Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Kütüphane

SABO’nun Golden Hours sergisi üzerine

SABO’ nun 15 Aralık – 28 Ocak tarihleri arasında Versus Art Project’te yer alan “Golden Hours” adlı kişisel sergisinin küratör metni Argonotlar Kütüphanesinde.

SABO, Golden Hours, Versus Art Project
SABO, Golden Hours, Versus Art Project

Kırmızı bir tuvalde yürüdüğünü düşün. Güneşin deniz ile gökyüzünü al ile sildiğini. Neşeye dönük insanların gölgelerinin olduğu bu tanımsız mekân, ürkütücü olduğu kadar insana huzur da veriyor. Tüm insanlar, hafifliğin hayalinde garip bir sarhoşluktalar. Ten tene değmekten korkmadıkları gibi bir gün görünmez olmaktan da korkmuyorlar.

Şimdi sen saatlerin şaşırttığı yerdesin, güneşin en tepe noktada olduğu kör edici bir beyazlıkta, tanımsızlıkla dolu bir havuzun içindesin. Havuzun tüm tanımsızlığı da senin içinde. Işığın altında, ışığın içinde, ışığa rağmen, ıssız sokakta, belki de balkonunda ayaklarını uzatmış, zamanın geçişini düşünüyorsun. Günün geceye, öğlenin alacakaranlığa dönüyor. Hayali şefkatin ve gizli bir şehvetin arkasına saklanıyorsun tüm renklerinle.

Ellerindeki her şeyi, zihnindeki tüm düşünceleri bir kenara bırak ve güneşin karanlığa doğru kısıldığı bu önünde uzanan kumsalı düşle. Az önce kemiklerine dokunan o ısıtıcı anne, gitti artık. Kör bir karanlıkta, etrafını saran insanlar yavaşça sese dönüşüyorlar. Hepimiz o batan kızıllığa az önce tanık olduk. Şimdi etten, kemikten ve tenden oluşumuzun gerçekliğiyle baş başa kaldık sıcak annemizin yokluğunda.

Bu gerçeklik ve karanlığın kucağında, sessizce gecenin gelmesini, yıldızların üzerimizde açmasını umutla bekliyoruz.

Elâ Atakan’ın SABO’ya yazdığı mektup
31 Ekim 2022, Pazartesi

Sergiden görünüm, Versus Art Project.

SABO, Golden Hours sergisinde, insanı mutlu eden anların sevgi dolu şefkatli ışığını tuvallerinin üzerine taşır. Işığın her defasında farklı bir anlatım bulduğu eserlerde, sanatçının Versus Art Project’te gerçekleşen önceki sergileri Paracetamol ve Time Machine’den de izler vardır. Paracetamol sergisindeki, renklerin baş döndürücü etkisi, Time Machine sergisindeki kurgusal zaman içerisinde yer değiştiren anlatısı, yerini daha öznel bir anlatıya güneşin başka açılarıyla aydınlattığı huzur dolu anlara, anılarına bırakır.

Golden Hours sergisinde sanatçı, sabah mahmurluğuyla pikenin altından insanı saran, anne saçının teline vuran, yaz akşam üstleri balkonda tentenin arasından sızan, çarşafların beyazlığında koşan, suyun üzerinde, içinden yansıyan, dağların arkasında doğan, batan, adeta bizi kutsayan bir sevginin izlerini soyut damlacıklar halinde ifade eder. Bir mutluluğun peşinde, hafiflik hayalinde, namevcut mekanlarda, tanıdık ama gerçekleşmemiş hayattan kesitleri betimler.

