Gündem

Yazmak ya da yazmamak: Telif meselesi

Kültür sanat alanında yazmak neden vazgeçilmez ve önemli, buna karşın nasıl zorlu koşulları var? Çeşitli mecralarda bu alanda kalem oynatan isimlere söz verdik. Telif ücretlerine dair yaşadıkları sıkıntıları, telif ücretlerinin bağımsız yazarlık ve eleştirel düşünce üretimlerini nasıl etkilediğini sorduk; çözüm önerilerini dinledik.

Sadece yazı telifiyle geçinebilmek muhtemelen dünyanın hiçbir yerinde mümkün değildir. Ancak bir gazeteci, yazar, akademisyen ya da alanında uzman birinin kaleme alacağı yazının/haberin sıklıkla pek de kıymet görmediği, kıymet görse de maddi – manevi karşılığının veril-e-mediği bir yer burası. İşin içinde elbette farklı dinamikler var, özellikle de “hafife alınan” kültür sanat alanında. 

Son yıllarda  muhalif /eleştirel yapısından ve yanı sıra “fuzuli” görülmesinden kaynaklı olarak ana akım medyada kendine yeterince yer bulamayan kültür sanat mecralarının daralması, sayıları azalan bağımsız ve niş yayınların hayatta kalma koşullarının zorlaşması ve iyi içerikler yerine farklı stratejik yöntemlerle yol almaya çalışması; eleştirel düşünceye, yaratıcı emeğe alan açmak yerine bu küçük piyasa içindeki ilişkilerin gözetilmesi bu alanda kalem oynatanların bir tür “gönüllülük”le yola devam etmek zorunda kaldıklarını, ancak git gide sığlaşan bu alanı terk etmeye gönüllü olmadıklarını gösteriyor. Son zamanlarda iyi bir eleştiri, kapsamlı bir inceleme yazısı, derinlikli bir söyleşi gördüğümüzde hissettiğimiz coşku da bunun bir başka göstergesi. Çünkü madalyonun öbür yüzünde de vahim bir durum var; kültür sanat yazarlığının hobi olarak görüldüğü, teliflerin genellikle eser miktarda ve geç ödendiği; kimi kurumların, yayınevlerinin yazı sipariş ettiği, niteliğin pek de önemsenmediği, basın bülteninden devşirilen yazılarla yol alınan bir ortamda üretilen nitelikli sanatın da görmezden gelinmesi kaçınılmaz oluyor. Aslında kültür sanat ortamı bir bakıma amiyane tabirle, kendi ayağına sıkıyor. Eleştiri ya da bağımsız yayınların nitelikli içerikleri olmadığında sanatsal üretim de dar bir alana hapsoluyor. 

Kültür sanat alanında yazmak neden vazgeçilmez ve önemli, buna karşın nasıl zorlu koşulları var; çeşitli mecralarda bu alanda kalem oynatan isimlere söz verdik; telif ücretlerine dair yaşadıkları sıkıntıları ve sorunları, geçinebilmek için yanı sıra neler yaptıklarını, telif ücretlerinin bağımsız yazarlık ve eleştirel düşünce üretimlerini nasıl etkilediğini sorduk; çözüm önerilerini dinledik.

Abdullah Ezik

  • Tam zamanlı bir iş yapmadan sadece yazı ve söyleşilerden gelen telif ücretleriyle mevcut durum ve şartlarda geçinilebileceğini düşünmüyorum. Bu konunun salt telif ücretleriyle değil, aynı zamanda sektörün ve ülkenin içerisinde bulunduğu durumla paralel olarak düşünülmesi gerektiği kanısındayım. Başka herhangi bir iş yapmadan bu sektörde çalışmanın tam olarak mümkün olmaması; birçok yazar, sanatçı, küratör arkadaşımızın tam zamanlı işine paralel bir şekilde başka iş ve projelerde çalışması bu durum için daha vahim bir taraf olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla tüm bunlardan yola çıkarak telif ücretleriyle veya sadece tam zamanlı herhangi bir işle (tam anlamıyla) geçinilebilir mi, hayır.
  • Asıl işim editörlük. Sanat yazarlığına paralel bir şekilde halihazırda bir yayınevinde tam zamanlı editör olarak çalışıyorum. Ayrıca öğretim görevlisi olarak çeşitli üniversitelerde ders veriyor; kimi festival ve etkinliklerde moderatörlük yapıyor; radyo programı sunuyorum. Dönemsel olarak bir parçası olduğum edebiyat ve sanat projeleri de oluyor.
  • Yazının ve yazarın maddi olarak da ödüllendirilmesi onu gelecek/başka yazılar için teşvik eden önemli faktörlerden birisi. Bu nedenle telif ücretlerinin iyileştirilmesi, yazarların daha iyi şartlarda üretimlerine odaklanması ve sadece yazıya odaklanabilecekleri bir iklimin olması temel bir mesele olarak addedilmeli. Tüm bunlar sağlandığında ortaya şüphesiz daha iyi yazılar ve daha özel işler çıkacaktır.

