Connect with us

Hi, what are you looking for?

Argonotlar

Gündem

Sanat yayıncıları tartışıyor

Bor Sanat söyleşileri ikinci sezonuna sanat eleştirisini ve yayıncılarını odağına alarak başladı.

Geçen yıl başlayan ve “deneyimler ile tanıklıkları” konu alan Bor Sanat söyleşileri, bu yeni sezonda odağını sanat yayıncılığına çevirerek 27 Ekim Pazar Minoa Pera’da “Bir Eleştiri Mecrası Olarak Sanat Platformları ve Yayınları” başlıklı bir açık oturum düzenledi. Emre Erbirer’in kolaylaştırıcılığında yürütülen etkinlik, sanat yayıncılığına dair pek çok kriz noktasını tartışmaya açarken; alanda yazıp çizen, alana dahil olamayan, alana dahil olup ayrılmak zorunda kalan, ana akımlaşmış veya yalnızlaştırılmış pek çok kişi ve kuruma kapılarını açtı. 

Bu oturumun hazırlığında rol oynayan Argonotlar’ın Kurucu Yayın Yönetmeni Kültigin Kağan Akbulut, ArtDog Istanbul’un Genel Yayın Yönetmeni Şebnem Kırmacı, Unlimited’in Genel Yayın Yönetmeni Merve Akar Akgün ve sanat tarihçisi, eleştirmen ve aynı zamanda Bor Sanat’ın danışmanı Doç. Dr. Ebru Nalan Sülün’ün de katılımıyla; sanat yayıncılığının geçmişle kurduğu ilişki, Türkiye’de arşivcilik geleneğinin sanat yayıncılığının bugününe ve geleceğine etkisi, finansal soru ve sorunlar, sanat yayıncılığının sansür ve bağımsızlıkla mücadelesi, sanat yazarlığıyla geçinme problemi gibi alana dair tartışmalar yeniden gündeme taşındı. 

Oturumun ilk bölümü, Emre Erbirer’in geçmişi hatırlamaya dair ortaya attığı şu sorularla başladı: “Sanat yayıncılığı alanını düşündüğünüzde geçmişte kalan, bugüne taşınamayan yayınlar ve platformlardan hangileri aklınıza geliyor? Bu yayın ve platformlar dışında bugüne gelmeyen hangi isimler ve bu isimlerin hangi aktarımlarını önemli buluyorsunuz? Sanat yayınlarının, hafıza aktarımında nasıl bir rolü olduğunu düşünüyorsunuz? Bu rolü sürdürmek için neler yapıyorlar ya da siz neler yapmaları gerektiğini düşünüyorsunuz? 

Geçtiğimiz 50 yılı düşündüğünüzde kurumsallaşabilen, kurumsal olduğunu düşündüğünüz yayınlar hangileri? Kurumsallaşmalarını neye borçlular veya bunu nasıl sağladılar? Peki ya kurumsallaşamayıp yayın hayatını sonlandırmak zorunda kalanlar kimler? Veya hâlâ aramızda olup kurumsallaşmadığını düşündüğünüz yayınlar hangileri ve bu yayınların kurumsallaşmama sebeplerini nasıl görüyorsunuz?”

Konuşmanın tamamı Bor Sanat Youtube kanalında!

Bu sorular ışığında ilk bölümde Türkiye’deki arşiv ve arşivcilik problemine değinildi. Sanat tarihçisi Ebru Nalan Sülün, yazılı basın hafızasının günümüze çok gelemediğini, kütüphane arşivlerinde sanat dergilerine ulaşmakta zorluklar olduğunu, bu nedenle geçmişin sanat dinamiklerini yeterince iyi okuyamadığımızı iletirken; SALT’ın Kütüphane ve Arşiv Yönetmeni Sezin Romi, özellikle süreli yayınların içindekiler kısmında ne olduğunu bilmekte eksik olduğumuzu bu nedenle kütüphanelere ve arşivlere önemli rol düştüğünü, raflardaki dergiler indekslenmediği sürece araştırmacının bu dergilere ulaşmasının da büyük problem olduğunu söyledi. 

