Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Eleştiri

Nuri Bilge Ceylan: Tanımlanamayan anlamın peşinde

Serdar Darendeliler, Nuri Bilge Ceylan’ın “Yolda” sergisini sanatçının anlam arayışı üzerinden ele aldı.

Gülsüm, Türkiye, 150x174, 2024

Nuri Bilge Ceylan denince aklıma düşen iki şey oluyor. Bunlardan ilki, BÜFOK (Boğaziçi Üniversitesi Fotoğrafçılık Kulübü) odasındaki –Narnia Günlükleri’ndekine benzer- gri dolabın derinliklerini karıştırırken bulduğumuz Ceylan’ın “röntgen filmi” negatifleri. O zamana dek bu büyüklükte bir negatif görmemiş olduğumuzdan onları aramızda bu şekilde kodlamıştık ama muhtemelen sadece 4×5 veya 5×7 inç büyük format filmlerdi bunlar. Sene 1995 ya da 1996 olmalı. Söz konusu fotoğrafların özportreler olduğunu hatırlıyorum hayal meyal. Üzerinde oynanmış ve müdahale edilmiş olduklarından baskıdan negatife transfer edilmiş olmalıydılar. Acaba şimdi nerededirler?

İkincisi ise Arif Aşçı’nın meşhur akşam yemeklerinden birinde denk geldiğimizde Ceylan’ın sarf ettiği “Taşınırken kitaplığımızdan atamadığım sayılı şeyden biri Geniş Açı’nın eski sayıları olmuştu” cümlesi. Ev taşırken belimizi en fazla büken ve “atsam mı tutsam mı” ikileminde bizi en zorlayan şeylerin kitaplar ve dergiler olmasından dem vuruyorduk sanırım. Bu kez sene 2010 filan olmalı. Adı her geçtiğinde olduğu gibi bu muhabbet sırasında da gözümün önüne yan yana sıralanmış Geniş Açı’lardan oluşan kırmızı bir satıh geldiğini hatırlıyorum. Ceylan’ın bu sözlerini Geniş Açı sevgisinden ziyade fotoğraf sevgisine yorabilir miyiz?

Evet, belki de bunlar ve benzer nedenlerle Nuri Bilge Ceylan zihnimde ilk olarak bir fotoğrafçı olarak canlanıyor. Halbuki çoğunluk için durum tam dersi değil mi? Ceylan, öncelikle ödüllü bir yönetmen. Muhtemelen Dirimart Dolapdere’de devam eden “Yolda” sergisini sabırsızlıkla görmek isteyenler ve hâlihazırda görenlerin çoğu için de durum pek farklı değil. Zira, uluslararası başarılara imza atmış sayılı Türkiyeli yönetmenlerden birinin çektiği fotoğrafları görmek için, şakır şakır yağmurun yağdığı bir hafta içi akşam üstünde bile azımsanmayacak bir ziyaretçi grubu olarak sergi geziyorlar. Üstelik “sıradan” bir İstanbullunun veya sanatseverin hâlâ gündelik aksında yer alamayan Dolapdere gibi bir yerde.

Altın Palmiye ödüllü bir yönetmenin fotoğraflarını görmek izleyiciler için ne kadar merak uyandırıcı ise bir galeri için onları sergilemek de o kadar motive edici olmalı. Nihayetinde hem bolca izleyiciyi galeriye çekecek hem de fotoğraf sanatında neye işaret ettiklerinden bağımsız olarak “hot property” yani “satılma ihtimali yüksek” işler bunlar. Ticari bir galeri için gayet anlaşılabilir bir durum. “Yolda”, Ceylan’ın galerideki üçüncü solo sergisi ve Mayıs 2023’te İstanbul Modern’in yeni binasının açılış sergilerinden biri olan “Başka Bir Yerde”nin devamı niteliğinde: “Aslında bu sergi bir öncekinin devamından başka bir şey değil. Sadece bunun yeni bir ismi olsun istendi. Bu fotoğraflar da önceki sergidekiler gibi aynı şekilde türlü sebeplerle yapmış olduğum geziler sırasında çekildi.”[1]