Eda Yiğit

  • Telif ücretleriyle geçinemiyorum. Telif gelirleri, kültür sanat alanında 10 yıllık deneyim süresi içinde nadiren bir geçim kapısı oldu. Bu alanda emek sarf etmek çoğunlukla geçim derdi ve dolayısıyla iç sıkıntısıyla ilişkili. Yaratıcı emeğin alıcısı olan kurumların ve kişilerin telif konusundaki tutumları olumsuz nitelikler taşıyor. Bir işin teklif edilmesiyle başlayan iletişim içeriği genellikle telif ücretine dair bilgi içermiyor. “Para” konuşmanın bilinçli olarak zorlaştırıldığı, ötelendiği ve emeğin değerle ilişkisinin koparıldığı bir süreç yaşanıyor. Emeği gönüllü paylaşmanın içten içe telkin edildiği ve yüceltildiği açıkça hissediliyor. Gönüllü olmayan ve kişisel tercihlere dayanmayan bir “gönüllülük” beklentisi hâkim.

    Sanat alanında telif ücreti konusunda ilişkilendiğim kurumlarla sürecin en başında şeffaf ve detaycı bir iletişim kurmayı prensip olarak uygulamaya çalışıyorum. Telif ücreti ödemenin kurumsal kültürde yerleşik bir davranışa dönüşmesi için ısrarla bu konuda soru sormak ve talep etmek gerekiyor. Hak edilen bir gelirin lütfedilerek verilmesi ve talep etme mecburiyeti zorlayıcı oluyor. AICA Türkiye tarafından her yıl güncellenen fiyat ve telif ücret tarifesindeki taban fiyatları ise budanarak referans alınıyor. Önerilen kesintiye uğratılmış ücretlere ise ekonomik şartlar nedeniyle razı geliniyor. Ek olarak kurumların davet ettiği projeler ya da çalışmalarda telif ücretlerinin bölüşümü konusunda şeffaf olunmaması, adil bir dağıtım yapılıp yapılmadığı konusunda şüphe doğuruyor. Sağlanan içeriğe göre değil, öznelerin kurumlara görünürlük açısından katkılarına göre ücretler belirlenebiliyor. Kamu kurumları ya da yerel yönetimler telif konusunda rayiçlerin altında çalışıyor ya da sürekli olarak gönüllülük talep eden yapılar kuruyor. Telif gelirleri enflasyon karşısında değer kaybedecek şekilde geç ve aylarca süren bir takipten sonra ödeniyor. Sivil toplum kuruluşları ve bağımsız yapılar ise çoğunlukla kaynak konusunda kurak koşullarda olduğu için dayanışmacı ve gönüllü ilişkilere dayalı “ekonomi” dışı bir alanı var ediyor.
  • Bir kuruma hizmet sunduğunuzda kurumsal politikaları yerine getirmekle sorumlu kişilerin pozisyonu da çetrefilli olabiliyor. Eğer talepleriniz kurumu temsil eden bir kültür emekçisinin mobbinge uğramasına, mesai saatleri dışında çalıştırılmasına ve güvencesiz koşulların oluşmasına sebep oluyorsa işbirliği ve empati gerektiren bir duruma yol açabiliyor. Bu minvalde farklı zorluklar düşünüldüğünde yaratıcı emeğin değersizleştirildiği ve tek başına geçimlik bir iş olmaktan uzaklaştığı bir ortamdayız.
