Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Kütüphane

Kışkırtı

Millî Reasürans Sanat Galerisi arşivi dizimizin dördüncü konuğu Nevhiz! Mehmet Ergüven’in kaleme aldığı sergi metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Portre, tuval üzerine yağlı boya, 70x50 cm, 1994
Portre, tuval üzerine yağlı boya, 70x50 cm, 1994

Resimleriyle izleyenleri şaşırtan, sarsan ve kışkırtan Nevhiz Tanyeli’nin retrospektif sergisi 15 Ocak – 1 Mart 2003 tarihleri arasında Millî Reasürans Sanat Galerisi’nde gerçekleşti.

Sanat eğitimine 1960’lı yıllarda İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde başlayan Nevhiz, Neşet Günal, Cemal Tollu ve Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyelerinde yetişti ve 1965 yılında mezun oldu. 1971–1975 yılları arasında burslu olarak Paris’te bulundu. Nevhiz için resim, sessiz ama derinlikli bir iletişim kurma biçimidir. Sanat yolculuğu, önce resim dilinin yapıtaşlarını öğrenmekle başlar, ardından bu güvenli alandan uzaklaşarak özgün bir anlatım kurma çabasına evrilir. Sanatçının ifadesiyle, bu süreç bir “gelgit trafiğidir” — hem yapan hem eleştiren hem de yargılayan olarak sürekli bir iç diyalog halindedir.

Ölüme ve yaşamın olumsuzluklarına karşı direnen, hayatla didişen bir kişilik ve Türk resminin özgün ressamlarından biri sayılan Nevhiz’in eserleri ilk kez toplu olarak Millî Reasürans Sanat Galerisi’nde izleyiciyle buluştu. Sergi nedeniyle hazırlanan, içinde Mehmet Ergüven’in sergi metnine ve Levent Çalıkoğlu’nun sanatçıyla yaptığı bir söyleşiye yer verilen kitap, sanatçı hakkında hazırlanan ilk kapsamlı yayın olma özelliğini taşıyor. Sergi kitabına ulaşmak için Millî Reasürans Sanat Galerisi’yle e-posta (sanatgalerisi@millireasuranssanatgalerisi.com) adresi üzerinden iletişime geçilebilir.


Nevhiz’in resimleri ile diyaloğa giren kişi hep aynı şeye tanık olur: Konu ve dil açısından muhatabı ile senlibenli olmaya peşinen set çekmiş bir sanatçı durmaktadır önümüzde. Nitekim biraz dikkatli bakınca görmekte gecikmeyiz: Resim yapmak, önce hazırlop (beklentili?) seyir hazzının iptalini şart koşar bu üretim modelinde. Dolayısıyla seyrine talip olduğumuz şey, göze değil, görme alışkanlığına çarpan şeylerin toplamıdır burada. Öyle ki, renkten çizgiye kadar görsel imgeye aracılık eden malzeme, daha izleyiciye ulaşmadan önce, sonsuz soru işareti ile kendi altında kalarak, görünür olmaktan ötürü ezilip büzülmüştür neredeyse! Nevhiz için boş tuval yüzeyi, utana sıkıla “desem mi, demesem mi”yi çiziktireceği bir karatahtadan farksızdır; resmin kendisiyle dile gelecek olanı yutup, “söylüyor gibi”nin tuzağına düşmesi an meselesidir çünkü.

Çocuklar ki ölümden habersiz, kağıt üzerine sulu boya, 40×26.5 cm, 1981

Düşlerine ortak arayan her sanatçı, doğrudan ya da dolaylı, ama sonuçta hep aynı şeye başvurur: Kışkırtı. Nevhiz ise handiyse kumara çevirir bunu; ölüm kalım savaşının eşiğinde resim yapmak, kusursuz kışkırtının gereğini yerine getirmektir. Buna göre kargacık burgacık figürlerin ötesinde, önce boşluk ihtilaçla kıvranıp durur bu düşler âleminde; boşluk, ya çok fazla ya da hiç yoktur burada ve bu nedenle söz konusu figürler, muhayyel bir uçurumun kıyısında, yuvarlanma ile kendine sıkışıp kalma arasında bocalayıp durmaktadır hep. Öte yandan ancak ifade bağlamında toparlayabileceğimiz bir kopukluğa yol açan bu boşluk, tıpkı azgın bir hortum gibi durmadan içine çekmektedir bizi.