***

Güneş’in içimizi ısıttığı altından saatler, sergide üzerinden vaktin akmakta olduğu ideal bir zamana gönderme yaparken, aynı zamanda hayalî bir mekânı da çağrıştırır. Bu hayalî mekânın zemini ışık ve ışığın farklı halleridir. En ilkel dürtülerimizi anımsayarak, ışığın simgesel köküne indiğimizde, insanlığın evrenin karanlığına karşı, Güneş’e taptığı dönemlere dayandığını görürüz. Işık, Antik Yunan geleneğinde de bereketi ve yardımsever erdemleriyle güneşin bir yönü olarak altınla özdeşleştirilir. Işığın parlaklığına sahip olan altın, simyada önemli bir rol oynamaktadır. Kurşunun altına dönüştürülmesi, aynı zamanda ruhsal simyayı, insanın kurtuluşunu, yeniden doğumun işaretini sembolize eder.[1]  

Yeniden doğum kavramı, Golden Hours sergisinde, sanatçının ışık fikrine varmasına da kılavuzluk eder. Sanatçı bu sergiyi kurgularken, annenin rahmindeki bir bebeğin dünyayı onun teninin perdesinin arkasından algıladığı ışık yansımalarını düşleyerek varmıştır. İyilik dolu ve bu sıcak hissiyatın izini, kendi geçmişinde, aile albümlerini karıştırırken annesinin balkonda oturan bir fotoğrafında bulur. Lucky Me adlı eserin esin kaynağı olan bu fotoğrafta, annesinin yüzüne vuran, gözünü kamaştıran o keskin ama mutluluk verici ışık, serginin duygusunun temelini oluşturur. Bu eserde, annesi uzay boşluğunda, gece ile günün birbirine karıştığı her şeyin mümkün olduğu tanımsız bir yerdedir. Platon, geç dönem eserlerinden Timaios’ta [ana rahmine benzeyen] dişi bir Khôra [χώρα] fikrinden bahseder: ‘‘her şeyin yatağı ve anası olan Khôra, hem şehir, hem de yer ve her şeyin içinden çıktığı tohum anlamındadır.’’[2]

SABO, Light Leaks (Işık Sızıntıları), 2022, Tuval üzerine yağlı boya, 55 x 45 cm.

SABO, sergide ektiği bu ilk tohumdan yola çıkarak, geçmişte yaşanıp yaşanmadığı belirsiz, mutluluk anlarının peşine düşer. İnsanın daha çok tatilde, sayfiyede, denizde, doğanın içerisinde huzur bulduğunu fark eder ve bu duygu durumunu seride eserlerin alt yapısını oluşturmakta kullanır. Is There Someone Else? adlı eserinde, arkadaş mı, baba-oğul mu, kardeş mi olduğunu tam olarak bilmediğimiz, ancak duygusal yakınlıklarını hissettiğimiz yüzü silinmiş üç figür bize bakar. Derme çatma ama sarının sıcaklığını taşıyan çadırın altında, doğanın içerisinde, gerçekliğin sınırında, suda huzurludurlar. Arkalarındaki binalar, SABO’nun önceki sergilerindeki eserleri Tsunami ve Tornado’nun bir felakette dağılmış, yıkılmış evlerinin, belki de tam tersi hissiyatta, bir iyilik vaadini taşımaktadırlar. Bu esere eşlik eden Time Flies ise, uçuşan kanatları anımsatan yapraklarıyla, SABO’nun işaret ettiği zaman kavramının geçirgenliğine ışık tutar.

SABO, Light Leaks (Işık Sızıntıları), 2022, Tuval üzerine yağlı boya, 55 x 45 cm.

Sanatçının sergide kurguladığı mimariye yakından baktığımızda, yaşanmış ve iyimser bir altın çağın izlerini taşıdığını görebiliriz. Light Leaks başlıklı ışık sızıntısı eserlerinde, huzur dolu bir balkonda uçuşan tenteler ve arasından görünen sokaklar, binalar bizi çocukluğun uzun yazlarına, zamanın yavaş ve şefkat dolu aktığı anlara götürebilir.