  • Kültür sanat alanında çoğunlukla gönüllü, deneyim pahasına güvencesiz çalıştım. Alan dışında ise ücretli emek karşılığında farklı kurumlarda (belediye, müze, şirket, sivil toplum kuruluşu) görev aldım. Kültür sanat alanında üretmek ve var olmak için gereken kaynağı ve refahı karınca gibi başka alanlardaki kazancımla sağladım. Bunun dışında kalan zaman ise geçindirmeyecek miktarda alan içi emek ekonomisine dayandı. Eğitim ve çalışma hayatında biriken deneyim birbiriyle buluştuğunda disiplinlerarası bağlantılar inşa etmek olanaklı hâle geldi. Farklı öznelerle ve kurumlarla çalışırken birçok şeyi yapabilir hâlde olmak bir hayatta kalma stratejisine dönüştü.
  • Bu yıl, ekonomik bir kaynak olmadan kolektif destekle üretmek istediğim işlere yöneldim. Bunun sebebi kaynak sağlayıcıların beklentilerine tabi olmadan “özgür” bir üretim alanı inşa etmekti. Üretim alanım, yoğun emek süreci ve zaman sıkıntısıyla başka bir işle uğraşma imkânı tanımıyor. Yakın gelecekte ise aynı yöntemle hayatı kurgulamak zor görünüyor. Mecburi istikamet, sadece geçinmek için değil, kültür sanat alanında var olmayı sürdürebilmek için de “başka işlere” çıkıyor.
  • Telif ücretleri, bağımsız yazarlık ve eleştirel düşünce üretiminde belirleyici bir role sahip değil. Bağımsız ve eleştirel bir tavrı hakkıyla gerçekleştirmenin zemini sarsılırken özneler yoksunlukla sınanıyor. Kamuya karşı sorumlulukları olan kültür sanat kurumları için toplumsal eleştiri ya da özeleştiri içeren tartışmalar kendi çizdikleri sınırların dışına düşüyor. Bu yüzden eleştirel düşünce, kurumların makbul görmedikleri bir alana itiliyor. Öteledikleri alan ise dışarıda varlığını sürdürüyor. Bu alanı yok sayarak kendilerine yöneltilen eleştiriyi muhatapsız bırakıyorlar. Otoriteyle iyi geçinmek pahasına korunaklı alanlarının dışında sessizliği telkin eden bir tutumu benimsemeyi seçiyorlar.
  • Bağımsız yazarlık ve eleştirel düşünce üretimi ötelendiği yerde güvencesizlikle ilişkileniyor. Öznelerin düşünsel üretimleri belirleyici olmaktan ve toplumsal kazanım elde etmeye yarayacak söylem alanından uzaklaştırılmış oluyor. Hapsedildikleri alan aynı zamanda mücadele etmenin yolunu da açıyor. Hak ve özgürlük temelli örgütlenmenin ortaklaşılmış kabulüne rağmen gerçekçi ve güçlü bir yapı ise birçok sebepten ötürü hayata geçirilemiyor. Bununla birlikte dağınık örgütlenme ve düşünme pratikleri, reflekse dayalı ya da vaka bazlı bir araya gelişler bağımsızlık, ifade özgürlüğü ve eleştirel yaklaşımların kök salması için yeni düzlemler yaratmaya devam ediyor.
  • Sonuç olarak telif ücretleri ve bağımsızlık arasındaki ilişki bir gelir meselesi olmanın ötesinde anlamlar taşıyor. Politik ekonomiye bağlı olarak bağımsız olmanın ve bağımsız kalmanın bedelinin ağır olduğu, az sayıda öznenin riskleri ve yaptırımları göğüsleyerek söz üretebildiği bir gerçekliğin içindeyiz. Yetkinlikleri damıtarak, yaratıcı kapasiteyi işleyerek yazma, sergileme, araştırma vb. işleri icra etmek için endişesiz bir gelecek fikrini taşımanın ve güvenli bir alan kurmanın zorlaştığı bir ortamdayız. Bu ortamda hırpalanmayı göze almanın yanı sıra bağımsız, eleştirel ve sansüre karşı açılan alanlarda varlık göstermenin de değeri katmerleniyor ve tarihsel bir sorumluluğa dönüşüyor.  

