Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Eleştiri

İstanbul’un yeni sanat alanı Hara’da “Bir Yer Var”

Hara, ilk grup sergisinde Sena Başöz, İnci Furni, Ekin Kano, İrem Nalça ve Cansu Yıldıran’ın “güvenli alan” fikrinden hareketle ürettikleri eserlerini bir araya getiriyor.

2023’ün son aylarına geldiğimizde, büyük çoğunluk gibi ben de geride kalan yılın ağırlığıyla mücadele ederken, sanatın herhangi bir yarayı sarıp saramayacağı konusuna şüpheyle bakar duruma gelmiştim. Kabul edelim, sanatın gerekliliğini ya da faydasını sorgulamak eğer geçiminizi kültür-sanat sektöründen sağlıyorsanız daha da garip bir hal alıyor. Ancak hayatın olağandışı akışı içinde her şey gibi yaptığımız işleri sorgulamak da doğal bir durum. Belki önemli olan da bu sorgulamalara rağmen yaptığımız işin bir “etkisi” olacağına tutunmamızı sağlayacak karşılaşma alanları bulabilmek.

Hayata eskisi gibi devam etmeyi istesek bile artık bunu mümkün kılmayan sonuçları oldu 2020 yılından bu yana yaşadıklarımızın. Yine de şüphe duysak da yapmakta olduğumuz işin bir fark yaratabileceğine, üretmenin dünyanın bir yerlerinde benzer kaygıları taşıyan, varoluşları iktidarlar tarafından bir hedef tahtasına dolayısıyla bir direnişe dönüşmüş insanlarla temas etmenin bir yolu olabileceğine tutunmaya çalıştığım bir dönemde tanıştım Hara ve kurucusu Canan Bozdağ’la. İşlerini uzun yıllardır takip ettiğim Onur Karaoğlu bu yeni sanat alanında küratör kimliğiyle karşımdaydı. Canan Bozdağ ve Onur Karaoğlu’nun kavramsal çerçevesini oluşturduğu sergide yer alan sanatçılar Sena Başöz, İnci Furni, Ekin Kano, İrem Nalça ve Cansu Yıldıran’ın el birliğiyle kurguladıkları “Bir Yer Var”ı ziyaret etme şansı yakaladım. Bu ziyaretten birkaç hafta sonra, LGBTİ+’ların gece hayatı dışında da bir araya gelebilmeleri için gerçekleştirdiğimiz queerwaves etkinliklerinden biri olarak Hara’ya bir sergi turu bile düzenledik. Bu kez ilk ziyaretimin aksine hava güneşliydi, sanatçılar Cansu Yıldıran, Sena Başöz ve Ekin Kano da sergi turunda bize eşlik ediyor; içtenlikle ve neşeyle hem kendi üretimlerini hem de o gün orada olmayan İrem Nalça ve İnci Furni’nin eserlerini anlatıyordu. Yaşadığım bu umut verici o güneşli gün, bu yazıyı yazarken almam gereken mesafeyi alabilmemi güçleştirdi ve yazının aylardır yazılamamasına neden oldu. Bu karşılaşma, sanatın faydacı olmayan bir yanına dikkatimi -yeniden- vermemi de sağladı. Bugünün Türkiye’sinde yeni işler üretebilmek, pratiğine yeni katmanlar ekleyebilmek ve fikirlerini sanatsal ifadeye dönüştürebilmek sanatçılar için ne kadar mümkündü? Ve sanatçılar için bu alanı sağlayacak sanat mekânları onların nasıl eşikleri atlamalarında rol oynuyordu?

“Bir Yer Var” sergisinden görünüm.