Yolda, Bengal, Hindistan, 150×174, 2011

Kurgu karakterlerle yaratılan hayali gerçeklik

“Yolda”, Ceylan’ın büyük çoğunluğu Hindistan olmak üzere Rusya, Türkmenistan, Cezayir, Çin, Mısır gibi ülkelerde ve Türkiye’nin farklı yerlerinde çektiği portrelerden oluşuyor. Simitçi isimli fotoğraf haricinde eserlerin hemen hepsi muhteşem manzaralar içine tam boy konuşlandırılmış ve hep belli bir mesafeden fotoğraflanmış tek, ikili veya grup hâlindeki kişilerin portrelerinden oluşuyor. Klasik manzara resimlerine öykünen, pek çoğunda bulutlu ve kasvetli havalardaki ihtişamlı gökyüzünün karenin üçte ikisini kapladığı; kimi zaman da deniz, göl veya akan bir suyun kompozisyonda kendine yer bulduğu fotoğraflar bunlar. Birkaç fotoğraf ise kişilerin evlerinin önünde, dar bir sokakta veya tarihî bir mekânda çekilmiş. Fotoğraflardaki kişiler gözlerini dikmiş kameraya, fotoğrafçıya ve dolayısıyla bize bakıyorlar. Hülyalara dalmış olduklarından gözlerini kameradan kaçıranlar ise sayılı.

Peki kim bu gözlerini dikip bize bakan insanlar? Bu hârikulâde manzaralar içerisine yerleştirilmiş “egzotik” birer öğe olmanın ötesinde kendilerine, sevdiklerine, mücadelelerine, zenginliklerine, arayışlarına, kaybedişlerine, beklentilerine, topluluklarına dair bize ne söylüyorlar? Hemen hemen hiçbir şey. Çünkü Ceylan’ın da ifade ettiği üzere bunların hepsi birer kurgu karakter: “​​Sinemada nasıl oyuncular senaryonun ya da yönetmenin peşinde olduğu bir gerçekliğin ortaya çıkabilmesi için bir aracı gibi işlev görüyorsa, bu fotoğraflarda da durum pek farklı sayılmaz. Ne olduğunu ve neden olduğunu fazla tanımlayamayacağım belli bir anlamın ortaya çıkabilmesi için kurgu karakterler gibi kullanılıyorlar hepsi. Kimse kendisi değil yani burada.”[2] Anlaşılan o ki fotoğraflardaki kişiler Ceylan’ın tahayyülündeki birilerine veya bir duyguya tekâbül ediyorlar. Gördüklerimiz etkileyici kareler ama yine de izleyicilerin fotoğraflarla ilişkilenebilmesi adına, fotoğrafı çekilen kişilerin Ceylan’ın zihnindekilere istinaden “büründürüldükleri” bu karakterlerin gerçekliğine dair bir fikirleri olsaydı ve bunu Ceylan ile birlikte izleyicilere aktarmaya çalışsalardı nasıl olurdu diye de düşünmeden edemiyorum. Sinemada, yönetmen ve oyuncuları arasında bahsi geçen bu gerçeklik bilgisi alışverişinin ve duygu paylaşımının yapıldığını varsayarak söylüyorum bunu. Belki de fotoğraflardaki saklı -ne olduğu tam olarak tanımlanamayan- “anlam”ı ben anlamıyor ve yanılıyorumdur.

Sanırım serginin basın bültenindeki şu cümleler de kafamı biraz karıştırıyor: “…bunlar istedikleri kadar birbirine benzemeyen farklı ülkelerde, farklı etnik ya da kültürel ortamlarda çekilmiş olursa olsun, kayda alınmış herkes sanki bir şekilde aynı koloninin insanlarıymış gibi görünüyorlar. Herkesi birbirine bağlayan, ortak bir noktada buluşturan belli bir duygunun varlığını hissetmek hiç de zor değil.” Hatta devamında “İzleyiciyi farklı coğrafyalar arasında kişisel bir yolculuğa çıkarmanın yanı sıra insanın evrensel hikâyesine de tanıklık etmeye davet eden” bir sergi olarak tanımlanıyor “Yolda”. Halbuki ben sadece seyir zevki yüksek, bakmaktan keyif aldığım portreler ve manzaralar görüyorum. Herkesi birbirine bağlayan ortak duygunun ne olduğunu anlamakta, kişisel bir yolculuğa çıkmakta ve bahsi geçen evrensel hikâyeye tanıklık etmekte zorlanıyorum. Muhtemelen yine sorun bendedir.

