulundurursak daha önce bu detayda bir çalışma yapmamıştık. Salt ile kurulan bu işbirliği sayesinde işin uzaktan tamamlanabilmesi mümkün oldu.

Son olarak; geçtiğimiz Uluslararası Venedik Bienali Mimarlık Sergisi ile ilgili sıkça dile getirilen eleştirilerden biri mimarlık sergisinin sanat bienallerine benzemiş olmasına yönelikti. Çoğunluğu mimarlık pratiğinden gelen bir ekip olarak bu konudaki yorumlarınızı merak ediyorum. Bu sınıflandırmalar hakkında ne düşünüyorsunuz ve siz “Havaya Dair” sergisi bağlamında sanat ve mimarlık ilişkisini nasıl ele alıyorsunuz?

Sanat ve mimarlık doğaları gereği iç içe geçmiş disiplinler. Sanatçıların aynı zamanda mimar ya da tam tersi olduğu zamanların çok da uzak olmadığını unutmuş gibiyiz. Atomdan kente sanatın uygulandığı farklı ölçekleri düşünürsek sanata dair üslup ve fikirlerin Mimarlık Bienali’nde bir araya geldiğini görmek neden bu kadar zor? En nihayetinde, yapılı veya yapılı olmayan çevre ölçeğinde olması fark etmeksizin, her zaman dünyadaki tüm faaliyetlerin sosyal, politik ve çevresel etkilerini göz önünde bulunduran bir ifade biçimi. “Havaya Dair” sanatsal bir yorumlama, sanatın dilini kullanan bir düşünce ürünü, ama yine de fiziksel, mekânsal ve zamansal gerçeklikler ortaya koyan araştırma ve iletim yönüyle de oldukça mekânsal.

İlginizi Çekebilir

Eleştiri

Arter'de Selen Ansen küratörlüğünde Ömer Koç Koleksiyonu’ndan seçilen eserlerle oluşturulan Farz Et Ki Sen Yoksun sergisine bir toplayıcının gözünden bakış.

Duyurular

Georg Baselitz’in son on yılda ürettiği eserler, 13 Eylül 2024 - 2 Şubat 2025 arasında Sakıp Sabancı Müzesi’nde sergilenecek.

Gündem

Mey|Diageo desteğiyle hazırladığımız İstanbul Eylül-Ekim sergileri listesiyle karşınızdayız!

Söyleşi

Bu yıl 6. Mardin Bienali’nde Bor Sanat desteğiyle “INVITED: Müşterek/Unified” sergisine ev sahipliği yapan EXIT Kolektif’ten Mehmet Çimen ve serginin küratörü Ebru Nalan Sülün...