Sanatçı Golden Hours sergisinde, eserlerinin üzerine yeni bir katman ekler, ışık sızıntıları adını verdiği su damlacıklarına benzeyen, tuvaller üzerinde dağılan soyut alanlar resmeder. Sanatçıya göre bu zerreler, onun kurguladığı, kendisinin içerisinde yer almadığı altın anlara sızdığı kapılardır. SABO’nun bu sergide kullandığı soyut alanlar, anlam derinliğinin yanı sıra aynı zamanda çalışma tekniğine dair de ipucu taşımaktadır. Kuru boya ve kâğıda resmettiği In Your Eyes serisinde kullandığı kolaj yöntemini tuvallere aktarmıştır. Sanatçı, onun varlığından çok öncesinde çekilmiş, deniz kenarında ailesine ait fertlerinin alışılagelmedik hallerinin olduğu neşeli bir fotoğraf bulur ve aynı yerde yakın bir zamanda kendisinin de bir fotoğrafı olduğunu fark eder. Onun için bu iki fotoğraf bir zaman kaymasını işaret eder ve sanatçı, kolajlarla, yoğun boyalı soyut alanlarla, bu iki zamanın arasında bir yolculuk yapar.

Sergiden görünüm, Versus Art Project.

SABO’nun Golden Hours sergisindeki eserlerde betimlediği alanların, deniz, havuz kenarında, suyun yanında olması bir tesadüf değildir. Su, serginin ilk tohumu olan ana rahmine gönderme yaparken aynı zamanda, ışığın en iyi yansıtıcısı ve sanatçının tanımladığı mutluluk anlarının da belki de en iyi eşlikçisidir. Bu sergideki eserlerde, sanatçı suyu farklı fırça ve boya kullanımıyla anlatır. Savior serisinde sanatçı, figürlerin yüzlerini silik bırakarak, denizin belirsizliğini, hareketini, neşesini izi kalmış serbest fırça darbeleriyle anlatırken, Fever Dream’deki havuzun içindeki suyu ışık sızıntıları adını verdiği soyut alanlar kadar yoğun boyar.

Sanatçı, Fever Dream’deki havuzu görünenin ötesinde, başka bir duyumsamayla algılanabilecek bir hissiyatla resmetmiştir. Bu eser, 1960 yılında, Fransa’nın Provence bölgesindeki Le Tholonet’de yaz aylarında Maurice Merleau-Ponty’nin kaleme aldığı son metni Göz ve Tin’deki[3] havuz tasvirine yaklaşır: ‘‘Suyun kendisinin, sulu gücün, şurubumsu ve balkıyan öğenin uzay içinde olduğunu söyleyemem: Başka yerde de değildir, ama havuzda da değildir. Onun içinde bulunur, onun içinde maddeleşir, onda kapsanmış değildir; […]. Bu içsel canlılıktır, görünürün bu parıldayışıdır ressamın derinlik, uzay, renk adları altında aradığı.’’[4]

Sergiden görünüm, Versus Art Project.

Merleau-Ponty, bu kitapta felsefeci ile ressamın aynı sorgulamayı yaptığını, vahşi, sessiz, kavramsız özleri soruşturduğunu söyler ve yeni bir görüş felsefesi geliştirmeye çalışır.[5] SABO’nun sergisinin son serisi olan Manastır’daki dönüşümden geçen eserler de sanatçının üretiminde yeni bir simyanın sonuçlarıdır. Bu seri, sanatçının çocukluğunun yazlarının geçtiği Didim’e yakın olan Manastır koyunun hikayesini üzerinde taşır. Sadece patika yollardan ulaşılabilen bu koyda, Güneş, batmadan önce gözlerden kaybolur ama günbatımının tüm renkleri koyda uzunca bir süre asılı kalır. Yansıttığı ışıklar gittikten sonra ise, mutlak bir karanlık olur. Sanatçı, bu baş döndürücü andan sonraki karanlığı, gökyüzündeki yıldızların parlaklığını, yanındakilerin sadece sesleriyle baş başa kalmasının büyüsünü anlatır. Bu eserlerde, sanatçı vahşi, sessiz ve kavramsız özleri, serbest bir soyutlukla yıkar, havada asılı kalmış ışık zerrecikleri ise belki de Khôra’daki bir tohumun, ana rahmindeki ışığın müjdesini verir.