Fotoşop’un sınırlarına yolculuk

Ceylan’ın alametifarikası olan müdahalelere gelirsek… Ceylan, fotoğraf kariyerinin ta en başından beri önce karanlık odada sonra da (dijital) aydınlık odada fotoğrafları üzerinde yaptığı yoğun, anlaşılmaması imkânsız ve hatta kasıtlı olarak anlaşılsın istendiğini düşündüren müdahaleleriyle tanınıyor. (Benzer müdahaleleri ve dramatizasyonları, filmlerindeki geniş plan manzaralardan, özellikle gökyüzüne denk düşen yerlerden de hatırlarsınız.) İster ilk dönem siyah beyaz fotoğrafları olsun ister sinema kariyerinin yanına fotoğrafçılığı tekrar eklemlediği dönemde ürettiği panoramik Türkiye fotoğrafları olsun, neredeyse imzası hâline gelecek şekilde fotoğraflarını manipüle ediyor Ceylan. Hatta ilk dönem siyah beyaz fotoğraflarındaki kişilerin yüzleri -orantı ve ışık olarak- fotoğrafın geri kalanından o kadar ‘ayrıksı’ durur ki bu müdahaleleri fark etmemek imkânsızdır. Fakat o dönemdeki işleri çok daha deneysel, kurgulanmış, belli bir duyguyu aksettirmeye/oluşturmaya çalışan, hatta “belgesel” fotoğrafa ters köşe yapan işler oldukları için bu müdahaleler çok fazla sırıtmaz ve fotoğraflardaki ruh hâlini destekler.

Sardes, Manisa, (Turkey Cinemascope serisinden), 2003

Benzer bir şekilde yoğun dijital müdahalelerin uygulandığı “Yolda”da da özellikle arka planlardaki manzaralarda, gökyüzünün ve bulutların yoğun bir şekilde dramatize edildiği ve “gerçeküstü” olarak tanımlanabilecek bir güzellikte ortamlar yaratıldığı görünüyor. Ve tabii ki pek çoğu geniş manzaralar önünde çekilmiş oldukları için -ön plandaki ışık yetersizliğinden dolayı- nispeten karanlıkta kalan kişilerin yüzlerinin doğal olmayan bir şekilde “aydınlatılması” da ayrıca dikkat çekiyor. Hatta aralarında, Ceylan’ın ilk dönem fotoğraflarına benzer bir şekilde, sanki başka bir fotoğraftan kopyalanıp yapıştırılmış gibi duran yüzler/kafalar bile mevcut. Her ne kadar Ceylan “Benim anı yakalamak gibi bir niyetim ya da isteğim hiç olmadı. Film yönetmeni tavrımın fotoğrafta da devam ettiği ya da deyim yerindeyse, fotoğraf tekniğini kullanarak resim yapmaya çalıştığım söylenebilir bir bakıma.”[3] dese de, “Yolda”daki fotoğraflar gerçekliğe “-miş gibi yaparak” yakın durduklarından/yaklaştıklarından, kişilerin yüzlerindeki bu yapaylık izleyicide garip bir huzursuzluk yaratıyor. Yoksa bahsi geçen “ortak duygu” bu huzursuzluk hissi mi? Ya da yine sadece ben miyim huzursuz hisseden?

“Yolda”nın çağrıştırdıkları

“Yolda”yı gezerken birkaç isim geliyor aklıma. Bunlardan ilki Rineke Dijkstra ve ABD, Polonya, İngiltere, Ukrayna ve Hırvatistan kumsallarında, genellikle denizden yeni çıkmış -çocukluk ile yetişkinlik arasındaki o araf dönemindeki- tanımadığı ergenlerin tam boy portrelerinden oluşan serisi “Beach Portraits”.[4] Dijkstra’ya poz veren gençlerin kırılgan postürleri, yüzlerindeki sudan karaya çıktıkları o kısacık andaki şaşkınlık, hem duruşlarına hem yüzlerine akseden -hayatlarının bu geçiş evresinde hissettikleri- arada kalmışlık ve bilinmezlik hissi, etraftaki gereksiz her şeyden arındırılmış ve sadece arka plandaki denizden oluşan kompozisyonlar, kim olduklarını bilmediğimiz bu gençler özelinde aslında ortak ve evrensel “arafta olma hissiyatı” hakkında çok fazla şey söylüyor. (Burada kısacık bir parantez açıp, Hellen van Meene’nin gerçek ile kurgu arasında salınan muğlak anlar yarattığı, benzer yaş grubundan bireyleri fotoğrafladığı portrelerini de analım.)[5]

