Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Eleştiri

İhtimaller ve temenniler arasında: Eskişehir Odunpazarı Modern Müze

Nergis Abıyeva, Eskişehir Odunpazarı Modern Müze’sini değerlendirip açılış sergisi Vuslat’ın kataloğunun eksikliklerine vurgu yaptı.

Ferruh Başağa, Toplum ve İşbirliği, 1953, tuval üzeri yağlıboya, 200 x 300 cm.

Kuşkusuz ki bir müzenin hikâyesi, adından başlar. Mimar Erol Tabanca’nın 1990’lı yılların ortasından itibaren oluşturmaya başladığı, 1950’lerden günümüze uzanan koleksiyonunu merkezine alarak açılan Odunpazarı Modern Müze, adını konumlandığı tarihi Odunpazarı bölgesinden alıyor. OMM, yalnızca adıyla değil, mimari yapısıyla da bölgeye uyum sağlamak isteyen bir tutum geliştirdi. Çağdaş müzenin, çevresiyle uyumlu bir ilişki kurma zorunluluğu olmasa da, OMM’un  UNESCO’nun “dünya mirası geçici listesi”nde yer alan Odunpazarı bölgesiyle kurduğu organik ilişki oldukça etkileyici. Yapıyı kendi yerinde deneyimlemek, bu organik bağı hissetmek açısından önemli; nitekim bağlamından koparılmış temsil fotoğrafların tam tersi bir intiba bırakması mümkün. Müze gerek boyutları, gerek kullandığı malzeme ve mimari ayrıntılarıyla Odunpazarı bölgesine estetik olarak eklemlenmeyi, bölgeye görsel bir değer katmayı başarmış. Ritmin, ışığın ön planda olduğu, insanı içine alan bir müze mekânı söz konusu.

Müze gezmek bir deneyim olduğuna göre, OMM bir tür dinginlik hissi veren, izleyiciyi kucaklayan bir müze. Müzenin tasarımcısı Kengo Kuma, ahşabın özgün kullanımlarıyla ürettiği projelerle dünyanın çeşitli yerlerinde sayısız yapıya imza atmış Japonya kökenli bir mimar; betonu olabildiğince az kullanmasıyla ve doğal malzemelere ağırlık vermesiyle tanınıyor. Kengo Kuma, müzenin tasarımına Odunpazarı evlerinin sokak nizamını da katmak istediğini belirtiyor: “Tasarıma sokak düşüncesini de katmak istedik, çünkü modern kentlerin aksine Odunpazarı’ndaki son derece belirgin sokak ölçeği binaların girinti çıkıntılarıyla oluşuyor. Geleneksel ahşap evler dümdüz, çizgi çekmiş gibi dizilmiyor; örneğin ikinci kattaki bir cumba sokaktan geçenler için gerçekten çok güzel bir görüntü veriyor. İşte bu duyguyu müzenin iç mekanına katmak istedik: kutular arasından kıvrıla kıvrıla geçen bir yol.”

OMM, Kengo Kuma and Associates. Fotoğraf: NAARO

Geçen Şubat ayında gerçekleştirdiğim OMM ziyaretim sırasında aklımda Hal Foster’ın ortaya attığı, müzecilik literatürüne ‘Bilbao Etkisi’ olarak geçen kavram vardı. Foster, 2001 yılında yazdığı makalesinde Frank Gehry tarafından tasarlanan ve İspanya’nın Bilbao kentinde inşa edilen Guggenheim Müzesi’nin kent için bir logoya dönüştüğünü, şehre ayak basıldığında görülen ilk tabela olduğunu, turist rehberlerinin üstündeki yerini aldığını belirterek Bilbao Guggenheim’ın bir müzeden çok, şehre ve turizme değer katacak bir cazibe merkezi olmasını eleştirmişti.

OMM’la ilgili olarak aklımda böyle sorular varken, Erol Tabanca’nın ilhamını aldığı müzenin zaten Guggenheim olduğunu öğrendim. Tabanca, OMM hayalinin başlangıcında ilham kaynağının İspanya’nın Bilbao şehrinde açılan Guggenheim Müzesi olduğunu belirterek sözlerine şöyle devam ediyor: “Bilbao kimsenin gitmek istemediği bir şehirken, Guggenheim Müzesi sayesinde dünyanın en önemli turizm destinasyonlarından biri oldu. OMM projesinin insanları sanatla buluştururken bir yandan da Eskişehir’e, doğduğum şehre büyük bir katma değer sağlamasını arzulamıştım ve görüyorum ki bu arzum gerçekleşiyor.” OMM’un kendine model olarak Bilbao Müzesi’ni aldığı her fırsatta dile getiriliyor. Doğrusu, Eskişehir Bilbao gibi sönük bir kent değil, aksine dinamik ve yoğun ziyaretçi alan, İstanbul’a yakın olmanın avantajının, şehirde yer alan üniversitelerin getirdiği dinamizmle birleştiği bir şehir. Üstelik bir müzenin kurulduğu şehrin ikonik ve turistik bir simgesi olmaktan, bir şehre marka değeri katmaktan önce başka misyonları ve işlevleri var.