Ayşen Güven

  • Kültür sanat sahasında telif ücretleriyle geçinmek imkânsız. Görece hibe projelerine telifli iş üretmek bir nebze daha iyi olabiliyor ancak onların da hem kurum olarak sayısı az hem içerik talebinin periyodu seyrek durumda. Sonuçta bu tip projelerde üretilecek iş sayısı sınırlı ve belli oluyor. Bu tip bir telifli üretimin ödeme sürecinde de bazen kendi hakkının dilencisi olma durumu oluşabiliyor. Benzer bir vaziyet yerel yönetimlerin telifli işleri için de geçerli. 1 haftadan 45 güne doğru açılan bir ödeme dönemi fazla geniş bir zamana yayılma hali. Yazıların teslim vakti konusundaki titizlik genelde ödeme konusunda söz konusu olmuyor.
  • Basın yayın kuruluşları için ise durum vahim. Kültür sanat servislerinin neredeyse kalmaması, bu alanda deneyimli gazeteci kadrolarının açılmaması, sanat yazıları ve söyleşilerinin genelde “her türlü haber editörlüğünün” yanı sıra “istersen yapabilirsin” şeklinde ele alınması ve daima politika, ekonomi gibi “büyük meselelerin” yanında hafife alınması, bu alanda telifli iş anlaşması yaparken her zaman “ünlü” insanlarla “çok tık” alacak işler talep edilmesi gibi bir resim karşımıza çıkıyor. Buralarda yazı telifleri 500-1000 TL aralığında takılı kalıyor. Video işler ise 1000 ile 3000 arasına çıkabiliyor. Ki video işin yol, saç makyaj, yemek, çay, kahve gibi ekstra maliyetleri asla hesaba katılmıyor; ki ödemelerin aksaması, yapılmaması gibi durumlar da münferit değil. Bunlara alternatif olma iddiası taşıyan, ana akımdan gayrı gördüğümüz pek çok mecrayı mutlaka dahil etmeliyiz.
  • Kitap editörlüğü de yaptım restoran işletmeciliği de, organizasyon işleri de. Ama daima kültür sanat çevresinde kalmak için çok mücadele ettim. Eksenimin kültür sanat gazeteciliği olduğu işleri çeşitlendirmeye çalıştım. Telifli pek çok iş yaptığım dönem de oluyor, hiçbir iş olmayan dönem de. Ancak diğer mesleklerden farklı olarak baz maaş ve telifler o kadar düşük ki, bir birikim havuzu oluşmadığı için iş yoksa, geçim de olmuyor.
  • Telif ücretleri bağımsız yazarlık ve eleştirel düşünce üretimime dair sıkışmışlık yaratıyor. Mesleğimi yaparak geçinemedikçe üretkenliğimi kaybettiğimi düşündürüyor. Oysa heyecan bu işin kanında var. Özellikle ekonomik çöküş ivme aldıkça kültür sanat gazeteciliği, yazarlığı, eleştirisi yapmak maddi karşılığını iyice kaybetti. Herkesin emeğinin değerinin gün be gün eridiği bir dönemdeyiz. Basın, meslek örgütleri dahi gazetecilerin tam zamanlı maaşı için yeterince mücadele edemiyor, kültür sanat gazeteciliğinin yok oluşunu idrak edemiyor. Oysa sanatsal ve kültürel işler üzerine üretmek yaratıcılık isteyen, nüansları olan bir süreç. Araştırma, vakit ayırma, okuma, düşünme gerektirir. İçinde polemik de vardır, magazin de, siyaset de, ekonomi de. Hele sansürün ve otosansürün “ustalık” örneklerinin sergilendiği bu zamanlarda kültürel alan ve sermaye iç içe geçmişken bu alanda gazeteciliği hafife almak biraz “apolitik” görünüyor.
  • Ben kültür sanat yazarlığının ve gazeteciliğinin bir meslek olarak tanımlanmamasını; bedava yazı yazdırmak için bu işe yıllarını harcayan insanlar yerine farklı işlerden iyi kazanan insanların “hobi olarak” sanat yazarlığı köşeleri tutmasını da eleştiriyorum.  Benim gibi bu işleri meslek olarak gören ve yapan insanlar bu teliflerle yaşayabilmeli. Bedava ya da bedavadan beter onur kırıcı rakamlarla yazı ve söyleşilerin istenemeyeceği bir kültür; dahası bir çalışma ilkesi oturtmak zorundayız. Yıllarca dizi tekrarlarından, yurtdışı satışlarından telif almayan senaristler dünya örneklerine de bakarak Senaryo ve Diyalog Yazarı Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği (SENARİSTBİR) aracılığıyla bu haklarını kazandılar. Dahası SENARİSTBİR ülkedeki enflasyon gibi gelişmeler ışığında ideal senaryo telif rakamları açıklıyor. Evet bu rakamları piyasa henüz uygulamıyor ancak yine de çıta bir yere konulmuş oluyor. En azından alt limit belli. Bu ve benzeri modelleri konuşmak,  kültür sanat içeriklerini telifsiz ya da karikatür telifler karşılığında üretmemek gerekiyor.