Aklıma gelen bir diğer isim ise Ahmet Sel ve on yılını geçirdiği Moskova’dan ayrılmadan evvel çok farklı sosyo ekonomik sınıflardan, mesleklerden, yaş gruplarından pek çoğunu tanıdığı Moskovalıları, yaşadıkları veya çalıştıkları yerlerde fotoğrafladığı serisi “Moskova İnsanları”.[6] Dijkstra’nın aksine Sel’in kompozisyonları, portresi çekilen kişilerin kim olduklarına, geçmişlerine, zevklerine, toplumsal sınıflarına dair onlarca detayla bezeli. Evleri, atölyeleri, stüdyoları veya çalıştıkları mekânlar, bu kişiler hakkında çok fazla bilgi barındırıyor. Portresi çekilen kişilerle ilgili kısa metinlerle birlikte sergilenen bu fotoğraflar, bir yandan kişisel hikâyeler anlatırken bir yandan da Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından geçen 10 senede Rusya’nın geçirdiği değişimin portresini çiziyor.

Okyanus Kıyısında İki Çocuk, 150 x 174 cm, 2014

Son isim ise işlerini tam olarak portre fotoğrafı olarak adlandırabileceğimizden emin olamadığım ama portreler çoğu zaman işlerinin tam göbeğinde durduğu ve “ortak duygu” yüklü oldukları için Roger Ballen.[7] Ballen, artık tamamen kendi kurguladığı mekânlarda, mantıksızlık üzerine kurulu, tekinsiz bir dünyanın çağrışımlarıyla bezeli, medeniyet ve doğa arasındaki çatışmalardan beslenen, rüyalar ve kabuslardan birer sahneymişçesine duran fotoğraflar üretiyor. Ballen’ı bana hatırlatan sanırım Ceylan’ın “…fotoğrafları birbirine bağlayan bir tür duygu birliğinden bahsedebiliyorsak eğer, bunun ne olduğunu fotoğrafçının iç dünyasında aramak saçma olmayacaktır.”[8]  sözleri ve kariyerinin ilk dönemlerinde karanlık odada yarattığı hayali dünyalar oluyor.

Türkmenistanlı Kızkardeşler, 150 x 174 cm, 2024

Temenniler

Nuri Bilge Ceylan’ın sürekli birbiriyle karşılaştırılan ve akrabalık ilişkisi kurulan bu iki sanat dalında fasılalarla üretimlerine devam ediyor olması ve Türkiyeli sanatseverler olarak buna birinci elden şahit olabilmemiz oldukça heyecan verici. Muhtemelen birinden bunaldığında diğerine odaklanıyor Ceylan: “Sinema çalışmaları içinde bazen umutsuzluk hissettiğimde tekrar fotoğrafa dönüp gizli projelerimi hayata geçirebileceğim düşüncesi bana sevinç veriyor. Doğrusu üretim süreci söz konusu edilecek olursa, fotoğraf sinemaya göre çok daha zevkli.”[9] Bize de bu minvalde filmleri ve fotoğrafları arasında yol katetmek düşüyor sanırım. Ah, basın bülteninde bahsi geçen “kişisel yolculuğu” sonunda bulmuş olabilir miyim?

Dirimart’taki sergiden çıkıp yağmurlu akşamın alacakaranlığına doğru yürürken aklımı şu soru kurcalıyor: Neden hiç kimse her iki sanat dalında da yetkin Nuri Bilge Ceylan’ın filmleri ve fotoğraflarını birlikte irdeleyen, bu iki medyumdaki üretimleri arasındaki etkileşimlerin peşine düşen, birbirlerini nasıl beslediklerini çözümleyen, fotoğraflarının ülkedeki ve dünyadaki güncel fotoğraf pratikleri arasında neye denk düştüğünü sorgulayan esaslı bir retrospektif yapmıyor? Örneğin İstanbul Modern, uluslararası sanat dünyasında da uzun süredir beklenen yeniden açılışını “Yolda”nın öncülü fotoğraflarla yapmak yerine böyle bir retrospektif ile yapsa çok daha yerinde olmaz mıydı? Bari bu sefer kendimi yanıtlayayım: Bence olurdu. Tam da burada noktayı koymak üzereyken şu aralar Amsterdam’daki Eye Filmmuseum’da büyük bir Nuri Bilge Ceylan retrospektifi olduğunu fark ettim.[10]  Müzede, altı ay boyunca Ceylan’ın hem filmleri gösteriliyor hem fotoğrafları sergileniyor hem de işleri üzerine konuşmalar gerçekleştiriliyor. Ayrıca Ceylan’ın seçtiği filmler de gösterim programında. Darısı başımıza…


