Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Gündem /

Wendy Carlos: Elektronik müziğin öncüsü bir trans kadın

The Shining filminin açılış müziğiyle tanıdığımız Wendy Carlos’u doğum gününde detaylı inceliyoruz.

Wendy Carlos, Playboy dergisi söyleşisinden

14 Kasım 1939’da ABD’de doğan Wendy Carlos, sadece elektronik müziğin değil, teknolojinin cinsiyetle ilişkisini yeniden tanımlayan, ancak maalesef az bilinen bir öncü oldu. Son yıllarda kadın ve LGBTİ+ hareketi Carlos’u onurlandırmak için çalışmalar yapsa da halen hak ettiği değeri görmediği kesin. 

20. yüzyılın ikinci yarısında hem müzik hem de kimlik politikalarının dönüşümüne tanıklık eden Carlos, sesin sınırlarını genişletirken, bedensel ve kimliksel dönüşümün de simgesi hâline geldi. 

Carlos’un hikâyesini, bir sanatçının yalnızca müzikal değil, ontolojik bir yeniden inşa süreci olarak okumak mümkün. Tıpkı Donna Haraway’in Siborg Manifestosu’nda tarif ettiği gibi: “Makine ile organizmanın teorik bir zeminde ifade edilen ve fabrikasyon misali uydurulmuş birer melez oldugumuzu vurgulamak gerekir.”

Elektronik müzik Bach ile buluşunca

Wendy Carlos’un hikâyesi, teknolojinin insan bedenine sızdığı bir çağın eşiğinde başladı. 1960’lar, hem bilgisayarların hem de toplumsal cinsiyet hareketlerinin yükseldiği bir dönemdi. Columbia Üniversitesi’nde müzik teorisi ve fizik eğitimi alan Carlos, burada elektronik sesin olanaklarını araştırmaya başladı. Bu dönemde tanıştığı Robert Moog ile geliştirdiği Moog synthesizer, yalnızca müziğin üretim biçimini değil, sanatçının kimliğini de dönüştürecek bir araca dönüştü.

Elektronik müzik o dönemde bir “laboratuvar sanatı, deneysel sanat” olarak görülürken, Carlos’un 1968 tarihli Switched-On Bach albümü bu algıyı dönüştürdü. Albüm, Bach’ın klasik eserlerini Moog synthesizer ile yeniden yorumluyordu. Mekanik sesler aracılığıyla duygusal bir derinlik yaratmak, modernliğin ruhunu yeniden bestelemekti bu.

Cinsiyetleri sentezlemek

Wendy Carlos, 1970’lerin başında cinsiyet uyum sürecine girdiğinde, medya ve müzik dünyası buna hazır değildi. Oysa onun müziği zaten uyumlanmanın sesiydi, analog ile dijital, insan ile makine bir ara form.

Donna Haraway’in “siborg” tanımını hatırlarsak: siborg, ne doğa ne kültür, ne erkek ne kadın, ne makine ne de insandır. Wendy Carlos da bu hibrit alanın ilk sanatçılarından biridir. Onun synthesizer’ı bir müzik aleti olmanın ötesinde, bedenin genişlemesiydi.

Elektronik sesin steril, cinsiyetsiz olduğu düşünülür. Carlos bu algıyla oynadı. Synthesizer’ı duygusal ve bedensel bir enstrümana dönüştürdü. 

Yirminci yüzyılın sonlarına, bizini çagımıza, bu mitik çaga geldigimizde, hepimizin bir kimera (ateş püsküren mitolojik canavar); makine ile organizmanın teorik bir zeminde ifade edilen ve fabrikasyon misali uydurolmuş birer melez oldugumuzu vurgulamak gerekir; kısacası, hepimiz siborguz. Bu siborg bizim ontolojimizdir; bizim siyasetimizi o şekillendirir. Siborg, köklü tarihsel dönüşüm ihtimallerinin yapıtaşları olan iki birleşik merkezin, hem ‘tahayyül’ün hem de ‘maddi gerçeklik’in yogunlaşmış bir imgesidir
Donna Haraway, Siborg Manifestosu‘ndan

Bilgisayar teknolojilerinde kadınların yeri

Wendy Carlos’un müziğini yalnızca estetik bir yenilik olarak değil, bir teknofeminizm örneği olarak da okuyabiliriz. Her ne kadar Ada Lovelace, Annie Easley, Grace Hopper, Katherine Johnson, Margaret Hamilton gibi bilgisayar teknolojilerinin kadın öncüleri olsa da, 1970’ler boyunca teknoloji genellikle eril bir alan olarak kodlanmıştı.  

Sırayla: Grace Hopper, Katherine Johnson, Ada Lovelace, Margaret Hamilton, Annie Easley

Feminist medya teorisyeni Sadie Plant’in Zeros + Ones adlı kitabında tartıştığı gibi, bilgisayarın tarihi aynı zamanda “kadın emeğinin görünmez kılınma tarihidir.” Carlos’un pratiği bu görünmezliği tersine çevirir: Bir kadının sesi, elektriğin ve frekansın diliyle konuşur.

Stanley Kubrick’le tanışma: A Clockwork Orange ve The Shining filmleri

Wendy Carlos’un kariyerinde en çok hatırlanan işbirliği, Stanley Kubrick’le yaptığı film müzikleridir. A Clockwork Orange (Otomatik Portakal, 1971) ve The Shining (Cinnet, 1980). Bu iki film, yalnızca sinema tarihine değil, ses estetiğine de yön vermiştir.