Nergis Abıyeva

  • 10 yıldır kültür sanat alanında zaman zaman kurumlara bağlı, zaman zaman bağımsız, son 1,5 yıldır ise bir kurumda çalışan biri olarak yazılardan aldığım telif ücretleriyle hayatımı karşılama ihtimalimin her geçen gün azaldığını deneyimliyorum. Eskiden uluslararası platformlara yazdığımda dolar ve euroyla ödeme yapıldığında daha iyi hissediyordum, son yıllarda ödemenin dövizle yapılması pek fark yaratmıyor. 250 Euro’nun İstanbul’daki alım gücüyle Berlin, Paris, Atina’nın alım gücü aynı değil. Pandemiden itibaren birçok metropolde enflasyonist bir ortam yaşansa da İstanbul’da ekonomik krizin, serbest piyasa ekonomisi ve fırsatçılıkla birleştiği garip bir dönem yaşıyoruz.
  • Telif kategorileri kendi içinde de değişiyor; dergi, gazete, katalog, kitap yazısı için ödenen telif ücretleri farklılık gösteriyor. Sergi kataloğu ve kitap telifleri iyi gibi gözükse de, bu çalışmalar en az 3 ay ile 1 yıl arasında sürüyor. Bu durumda tek motivasyonumuz telif ücreti değil, bu da sanat yazarlığının ikircikli tarafı işte. 
  • Geçtiğimiz yıl dergilere ve gazetelere yazmayı bırakma kararı almamda en büyük etken küratör metinlerine, kitap, katalog çalışmalarına ve doktoraya yoğunlaşma isteğimdi. Öte yandan basılı ve online yayınlara yazarken telif ücretlerinin düşüklüğünden ya da bazı durumlarda hiç olmamasından bıkmıştım. Çoğu zaman telif ücretinin takibini yapmak da yazarın üstüne kalıyor. Sergiyi gez, yazıyı yaz, görselleri ayarla, telif için uğraş derken insan kendini bir tükenmişlik sendromunun içinde bulabiliyor. 