[1] “Benim durumumda sinema ve fotoğraf çatışmaktan çok birbirini destekliyor”, Elif Tanrıyar, Gazete Oksijen, 31 Ocak 2025

[2] “Benim durumumda sinema ve fotoğraf çatışmaktan çok birbirini destekliyor”, Elif Tanrıyar, Gazete Oksijen, 31 Ocak 2025

[3] “Benim durumumda sinema ve fotoğraf çatışmaktan çok birbirini destekliyor”, Elif Tanrıyar, Gazete Oksijen, 31 Ocak 2025

[4] Rineke Dijkstra’nın 1990’lara tarihlenen bu olağanüstü serisi, bugünlerde Frankfurt’taki Staedel Museum’da sergileniyor. Müzenin web sitesinde Dijkstra ile yapılmış bir söyleşi de var. www.staedelmuseum.de/en/rineke-dijkstra

[5] Neredeyse tüm kariyeri boyunca yetişkinliğe geçiş sürecindeki bireyleri garip durumlar içerisinde fotoğraflayan Hellen van Meene’nin işlerini görmek için: http://hellenvanmeene.com/photos

[6] Ahmet Sel’in bu serisi, sonrasında ürettiği serilerdeki editoryal ve biçimsel yaklaşımına dair de çok fazla nüve barındırıyor. http://ahmetsel.com/portfolio-item/people-of-moscow

[7] Kariyerine belgesel fotoğrafçılık ile başlayıp nevi şahsına münhasır bi tarza evrilen, hatta “Ballenesque” olarak adlandırılan bir janr yaratan Roger Ballen külliyatına dalmak için: https://www.rogerballen.com

[8] “Benim durumumda sinema ve fotoğraf çatışmaktan çok birbirini destekliyor”, Elif Tanrıyar, Gazete Oksijen, 31 Ocak 2025

[9] “Karanlık Odadan Beyazperdeye Sessiz Sakin Adımlar”, Burcu Kaya & Deniz Yalım, Geniş Açı Fotoğraf Sanatı Dergisi, Sayı 11, Mayıs-Haziran 2000

[10] Eye Filmmuseum’daki “Inner Landscapes” başlıklı Nuri Bilge Ceylan retrospektifinin detaylarını merak edenler için: https://www.eyefilm.nl/en/programme/nuri-bilge-ceylan/1367823


Bu yazıyı beğendiniz mi?

O hâlde yazarlarımızın telif ücretlerini karşılamak için başlattığımız Telif Kumbarası kampanyamıza destek olabilirsiniz!

Görsele tıklayarak Telif Kumbarası kampanyamıza erişebilir ve destek verebilirsiniz.


İlginizi Çekebilir

Duyurular

Geçen yıl Argonotlar Almanak 2023’e destek veren Bor Sanat, bu yıl işbirliğini kariyerinin başındaki sanat yazarlarına destek vererek sürdürüyor.

Millî Reasürans Sanat Galerisi Arşivi

Millî Reasürans Sanat Galerisi arşivi dizimizin ikinci konuğu Tosun Bayrak! “Fasa Fiso” sergisinin yayını için Ahu Antmen'in kaleme aldığı metin Argonotlar Kütüphanesinde.

Gündem

“Daha Pek Çok Şey: Hüseyin Bahri Alptekin” podcastini Zeynep Nur Ayanoğlu'yla birlikte hazırlayan Abdullah Ezik, doğum yıldönümünde Hüseyin Bahri Alptekin'i yazdı!

Söyleşi

Cem Mumcu “Inhibition/Exhibition” sergisinde hem kişisel hem de toplumsal düzeyde bastırılan duyguların sergiye dönüşümün imkanlarını arıyor. Sanatçıyla keşfettiği yolların görsel ve yazınsal karşılıklarını konuştuk.