Öncelikle müze bir söylem, bir tarihselleştirme demek. Bu söylemin çekirdeğini oluşturan da kuşkusuz ki müzenin koleksiyonu. OMM’un koleksiyonuna baktığımızda 1950’li yıllardan günümüze uzanan yapıtları içerdiğini, Tabanca’nın tarifiyle ’emek yoğun’ yapıtların ağırlıkta olduğunu görüyoruz. OMM, kendisine model aldığı Guggenheim Müzesi’nin koleksiyonundan çok daha vizyoner ve nitelikli bir koleksiyona sahip. Koleksiyon, Türkiye merkezli olmasına rağmen uluslararası sanatçıları da içeriyor: Nejad Melih Devrim, Fikret Mualla, Bedri Rahmi Eyüboğlu, İlhan Koman, Nuri İyem, Jaume Plensa, Fahrelnissa Zeid, Marc Quinn, Canan Tolon, İnci Eviner, Erol Akyavaş, Burhan Doğançay, Julian Opie, Gülsün Karamustafa, Komet gibi rüştünü ispat etmiş sanatçıların yanı sıra, sanat hayatının başında olan Alpin Arda Bağcık, Gizem Akkoyunoğlu gibi sanatçıların da koleksiyona dahil edilmesi takdire şayan.

OMM’un Haldun Dostoğlu küratörlüğündeki açılış sergisi Vuslat, koleksiyona dair bir fikir verse de, sergiye eşlik eden katalog çok zayıf kalıyor. Müzenin sergilerine eşlik eden kataloglardan, kitaplardan beklentimiz bir tarihselleştirme sunmaları, koleksiyonun öne çıkan yapıtlarının sanat tarihsel ve sosyolojik konumları üzerinde durmaları, bu konumları tartışmaya açmaları. Örneğin, Dostoğlu’nun Vuslat sergisinin merkezine aldığı, Ferruh Başağa’ya ait Toplum ve İşbirliği adlı resmin sanat tarihimiz için önemine dair sergi kataloğunda hiçbir ifadeye rastlayamıyoruz. Oysa ki Başağa’nın bu resmi, pek çok açıdan önemli: Başağa bu resmiyle 1954 yılında açılan, Aliye Berger’in birincilik aldığı “İş ve İstihsal” yarışmasına katılmış; derece alan resimler arasına girmemiş ancak sergilenmişti. Başağa gibi, sonradan soyut resme yönelecek ve soyut resimleriyle özdeşleşecek bir sanatçının 1954 yılındaki bir yarışmaya, figüratif tarzda, Kübizm etkili bir resimle katılması, bugünden baktığımızda ne ifade ediyor? Dönemin hemen hemen hepsi Akademili diğer sanatçıları bağlamında incelendiğinde öne çıkanlar, eğilimler, farklılıklar nelerdir? Ya da yine sergide yer alan, Nejat Devrim’in ilk soyut resimlerinden biri olan 1946 tarihli Ayasofya adlı resmin sanat tarihimizdeki yeri, önemi ve etkisi nedir? Vuslat sergisine eşlik eden kitapta her sanatçının biyografisi ve ilgilendiği konular kısaca yer almak yerine, bu soruların tartışmaya açıldığı ve çapraz ilişkilerin kurulduğu metinler kataloğa dahil edilebilirdi. 

Nejad Melih Devrim, Ayasofya, 1946 Tuval üzeri yağlıboya, 97 x 72 cm, Fotoğraf Kayhan Kaygusuz

Müzeciliğimiz uzun zamandır bir krizden geçerken, açılan özel müzelerden beklentinin yükselmesi normal. Devlet müzelerine baktığımızda Türkiye’nin ilk güzel sanatlar müzesi olan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin akıbetinin hala belirsiz olduğunu, Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nin soygun haberleriyle çalkalandıktan sonra, konuya dair kamusal bir açıklama yapılmadığını, İzmir Resim ve Heykel Müzesi’nin ise, varla yok arasında, son derece sakil ve etkisiz mevcudiyetini canlandırmak için herhangi bir  süreli sergi ya da yayın yapmadığını görüyoruz. Böyle bir ortamda özel müzelerin sorumlulukları da doğal olarak artıyor. OMM’dan beklentimiz, tıpkı diğer müzelerden ve müze misyonu üstlenen kurumlardan beklediğimiz gibi, popüler kültüre ve kültür endüstrisine eklemlenecek yeni bir yapıya dönüşmesi değil, sanat tarihinin ve belleğin, yaratıcı fikirler ve zamanın ruhuyla buluşacağı bir müze olması. Hal Foster’ın dediği gibi neticede müzeler farklı geçmiş ve şimdiki zaman kümelenmelerinin billurlaştığı mekânlar değillerse, ne diye onlara ihtiyaç duyalım ki?

Son bir not olarak; OMM ziyaretimden hemen sonra yazılan bu yazı, pandemi dolayısıyla evlere kapandığımız; müzeleri, sergi mekânlarını gezme deneyimini bir süre rafa kaldırdığımız için ancak şimdi yayınlanabiliyor.  

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Loft Art Project'te gerçekleşen "İçimdeki Şarkılar" vesilesiyle sanatçı Nazan Azeri ve küratör Nergis Abıyeva'yla konuştuk.

Kütüphane

"Çağdaş Resmin Dervişi: Murat Sinkil - Yaşamı ve Sanatı" kitabından tadımlık bir bölüm Argonotlar Kütüphanesinde

Kütüphane

Quick Art Space'in ilk sergisi "Yapıntı Doğa"nın küratör metni Argonotlar kütüphanesinde.

Söyleşi

Sergen Şehitoğlu'yla 35 sanat profesyonelinin WhatsApp yazışmalarıyla oluşturduğu sergi üzerine WhatsApp'tan bir söyleşi