Canan Bozdağ ve Onur Karaoğlu’nun küratoryal yaklaşımında her iki ismin de sanatçı kimliklerinin önemi şüphesiz büyük. Sergiye davet edilen sanatçılar da sonuca değil sürece odaklanan bakış açısının yarattığı özgürlük alanında âdeta pratiklerini “genişletme” imkânı bulmuş. Mekânın üç katına yayılan sergi süreci sanatçıların “güvenli bir alan” fikrinden yola çıkarak işler üretmeleri üzere davet edilmeleriyle başlamış ve dört aylık bir hazırlık sürecinin ardından sergi ortaya çıkmış. Hara’da uzun vakitler geçirerek mekân ve mimari ile kurguladıkları diyalog sanatçıları yeni bakış açıları aramaya motive ederken farklı malzemeler ya da yaklaşımlar kullanmalarına da alan açmış. Böylece sanatçılar tüm bu sürecin sonunda, güvenli alan kavramına dair sanatsal araştırmalarını ortaya koyarak zihinlerinde kurdukları o yeri ve zamanı Hara mekânında kurma fırsatı yakalamışlar.

Cansu Yıldıran, Oberonya, Arşivsel pigment baskı, bambu çubukları, 2023

Uçamayan uçurtmalar, uçuşan küpler ve mantralar

Hara’nın üç katlı mekânının aynı zamanda orta katı da olan giriş bölümü oldukça geniş, boydan boya cam ve mekânın önündeki -üzerinde bir sahnesi de bulunan- havuza bakıyor. Bu boydan boya camda salınmakta olan, İrem Nalça’nın “uçamayan uçurtmaları” karşılıyor izleyiciyi “Bir Yer Var” sergisinde. Hemen karşısında pratiğinde küpleri -bozarak- kullanmasına alışkın olduğumuz Sena Başöz’ün metal küplere bağlanmış paraşüt kumaşından ipleri bir vantilatör karşısında salınıyor.

İrem Nalça, gölgeyle çalışan bir sanatçı, kendi deyimiyle “gölgelerden çıkmak nesnelere dönmek” istediği bir zamanda Bozdağ’ın davetiyle sergiye dahil oluyor. Nalça, serginin dört aylık hazırlık sürecinin bir kısmını mekânda kalarak geçirmiş. Bu büyük camekânın tam karşısına, mekânın tam ortasına yerleştirdiği matının üzerinde günler geçirerek âdeta mekânla, gece ve gündüz ışığıyla konuşarak üretmiş işlerini. Rüzgârı Beklemeden işinde bir araya gelen bu hafif uçurtma heykellerin yerle bağı ipler aracılığıyla kurulmuş. Kol, bacak gibi uzuvlar, belden aşağısı olmayan bir beden ve bir de bu salınım sırasında ortaya çıkan ve budalalaşan bir hilebaz kendi ritimlerinde havada hareketsiz bir dans gösterisi sunmakta. Bu manzara izleyiciye nesnenin kendisi olma iradesini ve anlatılmak istenen bir hikâyenin kurgusundaki tesadüfiliği hatırlatmayı hedefliyor. Sanatçı bu yerleştirmesi için “Bu iş Hara’da kaldığım, yaşadığım bir dönemin arayüzü gibi,” diyor.

Nalça’nın Rüzgârı Beklemeden yerleştirmesi karşılıklı -ya da yan yana mı demeli- durduğu Sena Başöz’ün Bunca Zaman adlı işiyle de her iki eserde de paraşüt kumaşı kullanılmasıyla bir diyalog halinde: Uçamayan uçurtmalar ve uçuyor taklidi yapan küpler. Başöz’ün bu yerleştirmesinde kullandığı metalden küplerse Canan Bozdağ’ın bir dönem yaptığı ve deposundan çıkmış eski heykelleri aslında. Giriş katında iki farklı yerde duran bu yerleştirmedeki küplerin başka bir sanatçı tarafından üretilmiş olması sadece sanatçılar arasındaki etkileyici işbirliğine değil nesnenin kendi hikâyesini devam ettirme inadına da dikkat çekiyor. Başöz bu kez küpleri bozmak, dönüştürmek yerine uçuşan kumaşlarla küplerin katılığına tutunarak esnemeye, uçuculuğa alan açmış oluyor.

“Bir Yer Var” sergisinden görünüm.