Yazar ve küratör Fırat Yusuf Yılmaz, geçmişi hatırlarken romantikleştirme tehlikesinin göz ardı edilmemesi gerektiğini hatırlattı ve geçmiş sanat yayıncılığına, “Yazıyı okuyan kaç kişi ona ikinci bir yazı üretti, nerelerde paylaştı, nerede görünür kıldı?” gibi sorularla ikincil katmanlardan bakma önerisinde bulundu. 

Kültigin Kağan Akbulut, Erbirer’in ilettiği sorulardan kurumsallık meselesine değindi ve kurumsallık deyince akla hep büyük şirketlerin, büyük sermayedarların geldiğini fakat kurumsallığın, örneğin bir derginin geçmiş sayılarında bir seçkisinde yer verdiği sanatçının yıllar sonra ödül aldığında onu kapak yapması gibi aldığı mirası sürdürmesi olarak gördüğünü belirtti. Akbulut, sözlerine şöyle devam etti: 

“Şu an dünyadaki bütün sanat dergileri, hatta niş dergiler dahil hepsinin yaşadığı bir zorluğu yaşıyoruz; o da aslında yayıncılık pratiklerinin çok hızlı bir şekilde dijitalleşmesi ve sosyal medyanın hayatımıza girmesi. Şu an bilgiye erişmek için basılı bir dergi almaya ihtiyacımız var mı? Yoksa zaten önümüze sürekli bir şeyler düşüyor mu? Bence yayıncılık pratikleri, yayıncılık deneyimleri bu dijitalleşme serüveninden sonra değişmeye başladı. Bunda, 2007’de Facebook’un dünyaya açılarak sosyal medyanın hayatımıza iyice dahil olmasını milat olarak sayabiliriz. Ancak çok kısa bir dönemden bahsediyoruz, 200 yıla uzanan medya tarihinde biz medyanın son 15 yıllık dönüşümünü tartışıyoruz. Bu nedenle ben yaşadığımız sorunları sadece bize özgü görmüyorum. Bu durum, otomotiv dergiciliğinde de vardır, İngiltere’deki niş bir dergi de bunu yaşıyordur, Tunus’taki bir sanat dergisi de bunu yaşıyordur. Dolayısıyla meseleyi buradan almanın önemli olduğunu düşünüyorum. 

Sanatçı ve yazar Oğulcan Yiğit Özdemir, kültürün üretimine dair, onu sağlamlaştırmaya yönelik motivasyonda bir erozyon olduğunu ve kültürün, toplumların hayatta kalması noktasındaki işlevine dair yargıların sorgulanmaya muhtaç olduğunu belirtti. Özdemir, Akbulut’la aynı doğrultuda, yayınların kamuya seslenme ve kamudan geleni kamuya iletme konusunda yayınların yaşadığı zorluğu çağın getirdiği sıkıntıya bağlama taraftarı olduğunu ifade etti. 

Sanat gazetecisi Uğur Ugan da konuyu finans kapital yöntemler ve dijitalleşme üzerinden sürdürdü. Ugan, bir yayını ayakta tutabilen, dinamize edilebilen finans-kapital yönteminin ne olduğu tartışmasının temel olduğunu ve dijitalleşmenin herkesi kendi sosyal medya hesabında dijital içerik üreticisine dönüştürdüğünü herkesin kendi medyasını oluşturduğu bir dünyaya doğru ilerlediğimizi söyledi ve bu durumda medyanın ne gibi bir işlevi kaldığını sordu. Diğer yandan bugün yirmili yaşlarında olan birinin kültür sanatla ilgili bir kariyer hedeflemesinin gerekçesini sorgulayarak, belirli insanlardan oluşan bir kültür sanat ağı oluştuğunu ve bunun dışına çıkamayan bir dile hapsolduğunu düşündüğünü iletti. 