‘‘Göz ruha, ruh olmayanı, şeylerin mutlu alanını, ve onların tanrısı güneşi açma mucizesini gerçekleştirmektedir. […] Görüşün bize öğrettiğini kelimesi kelimesine anlamak gerekir: Onun aracılığıyla güneşe, yıldızlara dokunmaktayızdır, aynı zamanda her yerdeyizdir, yakın şeylere olduğu kadar uzaklara da yakın, ve kendimizi başka yerde hayal etme gücümüz bile’’ vardır.[6] Kendini mutluluk anlarında hayal ettiği bu sergide, SABO, Maurice Merleau-Ponty’nin anlattığı bu içgörü yolcuğunu gerçekleştirir. Bu serginin aracılığıyla da, bizi geçmişin altın çağının gölgesinde bir hafiflik hayaline, iyileşmeye, ışığının taşıdığı umutla çağırır.


Bu yazı, SABO’ nun 15 Aralık – 28 Ocak tarihleri arasında Versus Art Project’te gerçekleşen “Golden Hours” adlı kişisel sergisinin küratör metni olarak kaleme alınmıştır.

[1] Etienne Christophe, « Symbolique de la lumière », La chaîne d’union, 2014/2 (N° 68), p. 76-83. DOI : 10.3917/cdu.068.0076. URL: https://www.cairn.info/revue-la-chaine-d-union-2014-2-page-76.htm

[2] Platon, Timaios, çev. Erol Güney ve Lütfi Ay, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 2001, s. 48c-52c. Alıntılayan: Çiğdem Yazıcı, Varlık, Varoluş, Söz ve Doğum, Cogito Sayı:81, Konu: Annelik, Yapı Kredi Yayınevi, 2015, s. 36-39.

[3] Maurice Merleau-Ponty, Göz ve Tin, çev. Ahmet Soysal, Metis Yayınevi, 2019, s. 7.

[4] […] Suyun derinliği içinden havuzun dibindeki taş döşemeyi gördüğümde, onu görüşüm suya rağmen, yansımalara rağmen değildir. Bu bozulmalar güneş çizikleri olmasaydı, bu ten olmadan görseydim, işte o zaman onu olduğu gibi, olduğu yerde, yani, her özdeş yerden daha uzakta, görmeyi bırakırdım. Suyun kendisinin, sulu gücün, şurubumsu ve balkıyan öğenin uzay içinde olduğunu söyleyemem: Başka yerde de değildir, ama havuzda da değildir. Onun içinde bulunur, onun içinde maddeleşir, onda kapsanmış değildir; ve gözlerimi yansımalar ağının oynaştığı serviler siperine kaldırırsam, suyun ona da uğradığına ya da hiç değilse ona etkin ve canlı özünü yolladığına itiraz edemem. Bu içsel canlılıktır, görünürün bu parıldayışıdır ressamın derinlik, uzay, renk adları altında aradığı. A.g.e. s.63.

[5] A.g.e. s.11.

[6] A.g.e. s.70-71.

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Civan Özkanoğlu ile .artSümer'de gerçekleşen ilk kişisel sergisi "Hepimiz Biliyoruz"u konuştuk.

Duyurular

Argonotlar Almanak 2024'ün basılı olarak yayımlanması için başlattığımız destek kampanyasının detayları bağlantıda!

Söyleşi

Uluslararası Sinop Bienali’nin yaratıcı sürecinin merkezinde yer alan Hal kolektif’le, şehirle kurduğu bağlar ve katılımcı bir yaklaşımla gerçekleştirdiği projeler üzerine konuştuk.

Söyleşi

Diclekent’teki yeni mekânları vesilesiyle Merkezkaç Sanat Kolektifi’nden Uğur Orhan’la konuştuk.