Oktay Orhun

  • Tabii ki telif ücretleriyle geçinemiyorum. Bu konuda bir dizi sorun mevcut. İlk olarak, yayınlar telif ücreti ödemeye isteksiz. İkincisi, yayın ve yazı sürekliliğini sağlamak zorlaşıyor. Üçüncüsü, ödemelerde neredeyse her zaman aksama yaşanıyor. Dördüncüsü ise bazı kurumlar/yayınlar yazarlardan fatura talep ediyor, ancak birçok yazar için bu mümkün değil. Aslında bu son başlık üzerinden diğer sorunlara da çözüm bulunabilir. Ticaret Kanunu’ndaki “Sosyal İçerik Üreticisi Muafiyeti” belli bir gelirin altındaki üreticileri şirket kurma zorunluluğundan muaf tutuyor. Ancak ödemeler genellikle aracı platformlar üzerinden yapılıyor. Oysa kurumların (dergiler, gazeteler ve internet siteleri) bu hesaplara doğrudan ödeme yapabilmesi için bir düzenleme yapılabilir. Yine seyrek ve düşük ödeme akışlarında BAĞ-KUR zorunluğu kaldırılabilir. Bu eksikliğin tespiti ve çözüm yolları önerisi için AICA-Türkiye’nin (Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği) bir çalışma yaparak karar vericilere ulaşması gerektiğini düşünüyorum. Bu sorun çözülürken diğer başlıklar da ele alınabilir. Örneğin yazarlar için kitle fonlaması kanalları oluşturulabilir, bu da yazı ve yayın sürekliliği sağlar. Ayrıca yazar-okuyucu buluşmaları düzenlenerek daha nitelikli destekleri doğrudan elde etmek mümkün olabilir. Yine süreli yayınların (onları da destekleyecek şekilde) yazar bazlı fonlanması imkânları yaratılabilir.
  • Marmara Üniversitesi’nde ders saati ücretli hocalık yapmanın yanında yine (kısmen) kültür sektörü içinde yarı-zamanlı olarak çalışıyorum. Tüm bunların geçinmek için yeterli olduğunu söylemekse ne yazık ki mümkün değil.
  • Türkiye’de telif ücretleri, sanat ortamı söz konusu olduğunda çoğunlukla eleştirel düşünceye alan açmaktan ziyade onu kapatmaya dönük bir beklentiyle tarifleniyor. Telif, sergiye/yapıta dönük övgünün garantisi gibi algılanıyor. Oysa eleştiri elekten geçirmek demek. Kuşkusuz övgü de bunun bir parçası ama tek başına ne yeterli ne de anlamlı. Kanımca eleştirinin üstlenmesi gereken görev toplumsal beğeniyi örgütlemek olmalı. Bu da ancak şimdiki zamanı aşan, geleceğe dönük bir beklenti ve talep inşa eden bir dil ve düşünce pratiği ile mümkün. Böyle bir perspektiften “bağımsız yazarlık ve eleştirel düşünce üretimi”ne baktığımızda bunu sürdürülebilir kılmak için toplumsal ve ekonomik imtiyazlara sahip olmak gerektiği (ya da dışarıdan destek alarak çok ama çok azla yetinmeyi bilmek gerektiği) sonucu çıkıyor. Zira bu işi belirttiğim minvalde –tam zamanlı– yapabilmek başka türlü mümkün gözükmüyor. İkinci bir yol da üretimi azaltarak onu bir hobi düzeyine çekmek. Bu durumda gelir kaynaklarınızı değiştirmeniz atacağınız ilk adım olmalı. İki durumda da oldukça dar bir piyasanın içinde deviniyor olduğunuz gerçeğini ayrıca aklınızda tutmalısınız. Geleceği geçtim, daha basit geçim kaygısı söz konusuyken telif ücretleri sorununun, bu “alacalı” piyasa içinde bağımsız yazarlar üzerinde olumsuz basınç oluşturması işten bile değil.

İlker Cihan Biner

  • Telif ücretleriyle geçinmek imkânsız. 10 yılı aşkındır muhtelif yayınlarda yazıyorum. Bunlardan biri olan Art Unlimited’ta yaklaşık sekiz yıldır eleştirel denemeler/sanat yazıları kaleme alıyorum. Dünyada her yayında yazıların teslim tarihi olur. Fakat kimi zaman metinleri tamamlamaya çalışırken dikkat sorunları ortaya çıkabiliyor. Yazarken tedirginlikler veya krizler ister istemez insanın ruh durumunu etkiliyor. Verilen emek büyük. Yazdıklarımın niteliği kazandığım paradan çok daha fazla. Bu anlamda telif rakamlarıyla yazılan yazıların niteliğinin “eşdeğersizliği” gündeme geliyor. Yalnız sorun sadece bireysel değil. Memleketin ekonomik durumuyla beraber genel yayın yönetmenleri, editörler de çok ciddi bir çıkmazda. Yani problemi sadece yayınlara yıkmak, meseleyi eksik görmemize yol açabilir. Ancak kendi konumumdan bütçesi olmayan ya da telif vermeyen yayınlara ya da kurumlara yazmamaya özen gösteriyorum. AICA’nın belirlediği telif rakamları önemli. Herhangi bir yerden yazı teklifi geldiği zaman AICA’yı adres gösteriyorum.
  • Sanatçı konuşmalarında moderatörlük, sergi katalog metinleri yazma, sergi turları, güncel sanatla ilişkili etkinlik ya da atölyeler düzenleme gibi farklı işler yapıyorum.
  • Bir fikri ortaya koymanın yaratıcılıkla ilişkisi var. Bu da çok ciddi bir disiplin, sabır gerektiriyor. Hak mefhumunu tartışmak önemli. Anonim şirket gibi çalışan, sınıf hiyerarşisinin akıl almaz boyutlara ulaştığı, siyasal İslam’ın hâkim olduğu, eril ve otokrasi ile yönetilen bir ülkede yaşıyoruz. Böyle bir coğrafyada sanat yazarlarıyla ilgili hak mevzusunu tartışmak önemli. Yani mevzu bireysel değil, kolektif. Dayanışma, örgütlenme önemli. Çünkü hakkı doğuştan verili/doğal ya da çıkar odaklı olarak görmüyorum. Kurulan, kazanılan, değiştirilen, denetlenen ve hatta iptal edilen bir işleyişi var. Adaletsizliğin-eşitsizliğin ifadesinde iktidar odaklarına/kurumlara, yayınlara karşı savunacağımız, ortaklaşa oluşturacağımız haklar olmalı. Yani yasal boyut yetmez, dayanışmadan gücünü alan bir konumdan söz ediyorum. Haksızlık karşısında bir yayına, kuruma karşı “böyle yazmaya devam etmeyeceğim” cümlesi çok önemli. AICA’nın belirlediği rakamlar bu yüzden önemli olsa da örgütlenmeyi çoğaltmalıyız. Özetle kolektif mücadeleyi tartışmak ve güçlendirmeye çalışmak başlı başına eleştirel düşünce üretimimi besleyebiliyor.