Akbulut da sanat yayıncılığı sektöründe hep belirli isimlerin görüldüğünü ve bu alanda yeni isimlerin nadiren ortaya çıktığını söyledi. Popüler sergilerin çok okunmasının yanında daha niş ve insiyatif sergilerine dair eleştiri yazılarının tıklanmasının oldukça az olduğunu çünkü böyle bir yazar, editör ve okur piyasasının oluşmadığını, dolayısıyla alanın küçük olduğunu bilip ona göre ilerlemek gerektiğini düşündüğünü fakat farklı metotlar uygulanarak geliştirilebileceğini ifade etti. 

Emre Erbirer, tartışmayı hafıza aktarımına getirerek şu an kapalı olan sanat yayınlarının arşivlerinin veya dijital ayak izlerinin kaybolduğunu, sanat yayıncılığında biri bir emek ortaya koyuyorsa sonrasında kapansa bile bu içeriklerin insanların erişimine açık olmasına devam etmesi için çalışılması gerektiğini söyledi. Erbirer ayrıca günümüz yayınlarının finansal öngörü yapmadığından yakınarak sanat yayınlarının sonraki dönem için kaç yazı yayınlayacağı, ne kadar telif ödeyeceği, ne kadar reklam geliri alacağı gibi sorulara yanıt aranmasının öneminden bahsetti. 

Özlem Altunok, Akbulut’un alanın darlığından şikayet ettiği yerden sözü devam ettirerek, alanın dar değil kapsayıcı olduğunu düşündüğünü ama habercilik refleksinin ve eleştirel yaklaşımın çok azaldığını, bu durumun da bütün alanlara ve sanat yayınlarına yansımasının kaçınılmaz olduğunu belirtti. 

Şebnem Kırmacı, ArtDog’un sorgulayıcı ve eleştirel bir yaklaşıma sahip olduğunu belirterek söze başladı ve yirmili yaşlardaki birine bu işi tavsiye etmediğini söyledi. ArtDog’u kurma ve devam ettirme amacının arşiv tutmak olduğunu söyledi. Türkiye’de ne devlet ne özel sektörün üzerine düşeni yaptığını, yayıncılık yapan insanların himaye edilmesi gerektiğini belirtti. 

Emre Erbirer, oturumun ikinci bölümüne geçiş yapmak için yönlendirirken, Ugan’ın yorumlarından konuyu alarak şu soruları ortaya attı: 

“Mevcut yayınlar hayatını hangi kapitaller hangi sponsorluklarla, hangi iş modelleriyle sürdürüyor? Bu platform ve yayınların dijitalleşmesini düşündüğünüzde aklınıza ne geliyor? Birbirinin aynı içerikler üretmek, aynı sergileri ve mekânları açmak yerine var olanları ve kaybolanları koruyacak veya aktaracak bir zihniyet dönüşümü yaratabilir miyiz?” 

Ebru Nalan Sülün, arşiv tutan dergilerin arşivinin geleceği nasıl aktarılacağının önemli bir sorun olduğunu, günümüzde buna dair neler yapılabileceğini konuşmak gerektiğini söylerken Fırat Yusuf Yılmaz, arşivleri sanatçılara açma ve onların yorum ve yönlendirmeleriyle yeni arşiv metotları üretme, böylece sanatçıları dahil eden bir kültür sanat arşiv sistemi oluşturma fikri sundu. 

Melike Bayık, Türkiye’nin sanat tarihi geçmişindeki kronolojik hatalar ve içeriğin bulunmaması sebebiyle geçmişe dair hiçbir hikâyenin gerçek olamayışının peşine düşerek yazmaya başladığı tez için kaynak bulamayışından yakınarak arşivciliğe dair daha köklü bir geleneğin oluşması gerektiğinden bahsetti. Bunun yanında Hitay Vakfı olarak sanat yayınlarına ve sanat yazarlarına destek veren projeler geliştirdiklerini söyledi. 