Kubrick’in katı görsel disipliniyle Carlos’un deneysel ses estetiği bir araya geldiğinde, izleyiciyle kurulan duygusal mesafe daha da derinleşir. A Clockwork Orange’daki elektronik Beethoven yorumları, şiddetin estetiğini yeniden tanımlarken; The Shining’deki drone ve tonal belirsizlikler, mekânın kendisini bir korku unsuruna dönüştürür. Carlos burada yalnızca bir besteci değil, bir mekân kurucudur. 

The Shining’in açılışında duyulan ürpertici sesler, ne tam müzik ne de gürültüdür. Bu anlamda Carlos’un müziği, Haraway’in “siborg bilinci” tanımıyla örtüşür: doğa ve kültürün, organik ve dijitalin birleşimi. Elektronik ses, bedensiz bir varlığa dönüşürken, Carlos’un sanatçı olarak görünürlüğü de bununla mücadele eder.

Wendy Carlos’un müziği uyum süreciyle birlikte nasıl okunabilir? 

Carlos’un sanatıyla kimliği arasındaki paralellik, elektronik müziğin tarihindeki en güçlü metaforik kesişimlerden biridir. 1968’de Switched-On Bach’la başlayan “uyum”, 1979’da The Shining’le zirveye ulaşır. Ancak müzik endüstrisi, trans kimliğini kabul etmeye hazır değildir. Uzun yıllar boyunca basına röportaj vermekten kaçınır. 1979’da Playboy dergisine verdiği röportaj, trans bir sanatçının kamusal görünürlüğü açısından dönüm noktası olur.

Carlos, röportajda şöyle der: “Ben hâlâ aynı insanım, sadece daha huzurluyum.” Bu cümle, müziğinin dönüşümünü anlatır. 

Playboy: Müziğinizle translığınız arasında bir benzerlik var mı?

Carlos: Basit bir örnek vermek gerekirse, 1960’taki Switched-On Bach iyi bir müzikal barometre olmuştu. 1979’da da translık bir cinsel ve toplumsal tutum barometresi. Switched-On Bach çıktığında güçlü tepkiler uyandırdı. Her türlü müzikle rahat olanlar, yeni varyasyonlara açık olanlar bayıldı. Translık da duygusal ve eyleme yatkın bir durum; çünkü cinselliğe ve insan haklarına getirilen tutumlara bağlı olarak insanları kutuplaştırma eğiliminde. Her iki durumda da orta yol yok.

Teknoloji sadece bir araç değil

1989 yılına ait BBC belgeseli Carlos’un elektronik müzik ve teknolojiye dair derin anlayışını güzel özetlemektedir. Bu belgesel, Carlos’un müzik üretim süreçlerini ve teknolojiyi nasıl bir araç olarak kullandığını gösteren nadir görüntüler sunar.

Belgeselde, Carlos, analog teknolojiden dijitale geçiş sürecini ve bu geçişin müzikal ifade üzerindeki etkilerini tartışır. Özellikle, Crumar General Development System adlı dijital sentezleyiciyi kullanarak, ses üretiminde daha fazla kontrol ve esneklik elde ettiğinden bahseder. Bu cihaz, onun müzikal vizyonunu gerçeğe dönüştürme konusunda önemli bir araç olmuştur.

Carlos’un bu dönemdeki çalışmalarında, teknolojiyi sadece bir araç olarak değil, aynı zamanda müzikal ifade biçimini şekillendiren bir unsur olarak ele aldığı görülmektedir. Bu yaklaşım, onun müzikteki yenilikçi ve deneysel tutumunu pekiştirmiştir.

Biyografi kitabını eleştirdi

Wendy Carlos hakkındaki tek biyografi kitabı Amanda Sewell’in kaleme aldığı Wendy Carlos: A Biography. Kitap eleştirmenleri olumlu yorumlar yapsa da Carlos websitesinde kendisiyle görüşülmediğini ve kitabın tamamen kurmaca olduğunu belirtmiştir. 

Wendy Carlos’un yarattığı sessiz devrim

Wendy Carlos, LGBTİ+ tarihinde de sessiz ama kalıcı bir devrim yarattı. Onun sanatında görünürlük, doğrudan temsil yoluyla değil, estetik aracılığıyla gerçekleşmişti. Carlos, cinsiyet kimliğini temalaştırmaz; bunun yerine, müziğin yapısında bir akışkanlık yaratır. Bu, queer-feminist teori açısından önemlidir: kimlik, temsilin değil, yapının içinde dönüştürülür.

Sanatta ve kurumlarda dönüşüme inanan Argonotlar olarak biz de Wendy Carlos’un doğum gününü kutluyoruz. 

İlginizi Çekebilir

Eleştiri

18. İstanbul Bienali bu ilk sergide dünyada, bölgede ve de Türkiye'de tutunulabilecek umutların gündelik azlığı gibi oldukça zayıflamış bağlarla karşımızda. Gene de umudu elden...

Eleştiri

“Şeylerin Fısıltısı” sergisi güçlü sesinden çok fısıltısıyla; sarıp sarmalamasından çok mesafesiyle izleyicideki yerini buluyor.

Gündem

İsrail'in Gazze'yi işgalinin kültürel bilançocu ağır. UNESCO raporuna göre 114 tarihi ve kültürel yapı tahrip edildi ya da tamamen yıkıldı.

Kütüphane

Sosyolog Nazlı Ökten'in dünya tarihinde ve sanatında takının yerine dair kaleme aldığı metin Argonotlar Kütüphanesinde.