Nevhiz’de izleyicinin bakışını rapteden şey, önce bakış hattını tasfiye eden belirsizlik -bu, duruş noktasının kaybıyla eşanlama gelir-, daha sonra zamandışı ile flört eden bağımsız enstantanelerin kopukluğudur. Dolayısıyla bu resimlerde karşılaştığımız örgensel bütünlük, aslında tamamen karşıtı ile kotarılmış olmanın izlerini taşır; bu ise Nevhiz’de irkiltici olanın gerekçesini gösterir bize. Buna göre sıradan izleyici bile verilen mesajı deşifre etmekte gecikmez: Varoluş her koşulda tekinsizdir; ve tam da bu yüzden yaşam karabasandır.

Geceleyin bir koşu, tuval üzerine yağlı boya, 130×92 cm, 2002

Resim yapmak, ressama rağmen sonuçlarına katlanmayı göze alan bir cesaret gösterisine dönüştüğü andan itibaren, uzlaşıya dayalı iletişim modelleri de büyük ölçüde iflasın eşiğine gelir; ressam, bir başka dille konuşuyor olmanın sonuçlarına katlanmak zorundadır artık. Aslında, E.M. Cioran’ın mükemmelen formüle ettiği üzere, her gerçek sanatçının değişmeyen yazgısıdır bu: “Bu çağa karşı hiçbir güç cesaretinizi kırmıyorsa, bu çağ kadar bayağı ve başarılı olmak gücünüz yoksa, anlaşılmaz olmaktan yakınmayın.” Nevhiz’in bunca yıldır “anlaşılmaz olmak”la ödediği bedele gelince, hiç şüphe yok ki, gerçekte anlamsız olana karşı cesaretle direnmenin armağanından başka bir şey değildir bu.

Nevhiz’de yaygın ölçütleri zorlamaya geçişe atılan ilk adım, fırçanın kaleme dönüşmesiyle başlar; en azından, renklendirmeden çok, rengi dışlamayan bir çizimin hizmetindedir fırça. Bu nedenle figür, içinin renklendirilmesini bekleyen bir biçim olmaya sonuna kadar direnir; tıkandığı noktada ise keçeli kalemden farksız fırçanın tarayıcı dokunuşları ile yoluna devam eder; figür ne denli büyükse, bu da o ölçüde belirgindir.

Öte yandan biraz dikkatli bakınca ilk izlenimi yalanlayan bir başka gerçekle karşılaşırız burada: Görünürde ne varsa hepsi yuvarlanmanın eşiğine gelmesine rağmen, düşen hiçbir şey yoktur; çünkü henüz figüre sıra gelmeden yeterince yamulmuş olan boşluk, bu hakkı daima kendine saklı tutar. Böyle bir durumda figüre kalan şey, olsa olsa bulunduğu yere eğreti bir biçimde ilişmiş olmaktır.

Yine bu bağlamda görüntüyü kareleyen kesit, temsiline talip olduğu sahnede, örselenmiş bütünü salt bu özelliği ile parçalara bölünce, ortaya çıkan şey, bütünü temsil olanağını peşinen yitirmiş bölük pörçük ayrıntılar manzumesidir. Gerçi kimi zaman bunu görmek epey güçtür; ama Nevhiz’in tüm resimlerini bu yöndeki eğilimin içten içe yönlendirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Yeryüzünde kendine düşen birey için dünya (boşluk?), rahimle aynı paydayı bölüşen kapsül-mekândır artık; boşluk kendine sığmadığı için insan açıkta kalır burada.

Uzun ince yoldayım gidiyorum gündüz gece, tuval üzerine yağlı boya, 70×50 cm, 1993

Sen Oradasın II (2002) ele alalım: Nevhiz, son çalışmaları arasında yer alan bu örnekte, öngördüğü resim dili, daha doğrusu kendini ifade tarzına ilişkin her şeyi olanca açıklığı ile ortaya koyar. Ancak buna geçmeden önce, sık sık karşılaştığımız kaplumbağa üzerinde durmaya çalışalım biraz: Çoğu kez dişiyle çiftleşir konumda gördüğümüz bu sürüngen Nevhiz için neyi simgelemektedir? Erkekte yaşanan düş kırıklığını mı, yoksa -Italo Calvino’nun Kaplumbağaların sevişmesi’nde (Palomar) altını çizdiği üzere- bu hayvanların sevişmesini yönlendiren mantığa hasretle duyulan imrenmeyi mi? Tosbağaların sevişmesine eşlik eden “Tak! Tak!” sesi, Palomar’ı bu konuda düşünmeye zorlar: “Derinin yerini kemik pullarla, boynuz kabuklar alırsa eros ne olur? (…)Duyumsal dürtülerin yokluğu, belki de onları, koyu, yoğun bir zihinsel yaşama zorluyor, billurlaşmış bir içsel bilgiye ulaştırıyor. Kaplumbağaların erosu, belki de kesin zihinsel yasalar izliyor, oysa biz, nasıl çalıştığını bilmediğimiz, tekleyebilen, tutukluk yapabilen, denetlenemez özdevinimler başlatabilen bir aygıtlar bütününün tutsaklarıyız… Kaplumbağalar, kendilerini bizden daha mı iyi anlıyorlar?”