Merve Akar Akgün, sanat yayıncılığının devam etmesi için hem okurların hem sermaye sahiplerinin desteğinin gerektiği, aslında büyük kitlelerin küçük meblağlarla bu yayınları kolaylıkla destekleyebileceklerini söyledi. Bunun yanında herkesin bu yayınları zor olsa da sürdürmek için kişisel sebepleri olduğunu ve özünde de bu işi sevmek yattığını ifade etti. 

Oturum sona yaklaşırken Kültigin Kağan Akbulut, finansman modelinde çeşitlendirmeye verdikleri önemi vurguladı. Geleneksel sanat yayınlarının aksine, bağımsız kalabilmek için tek bir kaynağa bağlı olmamaya özen gösterdiklerini belirtti. Destekçilerin içerik üzerinde baskı kurmasını önlemek için gelirlerini çeşitli sponsorluk ve projelere yaydıklarını ifade etti. Örneğin, “Argonotlar Telif Kumbarası” gibi bağımsız projeler aracılığıyla okurlardan destek topladıklarını ve Hitay Vakfı, Bor Sanat gibi kurumlarla işbirliklerine odaklandıklarını söyledi. Bazı içeriklerin az okunsa bile değer taşıdığına inandıklarını ve bu yüzden popülerliğe değil, nitelikli bir kitleye hitap etmeyi tercih ettiklerini ekledi.

Oturumun sonunda Ebru Nalan Sülün, sanat ile sermaye arasındaki ilişkiyi akademik bir bakış açısıyla ele aldı; sanat piyasasının tarihini ve kültür politikalarının sergiler, galeriler ile sanatçılar üzerinde nasıl bir değişim yarattığını anlattı. Bor Sanat ile olan danışmanlık deneyiminden yola çıkarak, sanat dünyasında sermaye stratejilerinin yalnızca markalaşmaya değil, daha çok filantropist yaklaşımlarla sanatı desteklemeye odaklanması gerektiğini vurguladı. Sülün, bağımsız fonların genç sanatçılara ve bağımsız kolektiflere sağladığı desteğin önemine işaret ederken, bazı çevrelerin bu tür fonlara karşı geliştirdiği temkinli tavrı  da ele aldı. Sanat yayıncılığının sanat tarihi kanonunu oluşturduğu gerçeğine değinerek, içeriklerin eleştirel niteliğini korumanın sanat dünyası için kalıcı bir değer yaratacağını belirtti. Sülün, destekçi kurumların eleştiriye açık olmalarının sanat yazınına katkı sağlayacağını ifade ederek, sponsorluk ile tarafsızlık arasındaki dengeyi korumanın önemine değindi. Arşivleme ve yazılı materyallerin kalıcılığı konularında işbirliği çağrısında bulunan Sülün, Aralık ayında gerçekleştirilecek bir sonraki oturumda bu konulara daha fazla odaklanmayı planladıklarını belirtti.

İlginizi Çekebilir

Duyurular

Bor Sanat’ın “Bir Eleştiri Mecrası Olarak Sanat Platformları ve Yayınları” başlıklı açık oturumu 27 Ekim’de Minoa Pera’da gerçekleşiyor.

Söyleşi

Bu yıl 6. Mardin Bienali’nde Bor Sanat desteğiyle “INVITED: Müşterek/Unified” sergisine ev sahipliği yapan EXIT Kolektif’ten Mehmet Çimen ve serginin küratörü Ebru Nalan Sülün...

Duyurular

Bor Sanat ve Exit Kolektif Mardinli sanatçıları yeni konuk sanatçı programına davet ediyor.

Söyleşi

Bor Sanat'ın hikâyesini ve ilk sergisi "Parçalar & Haller"i serginin küratörü Ebru Nalan Sülün ve Bor Sanat genel koordinatörü Missem Canmutlu'dan dinledik.