Oğuz Karayemiş

  • Ne yazık ki tek başına telif ücretleriyle geçinemiyorum. En büyük zorluk elbette gelirin küçüklüğü, diğer zorluklarsa düzensizliği ve güvencesizliği. Yazı teliflerinde AICA gibi kurumların belirlediği asgari ücretleri yakalamak pek mümkün değil. Yakaladığımızdaysa ödemeler maalesef düzensiz oluyor, tam vaktinde olamıyor vs. Çoğu zaman ödenecek telifi göstererek borçlanmak zorunda kalabiliyorum. Borçlar ve ödemeler arasında sürekli bir köşe kapmaca oynuyormuşum gibi hissediyorum.
  • Çok ciddi bir geliri olmasa da üniversitede ders veriyorum. Bir de yazı dışında çeviri yapıyorum. Ayrıca zaman zaman yine yarı zamanlı olarak doğal dil verisi üretimi, yapay zekâ geliştirme alanında metin verisi üretimi gibi başka alanlarda gelir kaynaklarımı çeşitlendirmeye çalışıyorum.
  • Eleştiri ya da inceleme yazan bir yazarın bir sergiyle/sanat kurumuyla/sanatçıyla ilgili çıkar çatışmasına girmemesinin ilk ve kesin koşulu, yazısından kazanacağı paranın yayıncı mecradan gelmesidir. Bu, her şeyin mutlak çözümü değildir ama olmazsa olmazdır. Yazarlara mecra tarafından telif ödenmesi, yazarın yazısının konusuyla arasına entelektüel ve etik bir mesafe koyabilmesi için şarttır. Şu anki durumda bunu çok az mecra yapabiliyor ne yazık ki. Şimdilik uzak bir hayal olsa da özellikle şehir dışına yapılan gezilerde konaklama ve diğer masrafların da yine yayıncı mecralar tarafından sağlanacağı bir sanat yayıncılığı rejimine ihtiyacımız çok büyük. Fakat altını yine çizmek isterim, an itibariyle matbu veya dijital sanat yayını mecralarının hayatta kalma uğraşı içinde bulunduğunu unutmamak gerekir. Bu açıdan yazar bağımsızlığı problemi, sanat alanındaki kurumsal özerklikle ve hesap verebilirlikle, sanat ekonomisinin örgütlenişiyle, sanat alanının toplumsal ve politik diğer problemleriyle iç içe geçen karmaşık bir problematiğin parçası.