Hiç kuşkusuz, bu alıntıdan hareketle, düş kırıklığı ya da imrenmenin çok ötesinde, kaplumbağanın Nevhiz’i temsil ettiğini bile söylemek mümkündür; ancak kesin olan şey şudur: Nevhiz’de karmaşık yaşantı içeriklerinin toplamı olan bu hayvan çokanlamlıdır.

Önümde karanlığın en güzel yeri, tuval üzerine yağlı boya, 80×80 cm, 2000

Sen Oradasın II’ye bakarken yitirdiğimiz yön duygusu, daha ilk adımda bulunduğumuz yer ile bakış hattının yalpalamasına yol açar. Öyle ki, açıkça algılanabilen figürler olmasın rağmen, şaşılaşan bakış hattının ağırlığı nedeniyle bir türlü yanılsamaya teslim olamayız; çocuksu bir duyarlığın izinde öylesine karelenen sahne, ardında amuda kalkmış suretinin gölgesi ile aydınlanıp hale gelmiştir sanki! Ayrıca bir dizi ayrıntıya (pencerelerden bakanlar, tırmanan kertenkele vb.) yer yer Rorschach testini çağrıştıran şekiller de (fil?) eklenince, resimle diyaloğa girmek için büsbütün dışına çıkmak şart olmuştur ister istemez.

Nevhiz, belki çok fazla şey söyler; ama sürekli gıcık tutan kısık sesle; ve biz o gıcığı görürüz hep. Eklektizm, biçem dışında kalan, alâkasız ilişkiler yumağında karşımıza çıkar burada. Öte yandan dil olarak resim, görünene anlam verme arzusunu kışkırttığı ölçüde bunu irdeleyip açıklama (söze dökme) yönündeki her türlü çabayı açıkça köstekler; Nevhiz’de her şey, resime bakmakta olduğumuz gerçeği dikkate alınarak tasarlanmıştır çünkü. Dolayısıyla görünürde anlatılan öykü, olay ya da durum ne denli çarpıcı olursa olsun, çok geçmeden etkisini yitirip silinmeye yüz tutar. Bir başka deyişle, hiçbir şey kusursuz yanılsama beklentisi kadar bu resme yabancı değildir; ancak biraz ilerleyince Nevhiz’in bununla da yetinmediğini görürüz: Resim yapmak, seçilmiş malzemeye uzlaşma yoluyla kafa tutmaktır; bu ise, aynen burada tanık olduğumuz gibi, sonuçlarına katlanmayı baştan göze alabilecek denli cesaretli olmayı şart koşar hiç kuşkusuz.

Nevhiz’in yaşamıyla bütünleşen resim serüveni büyük ölçüde bu cesaretin öyküsüdür; iddiasız, ama o ölçüde kendinden emin ve ağırbaşlı. Herkes biliyor: Yarını bugünden kucaklamanın bedeli, çoğu defa şimdiye katlanmaktır.


Bu yazı 15 Ocak – 1 Mart 2003 tarihleri arasında Millî Reasürans Sanat Galerisi’nde gerçekleşen “Nevhiz” sergisinin metnidir.

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi’nde yer alan “Asılı Şimdi” sergisi üzerinden Serkan Aka’yla rüzgarda savrulan tülleri, duvarlara vuran ışık yansımalarını ve kurduğu ses dünyasını konuştuk.

Kütüphane

Eda Emirdağ'ın Belly Button adlı fanzin çalışmasına eşlik eden makale Argonotlar Kütüphanesinde.

Kütüphane

Açık Dergi programına konuk olan Akbulut’un İlksen Mavituna’yla yaptığı sohbetin deşifresi Argonotlar Kütüphanesinde.

Kütüphane

Depo’da 12 Temmuz’a dek ziyarete açık olacak "ARADA 1997-2003: Belgelerle Şakalaşıyoruz" sergisinin küratör metni Argonotlar Kütüphanesinde.