Uçurtma heykellerin sağındaki duvara ise İnci Furni’nin dört suluboya-guaj deseninin yer aldığı çerçeveler alt alta dizilmiş, tıpkı yanına konumlandığı mekânın camları gibi dikey bir şekilde. Furni, bu desenleri kendi atölyesinde üretmiş. Güvenli alan arayışında, aslında bir ön hazırlık gibi yaptığı renkli desenleri mantralar gibi tekrar etmenin, sanatçının kendisine o güvenli alanı sağladığını keşfetmesi sonucu mekânın iki katına yayılan farklı boyutlarda eserler ortaya çıkmış. Mekânın alt katında ayrı bir oda olan bölüme ise birer heykel gibi yerleştirilmiş eserler. Bu bölüm sergi içinde başka bir sergi gezmek gibi bir his uyandırıyor; üstelik odanın boydan boya cam kapısı açıldığında gittiğiniz mevsime göre sanki desenlerden kopmuş gibi görünen yaprakları görebileceğiniz bahçeye çıkıyorsunuz.

“Bir Yer Var” sergisinden görünüm.

Antik kentlere, çayırlara ve yok yerlere

Giriş katında Ekin Kano’nun kâğıt üzerine çeşitli boyutlarda linol baskı eserleri iki farklı alanda konumlanıyor. Kano, güvenlik kavramını kendi karşıtıyla var olan bir kavram olarak ele almış ve insanın güvenli alan arayışına dair âdeta bir kazı çalışması gibi görünen eserler üretmiş. Oyuğun Derinliği, tek başına mekânın aydınlık tarafına yerleşmiş, diğer eserlerle de diyalog halinde büyük bir harita gibi görünen tek bir iş ile mekânın diğer bölümlerine göre daha karanlık bir koridora yerleşmiş çeşitli boyutlarda manzara ve desenlerden oluşan iki bölümlü bir yerleştirme. İnsanın geçmişten bugüne güvenlik arayışına dair bir tasarının kuş bakışı haritası gibi görülebilecek büyük yerleştirme antik bir kazı alanı gibi karşımızda duruyor. Bu kuş bakışı harita, az sonra bir mağara hissi veren bölüme geçtiğimizde detaylarını göreceğimiz bir tasarının kuş bakışı haritası gibi de görülebilir.

Ekin Kano, Oyuğun Derinliği, Çeşitli ebatlarda kâğıt üzerine linolyum baskı, 2023

İki bölüm halinde kurgulanmış yerleştirme, sanatçının kullandığı baskı tekniğinin doğası gereği siyah-beyaz, boşluk-doluluk, negatif-pozitif gibi ikilikler güven kavramının da zıttıyla var olduğu düşüncesine biçimsel bir referans da veriyor. Ekin Kano’nun cinsiyet, sınıf ve ırktan arınmış gibi görünen insan figürlerinin hem doğayla hem de birbirleriyle etkileşim halinde olduğu birçok sahnede gözlemlenebiliyor. Hepsi hem geçmişten hem bugünden imgeler gibi. Siyah beyaz bu baskılar, insanın bedenli bir varlık olarak güven arayışının fiziksel karşılığını araştırırken topluluk, aile ve yalnızlık gibi kavramlara da eleştirel bir bakış açısı geliştirmemizi sağlıyor.

Ekin Kano, Oyuğun Derinliği, Çeşitli ebatlarda kâğıt üzerine linolyum baskı, 2023

Mekânın mimari özellikleri sergide yer alan işlerin ortaya çıkmasında ve yerleştirme tercihlerinde önemli bir rol oynamış. Yine alt katta Sena Başöz’ün kümes telleri üzerine paraşüt bezinden kurdelalar yerleştirerek yarattığı çayırın arkasındaki duvarda tele dolanmış sarmaşık ile aynı şarkının farklı bölümlerinden bir şeyler mırıldanıyor gibiler. Tel ve yine paraşüt kumaşından yapılmış çayırın üzerindeki ekranda ise iki çocuğun yer aldığı bir video dönüyor. Çocuklar somatik deneyimleme hareketleriyle izleyiciye bir hikâye anlatıyor. Bu hikâyenin ne olduğu tamamen izleyene kalmış. Sana Her Şeyi Anlattım başlıklı video yerleştirme aslında hiçbir bilginin yok olmaması fikrine dayanıyor. Konuşulmayan, anlatılmayan, dile getirilemeyen dönüşüyor ve başka bir şekilde ortaya çıkıyor. Rüzgârda salınan çayırlar ve çocuklar bir hikâyenin kaç farklı şekilde anlatılabileceğini de getiriyor akla. Ya da gizli kalmışların, konuşulmayanların kendilerine nasıl ifade alanları bulabileceğini de.