Didem Ermiş

  • Yaklaşık 2017’nin sonundan beri kendi web sitemi saymazsak, 5 çevrimiçi ve 1 basılı mecrada yazılarım yayınlanıyor. Bugüne kadar sadece iki mecradan ücret alabildim. Telif ücretleriyle bir hayat kurmanın ve sürdürebilmenin zorluğu beni akademisyenliğe yönelten nedenlerden biri oldu. Benim için yazmak keyifli, öğretici ve besleyici bir süreç. Bundan para kazanmayı umut ediyorum tabii ki ama ülkenin kültür politikası, fon veren kurumların kime, neye göre fon verdiği gibi sorunlar gündemimizde olmaya devam ettikçe sadece sanat yazarlığıyla ve telif ücretleriyle geçinmenin zor olacağı düşüncesindeyim. Ocak 2019’dan beri İstanbul Aydın Üniversitesi Sanat ve Kültür Yönetimi Bölümü’nde tam zamanlı akademisyenlik yapıyorum. 
  • Yazacağım sergiye, yapacağım röportaja ve bunların yayınlanmasını istediğim mecralara karar verirken veya o mecradaki kişilerle görüşürken kendimi bir ücret talep etme zorunluluğunda hissetmiyorum. Çünkü yazmak benim için yeni bir kitap okumanın, araştırmamı çeşitli yönlere doğru genişletmenin, yazı pratiğimi geliştirmenin yolunu açıyor. Tabii ki telifin bir değeri yok değil. Telif, yazıyı yazmaya başlamam ve tamamlamam için de bir motivasyon oluyor. Telif alacağım zaman verilen telife göre daha uzun, tartıştığım konunun veçhelerini çeşitlendirdiğim, cümle kullanımına daha özen gösterdiğim bir süreç gelişiyor. Basılı veya çevrimiçi olsun her yazı, yazar kimliğimizin bir parçasını oluşturuyor. O yüzden yazı yazmanın kendisi benim için eleştirel düşünme sürecinin bir parçası. Tabii ki bu emek sömürüsü karşısında sessiz kalacağım anlamına gelmiyor. Yani her ay ya da iki haftada bir sergi gezip, sanatçılarla röportaj yapıp, içerik üretip bunları hiç para almadan yapmam teklif edilirse yapamam diye düşünüyorum.

Zeynep Nur Ayanoğlu

  • Telif ücretleri geçim sağlamaya yönelik değil. Çevirmenim, mesleğimi yapıyorum. En dolgun olanları bile aylar sonra ödeniyor zaten; insan ne yazdığını neredeyse unutmuş oluyor.
  • Yazarlıkla geçinmeye çalışan kimse yok çevremde, keza ben de öyle yapmıyorum. Çevirmenim, mesleğimi yapıyorum. Telif ücretleri açlık seviyesinin bile altında.

Oğulcan Yiğit Özdemir

  • Telif ücretiyle şimdiye kadar asla geçinemedim, ama bu yönde yüksek bir beklentiye girmeden yazmayı sürdürdüm. Ressamım. Yanı sıra çeşitli yarı zamanlı işler yapıyorum.
  • Telif ücreti üretim açısından elbette motive edici ama öte yandan bir hak. Sadece bu yönden, motivasyon odaklı değerlendirmiyorum. Son kertede bağımsızlığın da garantisi.

Argonotlar Telif Kumbarası kampanyasına dair detayları öğrenmek ve destek vermek için görsele tıklayabilirsiniz.

Argonotlar’ın en güçlü yönü bağımsız yazarları. Bu gücümüzü muhafaza etmek, okurlarımıza özgün içerikler sunmaya devam edebilmek, sürdürülebilir ve bağımsız bir gelir modeli oluşturabilmek için 2022 yılı Eylül ayında başlattığımız Argonotlar Telif Kumbarası kampanyamızın ilkinde 94 kişinin desteğiyle 38.800 TL; 2023 yılında ise 84 kişinin desteğiyle  45.750 topladık. Okur destekleriyle elde edilen bu gelir sadece yazarlara telif ödemek için kullanıldı ve 50’den fazla yazının telifi karşılanmış oldu.

2020 yılında yayın hayatına başlayan Argonotlar, 200’den fazla özgün eleştiri yazısı, 200’e yakın söyleşi, 100’den fazla Kütüphane içeriği hazırladı. 6 Şubat depremlerinden sonra bölgeden kültür sanat faaliyetlerini ele alan yazı ve söyleşilere, Türkiye’nin çeşitli kentlerinde düzenlenen bienallere dair yazılara ve güncel sanat gündeminden özel dosyalara kadar uzanan bu çeşitli içerikler 100.000’den fazla tekil kullanıcıya ulaştı.

2024 sonbahar sezonu ve 2025 yılının ilk yarısını kapsayacak şekilde Argonotlar Telif Kumbarası kampanyamızı tekrar açıyor; sanatseverleri ve okurlarımızı kampanyamıza destek olmaya çağırıyoruz.

İlginizi Çekebilir

Duyurular

Yazarlarımızın telif ücretlerini karşılamak için başlattığımız Telif Kumbarası kampanyamızı okurlarımıza sunarız.

Gündem

Yazarlarımızın telif ücretlerini karşılamak ve her yıl basılı olarak yayınlanacak Argonotlar Almanak için başlattığımız kampanyamızı okurlarımıza sunarız.

© 2020