Sena Başöz, Sana Her Şeyi Anlattım, Video yerleştirme, 2023

Gelelim mekânın üst katının tamamına yerleşmiş olan Cansu Yıldıran’ın fotoğrafları heykellere dönüştürerek kurduğu yok ülkeye yani Oberanya’ya. Yıldıran’ın üretimlerine tanıklık etmekte ve fotoğraf sanatını doğrusal bir ilerleme bağlamında değil de dönüşen, değişen bir şey olarak kurgulamasını izlemekte büyük bir keyif var. Cansu Yıldıran’ın daha ilk fotoğraflarından itibaren sürmekte olan “kaçış” ve “ev arayışı” temaları, bu kez “fotoğraf heykeller”le inşa edilmiş bir yok ülke olarak çıkıyor karşımıza. Hepimizin ziyaret edebileceği ve parçası olabileceği bir ülke bu, hem yok hem de mümkün.

Cansu Yıldıran, Oberonya, Arşivsel pigment baskı, bambu çubukları, 2023

Cansu Yıldıran, bir süredir aklında olan fotoğrafı “duvardan koparmak”, ona üç boyutlu bir varlık, bir form kazandırma isteğini bu sergiyle gerçekleştirmiş. Oberonya, Yıldıran’ın 2022 yılında Amerika’da Michigan’dan Pasifik Okyanusu’na uzanan 40 günlük bir araba yolculuğu sırasında çektiği fotoğraflarla kurulmuş. Serkan Kaptan asistanlığında Hara mekânında kendilerine tahsis edilen alanda aldıkları çıktılar ve mekânın bahçesindeki bambular kullanılarak inşa edilmiş tüm eserler. Mekânın şehir merkezine uzaklığı, sanatçıların Canan Bozdağ’ın Hara’nın yakınındaki atölyesine yerleşmesiyle sonuçlanmış ve burada 40 günlük bir çalışmanın sonucunda özgün formlarda fotoğraf-heykeller ortaya çıkmış. Queer bir sanatçı olarak Cansu Yıldıran’ın şüphesiz en iyi bildiği şeylerden biri yeni bir ev kurmak, sonra yeniden kurmak, ta ki o güvenli alanı sadece kendisi için değil parçası olduğu topluluk için de yaratana kadar. Oberonya’da kâğıt parçalarının birleşerek devasa ve görkemli heykel yapılara dönüşmesi bu “yok diyar”a giden yolda işbirliğinin, dayanışma ve örgütlenme pratiklerinin öneminin de altını çiziyor gibi. Tam da “Bir Yer Var” sergisiyle Hara’nın yapmayı başardığı gibi: Dünyanın daha iyi bir yer olacağına dair hiçbir işaret bulamadığınız anlarda bile kendiniz, içinde yaşadığınız topluluk için güvenli alanlar inşa etmeye devam etmek.

İlginizi Çekebilir

Duyurular

border_less ARTBOOK DAYS’in altıncı edisyonu, bu sene 3–5 Mayıs tarihleri arasında Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık ev sahipliğinde gerçekleşiyor.

Söyleşi

Larissa Araz ile Versus Art Project'te gerçekleşen “In Hoc Signo Vinces” sergisi üzerine konuştuk.

Eleştiri

Gizem Akkoyunoğlu'nun Sanatorium'da gerçekleşen "Kudretin Silüetleri" sergisini Oğuz Karayemiş değerlendirdi.

Söyleşi

Kundura DocLab vesilesiyle İstanbul’a gelecek olan Rabih Mroué ile dünya ahvalini, tiyatro ve performans ilişkisini ve İstanbul’la bağını konuştuk.